Karartma Günleri-1
7 Mayıs Perşembe günü gazetemizin 96. doğum gününü kutladık. Dört yıl sonra 100. yılımızı kutlayacağız. Cumhuriyet gazetesi bu 96 yıl boyunca gazetecilik adına pek çok başarıya ve yeniliğe imza attığı gibi, basın tarihine geçecek baskılara, kapatma cezalarına, tutuklamalara ve suikastlara da maruz kaldı, 6 yazarı katledildi.
Aziz Nesin, Sabahattin Ali ve Mim Uykusuz tarafından 1946 yılında çıkarılan, sık sık dönemin iktidarları tarafından daha matbaada iken toplatılan, yönetici ve yazarları sık sık tutuklanan Marko Paşa dergisinin künyesinde, “Toplatılmadığı ve yazarları tutuklanmadığı zamanlarda çıkar” diye yazılması hâlâ unutulmaz. Bu ülkede muhalif basının ortak kaderidir bu. Aynı durum Cumhuriyet gazetesi için de geçerlidir. Her dönemde iktidarların gazabına uğramıştır. CHP’nin tek parti döneminde de, DP döneminde de kapatılmış, 1960 ihtilalinden sonra MGK üyeleri tarafından çağrılan gazetenin patronu ve başyazarı Nadir Nadi alenen tehdit edilmiş, 12 Mart ve 12 Eylül darbe günlerinde hem yönetici ve yazarları tutuklanmış hem de gazeteye kapatma cezaları verilmiştir. İktidarların ve kudretli paşalarının verdiği bu cezalar yetmezmiş gibi, bir de Cumhuriyet yazarlarına gerici ve faşist çetelerce düzenlenen suikastlar da cabası.
O nedenle Cumhuriyet’in künyesinde “Gazete kapatılmadığı zaman, köşe yazıları, yazarları katledilmediği zamanlarda çıkar” yazsa yeridir.
Cumhuriyet yine hedefte
Cumhuriyet bugünlerde yine hedefte. Muhabirleri ve yazarları hakkında onlarca ceza ve tazminat davaları açılıyor, alenen tehdit ediliyor.
Peki, bu davalar ve tehditler Cumhuriyet’in gazetecilik anlayışını ve yayın çizgisini değiştirmeye yol açar mı?
Gazetenin 96 yıllık tarihine bakıldığında bu tür tehditlerin “nafile çaba” olduğu görülür.
Bu dizide geçmiş iktidarlar döneminde Cumhuriyet gazetesine verilen kapatma cezalarının öyküsünü ele aldık. Görünen o ki, geçmişten bu yana basın özgürlüğü konusunda pek de değişen bir şey yok. RTÜK eliyle televizyonlara son bir ayda verilen cezalar, haber sitelerinin kapatılması gazetecilerin hapse atılması ve pek çoğunun hakkında davalar açılması, gazetecilerin makus talihinin değişmediğinin göstergesi.
Cumhuriyet gazetesi 96 yılda toplam 162 gün kapalı kaldı. En uzun kapatma cezası ise 90 gün olmak üzere 1940’ta uygulandı. O cezaları kesen iktidarlar bir bir gelip geçti tarih sahnesinden, ama susturmak istedikleri Cumhuriyet gazetesi hâlâ ayakta.
Hem demokrasi tarihimiz hem de basın tarihimiz açısından dersler çıkarılması gereken kapatma cezalarının verildiği dönemleri, kapatma gerekçelerini anımsatmak istedik.
EN UZUN KARARTMA
II. Dünya Savaşı’nın ilk günlerinde genç bir yazar olan Nadir Nadi’nin yazdığı “Alman Realitesi” başlıklı yazısı basında ve tek parti iktidarında rahatsızlık yaratır. Babıâli’de kendisi yazısı üzerinden babası Yunus Nadi’ye karşı taarruzlar başlaması üzerine, Nadir Nadi, üstü kapalı olarak İnönü’ye hitaben bir yazı yazdı. Nadi’nin “Atatürk’ün Türk Gençliği” adlı yazısı nedeniyle “Molotof” haberi bahane edilerek on gün kapatma cezası verilir. Ancak “On gün” denmesine karşın gazete tam 90 gün kapalı kalır.
Cumhuriyet gazetesine ilk kapatma cezası 1934 yılında verildi. Gerekçe olarak “Devletin genel siyasetine aykırı yayın” olarak gösterilirken kapatma cezasının tebliğinde hangi haber ya da yazıdan dolayı ceza verildiği belirtilmiyor. On gün süren bu kapatma cezasının başlayacağı günün arifesinde gazetedenin ilk sayfasında “Okurlarımıza” başlığı altında kapatma kararı şöyle eleştiriliyor:
“Gazetemizin, İcra Vekilleri kararı ile on gün için tatil edilmiş olduğu malumdur. Ajansın tebliğindeki kısa esbabı mucibeyi tefail ve tahlil ederek okuyucularımız kadar bizi de mütehayyir ve müteesir kılan hadiseyi burada esas şöyle dursun şeklen bile izah etmeye maateessüf imkân yoktur.
Cumhuriyet sahibi, gazetecilik hayatında böyle akabaler görmüş bir adamdır. Fakat onların hepsi, kendileri ile zıt olduğu birtakım münasebetsiz hükümetler zamanında vaki olmuş olduğundan, kendi hesabına şerefli bir mücadelenin kuvvet artıran safhalarını teşkil ediyordu. Şimdi vaziyet böyle değildir. Bilhassa bu itibarla ağır darbe mahiyetinde olan hareket için olsa olsa devletçe görülen lüzum üzerine diyebileceğiz. Keşki bu lüzum bizi de bir parçacık tatmin edebilmiş olsaydı.
Cumhuriyet”
II. Dünya Savaşı’nın ilk yıllarında hükümet, bu hassas günlerde özellikle dış politika konularında gazetelere uymaları gereken hususlar konusunda bir tebliğ gönderir. Cumhuriyet’in dış politika haber ve yazılarından zaman zaman hükümetin rahatsız olduğu ve telgrafla gazete yönetimini uyardığını ikinci kapatma kararı nedeniyle gönderilen resmi yazıdan öğreniyoruz.
Alman yayılmacılığının sürdüğü günlerde Nadir Nadi’nin “Alman Realitesi” başlıklı köşe yazısı hükümette ve basında tartışmalara neden olur. Nadir Nadi, babası Yunus Nadi’yi de sıkıntıya sokmuştur bu yazıyla.
Nadir Nadi’nin, polemiklere neden olan yazısında dile getirdiği “Alman Realitesi”nin özü şuydu: “I. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Almanya’nın Versailles Anlaşması’nın intikamını almak için erinde gecinde İngiltere ve Fransa ile hesaplaşması kaçınılmazdı. Almanya’nın askeri gücünü artırmak için yıllardır çalıştığı biliniyordu. İngiltere ve Fransa gibi büyük kapitalist ülkeler, ekonomik olarak kendilerini tehdit eden Almanya’nın önünü kesmek için Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya’nın birliğini parçalamaktan medet umdular. Ama olmadı. Karşılıklı yardımlaşma anlaşması imzaladığımız iki müttefikimizden biri savaşı bıraktıktan sonra bizim savaşa girmemiz, Enver Paşa’nın 1914’te yaptığını gölgeye itecek bir çılgınlık olabilirdi. O nedenle bizim bu savaşta tarafsız kalmamız ve ülke çıkarları neyi gerektiriyorsa öyle yapmamız gerekir. Alman realitesini Avrupa devletleri görmek zorundalar. Almanya ile ticari anlaşma yapmamız Türkiye’nin çıkarına ise bundan rahatsız olmamak gerekir.”
Hasımlar yıllarca kullandı
Yukarıda özeti sunulan yazı, yıllar yılı Cumhuriyet gazetesinin hasımları tarafından Nadir Nadi’nin Naziliğinin belgesi olarak sunuluyor.
Nadir Nadi, anılarını kaleme aldığı “Perde Aralığından” adlı kitabında yazısının yol açtığı polemikleri ve sonrasında gazeteye verilen kapatma cezasını şöyle anlatıyor:
“Yazı benim gerçek eğilimlerimi şüphesiz bir hayli aşıyordu. Ben bir Atatürk milliyetçisiydim, ırkçı, gerici, sömürgen ve saldırgan bir milliyetçiliğe daima karşı idim. Fakat nihayet yaptığım da milletimin emperyalistler arasındaki o korkunç boğuşmada durup dururken güme gitmesini önlemeye çalışmaktan ibaretti. Yazı, bomba gibi patladı. O sabah Başbakan Refik Saydam, Ankara’dan eve telefon ederek babamla konuştu. Babamın: ‘Ne var canım? Ne olmuş yani’ dediğini yan odadan duyuyordum. Başbakan yazının çok kötü olduğunda direniyormuş. Yazıyı ancak basıldıktan sonra Refik Saydam’dan biraz önce gören babam, hükümet başkanına da bu ‘hata’yı ertesi günü kendi yazacağı bir yazı ile düzelteceğini vaat etseydi mesele herhalde fazla dal budak sarmadan çözülecekti.”
Nadir Nadi, Babıâli’de kendisini hedef alan yazarlardan en şöhretlisi olan Hüseyin Cahit Yalçın’a hitaben bir yazı daha yazar. Bu yazı Cumhuriyet’e yönelik cepheyi daha da öfkelendirir. Yunus Nadi’nin Almanya ile ticari bağlantıları bulunmasından, Nadir Nadi’nin Viyana’da bir Alman güzeline gönlünü kaptırmasına kadar bir dizi dedikodu kulaktan kulağa fısıldanır ve kartopu gibi büyür.
İnönü randevu vermedi
Durumdan rahatsız olan Yunus Nadi, Ankara’ya giderek durumu İsmet İnönü’ye anlatmak ister. O günlerde İsmet İnönü, İstanbul’dadır. Etrafındakilerin İnönü ile görüşmesini engelleme ihtimalini göz önünde bulunduran Yunus Nadi, İnönü’yü Ankara’ya gelişinde tren garında karşılayarak randevu talebinde bulunacaktır. Ancak eski dava arkadaşı İsmet İnönü de dedikodulardan etkilenmiş olacak ki garda karşılaştığı Yunus Nadi’ye oldukça soğuk davranır ve “ticari amaçlar uğruna gazetesinde böyle yazılar yazılmasına” hükümet olarak izin vermeyeceğini söyleyerek gardan ayrılır.
Kapatılacak uyarısı
Nadir Nadi, kendi yazısı yüzünden babasının güç durumda kalmasına fena halde üzülür. Olayı duyduktan bir saat sonra da dönemin Basın Yayın Genel Müdürü Selim Sarper telefon ederek, Nadir Nadi’yi bu konu ile ilgili yazı yazmaması konusunda uyarır. Aksi halde gazetenin kapatılacağı uyarısında bulunur. Nadir Nadi, o anki ruh halini şöyle anlatıyor:
“Salim Sarper’in uyarısı üzerine ben hepten sinir kesilmiştim. Öyle bir yazı yazayım ki dedim kendi kendime, kimse farkına varmasın, yalnız İsmet Paşa ne demek istediğimi anlasın. Oturup gençlik üzerine bir yazı döktürdüm. Yazının son bölümünde şöyle dedim: ‘Bugünkü Türk gençliği, eski hasta adam devrindeki marazi gençliğe benzemez. Bugünkü gençlik faaldir, sağlam görüşlüdür, yurt meseleleri üzerinde hassastır ve idealisttir.’ ”
“Atatürk Gençliğinin Kudreti” başlıklı bu yazı “Alman Realitesi” yazısından dokuz gün sonra yayımlanır. Bu yazı üzerine Cumhuriyet gazetesi, 11 Ağustos günü 90 gün süre ile kapatılır.
Ancak kapatma kararında ilginçtir Nadir Nadi’nin yazıları değil, Anadolu Ajansı tarafından geçilen ve İran gazetelerinden alıntı yapılan “Molotof’tan Şikâyet Ediyoruz” başlıklı haber gerekçe olarak gösteriliyor. Matbuat Umum Müdürü Selim Sarper imzasıyla gelen kapatma kararında “Molotof’tan şikâyet ediyoruz” başlıklı haberde tırnak kullanılmadığı için sanki Türkiye şikâyet ediyormuş gibi bir algı oluşabileceği, Sovyetler ile ülkemiz arasında telafisi zor bir süreç yanaşabileceğine dikkat çekiliyor. Sonuçta asıl neden Nadir Bey’in yazısı olmasına rağmen “Molotof” haberi bahane edilerek gazete 90 gün süre ile kapatılıyor.
Karartma Günleri-2
Nadir Nadi’nin yazısı ve Ali Ulvi’nin “Uçtu uçtu” karikatürü nedeniyle düğmeye basıldı.
DP’nin ezici çoğunlukla tek başına iktidara geldiği 1950 seçimlerinde DP listesinden bağımsız milletvekili olarak seçilen Nadir Nadi parlamentoya girdi. Tek başına iktidara geldikten sonra laiklikten taviz veren politikaları nedeniyle o partiden bağımsız milletvekili seçilen Nadir Nadi, yazılarında iktidar partisinde uyarılarda bulunur.
DP’nin ikinci döneminde hükümetle Cumhuriyet’in arası iyice açılır. Nadir Nadi, yazılarında genellikle ılımlı bir dil kullanarak iktidarın yanlış uygulamalarını eleştiriyordu. Ancak Başbakan Adnan Menderes, bu ılımlı yazılara bile tahammül edemiyor, Nadir Bey ile rastlaştığında elini sıkarken yüzünü çeviriyordu. Menderes, surat asmakla da kalmıyor, gazetenin ve Nadir Nadi’nin eleştirilerine kızdığı zaman, bir gazete için yaşamsal önem taşıyan kâğıt, reklam ve mürekkep temininde yasal engeller çıkarıyordu. Menderes’in o günlerde Cumhuriyet’e öfkesini gösteren bir olayı Yeni Sabah gazetesinin sahibi Safa Kılıçoğlu sonradan Nadir Nadi’ye anlatır. Nadir bu olayı şöyle anlatıyor:
“Yeni Sabah ile matbaalarımız Cağaloğlu’nda karşı karşıyaydı. Aramızda dar bir sokak vardı. Dostluklarının iyi olduğu dönemlerde sık sık bir araya gelip yemek yerlermiş. Cumhuriyet’e kızdığı günlerden birinde pencereden bizim makine dairesini göstererek ‘şu sokağı genişletmek lazım. Cumhuriyet binasından üç metre istimlak etsek nasıl olur’ diye sormuş. Karar verip de uygulamaya koysaydı, Cumhuriyet’in koca rotatifi sökülecek, gazete de kuşkusuz kim bilir ne güne kadar çıkamayacaktı.”
Nadir Nadi, 1957 seçimlerinde adaylığını koymaz ve milletvekilliği sona erer. 1957 seçimleri, DP’nin oylarının düştüğünü kanıtlar. Otuz kişilik CHP Meclis grubu, bu seçimlerde 170’e yükselmiştir. Oyları düşen DP iktidarı, politikalarını gözden geçirmek yerine daha da otoriterleşir ve toplum içinde kutuplaştırıcı politikalarına her gün bir yenisini ekler.
10 gün kapatıldı
1960 Nisanı’nda yargının yetkilerinin Meclis’te DP’li milletvekillerinin oluşturduğu “Tahkikat Komisyonu”na devredilmesi bardağı taşıran damla olur. Nadir Nadi, “Tahkikat Komisyonu” ve DP iktidarının giderek otoriterleşmesi üzerine 27 Nisan günü “Nasıl Bir Rejime Gidiyoruz?” başlıklı yazısında sert eleştiriler yöneltir. Yazısını “Böyle bir idare anlayışı insanın tabiatına aykırıdır ve uzun süre ayakta kalamaz” diye bitiren Nadir Nadi, DP iktidarını fena halde kızdırmıştır. Ancak ertesi gün 28 Nisan’da hem İstanbul hem de Ankara’da öğrenci olaylarının başlaması ve olaylar sonrasında sıkıyönetim ilan edilmek zorunda kalınması nedeniyle gazeteye karşı harekete geçilmez. Nadir Nadi’nin yazısından üç gün sonra 30 Nisan 1960 günü Cumhuriyet’in birinci sayfasında Ali Ulvi’nin karikatürü nedeniyle düğmeye basılır. Altında “Uçtu uçtu” yazısı bulunan karikatür, başta Neron, Hitler, Mussolini, Batista olmak üzere beş altı diktatörü çizerek Menderes’e kendisinin de diğer diktatörler gibi de er geç gideceğini hatırlatıyordu.
Karikatürün yayımladığı günün sabahında Nadir Nadi, Sıkıyönetim Komutanlığı’ndan çağrılır. Gazetenin o günkü sayısı erkenden toplatılmıştır. Öğleden sonra gazetenin on gün süre ile kapatıldığını tebliğ eden Sıkıyönetim Komutanlığı tezkeresi Nadir Bey’in eline tutuşturulur. Karikatürü çizen Ali Ulvi de gözaltına alınıp Davutpaşa Kışlası’na götürülür.
Ne İsa’ya ne Musa’ya
1960’ta ordunun yönetime el koymasından sonra da Cumhuriyet gözaltındadır. Temmuz ayının sonlarına doğru gazetenin Ankara temsilcisi Ecvet Güresin, Nadir Nadi’yi arayarak ordu içinde o güne kadar görülmemiş bir tasfiye hareketi gerçekleştirileceği, 5-6 bin subayın resen emekli edileceğine dair güvenilir kaynaklarca da teyit edilmiş bir haber yazdığını bildirir. Nadir Nadi, haberi yayımlamakta tereddüt ederek bekletir. Ancak birkaç gün sonra Harp Akademileri diploma töreninde yan yana oturduğu Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in de “Ordu içinde bir ameliyat şart” şeklindeki sözleri üzerine bekletilen “Orduda tasfiye” haberini yayımlar. Haber yayımlanınca Milli Birlik Komitesi üyesi Muzaffer Özdağ, Nadir Nadi’yi arayarak pek de kibar olmayan bir dille, Ankara’ya çağırır. Nadir Nadi’nin oğlu yerindeki Muzaffer Özdağ’ın emir kipi kullandığı daveti karşısında canı fena halde sıkılır. Ertesi gün Ankara’ya giden Nadir Nadi, aralarında Muzaffer Özdağ, Orhan Kabibay, Münir Köseoğlu, Fazıl Akkoyunlu gibi MBK üyelerinin de bulunduğu komutanlarla buluşur. Habere öfkelenen komutanlardan biri,
- Bu gazeteyi yöneten kafa kimdi, diye sorar.
Nadir Bey, her zamanki nezaketiyle cevap verir:
- Ben olduğumu sanıyorum.
Komutanların haberin kaynağını söylemesi için sıkıştırmaları ve mahkemede bir sanığı sorguya çeker gibi muamele etmeleri üzerine Nadir Bey’de şalter atar ve ayağa kalkıp kararlı bir sesle çıkışır:
“Siz yönetime el koymuş kimselersiniz. İsterseniz gazeteyi kapatır, isterseniz beni tutuklarsınız. Hesap vereceğiniz yasal bir kuruluş yok nasılsa. Ama rica ederim bana karşı burada Tahkikat Komisyonu yöntemleri uygulamayınız.”
Nadir Bey’in bu sözlerinden sonra komutanlar, “Estağfurullah, ne münasebet, arkadaşça sohbet ediyoruz” diyerek sorgulamayı keserler. (sürecek)
Miyase İlknur / CUMHURİYET
Nasıl Bir Rejime Gidiyoruz?
NADİR NADİ
27 Nisan 1960
Ey ulu Tanrım, nereden kalktık, nereye vardık? Tek parti rejimine son verecektik. Yurdumuz hürriyet güneşi ile ışıl ışıl parlayacaktı. İnsan hakları bütün heybetiyle yürürlüğe konacaktı. Düşüncelerinden ötürü hiçbir vatandaşın kılına zarar gelmeyecekti. İdare tarafsız olacaktı. Herkese eşit muamele yapılacaktı. Yargıçların güvenliği daha sağlam hale getirilecekti. Serbest ve dürüst seçimlerle kurulan çok partili Meclis, anayasanın ışığı altında icra organını rahatça denetleyecekti. Basın, Türkiye’deki hürriyet rejimini lekesiz bir ayna gibi dünyaya yansıtacaktı.
Bu tatlı rüyayı belki dört yıl kadar yaşadık. 1954 yılı ile beraber hafiften bir geriye dönüş başladı. İnsanca yaşama rejiminin nimetlerini tam devşireceğimiz sırada iktidar başlarının huzuru kaçmaya, sabrı tükenmeye yüz tuttu. Bir kısıntı devrine girdik. Basına el atıldı, siyasal toplantılara engel olunmak istendi, yargıç güvenliği sarsıldı, seçim kanunundaki eşitlik şartları zedelendi.
Bu tedbirlerin iktidarı huzura kavuşturamayacağını, tam tersine, iktidarla beraber milletin de huzurunun bozulacağını, her tedbirden sonra bir yenisine başvurmak gerekeceğini daha ilk günden başlayarak burada yazdık, yazdık ve yazdık. İçeriye ve dışarıya karşı demokrat görünüp de yurdumuzda fiili bir tek parti rejimini kurup yürütmeğe imkân olamayacağını dilimizde tüy bitene dek söylemekten bıkmadık.
Yazık ki ilgililere gerçeği anlatamadık.
Bugün Büyük Millet Meclisi’nde görüşülecek olan kanun teklifi kabul edildiği takdirde, artık Türkiye’de bir hürriyet rejiminin göstermelik kabilinden olsun yürürlükte bulunduğunu, ne içeride, ne dışarıda kimseye kabul ettiremeyeceğimizdir. Büyük Millet Meclisi tarafından soruşturma komisyonuna tanınması istenen yetkiler, anayasanın vatandaşlara sağladığı hak ve hürriyetleri tamamen ortadan kaldıracak kuvvettedir. Komisyon, dilediği kimseyi dilediği gibi sorguya çekecek, evlerde, bürolarda araştırmalar yapacak, her türlü evrak, vesaik ve eşyayı zaptedebilecek, vatandaşlara ceza verebilecek, gazeteleri toplatabilecek, hatta matbaaları kapatabilecektir. Komisyonun bu tasarruflarına karşı vatandaşa hiçbir itiraz hakkı tanınmamaktadır.
İtiraf etmeli ki, bu şartlar altında bir hukuk rejiminin himayesi altında yaşadığımızı iddia etmek güç olacaktır.
Ama buna rağmen iktidar sorumluları ne kendilerini, ne de yurdumuzu özlenen huzura kavuşturamayacaklardır. Hukuka ve adalete sırt çevirenleri bekleyen akıbet, önünde sonunda hüsrandır. Hukukun olmadığı yerde jungle (hengâme) rejimi hüküm sürer. Haklı haksızı değil, kuvvetli zayıfı yener. Böyle bir idare anlayışı ise insan tabiatına aykırıdır; uzun zaman payidar olamaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder