Her dönemde ‘zararlı neşriyat’
12 Mart’ta İlhan Selçuk’un “Hoş Geldin Tanzimat Kafası” yazısı nedeniyle gazeteye on gün kapatma, İlhan Selçuk ve yazıişleri müdürü Oktay Kurtböke hakkında da tutuklama kararı verilirken 12 Eylül’de yazarlardan Ali Sirmen ve Hüseyin Baş Barış Derneği davasından tutuklandı. Bu dönemde gazeteye bir kez İlhan Selçuk, bir kez de Nadir Nadi’nin yazısı nedeniyle ulusal çapta 35 gün, bölgesel olarak da 7 gün kapatma cezaları verildi. Nadir Nadi, Oktay Akbal ve İlhan Selçuk yazıları nedeniyle sıkıyönetim mahkemelerinde yargılandı.
12 Mart darbesinden sonra 26 Nisan’da sıkıyönetim ilan edilir. Sıkıyönetimin ilan edilmesinden iki gün sonra yani 28 Nisan 1971 tarihinde Cumhuriyet’teki köşesinde yazdığı “Hoş Geldin Tanzimat Kafası” ve ondan bir gün sonra yazdığı “İsa Musa ve Cart-Curt” başlıklı yazısı nedeniyle İlhan Ağabey ve gazetenin yazıişleri müdürü Oktay Kurtböke tutuklanırken gazete de on gün süreyle kapatılır.
İlhan Selçuk, sıkıyönetim mahkemesinde askeri yargıçlar karşısında yaptığı savunmada, suçlanan yazılarında dile getirdiği fikirlerinin arkasında olduğunu ve yazarlığının iktidar dalkavukluğu üzerine değil, sömürücü çevrelere karşı mücadele etmek şiarı üzerine olduğunu belirterek 12 Mart cuntasına postasını koyar. İşte o savunmadan küçük bir pasaj:
‘YAZARLIK ŞİARIMIZ İKTİDARA DALKAVUKLUK ÜZERİNE DEĞİL’
“Biliyoruz ki bu dava sivil mahkemelerde görülseydi, iki aydan beri tutuklu olarak cezaevinde bulunmayacaktık. Elbette adalet önünde hesap verecektik. Ama basındaki görevimize devam edecek, fikirlerimizi ve yazılarımızı yayınlayacaktık. Adliyemizde teamül ve tatbikat bu yöndedir. Biz bu davadakinden çok daha ağır cezalık suç iddialarına muhatap olmuş, hem hâkimlerimizin önünde hesap vermiş, hem de fikirlerimizi yayma özgürlük ve görevine devam etmişizdir. Bir yazarı tutuklamak, görevinden alıkoymak ve fikirlerini yayınlamasına fiilen engel olmak sonucunu verir. Bu davranış, fikir özgürlüğü, Anayasa ve demokrasi ilkelerinin özüne ters düşmektedir.
Biz inandığımız fikirlerin yolunda yürürüz. Yazarlığımız da iktidar çevrelerine dalkavukluk değil, gayri milli sömürücü çevrelere karşı mücadele etmek şiarı üzerinedir.
Mahkemede yaşadığımız hukuk dışı olaylar bu kararlılığımızı etkileyemez.”
BİR DARBE DE GAZETE İÇİNDE
Cumhuriyet’in kapandığı, İlhan Selçuk ve Oktay Kurtböke’nin tutuklandığı gün Cumhuriyet Matbaacılık ve Gazetecilik TAŞ Yönetim Kurulu’nda hissedar olan kız kardeşleri ve damatlar, Nadir Nadi’yi sorguya çeker. Nadir Nadi’ye, İlhan Selçuk’un tutuklanmasına neden olan yazılarının yayımlanmasından önce görüp görmediği ve yazılarıyla gazetenin kapanmasına neden olan İlhan Selçuk’un durumunun görev kusuru olarak değerlendirilip iş akdinin feshedilmesi konusunda ne düşündüğü sorulur.
Nadir Nadi, İlhan Selçuk’a sahip çıkar ve yazılarını onayladığını söyler. 9 Mayıs 1971’de gazete yeniden yayın hayatına başlarken gazetenin ortağı olan Nadir Nadi’nin kız kardeşleri şirketin genel kurulunu olağanüstü toplantıya çağırır. Her iki kardeşe göre Nadir Nadi, aşırı solcu olan İlhan Selçuk’un etkisi altına girmiş ve babaları Yunus Nadi tarafından belirlenen yayın çizgisinden sapılmıştır. Nadir Nadi, eleştiriler karşısında sinirlenir ve toplantıyı terk ederek uzun bir izne çıkar.
NADİR NADİ İZNE ÇIKTI
Nadir Nadi’nin izne çıkması ve genel kurulda oluşan yeni yönetim, İlhan Selçuk gibi düşünen yazarları rahatsız eder. Bunların başında da Oktay Akbal gelmektedir. Oktay Akbal, 1 Temmuz 1971 günkü yazısında, “Cumhuriyet, hiçbir zaman mürekkepli bir kâğıt parçası olmayacak, onu böyle görmek isteyenler yanılacaklardır” diyerek yeni yönetimin zihniyetini eleştirecektir. Yönetim, bu yazısından sonra Oktay Akbal’ı işten çıkarır. Tasfiye sadece Oktay Akbal’la sınırlı kalmaz.
Yazıişleri müdürü Sami Karaören, Şükran Ketenci (Soner), Mehmet Barlas, Rauf Mutluay ve Sadun Tanju’nun da gazeteyle ilişkisi sonlandırılır. İlhan Selçuk’un köşesi de Cihad Baban’a verilir. Aile içinde bu mücadeleler sürerken yeni yönetim elindeki “Cumhuriyet” gazetesi günden güne kan kaybetmektedir. Okurun “Cumhuriyet okumama” boykotuna başladığı bu dönemde tiraj 40 bine düşer. Okur boykotu semeresini verir ve Yunus Nadi’nin kızları yönetimden istifa eder. Gazete yönetimine Nadir Nadi yeniden getirilir. Eski yazarlar da yuvaya döner.
12 EYLÜL’DE 42 GÜN KAPATMA
Cumhuriyet gazetesi, 12 Mart’ta olduğu gibi 12 Eylül cuntası için de “zararlı neşriyat” kapsamında görülmüş ve sık sık kapatma cezaları ile hizaya getirilmek istenmişti. 12 Eylül cuntası, daha koltuklarını ısıtmadan bazı sol gazete ve dergileri kapatarak sol yelpazedeki basın-yayın organlarına gözdağı vermişti.
Herkes “sıra Cumhuriyet’e ne zaman gelecek” diye bekliyordu. Nihayet beklenen oldu. İlhan Selçuk’un 11 Kasım 1980 tarihinde yazdığı “Kemalizm İdeolojisi Muz mudur?” başlıklı yazısı nedeniyle gazete, on gün süreyle kapatıldı. Komik olan İlhan Selçuk’un bu yazısında Atatürk’e dil uzatmakla suçlanmasıydı. Gazete, on gün sonra yeniden yayımlanmaya başladı. Ancak cuntanın gözü, gazetenin, özellikle de İlhan Selçuk’un üzerindeydi.
30 Ekim 1982 günü Kenan Evren, Cumhuriyet Bayramı resepsiyonunda karşılaştığı Nadir Nadi’ye bu gözaltını şöyle hissettirir: “İlhan Selçuk’un fıkralarını dikkatle okuyorum. Geçenlerde ‘İp Cambazı’ diye bir yazısı vardı. Ne demek istediğini de gayet iyi anlıyorum. Bu arada, söyleyeyim gazeteniz hakkında da bir dosya var. Bana her gün gelip Cumhuriyet hakkında bir şeyler söylüyorlar.”
BU KEZ NADİR NADİ’NİN YAZISI
Gazetenin ikinci kez kapanması imtiyaz sahibi ve başyazarı Nadir Nadi’nin yazısı nedeniyle oldu. Cunta yönetimi, Atatürk adını ağızlarına sakız etmesine karşın Atatürk’ün kurduğu ne kadar kurum varsa yok etme çabası içindeydi. Cuntanın, Türk Dil Kurumu’nu kapatması üzerine bu kurumu savunan Nadir Nadi, 1961 yılında yayımlanan “Tuhaf Bir Tasarı” adlı yazısını 23 Ocak 1983’te yeniden yayımlayınca, gazeteye 25 gün kapatma cezası verildi. Nadir Nadi de sıkıyönetim mahkemesinde yargılanarak 2 ay 20 gün hapse mahkûm oldu. Milli Savunma Bakanı’nın son anda temyiz hakkını kullanmasıyla Yargıtay kararı bozdu ve aklanmasına karar verdi. Ulusal çapta toplam 35 gün kapatılan gazete ayrıca bölgesel kapatma cezaları ile de hizaya getirilmeye çalışıldı. 12 Kasım 1981’de Doğu ve Güneydoğu illerinde 5 gün, 3-4 Nisan 1981’de ise Ankara ve çevresinde 2 günlüğüne kapatma cezası aldı.
Miyase İlknur / CUMHURİYET
PENCERE
‘Kemalizm İdeolojisi Muz mudur?’
Karl Marks bir bilim adamıdır.
Dünyanın bütün üniversitelerinde incelenir; çoğu toplumbilimci Marksizmi bir yöntem olarak kullanır; Marks’ın kitapları dünyanın bütün büyük kütüphanelerinde bulunur..
Buna karşın dünyada ve ülkemizde Marks’ın açıklanmasında ve yorumlanmasında alabildiğine tartışma sürmektedir. Marksist olduklarını söyleyen siyasal partiler ve devletler arasında fikir ve eylem tartışmaları bitmemiştir.
Peki, Marksizm her niyete yenen bir muz mudur?...
*
Atatürk bir eylem adamıdır.
Yazmaktan çok konuşmuştur; yapmıştır; gerçekleştirmiştir. Mustafa Kemal Paşa çoğu zaman irticalen konuşmuştur; çevresindekiler not tutmuşlardır; bazan nerede ve nasıl oluştuğu bilinmeyen fikirler “Atatürk söyledi” diye piyasaya sürülmüştür; propaganda üretilmiştir.
Bugün Atatürkçüyüm ya da Kemalistim diyen çoğu kimse arasında tartışma ve kavga sürmektedir. Bunu doğal saymak gerekir. Marks, Lenin ya da Mao gibi kişilerin ardından da savaşımın bitmediği düşünülürse, Kemalist ideolojinin 1980 yılında tartışma alanı bulması Atatürk’ün etkinliğini kanıtlamaktan başka bir anlama gelemez..
Mustafa Kemal doğalı yüz yıl, öleli kırk olmuş, ama kavgası sürüyor. Böyle bir olay dünya tarihinde çok rastlanan bir olay değil.
*
Ancak Kemalizm’in tartışmasında bir ciddiyet olmalı. Atatürk’ü değerlendirirken ölçüyü kaçırmak, Atatürkçülük dediğimiz dünya görüşünü her niyete yenilen bir muz niteliğine dönüştürür.
Öyleyse ne yapmalı? ...
Günün bu saatinde söylemek belki “apolitik” sayılabilir, ama ben yine de söyleyeceğim: Önce Kemalizm’in özgürce tartışılabildiği fikir ve bilim ortamı sağlamalı...
Bugün Türkiye’de herkes “Elhamdülillah Müslümanım” dedikten sonra:
- Elhamdüllillah, diyor, Atatürkçüyüm..
Böyle söyleyenlerin kaçı içtenlikli?...
Yeryüzünde komünist partilerin egemen olduğu devletler var. Ama komünist ülkelerde herkes komünist olmak zorunda değildir. Sıradan yurttaş vicdanında hangi fikri ya da hangi inancı taşırsa taşısın, kimse karışmaz. Devlet, eğitim yoluyla yeni kuşakları yönlendirmeye çalışır. Türkiye’de Kemalizmi canlandırmak istiyorsak önce fikir gücüyle ortaya çıkmak gerekir.
Ne yapmalı öyleyse?
Atatürk’ün 1) Gerçekleştirdiği eylem.. 2) Sözleri ve yazıları.. 3) Kurduğu parti ve programı.. 4) Kurduğu devlet ve anayasası yok mudur?.. Bütün bunların harmanından bilim yöntemleriyle bir sonuç çıkarmak çok mu zor?...
*
Kuşkusuz zor değil.
Atatürk’ü dünya tarihinde nereye oturtmak gerekir?.. sorusu elle tutulur biçimde ortadadır. 1917 devriminden sonra ikiye ayrılan dünyada üçüncü yol ayrımını Türkiye’nin ulusal bağımsızlık savaşıyla başlatan adamdır Atatürk; antiemperyalisttir; Üçüncü Dünya’nın habercisidir. Bu niteliklerinin verdiği rütbeleri omuzlarından sökmeye kalkıştınız mı, Atatürk’e düşmanlık çizgisine ulaşırsınız...
Yeryüzünde çağdaşlaşma iki süreçle gerçekleşiyor: İnsanda özgürleşme, toplumda bağımsızlaşma, Kemalizm bu yolda bir aşamadır; ama son durak değildir.
İnsanlıkta son durak yok.
Kemalizm geriye kapalı ileriye açık bir ideolojidir; biz ise kırk yıldan beri ileriyi yasaklayıp, geriye kapıları açan siyasal düzenler içinde yaşıyoruz...
İlhan Selçuk
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder