1 Kasım 2020 Pazar

Ankara'ya yakın, dünyaya uzak Kuzey Kıbrıs’ı neler bekliyor? - Doç. Dr. Yonca ÖZDEMİR(*) / BİRGÜN

 

Tatar’ın cumhurbaşkanlığı döneminin Rumlarla ilişkilerin daha gergin, sürekli provakatif ataklara sahne olan, uluslararası kuralları zorlayan, iki devletli bir çözümden uzaklaşılan ve dolayısıyla Ankara’ya daha yakın ama dünyaya daha uzak bir dönem olacağını söylemek mümkün.

Kuzey Kıbrıs’ta 11 Ekim’de birinci tur, 18 Ekim’de ikinci tur Cumhurbaşkanlığı seçimleri gerçekleştirildi. Adada şimdiye dek hiçbir seçimin bu kadar gerginlik ve bu kadar kutuplaşma yaratmadığını söylemek mümkün. Adeta başa baş geçen seçimleri sağın büyük partisi UBP (Ulusal Birlik Partisi)’nin adayı Ersin Tatar kazandı. Aslında şöyle de diyebiliriz: Mevcut Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, Ankara tarafından yürütülen sistemli bir çalışmayla bu seçimlerle alaşağı edildi. Zikzaklı ve tutarsız demeçleri, siyasi etikten yoksun davranışları, bilgisizliği ve kof popülist, milliyetçi söylemleri ile tanınan, esprili mizacı hariç cumhurbaşkanlığı makamını dolduracak herhangi bir meziyetine tanık olunmamış, hatta kendi partisindekiler tarafından bile başarısız bir başbakan olarak görülen Tatar nasıl oldu da bu seçimleri kazandı? Ve bundan sonra Kuzek Kıbrıs’ı neler bekliyor?

MİLLİYETÇİ TATAR’IN KARANLIK SİCİLİ

Ersin Tatar 1986-1990 yıllarında Asil Nadir’in Polly Peck şirketinin finans müdürü olarak çalışırken Nadir’in İngiltere’deki yasadışı işlerine de bulaştığı için İngiltere’deki Ciddi Dolandırıcılık Suçları Bürosu tarafından hakkında tutuklanma kararı çıkartılmış ama hasbelkader geçen sene KKTC’nin başbakanı olmayı başarmış “milliyetçi popülist” diye tanımlayabileceğimiz türden bir siyasetçi.

Mustafa Akıncı ise Kıbrıs sorununun iki toplumlu, iki bölgeli bir federasyon, yani AB içinde birleşik bir Kıbrıs olarak barışçıl çözümüne gerçekten inanan ve hayatını bu amaca adamış, daha önce başarılı bir Lefkoşa Belediye Başkanlığı yapmış oldukça tecrübeli ve nitelikli bir Kıbrıslı sol siyasetçi. 2015’te seçildiğinden bu yana KKTC’nin egemenliğine, Kuzey Kıbrıs halkının kendi iradesine vurgu yapan çıkışları sebebiyle Ankara’nın tepkilerini üzerine çekmekteydi.

Türkiye’nin bölgedeki ve Kıbrıs’taki eylemleri hakkında giderek daha açık sözlü hale gelmesi sebebiyle bir süredir Akıncı’nın Erdoğan ile ilişkileri gergindi. Bu gerginlik Ekim 2019’da Türkiye’nin İdlib’deki “Barış Pınarı” harekâtına istinaden Akıncı’nın askeri müdahalelerde kan dökülmesinin kaçınılmaz olduğunu ve bölgeye kısa zamanda barışın gelmesini umduğunu ifade ettiği demeci ile doruk noktasına ulaştı.

AKILLARDAN GEÇENİ AKINCI SÖYLEDİ

Belki Türkiye’deki ve Kuzey Kıbrıs’taki aklıselim her insanın kafasından geçen bu düşünceleri yüksek sesle söylemeye cesaret eden tek kişi Akıncı olmuştu. Erdoğan muhtemelen bunu asla affetmedi. Neticede Ankara, Akıncı’nın ikinci kez seçilmesine tahammül edemeyeceğine karar vermiş olmalı ki bu seçimlerde çok açık ve mübalağalı bir şekilde UBP’nin adayı Tatar’ı destekledi. Bu desteğini de sadece elçilik ve Ankara’dan yollanan kampanya ekipleri aracılığıyla değil, birinci tur seçimlerinin hemen öncesinde dokuz aydır tamir edilmeyen Türkiye-Kıbrıs arasındaki su hattını tamir ederek, aylardır yapılmayan pandemi hastanesini alelacele inşa ederek, sosyal yardım adı altında ödemeler yaparak ve hatta kapalı Maraş’ın bir kısmını apar topar asfaltlayıp açarak da gösterdi. Bunlar o kadar açık müdahalelerdi ki sadece seçimdeki diğer adayları kızdırmakla kalmadı, tam seçim öncesi KKTC’de koalisyon hükümetinin düşmesine de sebep oldu.

İkinci tur seçimlerde ise müdahaleler daha kapalı kapılar ardında devam etti. İlk turda oy vermeye gitmeyenler ve Tatar’a oy vermeyenler kapı kapı dolaşılarak ve maddi destek vaatleriyle Tatar’a oy vermeye ikna edildi. Oyların 3 bin TL’ye satıldığı söylentileri aldı yürüdü. Seçim süreci müthiş bir kamplaşmaya tanık oldu. Oldukça kutuplaşmış bu ortamda Tatar “Türkiye’nin adamı,” Akıncı ise “Kıbrıslıların özgür iradesinin temsilcisi” olarak seçimlerde yarıştı.

SOL BİRLEŞSE DE YETMEDİ

Sol ikinci turda oylarını Akıncı lehine birleştirdiyse de bu Akıncı’nın kazanmasına yeterli olmadı. Bu nedenledir ki 18 Ekim akşamı seçim sonuçları açıklandığında bu “AKP-UBP kazandı, demokrasi kaybetti” şeklinde yorumlandı. Pek çok demokratik kuralın çiğnendiği bu seçimler gerçekten de KKTC demokrasisine ağır bir darbe oldu. Ancak Kıbrıslı Türkler bu seçimlerde sadece demokrasilerinin değil, siyasi iradelerinin de amansızca zedelendiğini hissettiler.

11 Ekim birinci tur ve 18 Ekim ikinci tur seçimlerini karşılaştırdığımızda en büyük fark seçime katılım oranında göze çarpıyor. İlk turda yüzde 58 katılım oranı sağlanmışken ikinci turda katılım yüzde 67’ye çıktı. Katılımdaki bu yüzde 9’luk artış seçimin sonucunu belirledi diyebiliriz.

İkinci turda CTP’nin de tam desteğini alan Akıncı’nın normal şartlarda seçimi kazanması beklenirken Türkiye’nin orantısız desteğini alan Tatar 4527 oy farkı ile ipi göğüsledi. İkinci turda Tatar’a oy vermeye ikna edilen seçmenlerin büyük bir çoğunluğu İskele, Karpaz ve Mağusa köyleri gibi Türkiyeli göçmenlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerdendi. Nitekim Türkiyeli göçmenler konusu KKTC için oldukça kritik bir konu. Türkiye’nin muhafazakâr bölgelerinden taşınıp adaya yığılan ve sonra özellikle de UBP iktidarları dönemlerinde binlercesi vatandaş yapılan Türkiyelilerin KKTC’de kilit seçmen haline gelmiş olduğu zaten biliniyordu.

Bu seçimlerde Türkiye’nin Kıbrıs’taki nüfus politikalarının etkilerini artık iyice gösterdiğini ve Kıbrıslı Türklerin iradesinin ciddi bir şekilde zayıflatıldığını açıkça görüyoruz. Ancak şunu da belirtmek gerekir: Kıbrıs solu için bu seçim sonuçları Türkiye’nin nüfus politikalarının olduğu kadar, Kıbrıs solunun Türkiyeli göçmenlere siyaseten ulaşamamış olmasının da bir ürünü sayılabilir. Tüm dünyada olduğu gibi KKTC’de de yoksul kitleler oyunu sol partilerden ziyade sağ popülist partiler lehine kullanmayı tercih ediyor.

TÜRKİYELİ GÖÇMENLER SORUNU

Sol partiler ve sol sivil toplum örgütleri işsizlere, asgari ücretle çalıştırılan emekçilere ve yoksullara etkin bir şekilde ulaşabilmiş değil. KKTC’de yoksul ve yoksun dediğimiz bu kesimlerin çoğunluğunun Türkiye kökenli olduğunu da ayrıca belirtmemiz gerekir. Zaten kimlik olarak kendini hala daha Kıbrıs’tan çok Türkiye’ye ait hisseden bu seçmen kitlesi aynı zamanda ekonomik olarak da en dezavantajlı sosyal grup. Maddi olanakları kısıtlı KKTC ortamında bu insanların yaşam şartlarının nasıl klasik patronaj ilişkileri dışına çıkartılıp iyileştirilebileceği Kıbrıs solu tarafından derinlemesine irdelenmesi gereken bir konu.

Bu seçimlerde KKTC seçmeni adeta tam ortadan yarıya bölündü ama bu bölünme bazı çevrelerce lanse edilmeye çalışıldığı gibi Türkiye’yi sevenlerle Türkiye’ye karşıtı olanlar arasında değil. Kıbrıslıların çoğunun Türkiye ile kopmaz bağları var. Solcu ya da sağcı olsun siyasetçilerin çoğu da Türkiye’de okumuş, yaşamış ve Türkiye’yi yakından tanıyan kişiler. Kıbrıslılar için esas ürkütücü olan Türkiye’yi artık tamamen kontrolüne geçirmiş olan Erdoğan rejimi. Geçmişte bazı UBP liderleri bile Erdoğan’a direnmişti. Şimdi ise KKTC’de hükümet de, cumhurbaşkanlığı da Erdoğan’ın tüm etkilerine kucak açan siyasetçilerin kontrolünde olacağına göre bundan sonra Kıbrıslıları neler bekliyor? Üstelik Erdoğan’ın politikaları hem Türkiye içinde, hem dış ilişkilerde bu kadar agresifleşmişken…

ANKARA’YA YAKIN DÜNYAYA UZAK

Kıbrıs solunun endişeyle beklediği bu yeni dönemin iki ana boyutu var: iç siyaset ve Rum tarafı ile ilişkiler. Rum tarafı ile ilişkiler konusundan başlayacak olursak, Tatar’ın cumhurbaşkanlığı döneminin Rumlarla ilişkilerin daha gergin, sürekli provakatif ataklara sahne olan, uluslararası kuralları zorlayan, iki devletli bir çözümden uzaklaşılan ve dolayısıyla Ankara’ya daha yakın ama dünyaya daha uzak bir dönem olacağını söylemek mümkün. Ancak, eğer ki Ankara, yani Erdoğan, bir nedenle masaya oturup barış müzakerelerine devam etmek isterse, Tatar bu direktife de aynen uyacak ve Türkiye’nin istediği şekilde masada yerini alacaktır. Kıbrıs solunun daha endişe ile beklediği gelişmeler ise iç siyaset alanında olacağa benziyor. AKP’nin neoliberal, otoriter ve İslamcı nefesini senelerdir ensesinde hisseden Kıbrıslılar, artık çok daha tedirgin. Acaba AKP yetkililerinin hep dile getirdiği gibi “Türkiye’de ne varsa artık KKTC’de de olacak” mı?

Ankara tarafından zaten yıllardır talep edilen değişimler artık uygulanacak ve burada da yargının bağımsızlığına, sendikaların örgütlü gücüne, kamu sektörüne, siyasi özgürlüklere ve seküler toplum yapısına bıçak vurulacak mı? Nitekim artık KKTC’de AKP tarafından yapılmak istenen köklü değişikliklere zerre kadar direnmeye niyeti olmayan bir yönetim var. Dolayısıyla Kıbrıslı Türkler sadece siyasi iradelerinin ezildiği değil özgürlüklerinin de gitgide kısıtlanacağı bir kara döneme giriyor olabilirler. Bazı uzmanların Erdoğan’ın uluslararası boşluktan faydalanıp ileride KKTC’yi ilhak etmeyi tercih edebileceğini dile getirmeye başladığını da göz önüne alırsak bundan sonraki gelişmelerin sıcak ve tatsız olacağına kanaat getirebiliriz. Ne var ki Kıbrıslılar için ne demokrasi mücadelesi, ne barış mücadelesi, ne de özgürlük mücadelesi bugün başlamadığı gibi yarın da bitmeyecektir. O yüzden de diyorlar ki, “kimse kusura bakmasın ama direneceğiz.”

Doç. Dr. Yonca ÖZDEMİR(*) / BİRGÜN

(* ) ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampüsü, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Programı Öğretim Üyesi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder