19 Mart 2021 Cuma

Çanakkale Savaşı: Şu Boğaz Harbi nedir, var mı ki dünyada eşi? - SOL / Söyleşi

 18 Mart 1915 Çanakkale Savaşı yakın tarihin en önemli olaylarından biri. Bu savaş Türkiye'deki ideolojik mücadelenin de konusu olmaya devam ediyor. Peki Çanakkale'de gerçekte ne yaşandı?

18 Mart 1915 Çanakkale Savaşı yakın tarihin en önemli olaylarından biri. Ömrü kısa süreli de olsa, Dünya Savaşı'nın seyrini değiştiremese de Osmanlı'nın son büyük zaferi. Mustafa Kemal Atatürk'ün savaşta üstlendiği rol, sonrasında kazandığı popülerlik nedeniyle Cumhuriyet döneminin de efsaneleri arasında görüyoruz bu savaşı.

Diğer taraftan bu savaş Türkiye'deki ideolojik mücadelenin de konusu olmaya devam ediyor. Türk sağı tarafından ağırlığı orantısız şekilde abartılarak her zaman Osmanlıcı ideoloji için kullanılmaya çalışılıyor. Bu durumun AKP döneminde daha da artarak devam ettiği görülebilir. Dinci efsanelerle, metafizik uydurmalarla, savaşla ilgili yanlış bilgilerle orada can veren yüzbinlerce Anadolu çocuğunun, fedakarca savaşan genç subayların çabalarına saygısızlık ederek savaşın hep "gökten gelen bir emirle" kazanıldığı anlatılır. Bu bakış aynı emrin savaşın devamında neden gelmediğini, Osmanlı'nın diğer savaşlarda neden yenilip parçalandığını açıklamaz tabii.

Savaşın yıldönümünde bir Çanakkaleli olan, Çanakkale Savaşı üzerine bir kitabı da bulunan1 İstanbul Üniversite Öğretim Üyesi E. Zeynep Suda ile konuştuk.

Suda'ya bu savaşı diğerlerinden ayıran özellikleri, Türk sağının bu savaşla ilgili yaklaşımını ve Türkiye'deki ilericilerin, solcuların, sosyalistlerin bu savaşı nasıl değerlendirmesi gerektiğini sorduk.

Çanakkale savaşını diğer savaşlardan farklı olarak sürekli gündemde tutan, Cumhuriyet döneminde de sahiplenilmesine sebep olan nedenler nelerdir? 

Çanakkale savaşının Cumhuriyet tarihi boyunca özel bir önemi, özel bir yeri var. Bu önem dönemden döneme değişiklik gösterse de Cumhuriyet ideolojisi tarafından Cumhuriyetin kurucu olaylarından biri olarak kabul ediliyor. Bu savaşı dünya savaşlar tarihinde ve Büyük Savaş’ın cepheleri arasında önemli ve farklı bir yere oturtan özellikleri var. Ancak daha da önemlisi çökmekte olan, hasta adam olarak nitelendirilen Osmanlı Devleti’nin 1915 yılında, Osmanlı topraklarında Büyük Savaş’ın çarpışmalarının yaşandığı ilk yılında bu karmaşık savaşı büyük kayıplarla da olsa alnının akıyla kazanmış olması önem taşıyor.

"19. Yüzyıl boyunca ve özellikle de Balkan Savaşları ile kayıplarının görünür olduğu, ekonomik durumun bozulduğu, borcun bini aştığı bir ülkede o dönemin insanları, aydınları için bir zafere çok ihtiyaç duyulduğunu tahmin edebiliriz."

19. Yüzyıl boyunca ve özellikle de Balkan Savaşları ile kayıplarının görünür olduğu, ekonomik durumun bozulduğu, borcun bini aştığı bir ülkede o dönemin insanları, aydınları için bir zafere çok ihtiyaç duyulduğunu tahmin edebiliriz. Bu kazanma ve zafer ihtiyacı Cumhuriyetin kurucu kadroları için de son derece gerekliydi. Savaşlar kaybetmiş, işgale uğramış, siyasi merkezinin çökmüş olduğu bir ülkede, Anadolu’nun bağrında bir kasabada yeni bir başlangıç yapmanın zorlukları kazanım ve zaferlere gereksinim duymaktaydı. Bu nedenle Çanakkale savaşı hem Osmanlı’nın son günlerinde İstanbul ve Anadolu’da bulunan aydınlar ve hem de Cumhuriyetin kurucu kadroları açısından önem taşımaktadır, birçoğu o cephede ya da diğerlerinde bulunmuştur. Mustafa Kemal’in askeri ve siyasi kariyeri açısından da bu cephede rütbesini aşan şekilde üstlenmiş olduğu rol onun sonraki yaşamında önemli bir dönüm noktası oluşturmaktadır. Ruşen Eşref tarafından savaşın devam ettiği günlerde yapılan röportajın 1930’ların başında ayrıca kitap olarak yayınlanması ve bu anlatının Cumhuriyetin kurucu öğelerinden biri haline gelmesi tesadüf değildir. Mustafa Kemal açısından bu deneyim, kazanma ve kaybetme, ödenen bedeller daha sonraki yaşamında ve kuruluş efsanesinde yapı taşlarından bir tanesini oluşturmaktadır.

Türk sağının bu savaşı Anadolu'daki savaşların, Kurtuluş Savaşı’nın karşısına bir ağırlık noktası olarak koyması ne anlama geliyor, buradan ne umuluyor?

Türk sağının, milliyetçi kesimin bu savaşı farklı bir anlamlandırma çerçevesi olmuştur. Ancak başlangıç noktası birdir: bir çöküşten yükselişe, ulusun şahlanmasına, Türk milliyetçiliğinin zaferine duyulan ihtiyaç. Unutulan ve hiç hatırlanmayan Osmanlı devletinin bu savaştan yenik çıkmış olması, başkentin ele geçirilmesi ve Anadolu’nun işgale uğramasıdır. Türk sağının bu konuya bakışında bütünü göremeyen ve gelişmeleri bütünlüklü bir biçimde değerlendirmeyen yönler vardır. Birkaç önemli argümandan söz edebiliriz: İlki savaşı kazandığımız halde Almanlar yenilmiş olduğu için yenilmiş sayıldığımız efsanesidir. Savaşa girme durumu, o günün koşulları hiç değerlendirilmez. Bir diğeri suçu birilerinin üzerine yıkmaktır. Örneğin İttihat ve Terakki Cemiyeti’nden, o dönemin iktidarından bu kadar nefret ediliyor olması bununla da ilgilidir. Suçu Talat, Enver ve Cemal’in üstüne atmak işin kolayına kaçmaktır. 19.yüzyıl boyunca yaşanan kayıplar, gerilemeler, ekonominin çökmüş, Düyunu Umumiye’nin vergi gelirlerine el koymuş olduğu, Balkanların kaybedilmiş, İstanbul’a büyük bir göç dalgasının gelmiş olduğu bir durum değerlendirilmez, görülmez. Bu kesimden çoğunlukla dış güçlerin bizi köşeye kıstırdığı, komplocu teoriler duyarız. Oysa bütün bu çalkantılı süreci değerlendirecek farklı bir analitik çerçeveye, farklı bir dünya görüşüne ihtiyacımız vardır.

"Unutulan ve hiç hatırlanmayan Osmanlı devletinin bu savaştan yenik çıkmış olması, başkentin ele geçirilmesi ve Anadolu’nun işgale uğramasıdır. Türk sağının bu konuya bakışında bütünü göremeyen ve gelişmeleri bütünlüklü bir biçimde değerlendirmeyen yönler vardır."

Bir diğer önemli nokta, Türk sağının önemli bir kısmının Anadolu macerasının dışında kalmış olması ile ilgilidir. Onlar bu savaşımı çok riskli, tehlikeli ve adı üstünde bir macera olarak görmüşlerdir. Mustafa Kemal’in peşine takılmak daha sonrasında da Ankara’da, 1930’larda denenen cumhuriyetçi, laik, halkçı çerçeve ile sorunları bulunmaktadır. Kurulan siyasal çerçevenin sorunsuz olduğunu ileri sürecek değilim, ancak yine de bir deneme olarak ve günümüze bıraktıkları ile önemlidir, değerlidir. Türk sağı bu denli radikal adımlar atılmasını riskli bulmuştur. Birçoğunda “eski güzel günlere” dönüş hayali vardır. Bu nedenle Osmanlı dönemi zihinlerde bir uyum, anlayış, birlik ve güç sembolü olarak inşa edilmiştir. Koca imparatorluktan ulus devletin sınırlarına, Misakı Milli sınırlarına, Anadolu’ya çekilmek bir kayıp olarak görülür. Bu kaybın sorumlusu aranır, eski günlere özlem duyulur. Eskide kalmış olan hiç de doğru olmayan bir değerlendirmeyle “altın çağ” olarak hatırlanır ve yeniden inşa edilir.

Çanakkale savaşı bu dönem noktasında bu kesimin de sahiplendiği, savunduğu ve zaferden pay çıkardığı bir olaydır. Ne de olsa vatan korunmuş, İstanbul korunmuş, imparatorluk merkezi korunmuştur. Ancak unutulan bu cephede kazanılan zaferin ömrü kısa olmasıdır. Buradaki askerler başka cephelere gönderilmiş, yorulmuş, savaşlar anlamını kaybetmiş ve asker kaçakları Anadolu’da dolaşmaya başlamış, nihayetinde de Anadolu’ya asker çıkarılması ile siyasi ve askeri durum başka bir evreye ulaşmıştır.

Ama elbette şunu da belirtmek lazım ki Türk sağı kendini Cumhuriyet Türkiye’sinde, Ankara’da da yeniden kurmaya başlamış, Türk milliyetçiliği ve sağcılık orada da kendini yeni dünyanın yeni güçleri ile eklemlenerek yeniden var etmeye girişmiştir.

Emperyalist savaşların karşısında duran, halkların kardeşliğini savunan ilericiler, solcular, sosyalistler bu savaşı değerlendirirken nasıl yaklaşmalı?

Bizim için de önemli ve değerli bir deneyimdir. Hele bir Çanakkaleli olarak benim için kişisel önemi de var. Ama hepimiz için düşünecek olursak, saldıran tarafın o günün dünyasında emperyalist güçlerin bir koalisyonu olduğu, dönemin en gelişkin teknolojisine sahip gemiler ve savaş araçları ile donanmış oldukları biliniyor. Bizde ise 5. Ordu Komutanı Liman von Sanders ve kurmay subaylarının anılarından okuduğumuz gibi birbirinden çok farklı, sanki Fatih zamanından kalmış toplar, mermisi olmayan tüfekler bulunmaktadır. Cepheye ulaşımdan askerin beslenmesine, cephede yaşam koşullarından cephe gerisine, teknolojiye bir yokluklar, yoksunluklar listesi yapılabilir. O nedenle günümüzde savaşın popüler sunumunda cephede günlük asker tayını, kişisel fedakârlıklar, Seyit Onbaşı efsanesi öne çıkmaktadır. Savaşın başında henüz deniz savaşı sırasında efsaneleşen Nusret Mayın Gemisi’nin döşediği mayınların çeşitli denizlerden, kıyılardan toplanmış, daha önce kullanılmış ve başka ülkelerde üretilmiş mayınlar olduğu savaş tarihçileri tarafından ileri sürülmektedir.

Ama bu savaşta bizim için de önemli şeyler bulunmaktadır: Yine fedakarlık, yine halkın içinden gelen genç çocuklar, yine eğitimli ve vatansever insanlar.. Ve elbette iyi eğitimli genç subaylar.. Bu insanların fedakârlıkları sayesinde bu savaş mucizevi bir şekilde kazanılmıştır. Bu savaşta üst rütbeli subaylar ve komutanlar cepheye o kadar yakındırlar ki, birçoğu vurulmuş, yara almıştır. Mustafa Kemal’i koruyan cep saati efsanesinin bununla ilgisi vardır.

Diğer tarafın niye yenildiğini sormak da ilginç bir soru olur. Dezavantajlı bir konum, denizden karaya çıkartma harekâtı ve başka birçok şey sayılabilir. Aslında İstanbul’a götüren bir deniz yolu, bir boğaz olmasa, Batı merkezleri açısından bu cephenin hiçbir önemi yoktur. Bunca insan boşuna hayatını kaybetmiştir, iki taraftan da.. İngilizlerde savaştan kısa bir süre sonra bu anlamsız deneyim yüzünden intihar eden subaylara dair anılar bulunmaktadır. Bu saldırının ve bu savaşın bir meşruiyeti yoktur. Genç çocuklara, işçi çocuklarına çıkartma gecesi, karanlık bir bottan, bilmedikleri bir denize inmek, ölüme gitmek üzereyken cesaret versin diye bir kadeh rom veren bir savaş kültüründen söz ediyoruz. Bu boşlukta kalma durumunu İngiliz komutan Ian Hamilton’ın anılarında da okuyabiliriz.

Bu savaş ve bütün savaşların halk çocuklarının birbirine kırdırıldığı, kazanan ve kaybedenin cephede, savaşın içinde değil, siyasi merkezlerde, hatta savaşın nedenleri üzerine düşünen tarihçi Hobsbawm’ın ileri sürdüğü gibi Londra ve Frankfurt borsalarında kararlaştırıldığı ve bitirildiği bir gerçektir. Yine de günümüz savaşları ile karşılaştırıldığında içinde bir parça da olsa vatan savunması duygusu uyandıran bir savaştır. Bu savaşta o dönemin solcu, komünist insanları da bulunmuştur. Batı cephelerinde de savaş karşıtı, solcu ve komünist askerler vardı ve onların bazıları 1917 yılında cepheye, ölüme gitmeyi reddettikleri için idam edildiler. Bu gençlerin ve komutanların burada yaptıkları gözlemler önem taşımaktadır. Osmanlı’nın bitişi öncesi bir zafere herkesin ihtiyaç duyduğu düşünülebilir. 

Son bir zafere..

SOL / Söyleşi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder