29 Mayıs 2020 Cuma

Gıda güvenliği ve kapitalizm - Emin Koramaz / BİRGÜN

Evlerimize kapanmak zorunda kaldığımız salgın döneminde kıymetini daha fazla anladığımız şeylerin başında temel besin maddeleri ve tarımsal ürünler geliyor. Dışarıda yeme alışkanlığına verilen arada mutfakta geçirdiğimiz süre arttıkça, su ve gıdanın hayatlarımızın idamesinde diğer her şeyden daha önemli ve öncelikli olduğunu bir kez daha fark ettik.

İlkel çağlardan günümüze tarımsal üretim metotlarındaki değişim ve bu alandaki bilimsel gelişmeler göz önünde bulundurulduğunda açlık ve beslenme sorununun bugün insanlar için büyük bir tehdit oluşturuyor olması oldukça şaşırtıcıdır. Çünkü akla yatkın olan şey, gelişen teknoloji ve ziraat teknikleri sayesinde ürün verimliğinin artması ve insanların bu ürünlere ulaşımının kolaylaşmış olmasıdır.
Oysa dünya çapında bugün yaşanan gerçeklik bu beklentinin çok dışında. Bugün dünyada 800 milyonun üzerinde insan yani her 9 kişiden biri yatağa aç girmektedir. Ülkemizde ise insanlarımızın %22`si yeterli gıdaya ulaşamamakta %8,5`u ise açlık sınırında yaşamaktadır.
Etkilerinin göz ardı etmemekle birlikte, bu durumu sadece “iklim değişikliği” gibi doğal sebeplerle ya da “savaş” ve “göç” gibi politik gelişmelerle açıklamak mümkün değildir. Bugün gıda ve tarımda yaşanan sorunların temel nedeni, sermayenin çıkarlarını insanlığın ortak çıkarlarının üstünde gören küresel kapitalist sistemdir. Tarım ve gıda üretiminde tekelleşmedir.
Günümüzde küresel sermaye tarımsal üretimin tüm aşamalarında; yani tohum üretiminden, zirai mücadeleye, gıda üretiminden bu gıdaların tüketimine kadar tüm süreçleri kontrol etmektedir. Gıda temel besin aracı olmaktan çıkıp dev tekellerin rant aracına dönüşmüştür.
Örneğin; küresel ölçekte dört firmanın piyasayı kontrol düzeyleri, tohumda yüzde 58.2, tarımsal kimyasallarda yüzde 61.9, gübrede yüzde 42.3, hayvansal ilaçlarda yüzde 53.4’dür. Hayvansal üretimde ise bu oranlar tavukçulukta yüzde 97, domuz ve sığırlarda yaklaşık yüzde 66 düzeyindedir. Bu şirketlerden altı tanesi dünya tahıl ticaretinin yüzde 85`ini, 8 şirket kahve satışlarının yüzde 60`ını kontrol ediyor. Özellikle insanların temel besin ihtiyacı olarak bilinen mısır, pirinç, buğday ve soya gibi gıdaları hakimiyetleri altına almak için de büyük savaşlar veriyorlar.
Tekellerini pekiştirmek için, IMF, Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Bankası gibi kuruluşlar aracılığı ile geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelere tarım ve gıda alanında kamusal üretim ve denetimin ortadan kaldırmaları noktasında dayatmalarda bulunuyorlar.
Ülkemizde de benzer bir süreç yıllardır işletilmektedir. 1980’li yıllardan itibaren uygulanan neoliberal politikalar sonucunda Et-Balık Kurumu, Süt Endüstrisi Kurumu, Zirai Donatım Kurumu, TEKEL, Türkiye Şeker Fabrikaları, Azot Sanayi-Türkiye Gübre Fabrikaları ve Yem Sanayi gibi kamu iktisadi teşekküllerinin bir kısmı özelleştirilmiş, bir kısmı da kapatılmıştır. Toprak Mahsulleri Ofisi gibi KİT`lerle birlikte, Tariş, Çukobirlik, Fiskobirlik gibi üretici kooperatif ve birliklerinin de içi boşaltılarak işlevsizleştirilmiştir.
Tohumculuk, Toprak ve Tarım, Tarım Sigortaları ve Lisanslı Depoculuk konularında yapılan yasal düzenlemelerle yerli tohumlarımızın kullanımı neredeyse yasaklanmış, tarım ve gıda alanı tamamen piyasalaştırılmıştır.
Bütün bunların sonucunda bir zamanlar kendi kendisine yeten ülke olarak övündüğümüz ülkemiz, gıda ve tarım alanında büyük oranda dışa bağımlı hale gelmiştir.
Bu olumsuz gidişe dur demek zorundayız. Açlık ve yoksullukla mücadele gıda emperyalizmine karşı verilecek mücadeleden geçmektedir.
Ülkemizde sürdürülebilir bir tarımsal üretim için, gıda güvenliğimizin korunması için, sağlıklı ve ucuz gıdaya erişebilmek için üreticisiyle, tüketicisiyle, köylüsüyle, kentlisiyle sesimizi yükseltmek zorundayız.
Bilimsel veriler ışığında üretimi yeniden organize eden, üreticiden tüketiciye doğrudan bir beslenme zinciri kuran, gıda üretim ve dağıtım zincirini kamusal denetime tabi tutan, emek eksenli ve dayanışmayı arttıracak yeni bir yapı, ülkemiz insanı, ülkemiz tarımı, kırsal hayat ve tüketici sağlığı açısından en acil gereksinimdir.
İnsanların aç ve yoksul yaşamadığı, herkesin sağlıklı ve sürdürülebilir beslenme imkanlarına ulaşabildiği, eşit adil bir ülke ve dünya özlemiyle…
Emin Koramaz / BİRGÜN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder