ABD başkanlık seçimlerinde yaşananlar bizi başlıktaki soruya götürüyor. Liberal demokrasi, ABD liderliğinde Batı’da, siyaset, ekonomi seçkinlerine (Davos Man), üniversitelere, kültür endüstrisine (medya) göre Soğuk Savaş’tan sonra kapitalizmin ve teknolojinin giderek daha da bütünleştirdiği dünyada, insanlığın evriminin bu aşamasına en uygun yönetim modeliydi. “Tarihin sonu” da sınıf “sorununu” başarıyla çözmüştü.
Bu modeli egemen kılmak, küreselleşmedeki “çatlak”ları kapatmak, liberal demokrasinin lideri olarak ABD’ye düşüyordu. Bu görevin getirdiği “rejim değişikliği”, “ulus inşa” projeleri ülkeleri yıktı, işgal etti, yüz binlerce insanı öldürdü, milyonlarcasını yerinden yurdundan etti; “çatlakları” kapatamadı.
Gerileme ve çöküş
Kapitalizmin “bütünleştirmekte olduğu” dünya, şimdi kapitalizmin basıncıyla yeniden parçalanıyor. Küresel kapitalizm yerini yine ulusal kapitalizmlere bırakmaya hazırlanıyor. Teknoloji, “hakikat sonrası”, “sahte haber” dünyasının doğuşunun ebeliğini yaparak kültür savaşlarını hızlandırarak liberal demokrasinin en temel dayanaklarını (ortak duyarlılıklar, ortak dil ve değerler üzerinde mutabakat) yıkıyor. Bilimsel-eleştirel düşünceye dayalı bir rasyonalizm yerini, dini hurafelere dayalı bir irrasyonalizme bırakıyor.
Liberal demokrasinin vatanı olan ülkelerde hükümetler, ölümcül bir sağlık krizini yönetemiyorlar. Obama ile “ırk sonrası” döneme geçtiği hayal edilen ABD, Trump döneminde, adeta yeni bir “Güney-Kuzey” savaşının eşiğine geldi. ABD ve İngiltere’de “Siyah Yaşamlar Önemlidir” hareketi, liberal demokrasinin, emperyalist ırkçı, köleci, soykırımcı, yüzünü bilinçlere çıkararak tarihsel meşruiyetini, “Batı”nın kültürel, ekonomik siyasi modelinin üstünlük iddialarını yıkıyor. Şimdi “Batı”nın, geçen yüzyılda bu zamanlarda, Oswald Sepengler’in (Der Untergang des AbendlandesBatı’nın Çöküşü- 1920) uygarlıkların yaşam evrelerindeki, “gerileme ve çöküş” olarak tanımladığı son aşamada olduğu söylenebilir.
Bu aşamada, insanlar salt “yaşam dünyalarının tehlikede olduğuna” inanıyor, dahası “bu dünya içindeki konumlarını da anlayamıyorlar”. “Bilişsel harita” parçalandıkça insanların simgesel dünyasını, komplo teorileri, kurtarıcı Mesih imgeleri işgal ediyor. Böylece liberal demokrasi işlevsizleşiyor, yerini güçlü adamlara, kendini Sezar / Sultan olarak gören tiplere, aslında “bir kahramanı oynamaya çalışan opera tenorlarına” (Spengler) bırakıyor.
...Ve seçenekler daha karanlık
Liberal demokrasi çöküyor ama gündemdeki seçenekler, en az onun kadar karanlık. Bunların hiçbiri, bir süredir artık canavarlaşmaya başlamış kapitalizmin tetiklediği uygarlık krizine çare değil.
Başta Çin olmak üzere kimi Asya ülkelerinin pandemiyi denetim altına almada, ekonomilerini yeniden canlandırmadaki başarıları, liberal demokrasi çökerken “seçeneksiz değiliz” düşüncesini güçlendiriyor. Ancak bu seçeneklere yakından bakınca, karşımıza yalnızca tüm çelişkileri ve sorunlarıyla kapitalist ekonomiler değil, aynı zamanda yüksek teknolojilerin getirdiği olanaklardan yararlanarak halklarının günlük yaşamını, evlerinin içine kadar izleyen ve denetleyen, Çin ve Singapur gibi baskıcı, hatta “süreç olarak faşizmin” birçok özelliğini barındıran totaliter rejimler çıkıyor.
Liberal demokrasinin çöküşüne bir cevap, ırkçı milliyetçi nostaljilerle, bir başkası da “tekno-totaliter” kapitalist önerilerle geliyor. Kimileri de cevabı bir başka nostaljide, geçen yüzyılın çökmüş “seçeneklerinin” enkazlarında arıyor. Gerek dün gerekse de bugün alternatif olarak sunulan, aslında tarih olmuş örnekleri de artık eleştirel aklın süzgecinden geçirmek gerekiyor.
İşçi hareketi ve eleştirel entelijansiya, 19. yüzyılda liberal demokrasinin yetersizliklerine karşı “serbestliği” değil, özgürlüğü hedefleyen “toplumsal (sosyal) demokrasiyi” üretti. Bu “toplumsal demokrasi” daha sonra liberal demokrasiye teslim oldu, radikal tarihsel rolünü terk etti. Ben çözümün, bu ilk çıkış noktasındaki ilkelerden, bu ilkeleri günümüzün teknolojik ekolojik ve sınıfsal şekillenmelerine, en geniş adalet ve özgürlük taleplerine göre yeniden canlandırmaktan geçtiğini düşünüyorum.
Ergin Yıldızoğlu / Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder