Paranın ve merkez bankacılığının serüveni, insanlık tarihinde görece yeni bir olgu. İnsanlar arası sosyal ilişkilerde ticaret elbette yüzlerce yıl öncesine dayanıyor ancak malların mallar ile mübadelesinde paranın, hele hele kâğıt paranın kullanımı şunun şurasında sadece sekiz yüz, dokuz yüz yıllık bir öykü.
“Dokuz yüz sene az mı?” diyeceksiniz. O zaman bakalım tarih baba neler söylemiş?
Parayı ilk bulan ve kullananlar Likyalılar. Bugün Manisa’nın Salihli ilçesinde yer alan antik ören yerinde Sardis Nehri’nin çamurlarındaki altın karışımını eriterek sikkeler basmışlar. Ancak mal ticaretinde paranın kullanımı ortaçağa kadar çok yaygın olamamış. Ticaret daha çok takas usulü ve pazarların hacmi de kısıtlı olagelmiş. Bunun bir nedeni para sikkelerini basacak yeterli altının olmaması ve küçük para birimlerinin elde edilememesine dayalı. Öyle ki tarihçiler bu açmazı Ortaçağda Küçük Para Birimi sorunu (problem of small coinage) olarak adlandırıp çalışmakta.
Ufak para birimi sorununu aşan yenilik Marco Polo sayesinde gerçekleşmiş. Marco Polo, Çin Hanedanlığı’na 13. yüzyılda düzenlediği ziyaretlerde Kubilay Han’ın imzasını taşıyan deri parçalarının “para” olarak kullanıldığını gözlemlemiş. “Deri paralar” taşımada kolay; üzerine her ihtiyaç duyulan birimi yazabilirsiniz ve istediğiniz kadar da üretebilirsiniz. Rivayet o ki Kubilay Han’ın imzasını taşıyan bu deri parçalarını para olarak kabul etmeyenler ölüm cezasına çarptırılmaktaymış.
Marco Polo bu ilginç buluş ve yanında spagetti ve şerbet gibi diğer egzotik ürünlerle birlikte 1295’te İtalya’ya döner. İtalyan şehir devletlerinde Venedik ve Cenova bankerlerinin sunduğu para sistemleri aracılığıyla ticaret derinleşir, sermaye birikimi hızlanır, piyasa rantları ve sanayide teknolojik buluşlar birbirini kovalar; gerisini tahmin etmek güç değil.
Sanayi Devrimi 19. yüzyılda İngiltere’de gerçekleştiğinde, ardında gene bir banka vardır: Bank of England, 27 Temmuz 1694’te İngiltere kralı III. Vilyam’a Fransa ile savaşta kredi açmak üzere kurulur. Tarihte, İsveç Merkez Bankası Riksbank’ın (1668) ardından kurulmuş olan ikinci merkez bankası olarak geçer. Bank of England, Sanayi Devrimi’nin gelişen teknolojisi sayesinde elde edilen üretim fazlasını yerel ve uluslararası piyasalarda mübadele edilmesini kolaylaştıracak para miktarını sağlamakla görevlidir. Denilebilir ki İngiltere Merkez Bankası olmasaydı, Sanayi Devrimi söz konusu olamazdı. Kuşkusuz, İngiltere emperyalizmi ile birlikte kolonyalist tarihçe de bu sürecin ayrılmaz bir parçasıdır.Merkez Bankacılığı fikri hızla gelişir. Ülkemizde de genç Cumhuriyetin Merkez Bankası’nın kuruluşu 30 Haziran 1930’da Resmi Gazete’de yayımlanır, Ekim 1931’de de faaliyete geçer.
Merkez bankalarının görevleri, müdahale araçları, piyasaya yönelik politikaları yıllar boyu değişiklik gösterse de ana amaçları tek bir sözcük ile özetlenegelmiştir: Nihai borçlanıcı olmak. Merkez bankaları gerek hükümetlerin gerekse bankacılık ve mali sistemin son borçlanma merciidir; bu konumları gereği bağımsız ve siyasi müdahalelerin dışında tutulmaları gerektiği parasal iktisat anabiliminin en önemli tarihsel derslerinden birisidir.
Sözü Türk Lirası’na getirirsek
Bütün bu tarihçe boyunca ise “enflasyonun nedeni yüksek faizlerdir ve dolayısıyla enflasyonu düşürmek için faizleri aşağı çekmek gereklidir” söylemi hiçbir zaman geçerlilik kazanmamıştır. Zira bu sav, ne içsel olarak tutarlı bilimsel bir teori ne de gerçeklerle uyumlu bir görüştür ancak ve ancak arka plandaki siyasi mücadelelerin ve çekişmelerin bir uzantısından ibaret olarak görülmelidir. İçsel olarak tutarlı değildir, zira bu söylem faizler ile enflasyon arasında doğrudan bir ilişki kurgulamaya çabalarken, paranın diğer bir fiyatını-döviz kurunu, göz ardı etmektedir.
Dahası, “ılımlı enflasyon beklentileri ve göstergeler”; “temkinli duruş”; “daha ölçülü bir faiz artışı” ve benzeri sözcüklerin ardına gizlenen para politikasına yönelik siyasi müdahaleler, kurumun bağımsızlığına ve genel anlamda makro ekonomi politikalarının tutarlığına ilişkin endişeleri derinleştirmekte, güvensizlik ve belirsizlik yaratmaktadır. Böylesi bir ortamda Türkiye’nin risk primi yükselmekte, döviz kuru üzerindeki baskılar yoğunlaşmaktadır.
Türk Lirası’nın uluslararası döviz piyasalarında en hızlı değer yitiren para birimleri arasında olması, söz konusu tutarsız, rastgele para ve makro ekonomi politikaları ile denetim dışı, keyfi siyasi müdahalelerin kaçınılmaz sonucudur.
Erinç Yeldan / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder