Hasan Can Kaya mizahının varış noktası kendi ağzından sık sık 'Bizde şerefsizlik para ediyor' cümlesiyle ilan ediliyor.
Katılımcıların izleyici değil anlatıcı konumunda oldukları, diledikleri her şeyi konuşabilecekleri, tamamıyla özgür bir ortamda iyi ve güzel insanları bir araya getirmeyi vaad eden “Konuşanlar” programının tüm bölümleri, medya patronu Acun Ilıcalı’nın kurduğu “Exxen”e transferiyle Hasan Can Kaya tarafından dolaşımdan kaldırıldı.
Otuz küsur bölüm boyunca kendilerine programın gerçek sahibi oldukları anlatılan izleyiciler, bu gelişmeyle şaşkınlık ve hayal kırıklığı yaşadı.
Peki, Hasan Can Kaya’nın yenilikçi ve yaratıcı bulunan formatı, iddia ettiği gibi iyi ve güzel insanlardan oluşan doğal, samimi ve özgür ortamı gerçekten yaratıyor mu?
Bu bağlamda ortada şaşıracak ya da hayal kırıklığına uğrayacak bir durum var mı, yoksa komedyenin yarattığı formatın içeriği mantıksal sonucuna mı ulaştı?
Konuşanlar isimli program izleyicilerin başlarından geçen olayları anlatmaları üzerinden ilerliyor. Hasan Can Kaya söz verdiği izleyicileri iki soruyla yönlendiriyor:
- Başından geçen bir sıçma hikayesi anlat.
- Bir fantezini anlat, cinsel olması şart değil.
Bu yönlendirmeler sonucunda anlatılacak olaylar doğal olarak insanların zaaflarını, zayıflıklarını, arızalarını ve ihtiraslarını kapsıyor. Postmodern çağda alıştırıldığımız mizah, toplumsal çürümenin normalleştiği bir zeminde kurgulandığı için ilk bakışta bir tuhaflık görülmeyebilir. Hasan Can Kaya tarzı mizahın, alımlayıcısını çıkmaza sürükleyen özünü kavrayabilmek için insan arızalarıyla kurduğu ilişkiye ve onları nereye taşıdığına bakmamız gerekiyor.
Yüzleşme - Yabancılaşma - Kanıksama
Hasan Can Kaya’nın “Konuşanlar” formatı, komedi türünün ortaya çıkışından beri en önemli unsurlarından birisi olan “yüzleştirme” öğesine dayanıyor. Popüler komedyenler için sıklıkla “Aslında bize kendimizi anlatıyor.” dendiğini duyarız. Sahnedeki oyuncu ya da komedyen, seyirciyi aslında bildiği, parçası olduğu bir durumla, o durumu komik bulacağı şekilde yüzleştirir.
Kaya’nın dahice(!) buluşu, yüzleştirme efektinin bizzat olayın öznesi tarafından sağlanmasında yatıyor. Anlatıcının normal koşullar altında paylaşmak istemeyeceği zaaflar gönüllü ve milyonlarca insana açık bir biçimde dile getiriliyor. “Konuşanlar” formatı aslında olumlu bir öğe olan “yüzleştirmeyi” kendi biçimi içerisinde bir “ortalığa saçılma” hâline dönüştürüyor.
Buradan birbirini besleyen iki sonuç çıkabilir: Söz ağızdan döküldüğü anda kitlesel bir yabancılaşma ve her türden vasatlığın kanıksanması…
Programı izleyenlerin de genel kanısı, sohbetlerin gittikçe bayağılaştığı yönünde. Yüzleşme - yabancılaşma ve kanıksama şeklinde yürüyen bu programın alınır - satılır bir vasatlığa doğru yönelmesi çok doğal.
Tersinden kurulan çürüme
Kapitalizm, toplumsal çürümenin kaynağında kendisinin bulunduğu gerçeğini gizleyebilmek için tüm arıza, zaaf ve vasatlığı tekil bireye indirgeyerek “insanın doğası gereği bencil, zayıf ve arızalı” olduğunu söyler. Burjuva dünyasında kültür - sanat alanı bu yanılgıya hizmet edecek bir mekanizma biçiminde kurgulanır.
Kötücül olanın toplumsal algıda gizlenebilmesi dolaylı biçimde vasat ve geri olanı besler. Toplumun büyük bölümünün yaşadığı arızaların “utanç verici birer zayıflık” olarak, herkesin bildiği sırlar şeklinde saklanması çürüme olgusunun önemli bir özelliği.
Konuşanlar programı, vasatlığı kanıksanacak bir biçimde ortaya saçarak, insanları değil arızalarını doğallaştırıyor ve sorunun köküne ineceğimiz zemini ortadan kaldırıyor. Sırlar ve arızalar açıkça ortalığa saçılıp aşikâr hâle gelirken, onları yaratan toplumsal ilişkiler “gizli” kalmaya devam ediyor. Hasan Can tarafından “iyi, güzel, doğal, samimi, tatlı” sıfatlarıyla betimlenen insanların, bu yolla çürüme ve vasatlığa tersinden uyumu sağlanıyor. Hasan Can Kaya mizahının varış noktası kendi ağzından sık sık “Bizde şerefsizlik para ediyor.” cümlesiyle ilan ediliyor.
Yargılardan arıma, vadedilmiş birlik ve kazanılmamış özgürlük
Toplumsal norm ve dogmalarla uyumsuz her türlü insan davranışının sert bir şekilde yargılandığı ve baskılandığı bir düzende, bireylerin birbirlerini yargılamadıkları, iyiliği ve güzelliği kendinden menkul birliklerde buluşarak özgürleşebilecekleri tezi, postmodern çağda zaten bizzat baskı mekanizmalarının sahipleri tarafından propaganda edilmekte.
“Biz ahlâk bekçisi değiliz, insan ayırmıyoruz, her katmandan, her sınıftan, her görüşten insan burada kendisini özgürce ifade edebilir. Sağcısı, solcusu, laiği, muhafazakarı… hepsi bizim kardeşimiz.”
Doğal ve samimi insanların kendilerini toplum kılan tüm bağıntıları yok sayıp, “çok tatlı insanlar” sıfatıyla bir araya gelerek özgürleşebileceği tezinin Hasan Can Kaya tarzıyla böyle ifade ediliyor. Burjuva anlayışında hiç değişmeyen, tekrar tekrar önümüze sürülen bu tez; sahtelik ve vasatlıktan rahatsızlık duyan çok geniş kitleleri ehlileştirmekten başka bir işe yaramıyor.
Konuşanlar’da söz alan kişi her ne anlatırsa anlatsın, kendisine vadedilen “iyi ve güzel insanlar topluluğu” tarafından yargılanmayacağını biliyor. Tüm üyelerin birbirlerinin arızalarını samimiyet - doğallık şemsiyesi altında normalleştirdiği ve dile gelmez sırların bu yolla dile getirildiği bir ortamda, doğallaşan ve kanıksanan şey çürümenin kendisi oluyor.
Oysa insanlığın bugünkü en yakıcı ihtiyaçlarından birisi, her türden çürüme ve vasatlığı “çözülmesi gereken problemler” şeklinde ortaya koyarak bunların gerçek kaynağına, yani sömürü düzenine götürecek bir muhasebe ve muhakemeyi yapılabilmesi. Samimiyet ve özgürleşme, “en büyük rezilliği kim anlatacak” yarışıyla değil, ancak böylesi bir muhakeme ve muhasebeyle inşa edilebilir.
İMRAN AYDIN TALİ / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder