Düzen şimdi Erbakan’ı vakitsiz gömdüğüne inanıyor. Az dinciler ülkeyi idare etmekte zorlanıyor çünkü, yönetmek için daha çok din şartı var. Erbakan’ı o nedenle hatırladılar...
Şubat ayının son iki gününün siyasal tarihimizdeki önemi büyüyor. Nasıl büyümesin? Siyasal İslamcılığın en önemli ismi Necmettin Erbakan 27 Şubat’ta öldü. 28 Şubat ise siyasal olarak gömülmesinin yıldönümüdür. Gömülmesi ölümünden öncedir.
Ölümü ayrı ama gömülmesi bir siyasal program dahilindeydi. 12 Eylül 1980’de yıkılan Cumhuriyetin yerine kurulan yeni rejim ayaklarının altındaki toprağın kaymakta olduğunu hissediyordu. Necmettin Erbakan’ın Refah Partisi rejimin efendilerinin tahmin ettiğinden daha hızlı büyümüştü. Bu hızlı yükselişi durdurmak, olmazsa yavaşlatmak gerekiyordu. Şimdi bu müdahaleyi “28 Şubat Muhtırası” olarak biliyoruz.
Büyük patronlar ve yüksek generaller, elbette onların bağlı olduğu dış mahfiller, Erbakan’ı çok dinci buluyorlardı. O yüzden Erbakan’ı kapattılar ve “az dinci” AKP için yolu açtılar. Müdahalenin esasıdır.
Fakat düzen şimdi Erbakan’ı vakitsiz gömdüğüne inanıyor. Çünkü iktidarı ellerine tutuşturdukları az dinciler krizden krize savrulan ülkeyi idare etmekte zorlanıyor. Din olmadan yönetmek artık imkansızdır ve düzenin bekası için daha çok din gereklidir. Erbakan’ı o nedenle hatırladılar, 27 Şubat’ta iktidarı ve muhalefeti önünde hazır ola geçirdiler. Mezarı kazdılar ve ölüyü çıkardılar. Düzenin çok dinciye razı olması anlamında söylüyorum, bu gösteri 28 Şubat’ın sonunun resmi ilanıdır.
Muhalefet AKP ile din yarıştırıyor. Mitingleri “tilavet”le açıyorlar, makama dualar eşliğinde oturuyorlar, cami yapıyorlar, sadaka dağıtıyorlar. Çünkü az dinciler için yolun sonu görünüyor. Aziz Erbakan dönemine hazırlanıyoruz…
***
Necmettin Erbakan liderliğindeki “Refahyol Hükümeti”, 28 Şubat 1997 günü ordu tarafından verilen bir muhtıra ile etkisizleştirildi. Bu darbenin Genelkurmay’a bağlı “Batı Çalışma Grubu” tarafından hazırlandığı artık biliniyor. BÇG, dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir tarafından kurulmuştu. Güven Erkaya'nın komutanı olduğu Deniz Kuvvetleri bünyesinde faaliyet gösteriyordu. Hanefi Avcı'nın başında olduğu Emniyet İstihbaratı BÇG ile belgeleri Deniz Kuvvetlerindeki istihbari çalışmaları sonucunda ele geçirdi. “Ergenekon” hesaplaşmasında Deniz Kuvvetleri hallaç pamuğu gibi atıldı ama Çevik Bir’e dokunulmadı. Fethullahçı savcılar senaryolarını yazarken BÇG’nin kurucusunun adını anmamak için çok özenli davrandı. Halbuki belgeliydi Çevik Bir ile muhtıranın ilişkisi. Örneğin, 28 Şubat’ın önemli isimlerinden Erol Özkasnak bir söyleşisinde “BÇG Çevik Bir'in fikriydi” diyordu. Delil sayılmamıştır.
Fikir var, ancak fikri yardım ve yataklık edenler olmadan hayata geçirmek imkansızdır. Böylece Erbakan’ın partisi içindeki muhalif kanada, Yenilikçi Hareket olarak biliyoruz, ulaşmış oluyoruz. Milli Görüş hareketi 28 Şubat müdahalesi ve Yenilikçi Hareket marifetiyle bölündü. Bölünmenin mimarı Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan’dı. Böylece Bir’in öncülüğünde Amerika’nın “ılımlı islam konsepti” çerçevesinde bir araya gelen Nur cemaati ile RP’nin yenilikçi kesimi Milli Görüş’e karşı sahneye konulan senaryoda etkin roller üstlendiler.
Mezar kazıcılardan Meral Akşener o dönem İçişleri Bakanı koltuğunda oturuyordu. Darbeyi de ilişkiler ağını da iyi bilecek bir konumdaydı. Bildiklerini “Vakit” gazetesine anlattı, Çevik Bir’in “AKP’nin İsrail ve Amerika’daki Yahudi lobisiyle iletişimini sağlayan bir danışman” konumunda olduğunu iddia etti. Benzer bir iddiayı sonradan AKP’ye yanaşan gazeteci Nasuhi Güngör de ileri sürmüştü. Yazdığına pişman olup toplattığı “Yenilikçi Hareket” adlı kitabında şöyle diyordu: “Tayyip Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı iken, Birinci Ordu Komutanı olan Çevik Bir’le zaman zaman protokol düzeyinde bir araya geliyordu… Bir’in asıl görüşme trafiği emekli olduktan sonra başladı. ABD’nin önemli Yahudi kuruluşu JİNSA, Çevik Bir’e, Türkiye-İsrail ilişkilerine katkılarından dolayı ödül verdi.”
Yani Erbakan’ı Çevik Bir başkanlığındaki Yenilikçi Hareket operasyonuyla gömdüler. Ordu operasyonu olmakla birlikte içinde “ılımlı imamlar” da var. 27 Şubat’taki mezardan ölü çıkarma ayinine bir de böyle bakmak gerekir.
***
Tuhaf, 27 Şubat’taki ayin en çok HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar’ı heyecanlandırdı. Sancar, “Erbakan hocanın çabaları müdahale ile karşılaşmamış olsa farklı bir ülkede yaşıyor olurduk” dedi. Az kaldı Kürt sorununu da çözüyordu Necmettin Hoca, o nedenle de devirmişlerdi. Aziz Erbakan dönemine liberal bir methiyedir.
“Din kardeşliği” dışında bir çözüm önerisi yoktu Erbakan’ın halbuki. İktidar olurlarsa bunun sorunu çözeceğine inanıyordu. Kaldı ki KDP kanadı ile bizim İslamcılar arasında tarikat kardeşliği de vardır. Nakşibendi bakiyesidir hepsi. Ama pratikte bu kardeşliğin hiçbir şeye yaramadığını biliyoruz. Kapitalist düzlemde esas olan sermaye kardeşliğidir.
Erbakan’ın Türkiye’nin düzeninin dışında olduğu iddiası da bir safsatadır. Tarihimizdeki siyasal islamı, muhalif kimliğinden çok devlet kucağında büyümüş olması ile ayırt edebiliyoruz. En büyük referansları olan “Bediüzzaman” Saidi Kürdi, dönemin istihbarat teşkilatının içinden geliyordu. Devlet için silahlanmış ve devlet için vuruşmuştu. Taklitçisi Fethullah Gülen de aynı yolu izledi. Çıkışı Erzurum Komünizmle Mücadele Derneği’dir ki istihbarat kökenli saymamızda bir sakınca yoktur. Haliyle ilk ve en büyük eylemleri Kanlı Pazar’dı. O gün ülkenin İslamcıları ABD’ye başkaldıran gençleri linç etmek için harekete geçmişti. İslamcılık tarihinin başlangıcıdır.
İslamcılık devletin kucağında büyümüştür. Doğuşundan itibaren devletinin yakınında oldular, hiç başkaldırmadılar ve hep devletin düşmanlarını düşman bellediler. Erbakan’ın “Milli Görüş”ü zorunlu duraklardan biriydi. Partisi İslamcılara hem koruyucu bir şemsiye sağlıyor hem de ikbal yollarını açık tutuyordu.
Sancar’ın dediği gibi ortalıkta bir “mağduriyet” yoktur. O mağduriyetlerden birinde “Refah Partisi iktidara gelecek, adil düzen kurulacak. Sorun ne? Geçiş dönemi sert mi olacak, yumuşak mı olacak, kanlı mı olacak, kansız mı olacak” demişti Aziz Erbakan. Oğul Erbakan’ın yönettiği Yeniden Refah Partisi İstanbul Gençlik Kolları Başkan Yardımcısı, "Ömrünü Rızayı İlahiye adamış bir İslam Halifesinin gölgesinde, Şeriat-ı Garra-i Muhammediyye'yi ilan edeceğimiz günler yakındır" diyerek tamamladı bunu. Belli ki “dava” ayaktadır, kanlı canlıdır.
Bu kahrolası düzen Erbakan’ın paltosundan çıktı. Yani “Erbakan’ın çabaları engellenmeseydi” farklı bir ülkede yaşıyor olmazdık. Daha dinsel olacağı ise tartışmasızdır. Biraz gecikti, sorun bundan ibarettir.
***
Ülke 28 Şubat’a doğru yuvarlanırken genç bir gazeteciydim. Genelkurmay’ın toplumu İslamileştirme programını fark etmiştim. Zorlu bir uğraş sonucunda bulduklarımı toparladım. 15-21 Mayıs 1994 tarihli Nokta dergisinin kapak haberi olarak yayımlandı. Başlığı “Avrupa’da İslam Genelkurmay’ın Tekelinde”dir. Genelkurmay’a bağlı subaylar Avrupa’ya cihada çıkmışlar, orada DİTİB türü dini organizasyonların oluşturulmasına öncülük etmişlerdi. Bu operasyonu Talim ve Terbiye Kurulu aracılığıyla Milli Eğitim Bakanlığı üzerinden ülke içinde de yürütüyorlardı. İslamcılık artık bir devlet politikasıydı.
Dergideki haberi genişletip kitap haline getirdim, 1995’te yayımlandı. İkinci baskısı 1997 yılındadır. İkinci baskısının Önsözünde yaklaşan 28 Şubat haber veriliyordu. Şöyle başlıyor: “Kim yapar bilinmez ama devlet son otuz yıl içinde çok sık program değiştiriyor. Bu programın sonuncularından biri 12 Eylül Cuntası eliyle hızla uygulanmış, Cumhuriyet'in doğurduğu bir medüz olan Refah Partisi'nin hükümet olmasıyla tamamlanmış ve dibe vurmuştur. 1997'de yaşadığı gerçekten inanılmaz bir ‘restorasyon’ sürecinden sonra, ‘genç cumhuriyet’ şimdi yeniden bir müdafaa-i hukuk programı yapmaya çalışmaktadır.”
Bununla birlikte kitabın ilgi gördüğünü söyleyemem. Ergenekon davasına dahil edilip içeri tıkılmadan önce Yalçın Hoca aradı. Kitabı aramış, bulamamıştı. Buldum, ulaştırdım. Hoca’nın “Fitne” kitabının kaynakları arasındadır. Yayınından önce ulaştırdı, değerlendirmelerimi notlar halinde gönderdim. Bu notlar da kitaba eklidir. “Öteki İslam” ile birlikte “Fitne” ülkenin siyasal İslamcılara teslim edilmesinin “gizli tarihi”dir.
***
Şöyle diyor Hoca “Fitne”nin önsözünde: “Akepe, Türkiye’yi, Tanzimat öncesine çekmek için var. Karşı-devrim işte budur. Bizleri Namık Kemal, Şinasi, Agah Efendi yetiştirdi. Öncülerimiz oldular. Bizleri, Halit Ziya, Halide Edip, Tevfik Fikret yarattı. Bizleri Fikret, Halide, Halit Ziya yoğurdular. Akepe, bizleri yetiştiren ve bizleri yoğuranların can düşmanıdır.”
Fakat I. Meşrutiyet dönemine takıldık kaldık. Haliyle düzen şimdi Erbakan’ı vakitsiz gömdüğüne inanıyor. Az dinciler ülkeyi idare etmekte zorlanıyor çünkü, yönetmek için daha çok din şartı var. Erbakan’ı o nedenle hatırladılar, 27 Şubat’ta iktidarı ve muhalefeti önünde hazır ola geçirdiler. Mezarı kazdılar ve ölüyü çıkardılar. Tanzimat öncesine dönüş hazırlığıdır.
Mezarlıkta aziz arayan düzen Tanzimat’ı, Meşrutiyet’i, Hürriyet’i, Cumhuriyet’i, laikliği kapımıza bırakıp kaçtı. Tereddütsüz, hepsi bizimdir.
Orhan Gökdemir / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder