Salgın dolayısıyla dünyanın önemli kısmında karantina uygulanan günlerde doğa “geri gelmişti.” Kolay değil, 18. yüzyıl sonlarından 21. yüzyıl başlarına kadar kapitalist sanayileşmenin yarattığı ağır maliyet yalnızca birkaç hafta içinde silinecekti sanki… Hava temizleniyor, seyrelen hayvanlar görünür hale geliyor, doğal yaşam uzak ve özel koruma bölgelerinde değil kentlerin tam göbeğinde canlanıyordu.
Karantinanın acılı, bunalımlı aynasında, kapitalizmin kâr dışında hiçbir şeyi dikkate almayan mantığını ortadan kaldırdığımızda tarihsel tahribatın nasıl temizlenebileceğinin resmini gördük. Karantinayı sevecek değiliz; toplumsal yaşamın durmasını dileyecek halimiz de yok. Doğal, sağlıklı, güzel olan şeyler, “insan”ın yerini almayacak tabii ki. Kapitalizm gidecek ve iyi olan her şey dönecek. Bu kadar basit.
İşte o günlerde iyinin dönebileceğine güvenimiz tazelendi. Aynı anlama gelmek üzere, kapitalizmi göndermenin nasıl bir zorunluluk ve sorumluluk olduğunu hissettik.
***
Musibet böyle bir şeydir. Ayasofya’nın başına geleni, herhangi bir nasihatin öğretemeyeceği mesajları yayan bir musibet sayabiliriz. İstanbul’da ev sahipliği yaptığımız muazzam bina bize ne çok şey yansıtıyor…
Kılıçmış! Artık her bayram ve Cumaları imamlar kılıç kuşanıp camilerde cemaatin başına geçecekmiş. Bravo! Türkiye gericiliğinin devlet güdümlü karakterini daha iyi ne yansıtabilirdi?
Güya kılıcı sağ eliyle tutmak “düşmana tehdit”, sol eliyle tutmaksa “dosta güven” anlamına gelirmiş. Bu modernizmin yerine koyacakları yerli ve milli öykülerin bir örneği olsa gerek!
Türkiye gericiliği devlet güdümlüdür. Yani; birincisi, devlet bir kılıç masalı uydurmasa kimse silaha milaha cüret edemez. İkincisi, artık AKP devleti, sırf elinden geleni değil gelmeyenleri de yapsa, kılıcın arkasında saf tutanların sayısı artamaz.
Sayıların bir önemi yok; çünkü memlekette kumanyasını verip, cebine harçlık koyup bedavadan o muazzam binaya gitmeye hazır insan sayısı, uydurdukları gibi birkaç yüz bin değil, onlarca milyondur. Elinde bu kadar belediye ve para bulunan bir partinin -pardon devletin- sayıyla övünmesi acınası bir durumdur.
Kılıcın arkasında bilenenlerin veya kılıca sığınanların sayısı artmıyor, tersine azalıyor. Bu bizim iddiamızdır. Gericilik memleketin taşından, suyundan fışkırmıyor. Egemen güçler tarafından imal ediliyor.
Sayıların önemi, gerçekten yok. Bu gericilik yoksulluğun, işsizliğin, adaletsizliğin üstünü örtmeye yeter mi yetmez mi? Bu bir nitelik sorusudur ve konumuz da iddiamız da budur.
Aynada sümüksü bir şey seçiliyor. Küfrün ertesi günü “Ben lanetlenmiştir demedim, lanetlenir dedim” diyen kişi insan değil, olsa olsa sümüksü bir yaratıktır! Bu sözler Türkiye gericiliğinin karakterinin yansıdığı bir aynadır.
Bu gericiler kendilerini güvende hissedemedikleri ilk saniye daha önce söylediklerini, inandıklarını, birbirlerini satmaya başlarlar. Ticaret her şeyleridir ve dolayısıyla pazar yerinde birbirini kandırırken başvuracakları aptalca laflar çıkar ağızlarından. “Ben demedim, onu kastetmedim…” Yarın öbür gün kılıcın aslında insan öldürmeyi çağrıştırmaması gerektiğini, onunla anneler günü için çiçek demeti yaptıklarını bile söyleyeceklerdir.
Hadi abartmayalım, ben Diyanet’in tam da muhalefetin istediği gibi Atatürk için de görülmemiş yalakalıklar yapmasını bekliyorum. Bir “muhalif” yazar bir “muhalif” kanalda Ali Erbaş’a seslenerek “millet dedi, Atatürk için dua etmenizi bekliyor.” Emin olun, az daha sıkışsın yapacaktır: “Ben aslında onu çok severim…” Lanet okunan bölümün Diyanet’in web sitesinden kaldırılması bunun işaretidir.
Gericilik sümüksüdür. Çünkü gün gelir de bu adam Atatürk’ü yere göğe sığdıramayacak biçimde övse, cemaatten tek kişi bile çıkıp itiraz etmeyecektir. Gericinin söylediğinin doğruluğuna ne kendisinin ne dinleyenlerin inanması beklenir. Yalan bunların normalidir.
Normalleri ticarettir ve bayram sabahı kurban sahipleri ile kasapların deri kavgasında birbirlerini yaralamaları da normaldir. Ancak hemen ardından, bunlar birbirlerini para için kesmeye çalıştıklarını yalanlarlar ve bayramlaşıyorduk derler. “O sırada ayağım kaydı, bıçak şurama batıvermiş…”
***
Bu yazının amacı gericileri aşağılamak değil. Aşağılık oldukları doğrudur ve bunu yazmaya gerek bile yok. Diyeceğimiz, bunlardan korkmaya hacet olmadığıdır.
Karantina günlerinin karanlığında nasıl kapitalizmin bir nebze yavaşlaması halinde iyinin, güzelin, doğrunun kısa süre içinde hayata dönebildiği seçildiyse, gericiliğin yarattığı tahribat da onu yavaşlatacak bir güç açığa çıktığında buharlaşacaktır.
Aydemir Güler / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder