Emekli diplomat ve soL yazarı Engin Solakoğlu Kuzey Kıbrıs AYM'sinin aldığı Kuran Kursu kararı sonrasında Türkiye'deki tartışmaları "Nazar Erişkin ile bugüne dair" programında değerlendirdi.
Geçtiğimiz günlerde aldığı kararda AYM şu sonuca varmıştı:
"Laik bir Cumhuriyetin varlığı için, ülkede din hürriyeti bulunması ve ayrıca din ve devlet işlerinin birbirlerinden ayrı olması gerekir. Bu kuralın gereği olarak laik bir devletin dini kurumları devlet fonksiyonları görmemelidir. Aynı şekilde devlet kurumları da din fonksiyonlarını ifa etmemelidir."
Kararda, Din İşleri Dairesi'nin, anayasal bir kurum statüsünde olduğu hatırlatılarak bu nedenle, Din İşleri Dairesi'ne bağlı Din İşleri Komisyonu'nun dini eğitimleri düzenleyemeyeceği belirtildi. Bu kararla birlikte Kuzey Kıbrıs'ta Kur'an kurslarının faaliyetleri durduruldu.
Bu karar üzerine başta Erdoğan olmak üzere iktidarın en yetkili isimlerinden tehdit ve tepki mesajları verildi. Diyanet İşleri Başkanlığı da tamamen yetkisi dışındaki konuya dahil oldu.
Bu tartışmanın 27-29 Nisan'da Birleşmiş Milletler (BM) öncülüğünde garantör ülkelerin de katılımıyla 5+1 formatında düzenlenecek Kıbrıs konulu gayriresmi konferansın öncesinde yaşandığı da dikkat çekti.
Engin Solakoğlu bu tartışmaların dış siyasetten çok Türkiye'nin iç siyasetiyle ilgili olduğuna vurgu yaptı. Solakoğlu'nun açıklamaları şu şekilde:
(Tartışmaların Cenevre görüşmeleriyle de ilgili kısmı var mı?" sorusu üzerine)
"Koparılan gürültünün Cenevre görüşmeleriyle ilgili olduğu izleniminde değilim.
Nedeni daha ziyade Türkiye dolaylarında aranmalı. 20 yıla yakın iktidarda olan bu kadroların bir mağduriyet arayışı var sürekli olarak. Bir yerlerden saldırılar bulup, icat edip, ona yönelik tepkiler üreterek gerçek gündemi saptırma konusunda çok başarılılar.
Ben bunun da daha çok iç siyasete dönük bir mesaj olduğunu düşünüyor. Çünkü Türkiye’de salgın koşulları ve ekonominin durumu itibariyle iktidarı sallantıda olan bir yönetim var. Bu yüzden nereye saldırabilirse, kitlesini bir anlamda mobilize edebilmek için, oraya saldırıyor. Bunun son kurbanı KKTC oldu.
Öyle bir iktidardan söz ediyoruz ki, herkesle kavga eden, hatta KKTC ile bile kavga ediyor. Normalde yakın olması, birbirini anlaması gereken iki ülkenin kavgaya girişmesi bir anomalidir, bunun da izahı esasen Lefkoşa’da değil, Ankara’da aranmalıdır.
Yaşananlara bakınca ben ortada bir planlama ve stratejik akıl görmüyorum. Kopartılan gürültünün bir içeriği yok.
2007 yılında bugünkü iktidarın önemli kadrolarından birisi Kıbrıs’tan sorumlu devlet bakanlığına geldiğinde, “gelin bize bir brifing verin” diyerek çağırdı. Biz de gittik, ne var yok anlattık. Toplam 40 dk sürdü. Bakan bizi dinledi ve “siz anlattınız anlattınız ama Kıbrıs’la ilgili esas meseleye değinmediniz. Bunu ya bilerek yaptınız ya da bu işi takip etmiyorsunuz” dedi. Tahmin edin bakalım neydi esas mesel? Bakan “Kıbrıslı Türklerin esas meselesi İslamdır’ dedi. Yani Kıbrıslıların esas sorunu ona göre yeterince müslüman olmamasıydı.
Dolayısıyla Kıbrıs’ı fethedilmiş bir toprak olarak görüp onun İslamlaştırılmasından başka bir perspektifi olmayan bir iktidardan sözediyoruz. Bu yeni bir durum da değil. Şimdi bu iş ayyuka çıktı aslında.
(Türkiye-KKTC ilişkisi nereye gider? sorusu üzerine)
Bu sağlıklı bir ilişki zemini değil. Bu elbette Ankara'dan kaynaklanıyor ama bu sorunun Lefkoşa’da de uzantısı var.
KKTC’nin kendine özgü ve gayet iyi işleyen bir hukuk sistemi var. Alınan kararın da herhangi bir şekilde dini hedef almak gibi bir amacı yok. Ama buna rağmen biz böyle bir gürültüyle karşı karşıyayız. Bu gürültünün bir alıcısı var Türkiye’de, bunu bilmek zorundayız.
'Muhalefet ağzını açmadı'
Muhalefet de dahil olmak üzere Türkiye’de KKTC’nin farklılıkları bilinmiyor ve kimse bununla ilgilenmiyor. Dolayısıyla bu zeminden çok ciddi bir destek çıkarıyor iktidar. Farkındaysanız KKTC’ye Türkiye’nin muhalefetinden de bir destek gelmedi. Çünkü muhalefet de “vatan millet Sakarya”nın ötesinde "Kıbrıs Türkü nedir, nasıl bir sistemi var" bunlarla ilgilenmez, bilmez. Üstelik de KKTC’nin Anayasası hazırlanırken Türkiye’nin saygın hukukçuları katkıda bulunmuştur. Ve o bilim insanları Kıbrıs özgünlüğünü bilerek bunu yaptılar.
Türkiye’de iktidar için geniş bir alan var. Bir de laiklik gibi hassas bir konu işin içinde olunca… Muhalefet de ağzına fermuar çekti oturuyor. Kıbrıs Türkü’nün çok doğru ve sağlıklı bir laiklik anlayışı vardır.
Şimdi işin diplomasi kısmına geçersek… (Cenevre'de) “Biz egemen, eşit bir devlet istiyoruz. Kıbrıs Türkü’nün kendi iradesi var” diyerek masaya koyduğunuz bir pozisyonun 10 gün öncesinde bu şekilde davranmak intihar eylemidir. Sizi kimse ciddiye almaz. Emin olun Kıbrıs Türk tarafının, Türkiye’nin müzakere programını hazırlayan konumda olsaydım kara kara düşünürdüm “ben nasıl bu durumu savunayım” diye.
(Cenevre’deki toplantı) Kıbrıs müzakerelerinin devam edeceği kanısındayım. Kamuoyunda çok yüksek talepler dile getirilse de bu, müzakerelerin kopacağı anlamına gelmez. Benim beklentim, Türkiye’nin dış siyasette sıkışmış durumuna da bakılınca, masada kalmaya çalışacağı yönünde. Masada mesafe almak, masada kalabilmek dış politikada rahatlama yaratır iktidara. Tabii bunun için sadece yüksekten atmak yetmez, tutarlı olmak da gerekir.
***
KKTC’den öğreneceğimiz çok şey var (Kadir Sev-SOL)
Tayyip Erdoğan ve Başkan yardımcıları ile İletişim Başkanından oluşan yakın çalışma ekibi, kararları Başkanın verdiğini düşünüyor olmalı.
KKTC Anayasa Mahkemesinin 15 Nisan 2021 günlü Kur’an kurslarıyla ilişki kurulan iptal Kararı ve sonrasında yaşananlar, laiklikten, kamu yönetimine, güçler ayrılığı ilkesinin nasıl uygulanması gerektiğine değin bir çok alanda “yavru vatandan” öğrenmemiz gereken çok şey olduğunu ortaya çıkardı.
Ama dersimize başlamadan önce Diyanet İşleri Başkanının KKTC Anayasa Mahkemesi kararına gösterdiği şiddetli tepkiden söz etmeliyiz.
Diyanet İşleri Başkanlığı, Halifelik Peşinde mi?
DİB Başkanı, 16 Nisan günü sosyal medya hesaplarından şöyle bir açıklama yaptı; “KKTC Anayasa Mahkemesi’nin Kur’an kurslarıyla ilgili almış olduğu karar kabul edilemez. Kıbrıs Türklerinin varlığını ve birliğini tehdit eden, din ve vicdan hürriyetine kasteden bu yanlış karardan bir an önce vazgeçilmeli ve Türkiye’nin bir asırlık tecrübesinden istifade edilmeli.”
Diyanet-Sen Genel Başkanı da çeşitli yerlerde yaptığı konuşmalarda şunları söyledi; “Kıbrıs Anayasa Mahkemesinin Kur’an kurslarını kapatma kararı tam bir hezeyandır… Kıbrıslı kardeşlerimize dinini öğrenmesine Anayasa Mahkemesi engel olamayacaktır… Din eğitimini yasaklamak en başta din özgürlüğünü savunan laiklik ilkesine aykırıdır. Bu ideolojik karardan derhal dönülmelidir.”
Dikkatinizi çekerim; Anayasa Mahkemesi kararını ilahiyatçılar eleştiriyor.
Diyanet İşleri Başkanlığı, din işleri Anayasanın “laiklik ilkesi doğrultusunda” yürütülebilsin diye kuruldu. Yıllarca da öyle oldu. Yasası 2010 yılında değiştirilerek statüsü yükseltildi ve camiler-mezarlıklar dışında da yetki kullanabileceği görevler verildi. O günden bu güne çıkarılan yasa ve yönetmeliklerle kapsam giderek genişletiliyor. Hastaneler, cezaevleri, okullar, üniversiteler ve yurtlarda hep onların görevlilerini görüyoruz.
Yurt dışındaki etkinlikleri de olağanüstü hızla artıyor. En çok da Maarif Vakfı okullarını kullanıyorlar.
DİB, bir süredir kendisinde “İslam Alemi” adına söz etme, fetvalar verme hakkı görmeye başladı. Halifelik rolü oynuyor. Oysa uluslararası alanda ne genel kabul görmüşlüğü ne meşruiyeti var. Yasal yetki ve görevi ise zaten olamaz. Bırakalım bunları, Dünyadaki “Müslüman” olarak tanımlanan bütün ülkeler emperyalizmin kıskacında ve onların çıkarları için birbirleriyle savaştırılıyor. Hiçbiri tek bir otoritenin gücünü kabul edecek durumda değil.
Diyanetin “hilafet sevdasını” önleyemezsek eğer, kendisine biçtiği görev ve yetkiyi zamanla içselleştirir, Suudi Arabistan; İran; Irak; Suriye; Katar gibi ülkelerde de kullanmaya kalkışabilir. Zaten mezhep, tarikat, cemaat kavgalarıyla başımız dertte; çok daha beter oluruz. Bedelini Ülkemizle-canımızla ödetirler.
Dersimize Laiklikten başlayalım:
Kararın açıklandığının hemen ertesinde KKTC Cumhurbaşkanı, Mevlüt Çavuşoğlu ile ortak bir açıklama yaptı. Belki Türkiye’den gelen eleştirilerin etkisinde kaldığı için şunları söyledi; “laikliğin istismarına izin vermeyeceğiz, kararın derhal düzeltilmesi için girişimlerde bulunacağım…”
KKTC Başbakanı da; “Kıbrıs Müslüman bir ülkedir, kurslar yasaklanamaz…” diye bir cümle kurdu. Oysa uygulamakla yükümlü oldukları Anayasanın daha 1.maddesinde “laik bir cumhuriyettir” yazıyor.
Ülke çoğunluğunun Müslümanlardan oluşması laikliğe engel değil. Dahası laiklik, azınlığı çoğunluğa ezdirmemek için vazgeçilemez bir koşul.
Bu sözler üzerine, Kıbrıs Türk Barolar Birliği Konseyi; şehir baroları; çok sayıda siyasetçi; sendika yöneticileri, ülkelerinde yargının bağımsız olduğunu; Anayasa Mahkemesi kararının arkasında durduklarını vurgulayan açıklamalar yaptılar. Eyleme KKTC 2.Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, bazı milletvekilleri ile çok sayıda vatandaş da destek verdi. Türkiye’den gelen eleştirilerin yoğunlaşması üzerine 19 Nisan günü daha geniş katılımlı yaptıkları eylemde; “insan hakları mücadelesi veren örgütler olarak demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü ilkelerine sıkı sıkıya bağlı” olduklarını vurguladılar.
Birinci ders; demek ki Anayasada yazıyor diye bir ülke kendiliğinden laik olmuyormuş…
Laiklik Ne Demek?
Laiklik Türkiye’de “din özgürlüğü” diye yorumlanmaya başlandı. Anayasa Mahkemesi kararlarında çok sık rastlanıyor.
Kuzey Kıbrıs’ta laiklik denildiğinde şunlar anlaşılıyor. Uzun olacak ama en iyisi Karardan alıntılar yapmak.
“Laik bir Cumhuriyetin varlığı için, ülkede din hürriyeti bulunması ve ayrıca din ve devlet işlerinin birbirlerinden ayrı olması gerekir.”
“Din hürriyeti, inanç hürriyetini, yani kişinin istediği dini seçebilme hakkını içerir. İbadet hakkı kamu düzenine, genel ahlaka veya bu amaçla çıkarılmış yasalara aykırı olmadığı takdirde serbesttir.”
“Din ve Devlet işlerinin ayrılığı devletin resmi bir dini olmamasını, devletin bütün dinler karşısında tarafsız olmasını, devletin bütün din mensuplarına eşit davranmasını, din kurumları ile devlet kurumlarının birbirlerinden ayrı olmasını ve hukuk kurallarının din kurallarına uymak zorunda olmamasını içerir.”
“… laik bir devletin dini kurumları devlet fonksiyonları görmemelidir.”
Kur’an Kursları Yasaklandı mı?
Yasaklanmadı. Eğitim Bakanlığının gözetim ve denetiminden kaçırmak istemişlerdi, Anayasa Mahkemesi engel oldu. KKTC Eğitim Bakanlığının gözetimi ve denetiminin öngörüldüğü bir yasa çıkarılınca yeniden başlatılabilecek.
Yukarıdaki sözlerin açıklanması gerekiyor: Yasa değişikliğiyle şöyle bir kural getirilmişti; “Din Hizmetleri Eğitimi ve Halkla İlişkiler Birimi bünyesinde Eğitim İşleriyle Görevli Bakanlığın izni ile yapılan hafızlık eğitimi kurslarını düzenlemek, sınav yapmak ve başarılı olanlara hafızlık belgesi vermek” Bu kural KKTC Anayasasının 23/2 ile 59/2 maddelerine aykırılığı nedeniyle iptal edildi.
Anayasanın 23/2 maddesinde; “Din eğitimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır.” 59/2 maddesinde ise; “Her türlü eğitim etkinliği Devletin gözetimi altında serbesttir” kuralı yer alıyor.
Anayasa Mahkemesi iptal kararını, izin alınmasının yeterli olmadığı; Anayasanın Devletin gözetimi altında yürütülmesini öngördüğü gerekçesine dayandırdı.
Türkiye benzeri denetimsiz ortamlarda din eğitimi yaptıramayacakları için kızıyorlar.
Yasama İdareye ucu açık yetki verebilir mi?
Anayasa Mahkemesine yapılan başvuru doğrudan laiklik ilkesiyle ilgili değildi. Yasaya yeni eklenen bir maddeyle “Din İşleri Komisyonu” adlı bir kurum kurulması öngörülmüştü. Ancak Maddede Komisyon üyelerinde aranacak nitelikler yasada belirtilmemiş, İdarenin yetkisine bırakılmıştı.
KKTC Anayasasına göre sendikalar, kendi varlık ve görevlerini ilgilendiren alanlarda Anayasa Mahkemesinde doğrudan iptal davası açabiliyor. Hizmet Sendikası, üyelerinin hakkını ilgilendirdiğini ve olumsuz etkileyeceğini öne sürerek Anayasa Mahkemesine başvurmuştu.
Mahkemenin, 15 Nisan 2021 günlü kararında; ilke ve ölçütler belirlenmeksizin idareye geniş yetkiler tanınmasını Anayasaya aykırı buldu.
Türkiye’de yıllardır uygulanmıyor. Bu dersimizi de iyi çalışmamız gerekiyor.
KKTC Bağımsız Bir Ülke mi?
Bağımsız bir ülke ama Türkiye’den başka tanıyanı yok. Aslına bakarsanız Türkiye’nin tanıdığı da kuşkulu.
Cumhurbaşkanı ve İletişim Başkanı dahil, bütün yakın çalışma ekibinin Anayasa Mahkemesi kararına gösterdiği tepkinin biçimi ve şiddeti, onların da bağımsız bir ülke gibi görmediklerini gösteriyor.
KKTC Anayasa Mahkemesinde Kararları Kim Verir?
Anayasalarına göre Anayasa Mahkemesi, biri Başkan 5 üyeden oluşuyor. Kararları Başkanın yazdığı anlaşılıyor ama sonuçta onun da bir oy hakkı var. Şu gerçek önemli; beğenilmeyen Karar, oybirliğiyle alındı.
Tayyip Erdoğan ve Başkan yardımcıları ile İletişim Başkanından oluşan yakın çalışma ekibi, kararları Başkanın verdiğini düşünüyor olmalı. Yoksa tehdit içeren şöyle cümleler kurmazlardı; “…Kuzey Kıbrıs, Türkiye'deki uygulamalar neyse bunları safhasına geçirmek durumundadır. Din düşmanı sendikaların attığı adımları kabul etmemiz mümkün değildir. KKTC Anayasa Mahkemesi Başkanı süratle bu yanlışından dönmelidir, yoksa bizim atacağımız adımlar da farklı olacaktır."
Kadir Sev / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder