Siyasal İslamın liderliği, realiteye çarptıkça hırçınlaşıyor. Çünkü rejimin fiyaskoları biriktikçe krizi de derinleşiyor.
Çıkış, totaliter fantezilerde aranıyor: “Eğer herkes bizim gibi düşünürse...”
İdealizmin dayanılmaz çaresizliği
Siyasal İslamın rejimi yaklaşık 18 yıldır kendini, Gezi olayını saymazsak, hemen hiçbir ciddi muhalefetle karşılaşmadan inşa etmeye devam ediyor. Ancak bu “inşa süreci” bir türlü istikrara kavuşamıyor. Rejim, “inşa sürecinden” bir “yeniden üretim” sürecine bir türlü geçemiyor. Kriz, bu aralıkta derinleşiyor.
Bütün dengeleri hızla bozulan ekonomi finansal bir krize doğru koşuyor. Rejimin ekonomi politikası, umutla halüsinasyon karışımı, adeta “Saldık çayıra Mevlam kayıra” gibi bir şeydir. Dış politikadaki çıkmazlar giderek birikiyor. Irak’ta “yol” tükenmiş, geri dönüş başlamış. Libya ve Doğu Akdeniz “projeleri” Avrupa Birliği’ni, Mısır’ı, İsrail’i, Suudileri, AKP Türkiyesi’ne karşı birleştirdi. Rejim bunlarla da yetinemedi, Ermenistan Azerbaycan anlaşmazlığında, bir “tek millet çok devlet” fantezisinin peşinde ucu açık bir sürece girdi. Suriye ve Libya’dan sonra burada da Rusya ile karşı karşıya geliyor. The Asia Times’a göre “Rusya’nın Belladonna İHA avcı sistemi, Ermenistan üzerinde Türk İHA’larını vuruyor”. Bu sırada, AKP rejimi S-400’leri deneyip ABD ile çatlağı daha da derinleştiriyor. Sonra Fransa’yı yöneten adama “Ruh hastası”... ABD’ye “Sen kiminle dans ettiğinin farkında değilsin” filan...
Peki, ekonomik kriz derinleşirken, dış kaynak bulmak giderek zorlaşırken, TL değer kaybeder ithalatın (enerji, savunma malları, gıda) maliyeti artarken rejim, neden “yedi düvele” meydan okumakta ısrarlı? Bence rejim krizini aşmak için maddi koşulların (içeride kaynak kıtlığı, dışarıda güçler dengesi) koyduğu sınırları imanla aşan bir “fetih” mucizesi arıyor. Niyet etmek, gerçekliğin yerine geçmediğinden, madde sözden önce geldiğinden her yerden eli boş dönüyor. “Ama Karadeniz’de dev enerji kaynakları bulundu” diyorsanız, enerji uzmanı internet sitelerine bakınız. Bir “3. tarafın” (genelde beş büyüklerden biri) doğrulamadığı verilere kimse inanmaya niyetli değil.
‘Bireyden topluma kadar...’
Rejimi her yerden eli boş dönmeye mahkûm eden bu “pozitivizme”, “materyalizme” düşman bilimsel düşünceyi dine tabi kılmak isteyen akıl, herkes dinci “hakikat rejimini” benimserse bütün sorunlarının yok olacağına inanıyor. Cumhurbaşkanı sık sık “fikri iktidarlarını hâlâ tesis edemediklerini” vurguluyor. Onun gönlünde “Tek tek bireylerden başlayarak toplumun tamamına uzanan fikri iktidar” yatıyor.
Bu, herkesin aynı fikirde olduğu dünya fantezisinde yol, herkesin “dini hakikat rejimini” benimsemesinden, adeta sultan/halife karşısında tüm aykırı seslerin kesilmesinden, “eleştiri kapılarının kapatılmasından” geçiyor. Diyanet İşleri Başkanı da üzerine düşeni yapıyor; toplumu ahirete inananlar ve her türlü kötülüğün kaynağı inanmayanlar olarak ikiye bölmeye başlıyor. Böylece kötülerden kurtularak iyileri bütünleştirmek de inancın gereği ve siyasi-ahlaki bir zorunluluk olarak beliriyor. Eğitim sisteminin de bu salt “ahirete inanlardan” oluşacak organik bir topluma göre toptan ve yeniden yapılandırılması gerekiyor.
Bu sırada dünyada büyük güçler arası rekabet, ekonomik ve teknolojik gelişme, yapay zekâ gibi alanlarda kızışırken, yüksek teknolojiyle artık-değer üretiminin, gıda güvenliğinin, sağlık sisteminin, akılcı-bilimsel planlamanın önemi giderek artıyor. Türkiye’de rejim, bir taraftan buğday, arpa ve mısır ithalatında gümrük vergilerini sıfırlayarak (birçok ülke gıda güvenliği kaygısıyla yerli üreticiyi korurken) kendi üreticisini imha etmeye hazırlanıyor. Diğer taraftan tüm bu jeopolitik rekabet alanlarında, adeta salt ahirete inananlardan oluşan organik bir toplumun “ortak iman” gücüyle var olabileceğine inanıyor.
Diyanet İşleri Başkanı, inançsızlardan temizlenmiş bir toplum, lider “tek tek bireylerden başlayarak toplumun tamamına uzanan fikri iktidarı” arzuluyor. Bir tarafta totaliter bir toplum arzusu, diğer tarafta “Bizim kitabımızda faşizm yok” iddiası... İdealizm, realite tarafından darp edildikçe bilişsel uyumsuzluk (cognitive dissonance) ve aklın istikrarsızlığı da giderek artıyor.
Ergin Yıldızoğlu / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder