11 Nisan 2021 Pazar

Kovid-19, kapitalizm ve gıda - Prof. Dr. Mustafa KOÇ / EVRENSEL

 

Her şeye rağmen kovidi gıda sisteminde yaşanan sorunların nedeni olmaktan çok, daha önce yaşanmakta olan sorunların gün yüzüne çıkmasında bir araç olarak görebiliriz. Nasıl bir gıda sistemi istediğimi.


Gıda ve su insan yaşamı için olmazsa olmaz gereksinimler. Ama kapitalist toplumlarda gıdanın bu yaşamsal önceliği onun bir insan hakkı olarak tanınması yerine gıdaya erişimi bir tercih veya bir ayrıcalık olarak görüyor. Paran yoksa, ekmek de yok, su da: Yaşamaya da hakkın yok.

Kovid-19 bu kuralı en acımasız şekliyle bir kez daha gözümüzün içine sokmuş durumda. Gereksinim duyduğu gıdayı üretemeyen kişi, bunu pazardan temin etmek zorunda. İşi ya da yeterli geliri olmayanın gıdaya erişimi de yeterli olamıyor.

Kovid-19’un etkisini en iyi gördüğümüz alanlardan biri gıda sistemi. Bir başka ifadeyle, pandemide toplumsal eşitsizliklerin en kolay görülebileceği sektörlerden biri gıda sektörü. Kovid salgını süresince işe gitmesi gerekenler arasında sağlık personeli kadar, gıda sektöründe, kesimhanelerde, hallerde, pazarlarda, marketlerde, fırınlarda, mutfaklarda çalışanlar, bunları canları pahasına istenen sürede dağıtmaktan sorumlu kuryeler de var. Çoğu asgari ücretle geçinmeye çalışan, çalıştığı iş yerinde sosyal mesafe diye bir seçenekleri olmayan gıda emekçileri. Virüse rağmen çalışmak zorundalar. Öldüklerinde ise istatistik bile olamıyorlar, çünkü meslek bazlı veriler yok elimizde.



Öte yandan gıda sektöründe küçük esnaf ve işletmeler kan ağlarken, gıda ve perakende devleri, dijital pazarlama ağları ve GIG ekonomisi her zamankinden daha yoğun çalışıyor. Bunların başarısı, hayatı pahasına asgari ücretle çalışmak zorunda kalan insanların evde oturdukları takdirde aç kalacaklarını bilmelerine dayanıyor. Hasta olmaya bile izni olmayan insanlar bunlar.

Kanada’da Brampton belediyesi otobüs şoförleri arasında belirli bir hatta çalışanların art arda hasta olması üzerine yapılan araştırma, bu hattın dağıtım devi Amazon’un güzergahında olduğunu ve hastalığı Amazon çalışanlarından kaptıklarını gösterince, belediye bu hattaki seferlerini durdurmuş. Bu vesile ile konu haber olunca Çalışma Bakanlığı temsilcilerinin yaptığı denetim sonucunda 5 bin çalışandan 600’ünün kovid olduğu fark ediliyor. Ve işyeri 14 günlük karantinaya alınıyor. Hastalanmaya bile hakkı olmayan insanların emeği ile Amazon’un 2020 kârlılık oranı yüzde 84’lük bir artış gösterirken, satışları da yüzde 38’lik bir artışla 386 milyarı bulmuş.

En azından bu kez evlerine gönderilen işçiler ücretli izinli sayılacaklar. Ama herkes bu kadar şanslı değil. Birkaç neslin aynı hanede yaşadığı, yoğun ve kalabalık apartman dairelerinde dip dibe yaşayan insanları evlerine gönderip onlara sosyal mesafe telkin ederken ve evlerinden çıkmalarını yasaklarken de sormamız gereken soru, ‘Bu insanları hasta hasta işe gitmek zorunda bırakan koşullar neydi’ olmalı. Tabii bu yaşam koşullarında sosyal mesafenin nasıl sağlanacağı da bir ayrı konu.   

FAO’nun yayımladığı küresel gıda fiyatları endeksine göre gıda fiyatları 2020 sonbaharından beri tırmanmakta. Gıda fiyatlarındaki artışın özellikle tahıl ve yağlarda görülmesi bunların kısa vadede unlu mamullere uzun vadede ise et fiyatlarına da yansıyabileceğini gösteriyor. Gıda fiyatlarındaki enflasyondan aracılar ve süper market tedarik zincirleri kârlarını artırırken, yoksul tarım emekçileri bedel ödüyor. 1960’lardan beri genç nüfus tarımdan kopup kentlere yönelmekte. 1980’ler sonrası uygulamaya konan neoliberal politikalar, tarım destek politikalarında yapılan değişimler kırdan kente göçte ikinci, üçüncü dalgalara neden olmakta.

Kırdan kente göçler bir yanda kendini beslemek için tümüyle pazarlara bağımlı bir kent nüfus oluştururken, öte yanda da tarım sektöründe özellikle yaz aylarında tarım işçisi bulunmasında güçlüklere neden oluyor. ABD ve Kanada gibi ülkelerde tarım sektöründe istihdam edilen nüfusun yüzde 1.5’lere dayanması göçmen işçilere gereksinimi artırıyor. Kanada, 1965 yılından beri Orta Amerika ve Karayipler’den her yıl binlerce mevsimlik tarım işçisi getiriyor. Salgın sonrası gelen işçi sayılarında azalma gözlenirken ve işçiler arasında da kötü çalışma koşulları nedeniyle kovide bağlı hastalanmalar ve ölümler oluyor. Düşen arz, perakende gıda fiyatlarını da olumsuz etkiliyor. Kentli nüfusun asgari ücretle geçinen kesiminin emeğini yeniden üretebilmesi için gıda fiyatlarının da artmaması gerekiyor. Ucuz iş, ucuz aşsız olmuyor. Bu ise asgari ücretin altında ve çok daha uzun süreler çalışacak bir tarımsal iş gücüne dayanıyor. Bu insanların çoğu yerlerinden yurtlarından sürülen mülteciler, tarım sektöründeki işten başka seçeneği olmayan emekçiler. Pek çok ülkede ötekileştirme ve ırkçılık gıda sektörünün en alt basamaklarında çalışan tarım emekçilerinin insanlığını unutturmayı amaçlıyor.

2020’de ABD ve Kanada’da yaşanan et kıtlığı kesimhanelerdeki çalışma koşullarını görmemiz açısından önemli. Kanada’nın Alberta eyaletinde iki sığır kesimhanesinde yaşanan kovid salgını kesimhanelerde çalışma koşullarının acımasızlığını, işçilerin hasta hasta çalışmak zorunda bırakıldığını, hastalığın kötü çalışma koşulları nedeni ile yüzlerce çalışana yayıldığını ve en azından 3 işçinin ölümüne yol açtığını gösteriyor. Çalışanların çoğu Sudan, Guatemala, Filipinler, Meksika ve Dominik Cumhuriyeti gibi ülkelerden gelen göçmenler, mülteciler ve yabancı işçiler. Çoğu İngilizce bilmiyor. Food & Environment Reporting Network ise 2020’de ABD’de 58 bin 313 kesimhane, 17 bin 725 diğer gıda sektörü ve 13 bin 12 tarım işçisinin kovide yakalandığını duyuruyor. 286’sı kesimhane işçisi olmak üzere en az 378 işçinin öldüğünü bildiriyor. Bu sayılar ne kadar gerçeği yansıtıyor bilemeyiz. Sivil toplum ve sendika faaliyetlerinin göreli olarak mümkün olduğu ülkelerde bu böyle ise, sayıların bilinemediği, istatistiklerin propaganda amacı olarak kullanıldığı, soruların cevapsız kaldığı koşullarda nasıldır diye soramadan edemiyor insan.  

Gerek ABD’de, gerekse Kanada’da günde binlerce hayvanın kesildiği et kombinaları sermaye temerküzü oranları ve küresel ilişkilerin iç içe yapısını göstermesi açısından da önemli. Kanada’nın sığır eti sektörünün yüzde 90’dan fazlasını ABD’li tahıl devi Cargill ve Brezilya merkezli JBS kontrol ediyor. Cargill, Türkiye dahil 70 ülkede 155 bin çalışanı olan dev bir aile şirketi. Tahıl, soya, sığır, yağlı tohumlar, palmiye yağı, kakao, nişasta ve nişasta bazlı şekerler, hayvan yemi, işlenmiş gıdalar başta olmak üzere pek çok sektörü kontrol eden dev bir şirket. ABD’nin tahıl ihracatının yüzde 25’ini, et sektörünün yüzde 22’sini kontrol ediyor. JBS ise sığır, domuz ve tavukta şu anda dünyanın en büyük et üreticisi. JBS aynı zamanda ABD’de deki en büyük sığır, domuz ve tavuk üreticileri arasında. Brezilya kökenli et şirketleri arasında JBS dışında Marfrig ve BRF’de küresel pazarlarda yoğunlaşan şirketler. BRF özellikle son yıllarda Türkiye beyaz et pazarında ağırlığı olan bir şirket. 2017 yılında Katar Yatırım Otoritesi ile birlikte 915 milyon TL’ye Banvit’in yüzde 80 hissesini almasıyla tanınıyor. ABD domuz sektöründe ağırlığı olan ve geçen yıl kovid nedeni ile yüzlerce vaka yaşayan bir başka şirket de Smithfields. Smithfields’ın Meksika’nın La Gloria kasabasındaki kesimhanesinden yayıldığı iddia edilen domuz gribi H1N1, 400 kişinin ölümüne neden olmuş. Smithfields 2013 yılında WH Group adlı bir Çin asıllı şirkete 4.72 milyar dolara satılmış. Çin merkezli Smithfields bugün hâlâ ABD’de domuz sektöründe bir numara. Geçen yıl ABD’de Sioux Falls’daki kesimhane kovid nedeniyle kısa bir süre kapanınca çiftçilerin bir milyon domuzu itlaf ettiği haber olmuştu. İnsan Rob Wallace’ın Big Farms Make Big Flu (Büyük Çiftlikler Büyük Gripler Yaratır) adlı kitabını okuyunca, acaba virüsler yarasalar veya pangolinler dışında bir vektör seçse, ne seçerdi demeden edemiyor. Benzer yoğunlaşmalar gıda sistemini adeta bir monopoli oyun tahtasına çevirmiş.

Her şeye rağmen kovidi gıda sisteminde yaşanan sorunların nedeni olmaktan çok, daha önce yaşanmakta olan sorunların gün yüzüne çıkmasında bir araç olarak görebiliriz. Nasıl bir gıda sistemi istediğimizin cevabı, nasıl çalışmak, nasıl yaşamak istediğimizle ilgili. Brezilya’dan dünya tarım piyasalarına egemen olan örneklere bakıp bunlar bizde niye yok demek yerine, bu şirketler Brezilya halkının beslenmesinde ne rol oynuyor, kimler bundan yararlanıyor, kimlerin emeği sömürülüyor diye de sormak gerekir.

Prof. Dr. Mustafa KOÇ-Ryerson Üniversitesi
Sosyoloji Bölümü

EVRENSEL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder