26 Ekim 2020 Pazartesi

Belirsizlik içinde arayışlar hızlandı(1)-‘Yeni model’ arayışları ve Çin(2)-Yeni ekonomi modeli ve siyaset(3)-Ergin Yıldızoğlu / CUMHURİYET

 

Belirsizlik içinde arayışlar hızlandı(1)-19 Ekim 2020

Finansal kriz (2007/08), neo-liberalizmin bir “kriz yönetim modeli” olarak tükendiğini gösteriyordu. Bu modelin yetiştirdiği entelijansiya (üniversiteler, medya) IMF ve Dünya Bankası gibi modeli düzenleyen kurumlar, uzun bir süre bu gerçeği kabullenemediler. Son IMF- Dünya Bankası toplantısı, Covid-19 şoku altında artık kabul etmek zorunda kaldıklarını düşündürüyor. 

Yeni ‘model’ arayışları

Şimdi, IMF- Dünya Bankası, gelişmiş ülkelerin hükümetlerine bütçe disiplinine takılmayın, borçlanmaktan korkmayın, kamu harcamaları ve yatırımlarıyla toplumun en muhtaç kesimlerini, ekonominin büyüme üzerinde çarpan etkisi yaparak kendi kendini ödeyebilecek sektörlerini, “altyapı” sistemlerini, yeşil ve yenilenebilir enerji yatırımlarını destekleyin diyor. Kısacası IMF- Dünya Bankası, neo-liberalizmin yerine, 1930’larda “Büyük Bunalım” içinde şekillenen, kapitalizmin II. Dünya Savaşı’nı izleyen “altın çağında” egemen olan modele benzer politikaları, “yeni” kriz yönetim modeli olarak öneriyor.

Ancak, bu “yeni” modelin, borçlan-harca yöntemiyle krizi yönetir ve ötelerken aynı anda daha da büyütmemesi için, kamu harcamalarının ve yatırımlarının, ekonominin “kronik üretkenlik durağanlığı” sorununu çözmesi (artık değer üretme kapasitesini canlandırması), buna bağlı olarak çalışan kesimlerin tüketim kapasitesini (toplam talebi) artıracak ücret düzeyini ve gelecekte borçların ödenebilmesini güvenceye alması gerekiyor. Kısacası, kriz yönetme modeline ek yeni bir “sermaye birikim rejimi” de gelişemezse, siyasi-ekonomik sistem (liberal demokrasi ve piyasa ekonomisi) gelecekte çok daha büyük bir borç yüküyle, çok daha büyük bir finansal kriz (tüm toplumsal etkileriyle birlikte) riskinden kurtulamayacak.

Kimi gelişmeler var ama…

Son yıllarda özellikle bilişim alanında, teknolojik gelişmelerdeki hızlanma, artıkdeğer üretimi biçimlerinde (emek süreçlerinde - üretilen malların cinsinde, tüketim tarzlarında) kimi dönüşümlerin başladığını düşündürüyordu. Dijitalleşme, gayri maddi emek biçimlerinin kullanımında, simgesel ürünlerin üretiminde, tüketimin düzenlenmesinde bir seri yenilik getirmişti. Bu gelişmeler üzerinde yeni bir işçi sınıfı şekillenirken geleneksel sanayilerde işçi sınıfı dağılıyor, çalışanların bir kısmı gelişmelere uyum sağlarken bir kısmı da “prekariat” ve “lümpen proletarya” saflarına katılıyordu. İşçi sınıfının bu iki kesimi arasında gelir-refah düzeyi, “realite algısı” arasındaki fark giderek artıyordu. İklim krizi ve Covid-19 salgını bu dönüşümleri hızlandırdı.

Ağlara bağlı yeni çalışma/üretim biçimleri, (“GİG ekonomisi”), evden çalışanlar ve çalışamayanlar ayrımı, kimi sermaye gruplarının evden çalışmaya, sanal ortamın piyasa koşullarına uyum sağlamaya başlaması; evden çalışmanın “yalnızlaştırıcı” etkilerine karşı yeni yöntemler geliştirme çabaları, “emek süreçlerinde” yeni olasılıklara işaret ederken işçi sınıfı içindeki yarılmayı daha da derinleştirmeye başladı.

Diğer taraftan, bu “yeni” kriz yönetim modeli ve emek süreçlerindeki gelişmeler, aşılması zor, potansiyel olarak da “patlayıcı” iki sorunu gündeme getiriyor: 1- Devletlerin kamu harcamalarıyla ekonomide yaratacakları tüketim kapasitesinin, finans kaynaklarının, uluslararası serbest ticaret sistemi içinde ekonomi dışına sızarak başka (hatta rakip) ekonomilerin güçlenmesine hizmet etmesi nasıl önlenecek? 2- Dijitalleşmeyle, yeni emek biçimlerinin etkisiyle genişlemekte olan prekariat ve lümpen proletarya kesiminin huzursuz bir “nüfus fazlasına” dönüşmesi nasıl önlenecek? Geçen yüz yılın ilk yarısında, bu iki sorun birleşerek ekonomik korumacılığa, devlet kapitalizmine, merkezi planlamaya, totaliter rejimlere, savaşlara yol açmıştı. 

Karşımızda, yine “süreç olarak faşizm”, büyük güçler arası rekabetin körüklediği, her an genelleşme potansiyeli taşıyan yerel savaşlar var. Bunlara ek, hızlanarak derinleşen bir “iklim krizi” ve bir Covid-19 şoku... Şimdi ya tarih kendini çok daha geniş çaplı, yıkıcı biçimlerde tekrarlayacak. Ya da insanlık tarihi kapitalizmin ufkunun, iklim krizinin, pandemi risklerinin ötesine taşımaya başlayacak. Zaman ise henüz umuttan yana işlemiyor.

                                                              ***

‘Yeni model’ arayışları ve Çin(2) - 22 Ekim 2020

Bir “kriz yönetim modeli” olarak neo-liberalizm, finansal kriz (2007/08) ile tükenmişti. Son IMF - Dünya Bankası toplantısından çıkan öneriler “yeni bir model” arayışının hızlandığını gösteriyor. Bu öneriler, “yeni model arayışlarının”, Çin’in giderek daha çok hissedilen etkileri altında şekillendiğini düşündürüyor.

Covid-19 zamanında ekonomi...

Geçen hafta The National Interest dergisinde, Harvard Economics’ten Prof. Graham Allison, IMF ve CIA’nın ülkelerin ekonomilerini karşılaştırırken artık GSMH yerine daha hassas bir ölçü olan “Satın Alma Gücü Paritesi”ni (PPP) kullandıklarına işaret ediyordu. Bu ölçü, bugün dünyanın en büyük ekonomisinin, artık ABD değil, Çin olduğunu gösteriyor. Pazartesi günü Financial Times, bu yılın III. üç aylık döneminde, bütün gelişmiş ülkeler şiddetli bir ekonomik daralma yaşarken, Çin ekonomisinin yüzde 4.9 oranında büyüdüğünü aktarıyor. 

Çin’in bu sanayide güçlü üretim artışına, tüketim harcamalarına dayalı büyüme oranı iki duruma işaret ediyor. Birincisi: Çin devleti Covid-19 ile mücadelede tüm merkez ekonomilerinden çok daha başarılı. Bu nedenle ekonomik toparlanması diğer ülkelerden önce ve güçlü biçimde başladı. İkincisi, bu performans, Çin ekonomisinin, önde gelen ülkelerin ekonomik devinimleri arasında, “yapısal kriz” içinde yaşanmakta olan senkronizasyonu kırarak bir anlamda sürüden ayrıldığını düşündürüyor. Kapitalizmin tarihi, bu “sürüden ayrılma” durumunun, yeni bir “ekonomik model” ile birlikte geliştiği durumlarda potansiyel olarak yeni bir lider ve hegemonya adayının varlığından söz edilebileceğini düşündürüyor. Bu duruma, Çin’in dünyadaki toplam ticareti, yabancı kredi ve yardım stoku içinde gittikçe artan payını, savunma harcamalarında ve teknolojik gelişmedeki hızlanmayı, pandemi sırasında diğer ülkelere gönderdiği sağlık malzemesi ve personel yardımını da ekleyebiliriz. Bu “sürüden koparak öne geçme” durumuyla, geçen yüzyılın ilk yarısında öne çıkmaya başlayan ABD’nin konumu arasında da bir paralellik kurabiliriz. 

‘Çin modeli’ ve ‘yeni model’ önerileri

IMF - Dünya Bankası önerileriyle, Çin’in bir süredir izlediği ekonomik model arasında önemli benzerlik var. Devlet kapitalizmi ve (belli bir merkezi planlama çerçevesinde) özel sektör işbirliğine dayanan Çin ekonomisinde, büyüme eğilimi, bir The New York Times haberinde vurgulandığı gibi finansal spekülasyondan, hizmet sektöründen çok, güçlü bir sanayi üretimine, diğer bir değişle “artık-değer” üretme kapasitesine dayanıyor. NYT, Çin şirketlerinin, dünya, elektronik tüketim malları, kişisel korunma sağlık ürünleri ihracatında en büyük paya sahip olduğunu vurguluyor. Otoyol, hızlı tren yolu gibi altyapı alanlarında büyük yatırımlar ve iç pazarda giderek hızlanan tüketim, Çin’in ekonomik toparlanma hızına büyük katkı yapıyor. Çin, 2008’de 500 büyük şirket için 29 şirket ile 6. sırada yer alırken bu yıl 124 şirket ile ABD’yi geçerek birinci sıraya yerleşti.

CNN, dev ABD şirketlerinin “tedarik zincirlerinin”, beklentilerin aksine, Çin’den ayrılmaya niyetli olmadığını, Çin’e yönelik yabancı sermaye yatırımlarının da bu yıl yüzde 6 oranında arttığını aktarıyor.

Covid-19 ve meşruiyet

Covid-19 salgını, beklentilerin, ABD’de ve birçok Avrupa ülkesinde yaşananların aksine, Çin’de Başkan Ji’nin, genel olarak rejimin, meşruiyetine zarar vermemiş (The Diplomat, 09/10/2020). Çünkü rejim yerel düzeyde yöneticilere yönelik eleştirilere büyük ölçüde olanak sağlıyor, bu eleştirilere olumlu tepki veriyor, sosyal medya mecralarında bu alanda canlılığı teşvik ediyor. Böylece, halkın hoşnutsuzlukları merkezi değil, daha hızlı sonuç alabildikleri yerel yönetimler üzerinde yoğunlaşıyor. Merkez sorun çözücü olarak beliriyor.

İkincisi: Çin yönetiminin, iç pazara ağırlık vermeye başlaması, tüketim gücü hızla artan orta sınıfın beklentileriyle çakışıyor. Bu orta sınıf, özellikle de gençler, içeride ekonomik gelişmelerden hoşnutlar; ülke dışından gelen eleştirilere karşı da şiddetli bir savunma refleksi sergiliyorlar.

Çin yönetiminin denetlediği kültür endüstrisi hem bu milliyetçiliği hem de toplumsal hiyerarşiye, görevlere ve sorumluluklara vurgu yapan Konfüçyüs düşüncesini yaymaya özellikle önem veriyor. 

                                                             ***

Yeni ekonomi modeli ve siyaset(3)- 26 Ekim 2020

Son pazartesi yazımda, IMF-Dünya Bankası’nın 1980’lerden bu yana dayattıkları neo-liberal dogmaları bir kenara bırakarak, 1930’larda “Büyük Bunalım” içinde şekillenen, kapitalizmin II. Dünya Savaşı’nı izleyen “altın çağında” egemen olan modele benzer politikaları, “merkez ülkelere”, “yeni” kriz yönetim modeli olarak önerdiğini yazmıştım. 

IMF modeli-Çin modeli

IMF-Dünya Bankası, gelişmiş ülkelerin hükümetlerine bütçe disiplinine takılmayın, borçlanmaktan korkmayın, kamu harcamaları ve yatırımlarıyla toplumun en muhtaç kesimlerini, ekonominin büyüme üzerinde çarpan etkisi yaparak kendi kendini ödeyebilecek sektörlerini, “altyapı” sistemlerini, yeşil ve yenilenebilir enerji yatırımlarını destekleyin diyordu. Kısacası IMF-Dünya Bankası devlete, ekonomik süreçlerde, kaynakların dağılımında yönlendirici, hatta karar verici olmayı öneriyor. Bu yeni model, hem yatırımlar ve sanayi politikası alanlarını hem de talep yönetimi (ücret ilişkisi) alanlarını devlet müdahalesine açıyor; ister istemez planlama konusunu gündeme getiriyor.

Çin devleti son aldığı kararlarla, “İkili Dolaşım” olarak tanımladığı bir ekonomi politikasını uygulamaya koymuştu. “I. Dolaşım”, ulusal ekonomide üretimin, tüketimin dış piyasalara bağımlılığının azaltılmasına, sağlık sisteminin (Covid-19 etkisi) güçlendirilmesine yönelik bir strateji. Bu strateji, teknolojik gelişmeye, “araştırma ve geliştirme” alanlarına, eğitime büyük mali desteği içeriyor.

Çin devleti bu stratejiyi merkezi planlama ve “Çin tarzı finansallaşma” (sermaye hesaplarının ve mali kaynak dolaşımın yakından denetlenmesi ve yönlendirilmesi) ile yönetiyor.

II. Dolaşım”, uluslararası ekonomik, teknolojik ilişkilere yönelik bir strateji. Dikkatle bakınca “II. Dolaşım”ın, “I. Dolaşım”ın gereksinimleriyle bağlantılı olduğu görülür: Ulusal ekonominin hammadde, enerji, teknoloji ve gıda gereksinimlerinin güvenceye alınmasını, üreteceği (ne de olsa kapitalist üretim tarzı) kriz eğilimlerini (sermaye, mal ve nüfus fazlasını) dışlaştırmayı kolaylaştıracak politikaları içeriyor. Kısacası, doğal kaynaklara ulaşmaya, sermaye, mal, nüfus ihracını kolaylaştırmaya, ticaret yollarının güvencesini sağlamaya yönelik, büyük güçler arası rekabet ve emperyalizm konusu alanına giren politikalardan söz ediyoruz.

... ve ‘demokrasi’

Çin’in “I. ve II. Dolaşım” stratejilerine, güçlü bir merkezi-bürokratik devlet yapısı, “sermayenin” ve vatandaşlarının günlük yaşamını, sağlık da olmak üzere birçok alanı çok gelişkin teknolojik araçlarla yakında izleyebilen totaliter bir denetleme, veri toplama, “disiplin ve cezalandırma rejimi” eşlik ediyor. Devlet, hem kendi vatandaşlarına hem de dünyaya, ekonomik büyümenin, gelişmenin, virüslere ve küresel ısınmaya karşı mücadelenin başarısının güvencesi olarak, siyasi istikrarı, toplumsal harmoniyi, “bilimsel-teknolojk” düşüncenin önemini vurgulayan bir “hikâye” anlatıyor. Uluslararası yatırım bankası Brigewater’ın CEO’su ve yatırım müdürü Ray Dalio’nun “Değişen dünyada Çin’in yükselmesine gözlerinizi kapamayın” başlıklı yazısında (Financial Times, 23/10/2020) Çin modeline düzdüğü övgülere bakınca, bu “hikâyenin” Batı’da yankılandığı görülüyor. Bu “hikâye” Çin’in uluslararası alanda lider ve hegemonya adayı bir ülke olarak yükselme sürecine eşlik ediyor.

Merkez ülkeler, bu I. ve II. Dolaşım stratejilerine, bunlara uygun rejimlere yabancı değildir. Bu stratejiler, ilk sanayileşme aşamasında (Ha-Joon Chang, Kicking away the ladder -Merdiveni tekmeleyip devirmek-, 2002), iki dünya savaşı arası “Büyük Bunalım” döneminden 1970’lere kadar, değişik oranlarda geçerli oldu. Kapitalizmin kriz döneminde, kimi zaman faşist biçimler de sergilediler. Genişleme dönemindeyse görece “demokratik” bir ortamda “refah devleti” uygulamalarına yol açtılar.

Bu “model”, ulusal kendine yeterlilik, planlama, istikrar ve harmoni anlatan bir hikâye ile birlikte, ekonomik, ekolojik ve büyük bir sağlık krizinin ortasında, büyük güçler arası rekabet ortamında yeniden gündeme geliyor. Şimdi, Robert Kaplan’ın, neo-liberal küreselleşmenin krizi başlarken yazdığı “Demokrasi yalnızca bir an mıydı?” (The Atlantic, 12/ 1997) makalesi üzerinde yeniden düşünmek gerekiyor.

Ergin Yıldızoğlu / Cumhuriyet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder