Fatsa ülke çapındaki devrimci siyasi mücadelenin bir parçası olmasının yanında halkın komiteler vasıtasıyla yönetime katılımıyla, bürokratik sosyalizm anlayışlarına eleştirel bir yaklaşımın da ifadesi oldu.
Fatsa’nın sadece bir belediyecilik hikâyesi olmadığı biliniyor. Ama bunu burada bir kere daha ifade etmekte yarar var. Fatsa bir belediyecilik anlayışından çok, onun dayandığı bir devrimci mücadelenin, devrim anlayışının ve devrimci bir hayat tarzının anlatısıdır.
Bu bakımdan Fatsa, esas olarak o zamana kadar ülkenin her yanında sürdürülen o devrimci mücadele anlayışının bir ‘dışa vurumu’ oldu.
O tarihte sıkıyönetim koşulları ve ülke sathında yaygın faşist saldırılar altında gerçekleştirilen parlamento ara seçimlerini (iktidardaki Ecevit hükümetinin tutarsız ve teslimiyetçi politikalarını da protestoyu amaçlayan) bir boykot kararı almıştık. Aynı zamanda bazı nedenlerle yenilenen belediye seçimlerinde ise, yerel yönetimlerin görece özerk yapılanışını dikkate alarak ve bölgede çalışan arkadaşlarımızın da talepleri doğrultusunda seçimlere katılmayı uygun bulduk.
Malatya ve Tunceli’de yapılan seçimlerden farklı olarak Fatsa’da, seçime katılan diğer partilerin aldığı oyların iki katına yakın oy alınarak seçim kazanıldı. Bunda, o döneme kadar bölgede yürütülen devrimci mücadele anlayışının ve örgütlenmenin başarısı kadar, kuşkusuz bölgenin (12 Mart’lardan Kızıldere’ye geçip gelen mücadele arkadaşlarıyla birlikte) bir halk önderi olan adayımız Fikri Sönmez’in özelliklerinin de büyük bir rolü-katkısı vardı.
Fatsa’nın kamunun gündemine oturması biraz da devlete hâkim olan faşist gerici zihniyetin hazımsızlıklarının da bir sonucu oldu. Biraz sessiz sedasız, mahallelerde, köylerde örgütlenmemizi pekiştirip yaygınlaştırmaya çalışırken, mücadelenin civar illerde ve ilçelerde etkinlik kazanmaya başladığı bir ortamda Fatsa’ya saldırılar başladı. Faşizmin medyadaki borazan başlarından biri “Bırakırsanız tüm Türkiye Fatsa olur” dedi. Gazeteciler Demirel’e Çorum’daki katliam girişimini sorunca “Arkadaş Çorum’u bırakın Fatsa’ya bakın” dedi! Ordu iline özel olarak atanan vali, mücadeleyi Nokta Operasyonu’na doğru bir karanlık tünele soktu. Bırakmadılar!
Aslında bırakmayacaklarını biz de elbet biliyorduk. Böyle faşist bir devlet egemenliği etrafında kurulu düzenlerinden bu şekilde radikal bir kopuşa tahammül edemeyeceklerini tahmin etmek zor da değildi. Operasyondan epey önce yaptığım Fatsa ziyaretlerinin birinde arkadaşlarla konuşurken “Burayı böyle bırakmazlar, önemli olan bizim yukarılara çekilmek zorunda kaldığımızda geride nasıl bir iz bırakacağımız” diye konuşmuştuk.
FATSA’DAN GERİYE KALANLAR
Fatsa konusunda da, genel olarak geçmiş konusunda olduğu gibi öznel yaklaşımlardan kaçınılmalı. Doğrular kadar yanlışlarımız ve eksiklerimiz de vardı. Yapılabilenler kadar yapamadıklarımız da…* Bu yüzden inkârcılık kadar boş hamasetlerden ve öykünmeciliklerden de kaçınmalıyız. Geçmişimizi de Fatsa’yı da böyle savunmalı, değerlendirmeliyiz. Direniş Komiteleri’ni gelecek toplumun nüveleri olarak, doğrudan demokrasi doğrultusunda bir anlayış olarak savunduk. Bu anlayış, son dönemlerin modası post liberal, mikropolitik parçacılık vb. yaklaşımlardan olduğu kadar ütopyacılıktan da uzak bir anlayışın ifadesidir. Bu yüzden Fatsa’nın ülke çapındaki devrimci siyasi mücadelenin bir parçası olmasının altını bir kez daha çiziyoruz.
Sosyalizm, sınıfsız topluma proletarya iktidarı altındaki bir geçiş süreci olarak tanımlanır. Sovyetler’de de böyle başladı, giderek Komünist Parti bürokrasisinin tekelci iktidarına dönüşerek yabancılaştı. Fatsa’da halkın komiteler vasıtasıyla yönetime katılımı, aynı zamanda bürokratik sosyalizm anlayışlarına eleştirel bir yaklaşımın da ifadesi oldu. 12 Eylül, Fatsa’ya iki ay önce geldi. Anlaşılan faşist cuntanın bu konuda bir acelesi varmış. O noktada yapılanlar ve yapılamayanlar, yanlışlar ve eksikler konusunda söylenecek elbette çok şey var.
THKP-C’nin, Fatsa’nın hemen yanı başında gerçekleşen Kızıldere’nin ertesinde yeniden başlayarak gelişen ve bugüne Fatsa gibi nice değerler bırakan o büyük mücadele döneminde yer alan içerideki ve dışarıdaki herkese, sevgili Fikri gibi, hayatını kaybeden bütün devrimci arkadaşlarımıza bin selam olsun!
*Bu konuya dair bir başlangıç için Bitmeyen Yolculuk sayfa 208 vd. bakılabilir.
OĞUZHAN MÜFTÜOĞLU / BİRGÜN
♦♦♦♦♦
FATSA’NIN ÇAĞRISI
Yurt çapında yürütülen direniş mücadelesinin bir parçası olarak, Fatsa halkının ve Fatsalı devrimcilerin o mücadeleyi en ileri boyutlara ulaştırdığı bir örnek oldu.
1979 yılında Fatsa’da halkın kendi kendini yönetmeye başlaması, sorunlarını elbirliğiyle çözmesi, bütün Türkiye bir kan gölüne dönerken bu küçük Karadeniz kentinin bir huzur ortamına sahip olması, devrimciler için bir başarı, yönetenler içinse bir korku kaynağıydı.
Faşist güçlerin saldırılarıyla yaratılan iç savaş ortamı bütün Türkiye‘de hayatı bir karabasana çevirmişken Fatsa’da Terzi Fikri ve arkadaşları o kan denizinin içinde bir umut çığlığı gibiydi. Kan davalarını, karaborsayı ve kısa bir süre sonra tank paletlerinin işgal edeceği yolların çamurunu yok etmişlerdi. Orada kötülüğe direnmenin ve haksızlığa aman vermemenin, yeni bir hayatı yaratmanın yolunu açtılar.
Bu yüzden bir avuç sömürücü adına ülkeyi despotlukla yöneten ve eğer kendileri olmasa halkın kendi kendisini asla yönetemeyeceğini iddia edenlere karşı en zor koşullar altında yaratılarak tarihe düşülen muhteşem bir manifestodur Fatsa.
Fatsa gerçeği, bize bugün en çok ihtiyaç duyulan şeyleri hatırlatırken, paranın ve baskının esiri olmuş bu toplumda, her türden gericiliğin ortalığı boğucu bir duman gibi sardığı ülkemizde, bir zamanlar yanan bir umut ışığını gönderiyor bize.
Fatsa’nın hikâyesi, aslında o iyiliği ve güzelliği bugün çoğaltmanın çağrısıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder