28 Ekim 2020 Çarşamba

Kargo emekçilerinin kısa tarihi: Arabalar eskidi, elbiseler yırtıldı - HAKAN AYDIN / SOL

 Piyasanın öncü müfrezelerinden kargo sektörünün emekçilerinin kısa tarihi, piyasa ekonomisinin acımasızlığına iyi bir örnek oluşturuyor.


Kargoculuk; Türkiye’de 1980 sonrası yükselen piyasanın öncü müfrezelerindendir. Kapitalist enformasyonun olabildiğince beslediği tüketim ilişkilerinden itki alarak büyümektedir. Reklamlar sattırır, bankalar borçlandırır, halk internet üzerinden satın alır, kargocular da taşır…

Kargo şirketleri; neo-liberalizmin yıldızı olan hizmet sektörünün yükseldiği, plaza işletmeleri de denen ofis işletmelerinin yaygınlık kazanmaya başladığı ve tüketim kültürünün olabildiğince desteklendiği 2000’li yıllarda “kaliteli” hizmet üretecekleri iddiası ile piyasadalardı. 

2013 yılında PTT kadrolarının bir kısmının emekli edilip kalanının sözleşmeli statüye taşınmasına kadar görece yüksek ücret ve iyi sosyal haklar sunma iddiasıyla nitelikli personelleri bünyelerinde topladılar. Aynı süreçte; bir kargo şirketine mobilya ve büyük elektronik eşya taşıtamaz, küçük gönderilerinizi getiren kargo aracından iki personelin birlikte indiğini görürdünüz. Çalışanların kıyafetleri düzgün, araçları temizdi, ürününüzün akıbetini bir telefon ile rahatlıkla öğrenebilirdiniz. Yani; yeter sayıda emekçiyi bünyesinde barındırırdı. 

Güzel günler kısa sürdü

2013 yılında çıkarılan 6475 sayılı kanun ile PTT’nin kadrolarını azaltıp, çalışan personeli sözleşmeli statüye, ücretlerini de performans sistemine bağlamasının ardından kargo şirketleri birden maliyetlerinin ne kadar yüksek olduğunun farkına vardılar! Önce araçlardaki personel sayısını bir kişiye, şubelerde çalışan personel sayısını yarıya düşürerek çok yüksek bir oranda kârlılık sıçraması ile sermayelerini büyüttüler. Her bir araçtan ve ofisten gönderilen emekçilerse işsizler ordusuna başka bir deyişle yedek iş gücüne katıldılar.

Benzin fiyatları ve kiralar yükseliyor, araçların bakım ve onarım giderleri artıyorken kargo şirketlerinin yüksek kârlılığı sekteye uğruyordu. Kargo şubelerini taşeron işletmelere ihale etmeye karar verdiler. Franchising denilen; kendi tabelalarını koydukları küçük işletmelere, yine kendi standartlarını taahhüt altına aldıkları bir sözleşme imzalattırarak; kira, araç, benzin, telefon, bakım-onarım ve kargo çalışanlarının ücretleri ile sosyal haklarını yüklediler. Taşıma başına para ödeyeceklerdi ancak her durumda maliyetlerini iyi düşürmüşlerdi. Bu; kargo şirketlerinin ikinci kârlılık sıçraması oldu. Sektördeki KOBİ’ler sömürü zincirine eklendiler.

2010’lu yıllar işlerken üzerinde kargo şirketlerinin amblemlerini taşıyan araçların eskidiği, kargo emekçisinin kötü kıyafetlerle çalıştığı gözden kaçmayacaktı. Kargo şirketleri kâr sıçramaları yaparken, taşeronlar; en az personelle, en az personeli en düşük ücretle ve neredeyse yok denecek sosyal haklarla çalıştırarak para kazanacaktı. 

Kargo şirketleri; kendisi gibi hizmet sektöründe bulunan internet şirketlerinin, bakkalda satılan üründen buzdolabı, mobilya ya da bilgisayarlara uzanan yelpazesindeki ürünleri taşımak, ciro ve kârlılıklarını yükseltecek anlaşmalar yaparken, “yükleme, boşaltma, depolama, istifleme, aktarma ve gönderilene teslim etmek gibi hizmetleri” yerine getirmek ise yoksullaşmış kargo emekçisine kalacaktı.

Kargo şirketlerinin yaptıkları anlaşmalar ve koydukları hedefler büyürken; az sayıları, yıpranmış arabaları ve kısıtlı olanaklar ile her birimizin evine ürün ulaştırmaya çalışan kargo emekçileri, işlerin yoğunluğunu kaldıramaz hale geldiler. Öğle tatillerini iptal ettiler. Bazen teslim edilmesi gereken ürünlerin ağırlığından, bazen yanlış yazılan adresler yüzünden müşterilerini kendi telefonlarından arar oldular, geç de olsa ürünleri teslim ederken mesaileri uzamaya başladı. Pandemi döneminde Pazar günleri çalıştırıldılar. Bu arada kırık, dökük ürünlerin sorunları ile kapıda ödeme anlaşmasıyla gönderilen ürünlerin tahsilatlarıyla uğraştılar. Bazen de; yoğunluğa yetişemediler, ürünleri zamanında teslim edemediler. 

Şirketler, tutanaklar… 

Tutanak yediler, gerektiği gibi çalışmamakla suçlanarak eleştirildiler, mobinge maruz kaldılar. Sektör, en fazla iş bırakılan sektörlerden biri haline geldi. Yetmedi! Direnebilenler, evlerini geçindirmek için çalışmak zorunda olanlar ise artık direkt olarak müşterilerinin hedef alanına girdiler. Yoğun iş temposu ve iş yetiştirme baskısının yanı sıra kapılarda ya da telefonlarda azarlandılar, hakarete uğradılar, dövüldüler ve artık öldürülüyorlar! Ekmek parası kazanmak ile aç kalmak arasındaki kalmanın yarattığı kâbus onları “yaşamı sorgular” hale getirdi. Sermaye, çalıştığı yerde yaşamlarına kadar sömürdüğü emekçileri, kendisinin bulunmadığı yerde safralarına bırakıyordu: “Tüketiciler”, parayla insanı satın aldığını düşünenler! Artık, bu düzene dayanamayan emekçiler tek tek intihar ediyorlar. Bu düzen, kapitalizm öldürüyor!

Geçtiğimiz günlerde bir kargo emekçisinin dramını okuduk. Haber; bir kargo çalışanı olan 40 yaşındaki Mehmet Ali İbin’in teslim edeceği kargonun üzerindeki adresin hatalı olması nedeniyle alıcıyı arayarak ona kargoyu elden teslim etmeyi önerdiğini, kargoyu teslim alması gereken müşterininse "nasıl adresi bulamazsınız" diyerek önce bağırdığını, buluştuktan sonra da İbin'i darp ederek ölümüne sebep olduğunu, anlatıyordu. 

Bundan tam bir ay önce yayınlanan bir haber de; yine bir kargo emekçisi olan Furkan Celep, daha 18 yaşındayken, sosyal medyaya bıraktığı bir not ile yaşamına son vermişti. Celep, “Bir araba, bir ev uğruna yıllarımı harcamak istemiyorum. Hem içten hem dıştan yıpranıyorum” yazarken yaşamdan hiçbir beklentisinin kalmadığını, bir başka ifadeyle; yaşamın anlamsızlığını dile getiriyordu. Sermayenin ablukası altındaki bu yaşamda, emeği ile yaşayan insanlara hiçbir şey bırakılmadığını anlatıyordu. 

Emekçiler birer birer ölürken; gazete haberlerinden daha ötede bir anlam aramaya şiddetle ihtiyacımız var. Yaşamlarımız; sermaye şirketlerinin kâr hırsına, sermaye düzeni iktidarlarının zorbalığına ve gericiliğine feda ediliyor. Bunun anlamı, sömürüdür! Emeğimizin sömürüsü, duygularımızın sömürüsü, ihtiyaçlarımızın sömürüsü, yaşamlarımızın sömürüsü…

Ölmemeliyiz! Örgütlenmeli ve bu düzeni değiştirmeliyiz.

HAKAN AYDIN / SOL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder