Dört profesörün okuldan uzaklaştırılmasını talep ediyorlar. İlkin nazikçe sonra yumurta atarak…
Yumurta fena olmayan bir gıdadır. Böyle bilinir. 1920’li yıların başlarında darülfünun öğrencileri için yumurtanın gıda olmasının dışında günümüze kadar taşınan ve kimi zaman işe yararlılığı kanıtlanmış olan bir işlevi daha vardır ki, dönemin öğrencilerinin bunun hakkını pek güzel verdiklerini öğreniyoruz anı kitaplarından.
Mahmut Goloğlu, Milli Mücadele Tarihi adını taşıyan çalışmasının dördüncü cildinde “ek” olarak bazı anılara yer verir. Anı sahiplerinden biri de 1920 başlarında Edebiyat Fakültesi öğrencilerinden olup “usta yumurta atıcılarına” gözcülük yapan, isabet oranını arttırmak için de gizlendiği yerden elindeki düdüğü öttürerek nişangah ayarı yapan Osman Horasanlı’dır. Burada “nişangah ayarı” derken kastedilen yumurtanın nişan alınan kişinin kafasında kırılmasını temin etmek için en uygun yer ve zamanın saptanması, pusuya yatmış görevliye düdük vasıtasıyla hedefteki kişinin işgal ettiği yerin koordinatlarının verilmesidir.
O yıllardaki yaygın değişile “Darülfünun Grevi” denilen ve edebiyat fakültesinde başlayıp kısa zamanda bütün üniversiteye yayılacak olan öfkenin bir anda eyleme dönüşmesinin nedenlerine sıra gelecek ama, önce hani elim değmişken, yazarken de pek keyiflendiğimi saklayamadığım şu yumurta eylemini biraz daha ayrıntılı aktarmak isterim.
Ord.Prof. Dr. Kâzım İsmail Gürkan, kendisinin de bizzat planlayıcılardan biri olduğu anlaşılan yumurta harekâtını “Darülfünun Grevi” adını verdiği anı kitapçığında pek güzel anlatır:
Süratle ikinci kata çıktığım zaman Ali Kemal’i ceketini çıkarmış, ayakta Refik Halit Karay ile münakaşa ederken gördüm ve derhal merdivenleri üçer beşer inerek matbaadan çıktım. Gördüğümü söyledim. Cafer düdükle Ali Kemal’in içeride olduğu haberini verdi. Bekleme devam ediyordu. Saat tam 18’de Ali Kemal, lacivert bir elbise, açık renk bir fes giymiş olarak matbaadan çıktı. Arkasında birkaç genç muhafız tavrıyla yürüyorlardı. Sirkeciye doğru birkaç adım attıktan sonra…”
Evet, anlaşılacağı üzere harekât başlamıştır… İki ayrı yerden fırlayan öğrenci gençler, Gürkan’ın anlatımına göre pek terbiyeli, zarif ve kibar olmalılar; küfürsüz, bağırtısız, çağırtısız sakince ve büyük bir tevazu ile ceplerinden çıkardıkları yumurtaları…kafası budur!
“…Ani bir sarsıntıya uğrayan Ali Kemal’in koltuğundaki çanta ve gazetelerle fesi yere düştü, vurulduğunu sanmış gibiydi. Onu korumak için arkasından yürüyen bir gurup genç ile bir subay, korkularından kaçacak yer aradılar, çil yavrusu gibi dağıldılar. Ali Kemal ise aksine toparlandı, kendine geldi. Hiddetle etrafa yumruk sıkıyor, ‘niçin kurşun sıkmadınız, alçaklar’ diye bağırıyordu…”
Aynı gün şair yazar Cenap Şahabettin ve Ali Reşat Bey her zamanki gibi evlerinden çıkarken yumurta saldırısına uğrarlar. Durun murun deseler de kafa göz, üst baş berbat olmuş, feslerinin oraya buraya savrulmasına engel olamamışlardır.
Felsefeci Rıza Tevfik’in ise olup bitenden daha önceden haberdar olduğunu ve bu nedenle de tetik durduğunu anlıyoruz. Yazılanlara göre Rıza, sokak başlarını tutmuş olan öğrencileri görürü görmez yaşından umulmadık bir atiklikle kaçarak paçayı kurtarmıştır. Yine yazılanlardan öğreniyoruz ki o güne kadar kitap dolu çantasını elinde taşıyan Rıza Tevfik, nedendir bilinmez, o günden sonra çantasını eliyle dengeleyerek kafasının üstünde taşımayı hut edinmiştir!
Yumurta saldırısına uğrayan bu dört hocanın ortak yanı, dördünün de edebiyat fakültesinde profesör olmaları, dördünün de milli mücadeleye karşı olup hemen her fırsatta derslerde Mustafa Kemal ve arkadaşlarına kin kusmalarıdır. Özellikle de Ali Kemal ve Rıza Tevfik.
Ali Kemal mi?
İstanbul hükümetinde Milli Eğitim Bakanı, İçişleri Bakanı; Hürriyet ve İtilaf Partisi’nin genel sekreteri, İngiliz Muhipler Cemiyeti’nin kurucularından ve Edebiyat Fakültesinde profesör… Bir de Milli Mücadele yıllarında Ankara’ya, Mustafa Kemal ve arkadaşlarına başyazarlık yaptığı Peyam-ı Sabah gazetesindeki köşesinden olmadık hakaretler yağdıran gazeteci.
Rıza Tevfik’e gelince , 10 Ağustos 1920 günü Sevr Antlaşması’nı imzalayan dört kişilik Osmanlı heyeti içerisinde Şura-yı Devlet Başkanı (Danıştay) olarak yer almış, Milli Mücadele karşıtlığında Ali Kemal’le yarışamasa bile ondan pek de aşağı kalmayacak biri.
Hani derler ya bardağı taşıran son damla… Bu son damla Ali Kemal’in Peyam-ı Sabah gazetesinde yazdığı yazıda geçen şu cümleler olmalı:
“Kuyucu Murat Paşa Celalilere nasıl muamele etmişse, Kuvayi Milliye’ye de öyle muamele edilmelidir. Saltanata bağlı halim selim Anadolu halkı da Mustafa Kemal eşkıyasına haddini bildirecektir.”
Evet… İzmir’in işgalinden dört gün sonra işgali protesto için on binlerce insanın katılımıyla ünlü Sultan Ahmet mitingini düzenlenmesine ön ayak olan, gözlerini, kulaklarını Ankara’ya, “kalpaklılara” dikmiş Darülfünun öğrencilerinin isyanı Edebiyat Fakültesi Talebe Cemiyetinin derslere girmeme yönünde almış olduğu kararla başlıyor. Kısa bir zamanda diğer fakültelerden destek açıklamaları geliyor… Darülfünun ayaktadır.
Dört profesörün okuldan uzaklaştırılmasını talep ediyorlar. İlkin nazikçe sonra yumurta atarak…
Mahmurt Goloğlu, Osman Horasanlı’nın ağzından yazıyor:
“Sözü geçen müderrisler Edebiyat Medresesi’nin Edebiyat Şubesi müderrisleriydiler. Edebiyat Şubesi talebeleri bunları her gün görmekten ıstırap duyuyorlardı. Milli hisleri galeyana geliyordu. Bu şube talebeleri kendi aralarında derslere girmemeye karar verdiler. Biz Felsefe şubesi öğrencileri de Rıza Tevfik’in derslerine girmemeye karar verdik. Bunun üzerine Edebiyat Medresesi Talebe Cemiyeti harekete geçti ve fevkalade bir toplantıdan sonra dört müderrisin Darülfünundan çıkarılmadıkça derslere girilmeyeceğini ilan etti. Bu kararın gerçekleşmesi için öteki fakültelerin de bu harekete katılması şarttı. Hemen temasa geçildi ve bütün fakültelerin talebe cemiyetleri kararı tasvip etti.”
Ancak Hukuk Fakültesi öğrencilerinin büyükçe bir bölümü derslere girince, girmeyen boykotçu küçük bölüm, girenleri uyarmak için diğer fakültelerden destek istemiştir. Aralarında Osman Horasanlı’nın da bulunduğu Felsefe Bölümü öğrencileri Hukukçuları, pek de nazik olmadıkları anlaşılan davranışlarla uyarıyor. Üniversitenin kapılarını kapatan öğrenciler bununla yetinmeyip işgal altındaki İstanbul’da afişleme yapıyorlar. İsteklerini İstanbul halkına duyuruyorlar:
Dört müderris okuldan uzaklaştırılsın!
Darülfünun inadı İstanbul hükümetini yeniyor… Uzaklaştırılıyorlar…
8 Kasım 1922 oluyor. Artık zafer kazanılmıştır. İsmet Paşa Lozan’a gitmek üzere İstanbul’dadır. Halk İsmet Paşa’yı büyük bir coşkuyla karşılamıştır. Meydana bakan balkonların birinde Edebiyat Fakültesinden tanıdık bir isim var, Hasan Ali (Yücel), yanındaki Osman Horasanlı’ ya eliyle kalabalık arasından birini işaret ederek, bunları İsmail Kâmil Gürkan’dan aktarıyorum, “Bak” diyor, “bak şunun haline bak!”
Darülfünun gençliğini, İsmet Paşa’yı, zaferi alkışlamaya gelmiş olanların arasında işaret ettiği kişi Rıza Tevfik’tir.
Rıza Tevfik 1923’te 150’liklere dahil edilirken, Ali Kemal ne kadar yazık, 1922’de İzmit’te linç edilmiştir.
Mehmet Bozkurt / SOL
Kaynaklar:
Kâzım İsmail Gürkan, Darülfünun Grevi, Harman Yayınevi, İst.1971
Mahmut Goloğlu, Cumhuriyete Doğru, cilt: 4, İst.2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder