'Márquez’in anlatıcısı, Santiago Nasar cinayetini geleceği anlamlandırmak adına geçmişi incelemek, Latin Amerika’daki şeref duygusunu ve kolektif belleği araştırmak için bir araç olarak kullanır... Geriye dönük olarak, herkes çelişkili yorumlarla birlikte olayları mitleştirmeye, abartmaya, yeniden yaşamaya vs. devam edecektir. Kırmızı Pazartesi başka bir kaydı tutar; bir başka deyişle…
Kırmızı Pazartesi’nin yayımlanışı Gabriel García Márquez’in yazma orucuna gönüllü olarak son verişini simgeliyordu. Şilili diktatör Augusto Pinochet iktidarda kaldığı sürece hiçbir şey yayımlamayacağına söz vermişti. Márquez’in suskunluğu 1976’da başlamış ve Şilili pek çok yazarın ısrarlarının etkisiyle 1981’de söz konusu novellanın yayımlanışıyla dikkat çekici bir biçimde sona ermişti. Yazarlık yaşamına pek çok Latin Amerikalı edebiyatçı gibi gazeteci olarak başlayan Márquez, iyi gazetecilikten çıkardığı derslerle romanın daha ilk cümlesinde dikkatleri üzerine çeker:
“Santiago Nasar, onu öldürecekleri gün, piskoposun geleceği gemiyi karşılamak için sabah saat 5.30'da kalkmıştı.”
Kırmızı Pazartesi, 1951 yılında Kolombiya’nın Sucre kentinde gerçekleşen gerçek bir cinayeti kurgulayarak okura yeniden anlatıyor. Márquez, Arjantin gazetesi La Nación’la gerçekleştirdiği bir söyleşide Cayetano Gentile Chimento’nun (romanın başkahramanı Santiago Nasar) çocukluk arkadaşlarından biri olduğunu ifade eder. 22 Ocak 1951’de Chica ailesinin iki erkek kardeşi (romandaki Vicario’lar) Cayetano’yu öldürürler. Cinayetin sebebi, kız kardeşlerinin düğün gecesi müstakbel kocası Miguel Reyes Palencia (romanda Bayardo San Román) tarafından bakire olmadığını anlayıp onu ailesine geri getirmesidir. Metinde gerçekleştiğine benzer bir şekilde, iki kardeş Cayetano’yu kasaba meydanın ortasında güpegündüz bıçaklayarak öldürürler. İşleneceği Herkesin Bildiği Bir Cinayetin Öyküsü alt başlığıyla yayımlanan novella, karakterler için kurmaca isimler kullanırken, isimsiz bir kasabayı mekân olarak seçer. Bu bağlamda novella, İspanyolca alt başlıkta ifade edildiği üzere bir kronik değildir. Márquez, bir kroniğin geçmiş olayları yeniden anlatmasının aksine gerçek isimler ve mekânlar kullanmaz, tanıkların hiçbirisiyle konuşmaz. Bununla birlikte, cinayet koşullarının ve cinayete giden sürecin kesinlikle doğru olduğu konusunda ısrar etmektedir. Novellaya geri dönecek olursak, bekâretini bozan gerçek adamın kimliğini öğrenmek isteyen ailesinin baskılarına dayanamayan Angela, kasabadaki kimsenin bunu destekleyen bir tanıklığı olmamasına karşın, varlıklı bir aileye mensup, genç ve yakışıklı Santiago Nasar’ı suçlar. Bunun üzerine Angela’nın kardeşleri Pedro ve Pablo, Santiago’yu derhal öldürerek ailenin yerle bir olan şerefini yeniden tesis etmenin planlarını yapmaya başlarlar. Kasaplık et ticaretiyle uğraşan ikiz kardeşler bıçaklarını bileylerler ve Santiago’yu evinin yakınındaki bir dükkânda beklemeye başlarlar. Cinayeti işleme niyetlerini ve bunun nedenlerini tüm kasaba halkına açık açık anlatmalarına karşın, kimi sebeplerden ötürü kasabadan hiç kimse cinayeti engellemek için bir çaba sarf etmez. Aksine tüm kasaba halkı, meydandaki bu tüyler ürpertici, kan dondurucu olayın tanığı olur.
Fidel Castro, Felipe López Caballero ve Gabriel García Márquez
Türlerüstü Bir Anlatı
Kırmızı Pazartesi her ne kadar bir günce, vakayiname ya da kronik olduğunu (olguların, olayların zamandizisel, tarihsel bir kaydı anlamında) iddia etse de niyet ettiğinin tam tersini gerçekleştirir. Romanın zamandizisel olmayan akışı, türün kurallarını ihlal etmekle kalmaz, buna ek olarak hikâyedeki boşluklar, Santiago Nasar’ın Angela Vicario’yu baştan çıkardığı için cezalandırıldığının olgularını bir araya getirmeye el vermez. Bu bağlamda günce, okuru yer yer zorlayan ve onu metinden koparmaya çalışan bir yapıdadır ve bu yapının ögeleri sık tekrarlar, tahminler, varsayımlar ve genellikle çelişkili yorumlardan oluşur. Kırmızı Pazartesi gazetecilikle dedektif romanını gerçekçilikten ödün vermeden harmanlayan melez bir anlatıdır. Novellanın alt başlığında kullanılan kronik sözcüğüyle ifade edilen gazetecilik yönelimi, romanda gerçekleşen olayların zamansal detaylarında ve dilin gerçekçi bir biçimde kullanımında görülür. Hikâyeyi belgelere dayalı bir gazetecilik düsturuyla anlatmayı tercih eden Márquez, onu yeniden inşa eden anlatıcı olduğunu aralara girerek okura hissettirir.
Hikâyenin çoğu, Márquez’in suç anında kasabada olmaması ya da sevgililerin bir araya gelip gelmedikleri gibi birkaç istisna dışında (her iki olay da kurmacadır), olgusal bir temele sahiptir. Kırmızı Pazartesi’nin gerçekçiliği, bir sahil kasabasındaki yaşamı sadakatle betimleme niyetinde görülür. Novella, günlük yaşamın rutinini tam olarak anlatır: kasaba halkının piskoposun ziyareti için hazırlanmaları ve Angela’nın düğün kutlamaları; bekar gençlerin genelevde zaman geçirme alışkanlıkları ve bunun doğal sonuçlarından biri olarak Vicario kardeşlerden birinin zührevi bir hastalıktan mustarip olduğu gerçeği.
Kırmızı Pazartesi, gerçekçi romanın karakteristik özelliklerinden biri olduğu üzere hem toplumsal hem de psikolojik düzlemlerde sadakatle betimlediği sıradan insanlara odaklanır. Okuyucuyu, ikiz kardeşlerin zihinlerinin iç işleyişine ve diğer karakterlerin kişiliklerinin doğasına maruz bırakır. Bir dedektif hikâyesi olarak, türün özelliklerini mükemmel bir biçimde bünyesinde taşır. Cinayetin parçaları, dedektifin vakaya yaklaşabileceği şekilde, kurbanın arkadaşı olan isimsiz bir anlatıcı tarafından bir araya getirilir. Başından itibaren okur suçluları bilir, dolayısıyla ortada çözülmemiş bir cinayet yoktur. Bunun yerine, kurbanın ya da suçluların haksız olup olmadığını anlamaya çalışır. Ancak cinayetin saçmalığı, Santiago Nasar’ı gerçekten kimin öldürdüğünü sorgulayabilecek bir okuru gerektirmektedir. Kanıtlar katillerin Vicario kardeşler olduğuna işaret etmekte, ancak kasaba halkının, yasal ve dini otoritelerin sorumluluklarını da sorunsallaştırmaktadır. Okuyucunun yanıtlaması gereken soru budur. Bu anlamda, roman başlı başına bir dedektif hikâyesi olarak da okunabilir.
Düzenin Şiddet Simgesi Olarak Kilise
Romanda kilisenin rolü, inancı, umudu, insanlar arasındaki hayırseverliği yayma konusundaki görevi ve İsa’nın bu dünyadaki sözüyle çelişki oluşturacak şekilde tasarlanmıştır. Her ne kadar kilisenin ihaneti çok yönlü olsa da, piskoposun kasabaya gelişi kilisenin başarısızlığını açıkça simgeleştirir. Kasabayı ziyaret edebilecek en yüksek görevlinin gelişindeki beklentiler ve halkı saran telaş, kiliseye olan inancın simgesel bir ifadesidir. Piskoposun gelişinden ötürü heyecanlı olan Santiago Nasar, o kutsal Pazartesi günü her zamanki gibi Kutsal Çehre’ye gitmek yerine kasabada kalmayı tercih eder. Peder Amador, cinayeti önleyememesinin bahanesi olarak piskoposun kasabaya gelişini gösterir. Santiago’nun annesinin tahmin ettiği gibi, piskopos karaya çıkmayı reddederek kasaba halkının inanç ve umuduna ihanet eder.
Kilise, böylelikle şiddet ve acı çekme kültürünü pekiştirir.1 Vicario kardeşler Santiago’yu öldürdükten sonra bir kiliseye sığındıklarında, rahip onların, cinayet bir şeref meselesi yüzünden işlendiği için, Tanrı’nın gözünde bağışlandıklarını söyler. Her ne kadar dinsel ideoloji bağlamında affedilmiş olsalar da Vicario kardeşler ölümün kötü kokusu tarafından lanetlenmişlerdir. Kardeşlerin üç gece boyunca uyuyamamaları gibi psikosomatik bozuklukları, cinayetten bilinçsiz bir uzaklaşma isteğinin bedensel ifadesi olarak görülebilir.
Santiago’nun bir rahip tarafından baştan savma bir biçimde otopsisi yapılmış bedeni, kilisenin simgesel damgasını taşır:
“Ayrıca rahip, parçalanmış iç organlarını kökünden söküp çıkarmış, ama sonunda bunları ne yapacağını bilemediğinden öfke içinde kutsadıktan sonra çöp tenekesine atmıştı.”
Bu grotesk imge, hem kanlı tavşanın iç organlarında hem de piskoposun kasabayı uzaktan kutsamasında tekrar eder. Hıristiyanlığın bu içli imgesi Santiago’nun tabancasından kazara çıkan kurşunun izlediği “hiperbolik” yolla paramparça edilir:
“Babası tarafından akıllıca konulmuş bir kuraldı bu, geçmişte bir sabah hizmetçi kızlardan biri kılıfını çıkarmak için yastığı silkelediğinde tabancanın yere çarpıp patlamasıyla kurşunun odadaki dolabı parçalayıp salonun duvarını aşarak savaş patlamışçasına bir gümbürtü içinde komşu evin yemek odasından geçip meydanın ta öte yanındaki kilisenin ana mihrabında duran insan büyüklüğündeki alçıdan bir aziz heykelini un ufak ettiğinden beri. O zamanlar küçücük bir çocuk olan Santiago Nasar, bu talihsizlikten alınan dersi hiçbir zaman unutmamıştı.”
Kilisenin Vicario kardeşlerde doğrudan ve kasabanın diğer sakinlerinde dolaylı olarak temsil edilen içgüdüsel vazgeçme ideali, Santiago’nun ölümünün geçerli bir sebebi olmakla birlikte, roman buna dair ek bilgileri otopsi sahnesinde verir. İkizlerin bedene kast eden ve üzerinde yedi ağır yara (herhangi biri ölümcül olmaya yeterlidir) meydana getiren korkunç cinayeti, kilisenin bedene ve son tahlilde yaşama karşı düşmanlığının bir simgesidir. Peder Carmen Amador, otopsiyi Dr. Dionisio Iguarán’ın yokluğunda gerçekleştirir. Her ne kadar belediye başkanı Lázaro Aponte’nin talimatı üzerine bu işi gönülsüzce yapsa da görevini ihmal ettiği için her şeyden önce Santiago’nun ölümüne neden olan kasaba rahibinin otopsiyi gerçekleştirmesi rastlantısal olamaz. Dolayısıyla otopsinin gerçekleştirildiği tarz açıkça kilisenin bedene karşı düşmanlığını ve onun ölüm kültünü simgeler.
Kimi ayrıntılar Santiago’nun ölümünün hem Hıristiyan hem de primitif ögeler barındıran ortak bir kurban etme eylemi olarak algılanmasına yol açar. Bekaret kültü, kilisenin simgesel rolü ve Santiago’nun İsa figürü olarak sergilenmesi Hıristiyanlığın temel ögelerini yansıtır. Çoğunlukla psikoloji ve kurban etme törenleri, primitif ögeleri temsil eder. Düğünde ortaya çıkan zevk verici, coşkun ve piskoposun gelişiyle iyice yükselen atmosfer, gerçekleşen tüm olayların psikolojik olarak doruk noktası olan Santiago’nun kurban edilişini hazırlar.
Toplumsal ve Tarihsel Bağlam
Kırmızı Pazartesi, Gabriel García Márquez’in diğer yapıtlarına da nüfuz eden Kolombiya toplumunun siyasal ve toplumsal tarihini yansıtır. Örneğin Yaprak Fırtınası, Albaya Mektup Yok, Şer Saati, Yüzyıllık Yalnızlık ve Kolera Günlerinde Aşk’ta okur, 19. yüzyılın sonundaki Kolombiya’daki iç savaş betimlemeleriyle karşı karşıyadır. Santiago Nasar’ın hikâyesindeyse bu tarihsel gerçek es geçilmemesi gereken tek bir göndermeyle ele alınır. Damat Bayardo San Román’ın babası General Petronio San Román 19. yüzyılın sonundaki iç savaşta liberal Albay Aureliano Buendia'yı yenilgiye uğratan muhafazakâr birliğin bir üyesidir. İsimsiz anlatıcı onu hayranlıkla tanıtsa da anlatıcının annesi Luisa Santiaga generalle tanıştığında elini bile sıkmaz. Onu, birliklerine Gerineldo Márquez’i arkadan vurmasını emreden bir hain olarak hatırlar. Novellanın tarihsel bağlamı daha önce kaydedilmiş olanlardan çıkarılabilse de olayların gerçekleştiği gerçek zaman tam olarak belli değildir. Metni 1981’de yayımlayan Márquez, gerçekleşen olayı gazeteci olarak çalışırken ilk olarak 1951’de duyduğunu ifade eder. 1950’lerin başındaki Kolombiya, devlet eliyle beslenen muhafazakârlarla içinde komünistlerin de yer aldığı geniş bir sol cephe arasında çatışmaların yaşandığı bir ülkedir. Kolombiya tarihinde “La violencia” (şiddet) olarak adlandırılan ve 1948-1958 aralığını kapsayan toplumsal süreç, novellanın arka planını dolaylı olarak oluşturur. Márquez odak noktasına, zenginlerle yoksullar arasındaki sınıfsal eşitsizliği yerleştirir. Bayardo San Román ve Angela Vicario’nun evliliği, karşıt toplumsal ve ekonomik güçlerin çarpıcı bir örneğini sunmaktadır. Kasabada kimse Bayardo San Román kadar zengin değildir. Rahipten belediye başkanına ve pek çok feodal beye kadar kasaba sakinlerini tarafına çeken ve onlara dostluğunu kazandıran servetidir. Angela Vicario’nun annesi, Angela’nın Bayardo’yu sevmediğini ifade etmesine yanıt olarak “Aşk da öğrenilir,” derken Bayardo’nun mal varlığını düşünmektedir.
García Márquez’in anlatıcısı, Santiago Nasar cinayetini geleceği anlamlandırmak adına geçmişi incelemek, Latin Amerika’daki şeref duygusunu ve kolektif belleği araştırmak için bir araç olarak kullanır. Sıradan Nasar’ın (Nasıralı, Hıristiyan, Hz. İsa) tutkusu dramatik bir sahne dekorunda dile getirilir; herkesin bildiği ve kimsenin önleyemediği son, metin boyunca duyurulur. Geriye dönük olarak, herkes çelişkili yorumlarla birlikte olayları mitleştirmeye, abartmaya, yeniden yaşamaya vs. devam edecektir. Kırmızı Pazartesi başka bir kaydı tutar; bir başka deyişle Hispano-Amerikan bilincin kroniğini yeniden yazar.
Gabriel García Márquez, Artemio Cruz'un Ölümü, Türkçesi: İnci Kut, Can Yayınları
Kaya Tokmakçıoğlu / SOL
(1)Novelledaki çoğu karakter isminin Hıristiyanlığa bir göndermede bulunduğu açıktır. Maria Alejandrina, Doğu Ortodoks kiliselerinde saygı duyulan 4. yy. azizi Mısırlı Azize Meryem’i çağrıştırır. Azize Meryem, henüz 12 yaşındayken İskenderiye’de fahişelik yapmaya başlamış, fakat Kutsal Haç yortusunu kutlamak için Kudüs’e hacca gittiğinde ıslah olmuştur. “Nasar” adı İsa ile özdeşleşen kasaba olan Nasıra’yı çağrıştırır ve Vicario kardeşler (Pablo ve Pedro) İsa’nın havarilerinin isimlerine bir gönderme gibidir. Santiago’nun yakın arkadaşının adı da Cristo Bedoya’dır. Ayrıca aile reisi Poncio Vicario’nun adı da İsa’yı ölüme mahkûm eden Roma valisi Pontius Pilatus’u hatırlatır
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder