6 Nisan 2020 Pazartesi

Evde kalın ama karantinaya alışmayın - Barış Terkoğlu


Oyuncu Tolga Mendi, yeni sevgilisiyle Belgrad Ormanı’nda yürüyüş yaparken yakalandı. Covid-19 virüsünün ardından devlet yetkililerinden gelen ‘evde kal’ tavsiyesine uymayan ikili, gazetecileri görünce panikledi. Mendi, ‘Rica ediyorum, lütfen o fotoğrafları yayımlamayın’ diyerek habercilerden fotoğrafların silinmesini istedi.
Hükümete yakın gazetenin “özel haberi” böyle. Aslında diğerleri de farklı değil. Tümünün magazin sayfaları “ünlülerin” evde olduklarını kanıtlayan, kendi elleriyle paylaştıkları fotoğraflarla dolu. Dışarıda yakalananlar ise özür diliyor. Eskiden bar kapılarında “ünlü” kovalayan muhabirler, şimdi ıssız korona sokaklarında evden kaçanları yakalıyor.
Herkes kendi kafesinde
Gazeteleri hapishanede bir gün gecikmeli okuyorum. Avukatlarıma, “Dışarısı nasıl” diyorum. Genelde “Tahmin bile edemezsin” yanıtını alıyorum. Bugüne kadar hiç tanık olmadıkları bir dünyanın tasvirini tecrit altındaki birinin anlamasının zor olduğunu düşünüyorlar. Oysa durum tam da hapistekilerin hayal edebileceği gibi. Üstelik bunun nedeni sadece eve kapanmış dışarıdakiler ile hücreye kapatılmış içeridekiler arasındaki farkın incelmesinden ibaret değil.
Michel Foucault’nun “Hapishanenin Doğuşu” adlı kitabı 17. yüzyıla ait bir veba yönetmeliğine yer veriyor:
Kentin ve ‘mücavir alanın’ kapatılması, buradan dışarı çıkmanın yasaklanması -aksine davranışlar ölümle cezalandırılır-, başıboş hayvanların hepsinin öldürülmesi kentin, her birinin başına yetkili bir eminin getirildiği ayrı mahallelere bölünmesi. Her cadde bir temsilcinin yönetimine verilmektedir; o da burayı gözetim altında tutmaktadır; eğer buradan ayrılırsa öldürülür. Belirtilen günde herkesin evine kapanması emredilmektedir. Evden çıkmak ölümle yasaklanmıştır. (…) Eğer evden mutlaka çıkmak gerekirse, bu sırayla yapılacak ve insanlar her türlü karşılaşmadan kaçınacaktır.(…) Temsilci de her gün sorumluluğu altındaki caddeyi gözden geçirmekte; her evin önünde durmakta; herkesi adıyla çağırmakta; herkesten durumları hakkında teker teker bilgi almaktadır. (…) Herkes kendi kafesine kapatılmış, kendi penceresinde adı okunduğunda cevap vermekte ve istenildiğinde kendini göstermektedir. Bu canlıların ve ölülerin büyük teftişidir.
Uzun yönetmeliğin yarattığı olağanüstü halin kısa özeti böyle.
Karantina modeli hapishane
Veba yönetmeliğinin yarattığı hapishane atmosferi tesadüf değil. Foucault’nun hapishaneyi kışla, okul, fabrika ya da hastane gibi “disiplin merkezleri” ile birlikte incelediğini, iktidarın yönetme mekanizmalarının yansıması olarak ele aldığını okuyanlar biliyor. Dönelim salgın hastalık karantinasına…
Foucault, en işlevli hapishane mimarisi olarak ele aldığı Jeremy Bentham’ın “Panoptikon Projesi”ni salgın hastalık yönetmeliğinin modellenmiş hali olarak anlatıyor:
Çevrede halka halinde bir bina, merkezde bir kule; bu kulenin halkanın iç cephesine bakan geniş pencereleri vardır; çevre bina hücrelere bölünmüştür. (…) Görülmeden gözetim altında tutmaya olanak veren düzenleme, sürekli görmeye ve hemen tanımaya olanak veren mekânsal birimler oluşturmaktadır.” Panoptikon’un büyük etkisi buradan kaynaklanmaktadır:
Tutukluda, iktidarın otomatik işleyişini sağlayan bilinçli ve sürekli bir görülebilirlik halini yaratmak.”
Gözünüzde canlandırabildiniz mi? Avrupa şehirlerinin merkezinden tüm evlerin göründüğü “panoramik manzara” veren kuleleri düşünün. Ya da bir futbol sahasının santrasından tüm tribünleri izleyebildiğinizi. Burada da iktidarın temsilcisi “yola gelmesi gereken” tüm mahpusların hücrelerini gözetleyebiliyor.
Ezeli ve ebedi sanıyoruz. Ama hapishanenin de bir tarihi var. İnsan bedenine eziyet çektirerek cezalandırmanın yerini “kapatma”nın alması uzun sürdü. Bugün anladığımız haliyle “cezaevi”nin geçmişi neredeyse iki asır kadar. Panoptikon planı ise kendini bu süreçte zamana uyarladı. Gözaltındaki polis merkezinde hücrelerin içindeki ya da hapishanede koğuşların ortak alanlarındaki kameralar “gözetleme”yi yeni teknolojiyle sürdürüyor. Buradan göremiyorum ancak magazin ekleri ipucu veriyor. Muhtemelen herkesin ev halini paylaştığı sosyal medya, karantina kontrolüne gönüllü bir göz yaratıyor.
Nihayetinde salgın hastalıkları önlemek için tartışmasız en etkili çözümlerden biri olan karantinalar ya da tutukluyu disipline sokan hapishaneler; iktidarın hastayı ya da şüpheliyi yalıtmasına, kontrol etmesine, gözetlemesine ve bunu genişleyen bir meşruiyete dönüştürmesine yarıyor.
Karantinadan nasıl çıkarız?
Şimdi elimizi yıkamamız gerektiğini, sosyal mesafeyi, evden çıkmamayı biliyoruz. Bilmediğimiz, korona sonrasında nasıl bir dünyaya uyanacağımız. Zira dünyayı değiştiren salgın hastalıklar, devletlerin düzenini, sermayenin yayılımını, dinsel kurumların otoritesini hatta emperyal sistemi yeniden tanımlıyor. Örneğin Avrupa’da veba salgınları emek arzını azaltarak makineleşmeyi çabuklaştırmıştı. Kilisenin gerici otoritesinin işe yaramazlığını göstererek yıkıcılığının sadece beden üzerinde olmadığını ispatlamıştı. Peki korona?
40 yıldır anlatılan neoliberal küreselleşme masalının boyalarının döküldüğünü artık kundaktaki bebekler söylüyor. Çin’deki pazardan çıkıp Batı metropollerini vuran virüs, dünyanın küre olduğunu kanıtlarken; küresel dünyanın lideri ABD, müttefiklerine de düşmanlarına da sırtını döndü. Bir milletten diğerine geçen virüs sınır tanımazken; AB, İtalya ya da İspanya ile arasına kalın sınırlar çizdi. “Eski dünya”nın yaptırımlarla yalıttığı Küba, Rusya ya da Çin ise hasta dünyaya ilaç ve doktor taşıyarak “başka bir dünya” sinyali verdi.
Ya iktidar düzenleri?
Şunu biliyoruz: Olağanüstü haller hükümetlerin çoğunlukla sopalarını çıkardığı dönemlerdir. Yatay ilişkiler tasfiye olurken; yönetme, dikine ilişkilerin hapishanedeki gibi müdür ve gardiyanlarla kurulduğu bir hal alır. Ülkeyi bir hapishaneyi yönetir gibi yönetmeye izin veren karantina rejimi geçince, iktidarlar sopalarını tekrar kılıfına sokmak istemezler. Hatırlayın, 15 Temmuz’un ardından OHAL ilan edilirken dönemin Başbakanı, “Halka değil, devlet kendisine karşı OHAL ilan ediyor” demişti. Ancak FETÖ virüsünün ardından ülkenin kararnamelerle yönetildiği, yurttaşlık haklarının sınırlandırıldığı, hukukun sıra dışılaştığı, Meclis’in işlevsizleştiği düzen baki kaldı. Kesin olan bir şey var ki korona sonrasında Türkiye dahil tüm ülkeler bir seçim yapacak. Karantina - hapishane düzeni devam mı edecek? Sağlığa, eğitime, güvenceli çalışmaya erişmenin hak olduğu bir sistem mi kurulacak?
Sopayı elinde tutan iktidarın temsil ettiği sınıfların bu soruya verdiği yanıt belli. Karantinadakiler için ise 100 yıl önce Cumhuriyete ve yurttaşlığa bir olağanüstü halin sonunda ulaştığımızı hatırlama zamanı.
Barış Terkoğlu / CUMHURİYET

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder