Büyüyen ekonomik kriz, 2020 yılında doğa talanını da artırdı. Canlıların yaşamı için hayati öneme sahip alanlar, özel ve kamu şirketlerinin faaliyet alanına dönüşürken, torba kanunlara sıkıştırılan maddelerle çevre koruma mücadelesi zorlaştırıldı. Doğa için direnenler ise 2020’de de pes etmedi, Türkiye’nin her yeri çevre koruma mücadelesine sahne oldu.
Doğayı ‘satılacaklar listesi’ne ekleyen hükümet, 2020 yılında madenler başta olmak üzere birçok doğal varlığı yıkım projelerine açtı. 2019 yılında Kazdağları’ndaki altın madeni projesinin yol açtığı hasar tüm Türkiye’yi ayağa kaldırmıştı. Maden projeleri 2020’de de tepki toplamaya devam etti.
Ordu’nun Fatsa ilçesine 10 kilometre mesafedeki altın madenini, kestane ormanı ve fındık bahçelerini yok etme pahasına genişletme çalışmaları; Limak Holding’e kalker ocağı için verilen bedelsiz hazine arazisi; Bursa Kirazlıyayla’da halkın karşı çıkmasına rağmen genişletilmek istenen bakır madeni Türkiye’nin “maden politikasını” ortaya koyan örneklerden bazılarıydı.
TEMA Vakfı’nın Muğla’nın yüzde 59’unun maden ruhsatına sahip olduğunu gösteren raporu, Türkiye’de hukuk ve bilim temelinden ne kadar uzaklaştığını da gösterdi. Kazdağları ve Muğla’nın madene feda edilmesinin istisna olmadığı diğer illerden gelen benzer haberlerle anlaşıldı.
Doğal varlıklar, su kaynakları, tarım ve insan sağlığı, yeni maden yasaları karşısında hep kaybedeni oynuyor. İhtiyaca veya hangisinin yaşam için daha önemli olduğuna bakılmaksızın maden olan her yer şirketler aracılığıyla talana açılıyor. Başta maden tehlikesiyle karşı karşıya kalanlar olmak üzere, bu tehlikeye karşı çıkanların sesi ise giderek artıyor. Maden firmaları ise çevreciler hakkında karalama kampanyaları yürüterek itirazları bastırmayı deniyor.
HASANKEYF SULAR ALTINDA
Türkiye’nin en yüksek elektrik talebinin, kurulu gücün yarısı seviyesinde olmasına rağmen durmayan yeni enerji santral inşaatları, 2020’de doğayı değil dünya tarihini de yok etti. Mayıs ayında açılan Ilısu Barajı, tarihi 12 bin yıl öncesine uzanan Hasankeyf’i sular altında bıraktı. Plan aşamasından beri yapılan tüm uyarılara rağmen devam ettirilen baraj projesi, bir dünya mirasını yok ederek muhtemelen dünyanın en büyük tarihi yıkımına yol açan barajlarından biri oldu. Başta Karadeniz bölgesi olmak üzere HES’lerle ilgili şikâyetler ve protestolar da zaman zaman Türkiye’nin gündemine geldi. Kars’ın Sarıkamış ilçesi Karakurt köyü, baraj suyunun yükselmesi nedeniyle sular altında kaldı. Artvin’de iptal edilen Hanlı HES projesine yeniden ‘Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED)gerekli değildir’ kararı verilmesi üzerine bölge halkı kararı yeniden yargıya taşıdı.
Ocak başında filtresiz çalışan termik santrallardan beş tanesi kamuoyu baskısı nedeniyle tamamen, bir tanesi de kısmen kapatılmıştı. 8 Haziran 2020’de bu santrallar yeniden açıldı ancak taahhüt edilen filtreleme sistemlerinin eksik ve yetersiz olduğuna dair ciddi itirazlar var. Santrallara yakın oturan insanlar hava kirliliğinden şikâyetçi olmaya devam ediyor. Temiz Hava Hakkı’nın açıkladığı “Kara Rapor 2020”, yeterli veri olan 51 ilin yüzde 98’inde hava kirliliği verilerinin (PM10) Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) sınır değerlerinin üzerinde gerçekleştiğini açıkladı.
KURAKLIK KRONİK SORUN
Termik santralların filtrelerinin durduramadığı iklim krizi ise başta kömür olmak üzere petrol ve doğalgaz gibi fosil yakıtların tüketilmesiyle daha büyük bir sorun haline geliyor. Paris Anlaşması’na taraf olmayan yedi ülkeden biri olan Türkiye, seragazı emisyonlarının 31 Mart’ta açıklanan 2018 yılı envanterine göre 520 milyon tona (CO2 eşdeğeri) ulaştığını açıkladı. 2005 yılında bu rakam 337 milyon tondu. 2018 yılı emisyonlarının yüzde 71’i enerji kaynaklı.
İklim krizini durdurmak için bir politika geliştirmeyen Türkiye, krizin etkilerini ise her yıl daha şiddetli bir şekilde hissediyor. Kuraklık ve beraberinde görülen susuzluk neredeyse her bölgede kronik bir sorun halini alırken sayısı ve şiddeti artan aşırı hava olayları Giresun’dan Antalya’ya kadar birçok ilde can ve mal kaybına yol açtı.
Başta iklim krizi olmak üzere, enerji kaynaklı sorunların çözümü için önerilen jeotermal ve biyokütle enerji gibi yenilenebilir enerji kaynakları, Türkiye’nin birçok ilinde sorunun adı oldu. ÇED süreçleri gerektiğince yapılmayan, kümülatif etkileri ve halkın istekleri dikkate alınmadan hayata geçirilen Jeotermal Enerji Santralları (JES), başta Aydın olmak üzere pek çok yerde “istenmeyen enerji” ilan edildi. Tarımla geçinen köylüler, Ege bölgesinde sayıları giderek artan JES’lere ürünlerinin kalitesini ve üretim miktarını etkilediği için karşı çıkıyor. Aydın’ın Beyköy ve Kuyucular mahallerinde köylüler jandarmayla karşı karşıya gelirken İzmir’in Seferihisar ilçesine bağlı Orhanlı köyünde de köylüler jeotermal enerjiye karşı dava açmaya hazırlanıyor.
Biyokütle santralları da 2020’de itirazlarla karşılaşan enerji türlerinden biri oldu. Manisa Salihli’nin Çapaklı Mahallesi’ne yapılmak istenen biyogaz santralına karşı köylüler yolu kapattı, gözaltına alınanlar oldu.
YÜREKLER YANGIN YERİ
İklim kriziyle daha büyük bir sorun haline geleceği tahmin edilen orman yangınları 2020 yılında da herkesin yüreğini yangın yerine çevirdi. Resmi rakamlara göre Türkiye’de geçen yıl bin 702 orman yangını meydana geldi. Toplam 12 bin 806 hektar alan zarar gördü. Hatay Belen'de meydana gelen yangın, 2020’nin en çok konuşulan yangınlarından biri oldu. Yerleşim yerlerine ulaşan yangın, 33 saat sonra kontrol altına alınabildi. Yangın bölgesinde bir maden projesi olduğu gazete haberlerine yansıdı.
Son yıllarda doğaseverlerin ve turistlerin gözde mekanlarından biri haline gelen, beyaz kumları ve turkuaz rengi suyuyla ünlenen Burdur’daki Salda Gölü, 2020’de yapılaşma projelerinin odağı oldu. Tepkiler nedeniyle “Salda Gölü Özel Çevre Koruma Projesi içinde herhangi bir betonarme yapı asla olmayacak, çivi dahi çakılmayacaktır” açıklamasını yapan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, göl kenarına değil ama kıyıdan 500 metre uzağa bungalov ahşap evler yerleştirdi.
DÖRT KAT FAZLA FİYAT
Türkiye’nin Mersin ve Sinop’a nükleer santral kurma isteği sürüyor. Akkuyu’da Rus devlet şirketi Rosatom tarafından yapımı sürdürülen santralın ikinci ünitesinin yapımına da başlandı. 2019 yılı rüzgar santralı ihalelerinde ortaya çıkan fiyatın 3,5 dolar olmasına karşın Türkiye’de 15 yıl için 12,3 dolar üzerinden alım garantisi verilen santral tamamlanırsa, köprü projelerinde olduğu gibi Türkiye’yi ciddi bir mali yükün altında bırakacak.
AKP deprem riski, radyoaktif atık sorunuyla ilgili kayda değer bir gelişme olmaması ve kaza olasılığı nedeniyle halkın istemediğini açıkça belirtmesine karşın Sinop’taki projeyi de ayakta tutmaya çalışıyor. Japonya’nın Sinop'taki projenin maliyetinin yüksekliğini ve hükümetin bu maliyeti karşılamak istememesini gerekçe göstererek çekilmesiyle havada kalan proje, hükümetçe sürdürülmeye çalışılıyor. Ortada kamuoyuna açıklanan bir şirket olmamasına ve ÇED sürecindeki halkın katılımı toplantısına Sinop milletvekilleri ile belediye başkanlarının da aralarında olduğu onlarca Sinop'lunun alınmamasına rağmen proje devam ettirilmeye çalışılıyor.
Nedendir bilinmez ama ‘yangından mal kaçırırcasına’, hukuki süreçlerin bile tamamlanmasını beklemeden yürütülen yıkım projeleri, 2021 yılına da damgasını vurmaya aday. Çevreciler ve doğaseverlerle, toprağına sahip çıkmak isteyenlere her zamankinden daha büyük bir iş düşüyor.
Özgür Gürbüz / BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder