Bizim memleket biraz müpto gibi.
Yani bağımlı.
Ama bir sorun neye bağımlı. Sabahtan akşama yalan duymaya bağımlıyız.
Öyle işte hacı dede. Kimisi ap bağımlığı olur, kimisi hesrar içer sabahtan akşama beynini eritir, kimisi zokainman olur, gözlerini böyle çırpıp çırpıp terler gecesi gündüzüne karışmış şekilde, kimisi ise sahillerde, tepelerde biraya vurur kendini. İçtikçe içer, saati belli değildir. Gündüz de içer, sabah da içer akşam da içer.
İçmenin bir de şöyle bir yanı var. Ne içsen alışıyorsun. Alıştıkça daha çok içiyorsun, tam bir kısır döngü.
Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni’nde alkol bağımlısı bir birey vardır, filmin bir yerinde rakıya ekmek doğrar, öğün niyetine yer. Maksat bünyeye alıştığı, bağlandığı şey girsin.
Gerisi mühim değil.
Zaten tüm bağımlılıklar aslında bir şeyden kurtulmak için başlanan küçük zevkler neredeyse. Tabii işin zevk kısmı hemen soyulur, yaldızın altından bağımlılığın insanda yarattığı ruhsal karanlık ve dipsiz kuyusu hâsıl olur. Bağımlılık kuyusunu bazen kimileri bir tünel gibi görür. Oysa ki tünelin sonundaki ışık, bağımlılık kuyusunun dibinde yoktur. Kuyunun dibindeki şey ışık değil, kuyunun içine bakan kendimizin yansımasıdır.
O yüzden bağımlılık en kötü şeydir çoğu zaman. İyi olsa bile, bir noktada hayata bakışımızı bozar, o şeyden başka bir şey istemez oluruz.
İşte uzun lafın kısası toplum olarak da iktidar olarak da maalesef şu zamanda öyle bir bağımlılık, öyle bir kendimizi yitirmişlik içindeyiz. Toplum olarak her gün daha fazla yalana maruz kalıyorken, hayatımız iki dudağının ve bıyıklarının arasında olanlar da her gün daha fazla yalan söylemek zorunda kalıyor. Yalan bağımlılığı da çok pis bağımlılık. Toplum olarak sürekli yeni bir yalan bulmamız gerekiyor. İlerlemiyor muyuz?
O zaman dış güçler bas, Kılıçdar bas, LGBTi bas… Düşman bas…
Bir de kronik yalan durumu var. Kendi yalan söylüyor ama inanmıyor yalanına. Malum partili vekilleri düşünelim. Hepsinin aman höcö öföndü, yürdüne dün bütsün bü hüsrüt, ne üstüdülür dü vürmüdük… diye diye yağdanlığa döndüğü cemaatle sonra pastadaki paylar değişince aniden düşman oldular. Sonuç belli, ülkeyi bu korkunç günlere getiren süreçler de arşivler de kaybolmuyor ama bizimkiler ısrarla kendileri dışından herkesi cömöötcü bu diye etiketleyebiliyor.
Çünkü kronik durumda yalancılığımız.
Şimdi her gün düzenli olarak milyonlara yalan söyleyen bir birey olduğunuzu düşünün. Başınıza gelmeyen bir olayı bile “Ya işte Barbara Palvin ile de böyle birlikte oldum, hem de o biçim” diye herkese anlatsanız, bir noktada siz bile Barbara ile mercimeği fırına verdiğinize –hem de defalarca- inanırsınız.
İnsan doğası böyle.
O yüzden bu zor günlerde oy için sokakta kalan malum partiler için kapınızın önüne bir kap yalan bırakmayı unutmayın. Çünkü yalanlarla yaşanmış bir hayata ömür denemez.
Düşünsenize dünya bizi kıskanıyor. Buna inanıyorsunuz. Ülkenin ne kadar çok üniversitesi var! Merkel “Öff” demiş, uzaya uçuyoruz, Ay’a ne gerek var bilmiyoruz ama astronot yollayacağız. Astronota astronot demeyeceğiz, yerli arabamız yollarda, yerli uçağımız havada. En süper ülke biziz, diğerleri de bizi çekemediklerinden medeniyet denilen rezalete sığınmış durumdalar.
En süper anayasayı yazacağız ama Japonlar izin vermiyor. Aksaray’ın altında 1 trilyon metreküplük doğalgaz rezervi varmış ama Ruslar izin vermiyormuş.
Kaan Sezyum / BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder