22 Kasım 2020 Pazar

Cehalet bilimi cehaletin bilimi (VII-VIII-IX)- Özdemir İnce / Cumhuriyet

 

(VII) 

Bundan önceki altı yazımızda ele aldığımız konu ve eleştirilerimiz, T.C. Anayasası’nın 10., 42. ve 130. maddelerinin varlığını hatırlamamızı zorunlu kılmakta:

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası Madde 10: Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.

(Ek: 7.5.2004-5170/1 md.) Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.

Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.

DEVLET organları ve idare makamları, bütün işlemlerinde ve her türlü kamu hizmetlerinden yararlanılmasında kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadır.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası Madde 42: Eğitim ve Öğrenim Hakkı ve Ödevi: Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz. Öğrenim hakkının kapsamı kanunla tespit edilir ve düzenlenir. Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz. Eğitim ve öğretim hürriyeti, anayasaya sadakat borcunu ortadan kaldırmaz.

İlköğretim, kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorunludur ve devlet okullarında parasızdır. Özel ilk ve orta dereceli okulların bağlı olduğu esaslar, devlet okulları ile erişilmek istenen seviyeye uygun olarak, kanunla düzenlenir. Devlet, maddi imkânlardan yoksun başarılı öğrencilerin, öğrenimlerini sürdürebilmeleri amacı ile burslar ve başka yollarla gerekli yardımları yapar. Devlet, durumları sebebiyle özel eğitime ihtiyacı olanları topluma yararlı kılacak tedbirleri alır. Eğitim ve öğretim kurumlarında sadece eğitim, öğretim, araştırma ve inceleme ile ilgili faaliyetler yürütülür. Bu faaliyetler her ne suretle olursa olsun engellenemez. Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına anadilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez. Eğitim ve öğretim kurumlarında okutulacak yabancı diller ile yabancı dille eğitim ve öğretim yapan okulların tabi olacağı esaslar kanunla düzenlenir. Milletler arası antlaşma hükümleri saklıdır.

Anayasa değişikliği sonrası 42. maddeye ek: Kanunda açıkça yazılı olmayan herhangi bir sebeple kimse yükseköğrenim hakkını kullanmaktan mahrum edilemez. Bu hakkın kullanımının sınırları kanunla belirlenir.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası Madde 130: Çağdaş eğitim-öğretim esaslarına dayanan bir düzen içinde milletin ve ülkenin ihtiyaçlarına uygun insan gücü yetiştirmek amacı ile ortaöğretime dayalı çeşitli düzeylerde eğitim-öğretim, bilimsel araştırma, yayın ve danışmanlık yapmak, ülkeye ve insanlığa hizmet etmek üzere çeşitli birimlerden oluşan kamu tüzelkişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip üniversiteler devlet tarafından kurulur.

***

Bütün anayasa maddelerine olduğu gibi yukarıda andığımız 10., 42. ve 130. maddelere de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, bütün devlet kurum ve kuruluşları uymak zorundadır. Bu bağlamda hükümet ve Cumhurbaşkanlığı kurumları da saygı göstermek, uymak ve uygulamak zorundadır.

Ancak Türkiye Cumhuriyeti’ni yöneten ve anayasayı uygulamak zorunda olan kurumların anayasaya ve onun kuvvetler ayrılığı ilkesine uymadığı görülmektedir.

***

Anayasamızın okullarda uygulanması zorunlu ilkesini bir kez daha okuyalım:“Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz. Eğitim ve öğretim hürriyeti, anayasaya sadakat borcunu ortadan kaldırmaz.”

***

Ne var ki özellikle ilk ve ortaöğretimde, Milli Eğitim Bakanlığı görevlerini Diyanet İşleri Başkanlığı ve tarikat vakıflarıyla paylaşmakta ve bu paylaşmayı ihale yöntemiyle yürütmektedir. Bu durum anayasanın başlangıç ilkelerine ve anayasanın konuyla ilgili maddelerine aykırıdır. Cumhuriyetin, eğitim ve öğretimin laik ilkesini her gün biraz daha kemiren bu girişim AKP iktidarının koruyucu kanatları altında her gün biraz daha semirmekte, Cumhuriyet Devleti’nin varlığını tehdit etmektedir.

(VIII)

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan, Eskişehir’de koleksiyoner iş insanı Erol Tabanca’nın kurucusu olduğu, ünlü Japon mimar Kengo Kuma tasarımı Odunpazarı Modern Müzesi’nin açılışına katılmış ve burada bir konuşma yapmış. Bu konuşmayı hangi sıfatıyla yaptı bilemedim ama 17 yıllık bir icraattan söz ettiğine göre galiba AKP Genel Başkanı sıfatıyla konuşmuş. (07.9.2020)

***

“Türkiye, geçtiğimiz 17 yılda her alanda tarihinin en büyük dönüşümlerine, en büyük reformlarına, en büyük yatırımlarına, en büyük eserlerine, en büyük hizmetlerine kavuşmuştur. Ülkemizi demokraside ve ekonomide getirdiğimiz yerin önemini, elini vicdanına koyup geçmişten bugüne sağlıklı bir değerlendirme yapan herkes teslim edecektir. [...] Bununla birlikte iki konuda nispeten hedeflerimizin gerisinde kaldık. Bunlardan biri insan yetiştirme olan eğitim, diğeri ise insanı zenginleştirme olan kültür-sanattır. Sorun asla kültür sanata bakışımızda, bu alana verdiğimiz önemde değildir. Biz kültürü tıpkı, toprak, bayrak, askeri ve ekonomik güç gibi özgürlüğümüzün sembollerinden biri olarak görüyoruz. Dünyadaki güçlü ülkelerin paraları ve orduları kadar, hatta onlardan daha önce kültür-sanat alanındaki hâkimiyetleriyle bu sıfatı elde ettiklerini biliyoruz.”

***

AKP Genel Başkanı R.T. Erdoğan’ın “Bununla birlikte iki konuda nispeten hedeflerimizin gerisinde kaldık” cümlesine kadar söylediklerine katılmamız kuşkusuz mümkün değil. Hiçbir şey üretmeyen beton yığınları; vergilerimizin 25 yılına ipotek koyan soygun yöntemi “yap, işlet, devret” modeli yol, tünel ve köprü yatırımları elbette rasyonel ve ekonomik değil. Bu nedenle bunları büyük eser ve büyük hizmet saymamız da olanak dışı. Ama “Bununla birlikte iki konuda nispeten hedeflerimizin gerisinde kaldık. Bunlardan biri insan yetiştirme olan eğitim, diğeri ise insanı zenginleştirme olan kültür-sanattır” demesi son derece haklı. Ancak bu geri kalış, dinsel saplantı ve hurafelerin ürünü olduğu için, “nispeten” değil, tam anlamıyla benzersiz bir bozgun. Bu da çok doğal!

***

R.T. Erdoğan, insan yetiştirme bilimi olan eğitim ve öğretim alanında “nispeten” başarısız olduklarını iddia ediyor. Ben bu itirafın doğruluğunu kanıtlamak için bundan önceki yedi yazıyı yayımladım. Kanıt: Bilime inanmayan, bilime karşı dinsel dogma ve hurafelerini “ilim” kisvesiyle savunan üniversite öğretim üyeleri ve bir rektör. Bu örnekler ne yazık Kütahya Üniversitesi’yle sınırlı değil. Yeryüzünün uygar ülkelerinde Darwin’in “Evrim Kuramı”na karşı “din kitapları”nın yaratılış efsanesini çıkartan tek bir uygar ülke bulamazsınız. Büyük bir olasılıkla R.T. Erdoğan da çalışma arkadaşlarının tamamı da “Evrim Kuramı”na karşıdırlar ama günümüzde “evrim”e dayanmayan bilimsel bilim ve teknoloji yoktur. “Evrim” dilbilimi bile kapsamaktadır.

***

Din bilgisi, dünyanın uygar ülkelerinde, genel ve örgün eğitim ve öğretim programlarında yer almaz. Özellikle uygar ülkeler diye yazıyorum. Çünkü 1923’te kurulan Cumhuriyetin hedefi uygar ülkeler sınıfında yer almaktı. AKP iktidarı Tevhidi Tedrisat Kanunu’nu tersine çevirerek bu bilimsel ve çağdaş hedefe karşı (düşman) olduğunu dünyaya ilan etti. Bu amaçla, hortlamış Panislamist modelin doğmalarını uygulamaya başladı.

Kendi iktidarına yeniçeri yetiştirmek için yoksul halk çocuklarını devşirme yolunu seçti. Oysa adil bir sınavda imam hatip mezunlarının yüzde 95’i üniversiteye giriş sınavını kazanamaz.

***

Benim Din İman Masa Kasa (Tekin Yayınları) adlı bir kitabım var. Kitabın önsözünde yer alan bir bölümü aktaracağım:

“İmam hatip liselerinin önündeki engeller kalkmıştır. İHL’den mezun olunca; hem dininizi üst düzeyde öğrenecek hem de tıp, hukuk, siyasal, mühendislik gibi her çeşit üniversiteye girebileceksiniz. Hem halkın önüne geçip imam hatip olabilecek hem de öğretmen, doktor, avukat, hâkim, kaymakam, müfettiş, mimar olabileceksiniz.”

***

Yeryüzünde bunun benzeri bir öğretim sistemi yoktur, ilkel bir köle yetiştirme sistemi. İlkin ilk ve ortaöğretimde beyinleri yıkayıp ütüleyecekler; bilim karşıtı dogmalarla tıka basa dolduracaklar ve düşünen insan yerine uzaktan yönetilen robotlar yetiştirecekler ve ülke yüzeyini bu türden piranalarla işgal edecekler.

(IX)

R.T. Erdoğan, AKP Genel Başkanı sıfatıyla konuşuyor. Okuyacaksınız. Konuşma metnindeki sayılar cevaplarını da belirlemek için tarafımdan verildi.

***

“1- Fikri iktidarımızı hâlâ tesis edemedik. Hiç kimsenin bu fikri iktidar arayışından rahatsız olmaması gerekir. Bu arayışın sona ermesi, bir ülkenin ve toplumun felaketidir. Hükümet olmakla muktedir olmak, muktedir olmakla iktidar olmak arasındaki farkı gayet iyi biliyoruz. 

2- Gerçek iktidarın, fikri iktidar olduğunu biliyoruz. Bireylerden topluma, oradan insanlığa uzanan fikri iktidar zor bir süreçtir. Şahsen bu konuda kendimi biraz mahzun hissediyorum. Samimi bir muhasebeyle, 18 yılda her alanda tarihi eserlere, hizmetlere imza attığımızı ama eğitim ve öğretimde, kültürde arzu ettiğimiz ilerlemeyi sağlayamadığımızı düşünüyorum... Medeniyet tasavvurumuzu layıkıyla hayata geçiremiyoruz. Medyamız en modern altyapıya sahip ama bizim sesimizi ve nefesimizi yansıtmıyor.”

***

Çok güzel! R.T. Erdoğan AKP Genel Başkanı olarak da böyle bir konuşma yapmamalıydı. İçeriğini açıklamadığı için R.T. Erdoğan’ın fikri iktidardan neyi kastettiğini, iktidarlarının on dokuzuncu yılında kesinlikle tahmin etme olanak ve özgürlüğüne sahibiz! Bu iktidarın ne olduğunu, iktidarlarının başından itibaren dile getirdiler:

AKP’nin dile getirilmiş ve başından itibaren uygulanan ideolojisi Cumhuriyetin kurucu ideolojisinin tam anlamıyla zıddıdır.

***

Özetleyelim: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’nın “laikliğe aykırı fiillerin odağı haline geldiği” gerekçesiyle, AKP’nin kapatılması ve ilgili dönemin 71 yöneticisinin 5 yıl süre ile siyasetten uzaklaştırılması istemiyle hazırladığı iddianame Anayasa Mahkemesi’ne 14 Mart 2008’de sunuldu, Anayasa Mahkemesi iddianameyi 31 Mart 2008 günü kabul etti. Daha sonra AKP milletvekili olacak olan Anayasa Mahkemesi Raportörü Osman Can, partinin kapatılmaması yönünde görüş bildirdi.

30 Temmuz 2008 tarihinde kamuoyuna dava konusunda açıklama yapıldı: 6 üye, partinin kapatılması, 5 üye ise kapatılmaması yönünde oy vermişti. Başkan Haşim Kılıç’ın girişimiyle yeniden oylama yapılmış ve partinin temelli kapatılmaması, fakat Hazine yardımının belirli bir oranda kesilmesi kararına varılmıştı.

AKP’nin, laikliğin karşıtı eylemlerin odağı olduğu kesinmiş ama güya odaklığı çok tehlikeli boyutta değilmiş. Karara bakın ve bu gayri ciddi kararın ülkeyi uğrattığı yıkıma bakın: Felç olmuş bir devlet, iflas etmiş bir ekonomi, bozguna uğramış bir dış siyaset, çökmüş bir devlet yapısı...

Bu totaliter ve otoriter başyücelik rejimine AYM’nin 30 Temmuz 2008 tarihli kararı yol açmıştır. Laiklik karşıtlığının azı/çoğu olmaz.

***

Erdoğan “fikri iktidar” istiyor ama ne için istiyor? Devletin yönetim alfabesini A’dan Z’ye kadar ele geçirmiş, bununla yetinmiyor, üstüne fikri iktidar kahvesi de istiyor: Devlet fiilen anayasasız durumda; devlet kurumları özelleştirilmiş (AKP’lileşmiş), ilk ve ortaöğretimde Tevhid-i Tedrisat Kanunu tersine çevrilmiş ve okullar imam hatipleştirilmiş; yükseköğretim dolaylı ya da doğrudan dini vakıfların eline geçmiş; cami ve kışla AKP’nin emrine girmiş, medyanın yüzde 99’u kullaştırılmış... Bir adım sonra İslami emirlik sistemi…

Cumhuriyetin maddi mirasını çarçur edeceksin, manevi mirasını toptan ret ve inkâr edeceksin, üstüne üstlük bir de fikri iktidar hayali kuracaksın.

***

Bu durumda Din İman Masa Kasa (Tekin Yayınları) adlı kitabımın önsözünden bir alıntı yapmanın tam sırası:

“Bir toplantıda din madrabazlarından biri CHP’nin tek parti döneminde uğradıkları zulmü konuşmacıya laf atarak hatırlatmış. Bunun üzerine konuşmacı laf atana sormuş: ‘Hangi ibadeti yapmak istedin de yapamadın? Namaz mı kılamıyordun, hacca mı gidemiyordun?’ Madrabaz, konuşmacıyı yanıtlamış: ‘İbadeti yasaklamaya gücünüz yetmez. Siz, bizi masadan ve kasadan uzak tutuyorsunuz’. ”

***

Efendim, biliyorsunuz, din ve iman bezirgânlığı sayesinde 19 yıldır masa ve kasa artık ve kesinlikle AKP’nin elinde! Ama liyakatsiz insanlar masaya oturduğu için devlet yönetimi felç olmuş ve masadaki liyakatsizler yüzünden de kasa yani devlet hazinesi iflas etmiş durumda. Kasa boşalmış, boşaltılmış... Halk aç, yoksul ve perişan durumda...

Özdemir İnce / Cumhuriyet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder