8 Kasım 2020 Pazar

Cehalet bilimi cehaletin bilimi (I-II-III) - Özdemir İnce / Cumhuriyet

(ı)

Aşağıda okuyacağınız haber sanırım sadece Cumhuriyet gazetemizin 25 Ekim 2020 tarihli sayısında Sefa Uyar imzasıyla yayımlandı:

***

Kütahya Dumlupmar Üniversitesi’nin (DPÜ) ev sahipliğinde gerçekleştirilen ve Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın açılışına video mesaj gönderdiği 4. Uluslararası Bilimler Işığında Yaratılış Kongresi’nde bilimsel gelişmeler hedef alındı. Kongrenin destekçileri arasında Diyanet İşleri Başkanlığı, TÜGVA, TÜRGEV, İlim Yayma Cemiyeti ile tarikat ve cemaat bağlantılı olduğu belirtilen Hayrat Vakfı ve Aziz Mahmud Hüdayi Vakfı gibi kuruluşlar yer aldı. Kongrede ‘Kuranıkerim’e göre yeni embriyoloji tarihi’, ‘Hadid Suresi, 25. ayetin biyokimyasal tefsiri’, ‘Said Nursi’nin evrim düşüncesine karşı yazılmış ilk görüşleri’ ve ‘Risale-i Nur’da insanın hayvaniyeti meselesi’ gibi bildiriler sunuldu.

***

İslamcıların büyük âlimi (!) Said Nursi ile her zaman  ilgilendim ve hakkında epeyce yazı yazdım. Birkaç yazı sürecek bu dizisinin ilk yazısı olarak Said Nursi’nin bir portresini bilginize sunuyorum. Yazı 9 Nisan 2008 tarihinde Hürriyet gazetesinde yayımlanmıştı.

***

Mehdi yaratma sanatı ve kullanım klavuzu

 Said Nursi’nin çınar ağacına elde çay bardağı sokakta yürür gibi çıkığına inanan büyük bir kara kalabalık var bu ülkede. Bu gerçek mucizeyi (!) Mustafa Yıldırım’ın “Meczup Yaratmak” (Ulus Dağı Yayınları, S.119) kitabından öğreniyoruz. Mustafa Yıldırım da bu peygamber mucizesini Bediüzzaman’ın şakirtlerinden Süleyman Şahiner’in “Hatıralarda Bediüzzaman” (S.188) adlı menkıbeler kitabından aktarmış.

Haydi gelin bu ortamda demokrasiden, özgürlüklerden ve insan haklarından konuşalım, isterseniz. Böyle bir ortamda yetişen babayiğitler elbette seçimlerde aldıkları oyu hukuk devletini çiğnemek için kullanacaklardır. Yargı karşısında kendilerini Kuran ayetleriyle savunacaklardır.

***

Mustafa Yıldırım’ın kitabını ağzım bir karış açık, hayretler içinde okuyorum: Said Nursi’nin (Kürdi) kendi ağzından yazılan özyaşamöyküsünde, yirmi yıllık eğitimi üç ayda tamamladığını söylemektedir. (S.11) Said Nursi beş günde inorganik kimyayı öğrenip ve bir öğretmeni yenmiştir. Prof.Dr. Şerif Mardin, Said Nursi’nin bir cebir kitabı yazmış olduğunu ileri sürer (S.20); ancak Süleyman Şahiner ortada olmayan kitabın bir yangında yok olduğunu belirtir.

Said Nursi kendi ağzından yazılan kitapta tarih, coğrafya, riyaziyat, jeoloji, fizik, kimya, astronomi, felsefe ilimlerinin esaslarını elde etmiştir. Nasıl elde etmiştir belli değil! Kendi iddiasına göre 80-90 kitabı üç ayda ezberlemiştir. Said Nursi her ezberden sonra bir öğretmenle karşılaşır ve münazarada onu yener(!).

***

Said Nursi (Kürdi), bir İslamcılık ve Kürtçülük militanıdır. İslamcılar ona “Nursi” Kürtçüler ise “Kürdi” derler. Kürt Teali Cemiyeti’nin kurucularından, Şeyh Said ve isyanının destekçilerindendir. Kurduğu ve Nurculuk olarak bilenen İslami-Kürdi hareket 1950’den itibaren bir kanser gibi Türkiye’yi sarmaya başlamış ve Fethullahçılık olarak bilinen “Yeni Nurculuk” ile dünyaya açılmıştır. Şu anda ülkeyi kanser gibi kemirmektedir!

Okuma yazma bilmediğini ileri süren ve kitaplarını şakirtlerine söyleyerek yazdıran Said Nursi’nin, okuduklarımdan öğrendiğime göre, bir peygamber yöntemi kullandığını söyleyebilirim. Rüyalar görmekte, açıkça söylemese de rüyalarında Allah ile konuştuğunu ileri sürmektedir; Hz. Muhammed sık sık rüyalarına girer ve talimatlar verir.

İki düş görerek önemli görevler üstlenen Said-i Kürdi, kendi anlatımına göre ilk kerametini de Bitlis yolunda gösterir: Elleri kelepçelidir. Abdest almak ister. Ancak kelepçeler kendiliğinden açılır.” (S.19)

***

Said Nursi mehdilik, peygamberlik iddiasındadır. Bu imalat ve inşaatı bizzat kendisi yönetmiş ve kendisine Cemal KutayNecmettin ŞahinerRohat ve Prof.Dr. Şerif Mardin kitaplarıyla kalfalık etmişlerdir. Fethullah Gülen de Said Nursi yöntemi kullanmakta ve adım adım onu taklit etmektedir. ABD’nin önderliğinde Kemalizm, komünizm ve masonluka karşı cihat açmış olan yapıntı Said Nursi’nin başarılı olmadığını kimse söyleyemez. ABD, kendisi tarafından yazılmış olan bir kullanım kılavuzuna uygun olarak Said Nursi’yi kullanmış, şimdi onun bir klonu olan Fethullah Gülen’i tepe tepe kullanmaktadır.

(II) 

İlk yazımda sözünü ettiğim ve Kütahya Dumlupınar Üniversitesi’nin (DPÜ) ev sahipliğinde yapılan kongreye 33 üniversiteden akademisyenler, “Yaratıcıyı Tanıma ve Anlama”, “Fen Bilimleri Işığında Yaratılış” ve “Ders Kitapları Müfredatı ve Yaratılış” gibi 7 başlık altında toplam 85 bildiri ile katılmış. Sunulan bildiri başlıkları arasında ise şunlar yer alıyor: “Tek yumurta ikizleri ve yapışık ikizler evrimi reddediyor. Biyokimyasal ve fizyolojik denge, evrimsel süreçleri reddediyor. Böceklerdeki başkalaşım devreleri, bir yaratıcının sanat eseridir. Risale-i Nur bakış açısıyla kâinatta sıra dışı kanunlar penceresinden yaratılış ve yaratıcıyı tanıma. Said Nursi’nin evrim düşüncesine karşı yazılmış ilk görüşleri. Fen bilimleri ders kitabının yaratılış görüşü açısından incelenmesi. Evrim teorisine Esma-i Hüsna açısından bakış. Kuranıkerim’e göre yeni embriyoloji tarihi. Hadid Suresi, 25. ayetin biyokimyasal tefsiri. Risale-i Nur’da insanın hayvaniyeti meselesi. İbn-i Sina ve Bediüzzaman Said Nursi’de yaratmada melek-tabiat ilişkisi.

***

Sunulan bildirilerden anlaşıldığına göre adı geçen kongrenin yıldızı İslamcı âleminin allame-i cihanı Said Nursi. Bu nedenle, adı geçen şahısla ilgili ve 14 Ocak 2011 günü Hürriyet gazetesinde yayımlanan bir başka yazıyı bilginize sunuyorum.

***

9 Nisan 2008 günü, Mustafa Yıldırım’ın “Meczup Yaratmak” (Ulus Dağı Yayınları) adlı kitabına dzayanarak, “Mehdi Yaratma Sanatı ve Kullanım Kılavuzu” başlıklı bir yazı yayımlamıştım. Amacım, Said Nursi olayının gerisindeki hurafelere ve safsatalara dikkatleri çekmekti. Yazı, Nurcuları öfkelendirip telaşlandırdı. Telaşlanmanın gereği yoktu aslında: Olan olmuş, bu safsatayı (“efsane” demiyorum) artık tersine çevirmek olanaksız.

Safsataya dayanak olarak, yazımda birkaç örnek göstermiştim:

“İki düş görerek önemli görevler üstlenen Said-i Kürdi, kendi anlatımına göre ilk kerametini Bitlis yolunda gösterir: Elleri kelepçelidir. Abdest almak ister kelepçeler kendiliğinden açılır (S.19).”

***

Saidi Nursi safsatasının mimarlarından Necmettin Şahiner’in “Hatıralarda Bediüzzaman” adlı göz boyama kitabını bulup okuyamadım. Kitapta, Said Nursi’nin elinde çay bardağı ile Barla’daki evinin önündeki çınar ağacına ellerini kullanmadan çıktığı yazıyormuş. Ama bir başka mehdi ya da meczup yaratma kitabını okudum yazarın: “Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursi” (Nesil Yayınları. 58 baskı).

Kitapta yer alan safsatalardan örnekler:

- Kürdistan Devleti kurmayı kabul etmez. (S. 221)

- 1921 yılında, “Ya rabbi senin askerin çoktur. Bu melunlara fırsat verme” diye yakarır. Bu yakarı üzerine bir maymun Yunan kralını ısırarak öldürür. (S. 228) 

- Gemici Mehmet keklik avlamak ister. Said Nursi engel olur. Bunun üzerine bir keklik sürüsü saatlerce başlarının üzerinden ayrılmaz. Şükran mahiyetinde! (S. 279) 

- Savcılar mahpushane damında olması gereken Bediüzzaman’ı çarşıda pazarda dolaşırken görürler. Ama o hem hapishanede yatmakta hem de çarşıda pazarda dolaşmaktadır. Aynı anda iki yerde birden olabilmektedir (S. 313, 336). 

- “Eskişehir hapsinde tifo aşısı diye sol meme üzerinden zehir şırınga ediyorlar. Vücut zehiri tecrit ediyor. Orası sertleşmiş kalmıştı. Zamanla zehir yavaş yavaş balmumu şeklini almış, bir defasında da kopmuştu. Parçasını ayırmış, saklamış. Bir gün ziyaretine gittiğimde ‘Bak’ dedi. O parçayı sol göğsünün üzerinde çukurluğa koyuyor. Tam oraya koyuyor. Zehirlediklerini ispat ediyor.” (S.352)

***

Bu türden safsataların tanıkları nedense hep doktorlar, yüzbaşılar, albaylar, binbaşılar oluyor. 

Said Nursi tam anlamıyla bir megaloman ve mitoman. Valileri, kaymakamları, devlet görevlilerini durmadan paylıyor. Örneğin Ankara Valisi Nevzat Tandoğan’a “Bu sarık bu başla beraber çıkar!” (S. 336) diye meydan okur. Ancak meydan okumalarının, mucize gösterilerinin kendisinden başka tanığı yoktur. Bütün mucizeler ve kabadayılık gösterileri kendi sözlerine dayanır. Düşlerinde geleceği görür, düşlerinde Allah ve Peygamberi ile konuşur. İster inan ister inanma! Ben ne yazarsam yazayım, mürekkep yalamışlar, diplomalılar da aralarında olmak üzere ona birçok inanan var. 

Anladığım kadarıyla “Hür Adam” filmi Cemal Kutay, Necmettin Şahiner, Rohat ve Şerif Mardin gibi safsata tüccarlarının kitaplarına dayanıyor.

(III)

Bundan önceki iki yazımda sözünü ettiğim ve Kütahya Dumlupınar Üniversitesi’nin (DPÜ) ev sahipliğinde gerçekleştirilen ve 33 üniversiteden akademisyenlerin katıldığı “Cehalet Bilimi Kurultayı”nda şenlik devam ediyor.

Zamane şeyhülislamı Ali Erbaş da kongreye video konferans ile mesaj göndermiş, “İslamın ‘yaratılış’ fikrine karşı alternatif bir varoluş modeli iddiasıyla ortaya çıkan, bilimsel bir realite gibi kabul edilip sıkça gündeme getirilen her türlü düşünce ve ideoloji tepkiseldir, rasyonel açıdan da problemlidir” ifadelerini kullanmış.

***

İslamın tek başına bir “yaratılış” inancı (“fikri” değil) yoktur. Tektanrıcı üç dinin (Musevilik, Hıristiyanlık, İslam) ortak bir yaratılış efsanesi vardır. Sırasıyla Tevrat’tan İncil’e, İncil’den de Kuran’a geçmiştir. Buna göre: Varlığı kabul edilen Tanrı, insanı tasarlamış ve yaratmıştır. Bu üç dinden önceki inanç biçimlerinde de bunun benzeri tasarımlar vardır.

Tek tanrı ve ondan önceki tanrılar yarattıkları insanın kafasının içine akıl koymayı ihmal etmemiştir. İnsanın düşünmesini istemişlerdir. Zaten beyni olan bütün yaratıklar şu ya da bu şekilde kendilerine göre düşünürler.

***

Zamane şeyhülislamı Bay Erbaş, rasyonel açıdan sorunlu ve tepkisel bulduğu düşünce diye “evrim”i işaret etmekte. Oysa bunu tartışmanın gereği bile kalmadı: Artık evrime dayanmayan hiçbir bilimsel düşünce ve teknoloji yok.

Bilim ve “Evrim” Tanrı’nın varlığını, evrenin, dünyanın ve insanın varoluş tarzını tartışmaz, kendi işine bakar. Tanrı ve işleri felsefenin tartışma alanına girer.

Bilim, dini, din adamlarının işini, eylemini, düşüncesini hasım haline getirmez, Bay Erbaş’ın derdi ne?

Paleontoloji (Taşbilimi), binlerce metre yükseklikteki taş katmanlarında deniz hayvanlarının fosillerinin işi ne diye sorsa cevap verebilir mi? İslamın da kabul ettiği Tevrat’a göre Tanrı, birinci gün yeri ve göğü, beşinci gün ise deniz canlılarını yarattı. Birinci gün yaratılan dağlarda, beşinci gün yaratılan deniz canlılarının (fosillerinin) işi ne? Bu soruya nasıl cevap verebilir? Ama kibar paleontoloji bilim cahillerine böyle bir soru sormaz. Ama varsayın ki sordu, cevabı ne?

***

Bayanlar ve baylar! Din inançtan, bilim ise gerçeklerden doğmuştur ve her iki dünya birbiriyle rekabet halinde değildir. Bilimin inançla rekabet halinde olmadığı ve dine saygılı davrandığı kesin, din de bilime düşman değil ama din adamları başından bu yana bilime ve bilimciye düşman. Bunun nedeni siyasetin yanında iktidar ve ekmek kavgası. Buna karşın Vatikan’daki Papalık Bilim Akademisi’nde bir konuşma yapan Papa Francesco şunları söylüyor:

***

Bugün dünyanın kökeninin dayandırıldığı ‘Büyük Patlama (Big Bang)’, ilahi bir yaratıcının müdahalesi fikriyle çelişmiyor, aksine bunu gerekli kılıyor. Doğanın evrimi, yaratılış kavramına ters düşmüyor, çünkü evrim teorisi de evrimleşen varlıkların yaratılmış olmaları önkoşulunu gerektiriyor. Yaradılış hikâyelerini okuduğumuzda Tanrı’yı elinde sihirli değneği olan ve her şeyi yapabilen bir büyücü gibi hayal etme yanılgısına düşebiliyoruz. Ama öyle değil. Tanrı varlıkları yarattı ve onları kendisi tarafından her birine bahşedilen kurallar çerçevesinde gelişmeye açık halde bıraktı, gelişmeleri ve kendi bütünlüklerine erişmeleri için. Yaratılış süreci bu şekilde yüzlerce, binlerce yıl içinde ilerledi ve sonunda bizim bugün bildiğimiz haline ulaştı.

***

Papa kendi inancı bağlamında evrim gerçeğiyle uzlaşıyor. Bilim de konuşuyor ve “Modern disiplinler de geçmişi anlamamıza yardım ediyor artık. Biyologlar kromozomları konuşturarak genlerimizin derinliklerinde geçmişin yerleşik düzeninin izlerini buluyor; fizikçiler büyük parçacık hızlandırıcıları ile bir kaya parçası üzerinde bulunan birkaç boya atomundan onun yapılış tarihini saptayabiliyor; dilbilimciler konuşulan diyalektlerin soyağacını hazırlayabiliyor; etnologlar, yeryüzü kültürlerindeki eski inanış ve jestlerin anlamlarını çözebiliyorlar... Sonra botanikçiler, nöropsikologlar, zoologlar ve hatta sanatçılar, hepsi adeta kökenlerimizle ilgili yeni bir bilgi ortaya koymak için yarışıyor”(*) diyor.

***

Bay Ali Erbaş’a gelince, safsatayla safsatalaşıyor!..

Özdemir İnce / Cumhuriyet

(*) İnsanın En Güzel Tarihi, İş Bankası Yayınları, 2009, s.9.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder