(VI)-"Yeraltı dünyası ihracatçı oluyor"
'Kirli Üçgen' yazı dizinin altıncı sayısında, 1980'li yıllarda yeraltı dünyasının ticari faaliyetlerle kurduğu yakın ilişkileri ele alındı.
1970’li yıllarda Yahya Demirel sayesinde karşılaştığımız “hayali ihracat” kavramı, Özal döneminde artık konvertibilite, KDV, teşvik, ortadirek ve serbest piyasa kelimeleri gibi dillerde pelesenk olmuştu. Hayali ihracat, gerçekte olmayan sahte faturalarla devletten vergi iadesi ve teşvik alma sisteminin adıydı. Öyle bir dönem yaşandı ki Türkiye’de adı hayali ihracata karışmayan dış ticaret şirketi neredeyse kalmamıştı. Bu dönemde kurulan şirketlerin sahipleri ve ortakları ise adı kriminal olaylara karışan isimlerden oluşuyordu.
Turgut Özal, gerek ekonomiden sorumlu başkan yardımcılığı döneminde ve gerekse 1983’te partisinin tek başına iktidara gelmesinin ardından, liberal politikalarla, rekabete açık bir ekonomik yapı iddiasıyla dış ticaretin artırılmasına öncelik verdi. O nedenle 1980 -1983 yıllarında ihracat teşvikleri artmış ama 1984 -1987 yılları arasında trilyonluk soygun dönemi yaşanmıştı.
1970’li yıllarda Yahya Demirel sayesinde karşılaştığımız “hayali ihracat” kavramı, Özal döneminde artık konvertibilite, KDV, teşvik, ortadirek ve serbest piyasa kelimeleri gibi dillerde pelesenk olmuştu. Hayali ihracat, gerçekte olmayan sahte faturalarla devletten vergi iadesi ve teşvik alma sisteminin adıydı. Öyle bir dönem yaşandı ki, Türkiye’de adı hayali ihracata karışmayan dış ticaret şirketi neredeyse kalmamıştı. TEKFEN, Tüpa Tekstil AŞ, Başak Holding, Ertan Sert, Net Turizm, Yaşar Dış Ticaret, Anadolu Eksport, Penta Dış Ticaret, MEKS Sanayi AŞ, Gepa Pazarlama ve Doğuş gibi firmalar kamuoyuna açıklanmış ama diğer büyükler açıklanmamıştı. Hayali ihracatın ihbarı ise bizim teftiş kurulları, gümrük müdürleri değil Alman makamlarından olmuştu.
Bu dönemde köklü firmaların dışında pıtırak gibi dış ticaret şirketleri kurulmaya başlandı. Bu şirketlerin sahipleri ve ortakları ise adı kriminal olaylara karışan isimlerden oluşuyordu. Ertan Sert, Turan Çevik, Kemal Horzum, Uğur Süzer ve Orhan Aslıtürk’ün kurdukları dış ticaret şirketlerinin ortakları arasında ise Necdet Ulucan, Dündar Kılıç, Fevzi Öz, Kürt Ahmet, Haydar Koç gibi yeraltı dünyasının ünlü isimleri ile Nurettin Güven, Yaşar Aktürk (Berber Yaşar) ve Muhammet Ciğer gibi uyuşturucu ve altın kaçakçıları bulunuyordu.
Bu dönemde hayali ihracatçıların organizasyonunu yürüten piramidin başında ise Kemal Horzum bulunuyordu. Kemal Horzum’un ACA Anadolu Kargo Havayolları AŞ aracılığıyla yapılmış gibi gösterilen hayali ihracat işlemleri için gerekli sahte faturalar da Horzum’un Avrupa’daki bağlantıları sayesinde hazırlanıyordu.
Horzum’un ACA Anadolu Kargo Havayolları Şirketi’ni bünyesinde bulunduran HORTAŞ AŞ’nin başında MİT Müsteşar Yardımcısı Mustafa Arda bulunuyordu. Yönetim kurulu üyesi Uğur Reyhan ise Tercüman gazetesinin Ankara temsilcisinin oğluydu. Horzum’un ortakları arasında Ankaralı mafya babası Kürt Ahmet ile yine başkentin kabadayılarından Haydar Koç da vardı.
HORZUM’UN ADI ÖZAL’A SUİKAST GİRİŞİMİNE KARIŞIYOR
Kemal Horzum, 80’lerin dünyasında en hızlı büyüyen trilyoner olmuştu. Çay ocağı ihalesi alarak girdiği iş dünyasında birden çok şirketi bünyesinde bulunduran holding patronluğuna yükselen Horzum, şirketlerinin yönetim kuruluna emekli paşalar, eski MİT yöneticileri ve yeraltı dünyasından isimleri almıştı. Emlak Bankası’nı 90 milyon dolar dolandıran Kemal Horzum, Türkiye’nin ilk banka hortumcusu olarak biliniyor. 1985 yılında İsviçre’ye kaçan Horzum, Cübbeli Ahmet’in babası Yusuf Ünlü’nün yanı sıra Yahya Murat Demirel ve Abuzer Uğurlu gibi isimlerle yakın arkadaştı. Horzum, Yusuf Ünlü ile Yıldız Su Sanayi AŞ’de de ortaktı.
Horzum bir yandan, bürokratları, Emniyet teşkilatının üst düzeyindeki bazı amirleri paraya boğarken sağ siyasi partileri de finanse ederek geleceğin taşlarını örüyordu.
12 Eylül 1980 öncesi parlamenterlerin gittiği ve kumarhane olarak işletilen Kürt Ahmet’e ait Tandoğan’daki ev, bir süre Kemal Horzum tarafından kullanılmış, Kemal Horzum burada önemli görüşmelerini yapmış, daha sonra da bu ev Ahmet Turgut (Kürt Ahmet) tarafından Ankara Video Acentalığı (AVA) olarak kullanılmaya başlanılmıştır. Yine başlangıçta AVA’nın merkezi olan Gaziosmanpaşa’daki “Mavi ev” de genel merkez olarak kullanılması için Turgut Sunalp’in MDP’sine tahsis edilmiştir.
Horzum asıl ününü Emlak Bankası’nı dolandırarak kazandı. Horzum’un şirketleri yabancı bankalardan kredi istemiş ve kefil olarak da Emlak Bankası (Kızılay Şubesi) gösterilmişti. Yabancı banka kefaleti teyit etmek için Emlak Bankası’yla irtibat kurdu. Bu aşamada yolsuzluğun ikinci ayağı olan ve Horzum’la işbirliği yapan banka müdürü gizli şifreyle onay yanıtı gönderdi. Yabancı banka krediyi verdi; ama Emlak Bankası merkezinin bundan haberi yoktu. Son etapta Horzum’un şirketleri ortadan kayboldu; yabancı banka ise vadesi gelince kefil olan bankanın kapısına dayandı. Emlak Bankası uluslararası prestij kaybına uğramamak için parayı bankaya ödemek zorunda kaldı. Bankanın bu işten zararı 80 milyon dolar olmuştu.
Bu dolandırıcılık nedeniyle Emlakbank Genel Müdürü Bülent Şemiler istifa etti. Bülent Şemiler’in istifadan sonra Cumhurbaşkanlığı danışmanlığına getirilmesi üzerine Devlet Bakanı Kaya Erdem bakanlıktan istifa etti.
Kemal Horzum sadece MDP’ye değil ANAP’a da yatırım yapmıştı. Bürokrasinin tepe noktalarıyla arasını hep iyi tutan Horzum, Ünal Erkan’ın Emniyet Genel Müdürü olması için çalışmıştı. Başbakan Özal’ın “İcraatın İçinden” programlarının prodüksiyonunu da Horzum’un AVA şirketi yapıyordu. Başbakan’ın danışmanı Selim Egeli, Horzum’un ortaklarındandı. Başbakan Özal, Horzum’un Afyon’daki Kızılay Maden Suyu tesislerinin açılışını da bizzat yapmıştı.
Kemal Horzum hakkında açılan davalar nedense hep Nusret Demirel’a düşüyordu. Bu durum, TBMM Horzum komisyonu üyelerinin de dikkatini çekmiştir. Komisyonun tutanaklarında, Horzum davalarının akıbeti şu şekilde geçmişti: “Ankara Cumhuriyet Sacı yardımcıları Nusret Demiral ve Tahir Demirel, Kemal Horzum ve Kürt Ahmet’e yakın kişilerdir. Nusret Demiral, Kemal Horzum ve Kürt Ahmet’in adının karıştığı davaları bizzat alarak, Kemal Horzum ve Kürt Ahmet’in lehine sonuçlandırmıştır.”
ANAP kongresinde Başbakan Özal’a yönelik suikast girişiminin arkasında da Kemal Horzum’un olduğu söylendi. Suikast girişiminde bulunan Kartal Demirağ da Horzum gibi Afyonluydu ve hesabına Horzum tarafından para aktarıldığı ortaya çıkmıştı. Ama suikast girişimi bir el tarafından kapatıldı ve üzerine gidilmedi.
‘AF ÇIKARIN YOKSA HER ŞEYİ ANLATIRIM’
Özal döneminde hayali ihracatın babası olarak Ertan Sert gösteriliyordu. Öyle ki bankacılar bile bu ihracat şampiyonu becerikli genç işadamına kredi vermek için ceketini yırtıyordu. Eski Garanti Bankası Müdürü İbrahim Betil, bankacılık serüvenini anlattığı “Hafiften Bankacılık” kitabında, Ertan Sert’in, o genç yaşında nasıl olup da bankalardan milyarlarca lira kredi alabildiğini bir hikâyeyle anlatıyor:
“Bir akşam Hilton Oteli’nde karşılaştığı iki banka genel müdürü, kredi vermek için aynı anda kollarından çekiştirince Sert’in ceketi yırtılıyor. Ertan Sert, ‘Bunca ısrardan sonra bu bankalardan kredi almamayı kendime yakıştıramadım. Bana lazım olmayan bunca parayı aldıktan sonra bir yerlere yatırmam gerekiyordu. Gayrimenkul aldım, fabrika aldım. Gerisini biliyorsunuz’ diyor.”
Ertan Sert’in ismi ilk kez 1986 yılında Marmaris Limanı’ndan gerçekleştirilen 55 milyon dolarlık hayali ihracat olayında gündeme geldi. Başak şirketler topluluğunun sahibi Sert, bu dönemde Özal ailesi başta olmak üzere üst düzey bürokratlarla yakın ilişkiye girdi. Sert, İzmir DGM’deki yargılama sırasında söz alıp “Hayali ihracatı siyasi iktidar teşvik etti. Yapılan ihracatın yüzde 30-50’si hayali” sözleriyle dikkatleri üzerine çekti. Turgut Özal’ı mektupla tehdit etmişti.
Dönemin başbakanı 8’inci Cumhurbaşkanı Turgut Özal’a yazdığı ortaya çıkan mektup bomba etkisi yarattı. Sert, bu mektupta hayali ihracat sanıklarına af istedi ‘‘Af çıkarın. Yoksa her şeyi açıklarım’’ tehdidini savurdu. Bir süre sonra hayali ihracat suçlarında hapis yerine para cezası öngören yasa değişikliği gündeme geldi. Ancak Bu girişim başarısızlıkla sonuçlandı.
Ertan Sert kardeşi Seyhan Sert, arkadaşları Nihat İbrahimoğlu, Fethi Namlıoğlu ve Önder Kaymak’la hayali ihracat yaparak devletten haksız vergi iadesi almak suçundan İstanbul 1’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılandı. Dava mahkemeler arasındaki uyuşmazlıklar yüzünden 11 yıl sonra sonuçlandı.
‘PLAYBOY’ TURAN ÇEVİK
Kamuoyu onu Nazan Şoray’ın sevgilisi ve Malatyasporun başkanı olarak tanıdı.Turan Çevik’in, 1984-87 yılları arasında Türkiye’nin en büyük hayali ihracatçılarından biriydi. Çevik, Ertan Sert, yeraltı dünyasından Necdet Ulucan, Fethi Namlıoğlu, uyuşturucu kaçakçısı Yaşar Aktürk (Berber Yaşar’le birlikte çalışıyordu. 1988’de Alaattin Çakıcı’nın adamları kurşunlandı. 12 Eylül 1988’de İzmir’de ortaya çıkarılan 90 milyonluk hayali ihracat girişimden sonra Çevik Rodos’a, ortağı Berber Yaşar olarak tanınan Yaşar Aktürk de İsviçre’ye kaçtı.
Kasım 2005 yılında Karaköy’deki bir işyerinde yaşanan çatışma, ilginç bir ortaklığı su yüzüne çıkardı. Çatışmanın yaşandığı işyerine, hayali ihracatla ünlenen Turan Çevik ile dönemin Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcısı Ünal Canpolat’ın oğlunun ortak olduğu belirlendi.
HAYALİ İHRACATIN AKTÖRÜ: GÜVEN
Nurettin Güven’in ismi kamuoyunda ilk kez hayali ihracat ve bazı gasp olaylarıyla duyuldu. Uyuşturucu alacağı sebebiyle kardeşi Kadir Güven ile birlikte kaçırdıkları müteahhit Ahmet Bahadır Parlak’ı öldürdükleri ve cesedini Büyükçekmece Gürpınar Yolu kenarına attıkları iddia edildi. Ahmet Bahadır Parlak’ı öldürmek suçunun yanı sıra ruhsatsız silah kullanma ve nüfus cüzdanında sahtecilik suçlarından 24 yıl hapse mahkûm oldu. 1992 yılında tutuklandı. Tutuklandıktan 8 ay sonra tahliye edildi.
Fransa’da uyuşturucu kaçakçılığından suçlu bulunan Nurettin Güven, 23 Ağustos 2005 tarihinde 12 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Boulogne Sur Mer kentinde görülen davada, Fransa topraklarına girmesi yasaklanan Güven’in üç uyuşturucu kaçakçısıyla birlikte 2 milyon 652 bin Avro para cezası ödemesine de karar verildi. Güven’in iki ay önce İngiltere’de yakalandı ve daha sonra Fransa’ya iade edildi.
Güven, Tarık Ümit ve Mehmet Ağar tarafından kullanıldı. Polis kimliği ve pasaport verilen Güven, Mehmet Ağar tarafından Dursun Karataş’ın yerini belirlemek amacıyla 80 kilo eroini Karataş’a götürdüğünü açıkladı. MİT ve Emniyet’e çalışan ancak 1995’te devlet içindeki çete tarafından kaybedildiği konuşulan Tarık Ümit ile MİT’çi Mehmet Eymür arasındaki görüşmenin kayıtlarını içeren MİT dokümanına göre, çete yurtdışındaki birçok cinayete de imza attı. Ümit ile Eymür’ün cinayet konuşmaları, Ankara ’da bugün görülecek 18 ayrı faili meçhul cinayetle ilgili dava dosyasında yer aldı. Faili meçhullerle ilgili Susurluk tapelerinde Londra’da işlenen Mehmet Kaygısız cinayetine ilişkin ayrıntılar yer aldı.
***
(VII)-Başbakan karapara aklayıcılarla toplantıda: Çakıcı, Yılmaz, Drej Ali...
Uyuşturucu ve silah kaçakçılığından elde edilen karapara, döviz olarak oluk oluk akıyordu. Namuslu bürokratlar ise hayali ihracatın üzerine gidiyordu.
Başbakan Turgut Özal’ın ekonomi politikası “ülkeye döviz gelsin de nereden nasıl gelirse gelsin” anlayışına dayanıyordu. Bu anlayışı devlet felsefesi olarak meşrulaştırmak için de gerekli yasal düzenlemeleri yapmakla kalmayıp karaparacıların üzerine giden İzmir Emniyet Müdürü Lütfü Tomuş gibi bürokratları da görevden uzaklaştırarak karaparacıların önündeki taşları tek tek temizledi.
Yasalarda yapılan düzenlemeden önce Davos’ta ünlü silah ve uyuşturucu kaçakçılarıyla zirve düzenledi. Ülkenin içinde bulunduğu döviz sıkıntısına çözüm aranan toplantı Zürih’teki Dolder Oteli’nin bir odasında gerçekleşti. Toplantıya uyuşturucu kaçakçısı Berber Yaşar, karapara trafiğini yöneten Lübnanlı Muhammed Şekerciyan, hayali ihracatçı Uğur Süzer, Dündar Kılıç’ın madencilik şirketindeki ortağı olan eski Genelkurmay Başkanı Necret Üruğ’un oğlu Hadi Üruğ, karapara aklayıcısı Yakup Kefeli ile Suphi Aşıcıoğlu, altın ve döviz kaçakçısı, hayali ihracatçı, Turan Çevik ve Behçet Cantürk’ün ortağı Emin Görpe ile altın kaçakçısı Yaşar Aktürk katılıyor. Masanın karşı tarafında ise devleti temsilen de Özal’ın ekonomi danışmanı Güneş Taner, Ahmet Özal, milletvekili Mehmet Perçin ve Emlakbank Genel Müdürü Bülent Şemiler oturuyordu. Bazı iddialara göre Başbakan Özal ile Tekirdağ Milletvekili Ahmet Karaevli de bu toplantıya iştirak etti.
CEZALAR KALKTI
Bu görüşmeden hemen sonra 1985 Mayıs ayında döviz suçlarına ağır ceza kaldırılır, altın ve kıymetli taş kaçakçılarına af gelir. 1567 sayılı yasada yapılan değişiklikle, yasada var olan hapis cezaları 100 bin lira para cezasına çevrildi.
Hemen ardından İsviçre’den milyonlarca dolarlık döviz girişi başlar. ANAP iktidarı yükselen ihracat rakamlarıyla övünürken ‘‘hayali ihracat’’ başını alır gider... Kaçakçılar hem affa uğrar hem de milyonlarca dolarlık vergi iadesi ile ödüllendirilir.
İsviçre polisi yaptığı incelemede Aşıcıoğlu, Görpe ve Aktürk’ün ‘uyuşturucu parası aklayarak bunları Türkiye’ye prefinansman dövizi adıyla gönderen kişiler’ olarak rapor etti ve bu rapor İtalyan ve Amerikan adli makamları tarafından Türkiye’ye gönderilerek Diyarbakır Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi’nde yargılanan Behçet Cantürk ve arkadaşlarının dosyasına konuldu.
Ahmet Özal ve danışmanı Güneş Taner İsviçre’de Shacargo Şirketi’nin sahibi Muhammed Şekerci ile görüşerek, İsviçre’deki sarraflık işini Türkiye’de de yürütmesi için uygun koşullar yaratılacağını, gerekirse Lübnan asıllı Şekerçi’ye çifte vatandaşlık sağlanacağını vaat ettiler.
KAÇAKÇI İÇİN YASA
Hazine kontrolörlerinin yaptıkları araştırmada, İsviçre, İtalya ve ABD yetkililerinden adli müzaheretle sağlanan bilgilere göre, Şekerci’nin sahibi olduğu Shacargo şirketi Türk mafyasının altın, uyuşturucu ve silah kaçakçılığından sağladığı dövizleri, Türkiye’deki hayali ihracatçılara ‘prefinansman dövizi’ adı altında göndererek karaparayı aklayan bir şirket olduğu belirtiliyordu.
Mustafa Kefeli, bu görüşmenin içeriğini basına şöyle anlatıyordu:
“Başbakan Turgut Özal, banker Şekerciyan’a önce Türk vatandaşlığına geçmeyi teklif etti. Bu teklifi iki kez yaptıysa da Şekerciyan, ‘No minister, no minister’ diye reddetti. Bu arada kendisine bir banka kurması teklif edildi. Hatta Kıbrıs’taki bir bankanın adı verildi. ‘İstersen bu bankayı hemen senin üzerine yapalım’ denildi. Şekerciyan biraz düşündükten sonra bunu da reddetti.” (Sabah, 3 Haziran 1989)
KAÇAKÇIYA PASAPORT
Pasaport Yasası’nın ünlü 22. maddesi 1984 yılında değiştirilerek ‘döviz, altın, uyuşturucu ve gümrük kaçakçılarına’ pasaport verildi. Bir yıl sonra da Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde 1983 başlarında oluşturulan Kaçakçılık ve İstihbarat Dairesi’nin yurtiçi birimleri, sonrasında da yurtdışı birimleri kapatıldı. Kimliklerinden silah ve uyuşturucu sabıkası silinenler bir süre sonra böylece saygın işadamı kimliğine kavuştu.
Uyuşturucu ve silah kaçakçılığından elde edilen karapara artık hayali ihracat yapanlar aracılığıyla prefinansman dövizi olarak oluk oluk akıyordu. Perde arkasında yapılan anlaşmadan habersiz namuslu bürokratlar ise hayali ihracatın üzerine gidiyordu. Bunlardan biri de İzmir Emniyet Müdürü Lütfü Tomuş’tu. İzmir’de Ertan Sert, Berber Yaşar, Necdet Ulucan ve Turan Çevik’in başını çektiği hayali ihracat çetesinin üzerine giden Emniyet Müdürü başka yere sürüldü. Tomuş’un başını Berber Yaşar’ın yediği konuşuluyordu. İddiaya göre Berber Yaşar ANAP’ın 1989’daki seçim harcamalarını finanse etmişti. Masraflarına harcadığı dedikoduları ortalıkta dolaşıyordu. Tomuş daha sonra bir televizyon programında ‘‘Benim tayinimle ilgili olarak 1 milyon dolar kimin cebine girdi?’’ diye sormuştu.
SEMRA ÖZAL’IN FİNANS DANIŞMANI
Özal’lı yıllarda daha önce hiç tanımadığımız yeni zenginler ortaya çıkmaya başlamıştı. Bunlardan biri de Nasrullah Ayan’dı. Altın kaçakçısı ve karapara aklayıcısı Muhammed Şekerci ile Berber Yaşar’la ortak iş yapan Nasrullah Ayan’ın adı sahibi bulunduğu Savaş Dış Ticaret A.Ş’nin gerçekleştirdiği hayali ihracat olayına da karışmıştı. İMKB’de büyük portföye sahip olan Ayan, havayolu ve film şirketleri kuruyor ve ekonomi sayfalarının manşetlerinden inmiyordu. Borsada spekülatif işlemler yapması nedeniyle ceza alan Ayan Semra Özal’ın İMKB’deki portföyünü yöneten kişi olarak da biliniyordu.
ÜLKÜCÜ MAFYA SAHNEYE ÇIKIYOR
Yeraltı dünyasına önce 12 Eylül sonrasında belli aralıklarla operasyon düzenlenmiş sonrasında da hayali ihracat olayı patlayınca bu kez bu suçtan bazılarına cezaevi yolu görünmüştü. Rantın merkezi olan İstanbul’un rantını yiyen yeraltı dünyasının ünlü isimlerinin hemen hepsi hakkında davalar, soruşturmalar sürerken meydan boş kaldı. Bu arada adı daha önce Ülkücü gençlik örgütlenmelerinde geçen isimler birbiri ardınca haraç, çek-senet tahsilatı ve arazi mafyası olarak piyasaya çıktı. Çoğunluğu hapisten çıkmış bu ülkücü mafya babaları, eğitimsiz, silah kullanmaktan başka meziyeti olmayan isimlerden oluşuyordu. Ülkücü olmalarının dışında bir ortak özellikleri de Drej Ali dışında hepsinin Karadenizli olmasıydı. Bu yeni mafya üyelerinin en bilinenleri Alaattin Çakıcı, Drej Ali, Semih Tufan Gülaltay, Kürşat Yılmaz, Hadi Özcan, Enis Karaduman, Tevfik Ağansoy, İbrahim Cici, Ümit Ölmez ve Sedat Peker’di.
Darbe öncesinde pek çok öldürme, bombalama olaylarının faili olarak aranan Abdullah Çatlı, Oral Çelik, Haluk Kırcı gibi isimler ise devletle yaptıkları anlaşma gereği önce ASALA sonra da PKK ile mücadele için kullanılacaktı. Ancak MİT adına önce Mehmet Eymür, sonra da Mehmet Ağar ve Korkut Eken tarafından kullanılan bu eski katiller, teröristlerle mücadelede “rutinin dışına çıkmak”la kalmayıp, soygun, haraç ve para sahiplerini öldürerek mallarına çökmek için de kullanılmıştı.
‘ÂLEMİN YENİ KRALI’ ALAATTİN ÇAKICI
Çakıcı, 12 Eylül’den sonra tutuklandı. 1982’de serbest bırakılınca ülkücü arkadaşlarını etrafına topladı. Önce tefecilerin alacakları ile kumar borcu tahsilatını iş edindi. Sonra çek-senet tahsilatına girişti. İmzası, bacaktan tek kurşundu. Eğlenmesi de bir başkaydı. Gece kulüplerine 10-15 kişilik kalabalık bir güruh halinde gidiyorlardı. Çakıcı, istediği sanatçıyı sahneden indirtiyor; “Çırpınırdı Karadeniz” adlı türküyü defalarca söyletiyordu. Hayali ihracatçı Turan Çevik’ten koruma görevi karşılığında haraç alıyordu. Kemal Horzum’dan da haraç aldığı dava dosyalarına girmişti.
13 Eylül 1989 tarihinde İstanbul’u haraca boğan yeni yetme babalara bir operasyon düzenlendi. İstanbul’da zorla alacak tahsili, haraç isteme, pavyon kurşunlama, adam yaralama gibi işlere karıştıkları savıyla gözaltına alındı.
Artık Çakıcı adı sürekli gasp, yaralama, haraç, zorla tahsilat kavramlarıyla anılır olmuştu. Sürekli bir içeride bir dışarıdaydı. Bu arada Mehmet Ağar ve MİT Kaçakçılık ve İstihbarat Daire Başkanı Mehmet Eymür’le ilişkiye geçerek onlar adına çalışmaya başladı. Zeynep Özal’ın davulcu Asım Ekren’le aşk yaşaması nedeniyle Özal MİT’ten yardım istemiş, MİT de Asım Ekren’i bu evlilikten vazgeçirmek için kaçırma operasyonuna imza atmıştı. Mehmet Eymür’ün kaçırma operasyonu başarısızlıkla sonuçlanınca bu kez devreye Alaattin Çakıcı girmiş Asım Ekren’in dükkanına ateş açmıştı.
Civangate olayının da ta göbeğinde olan Çakıcı, Semra Özal’ın isteği üzerine Emlakbank eski Genel Müdürü Engin Civan’dan müteahhit Selim Edes’in ödediği rüşveti tahsil etmesi ricasında bulunmuştu. Civan’ı bacağından vurdurtan Çakıcı, mahkemede eşi Uğur Kılıç’ın olaya Semra Özal’ın ricası üzerine bulaştıklarını açıklayınca öfkelendi vea bu kez de eşi Uğur Çakıcı’yı öldürtüp yurtdışına kaçtı. Eymür, daha sonra Alattin Çakıcı’yı hem MİT’in hem de Emniyet’in kullandığını açıklamıştı. Eymür’ün yazdığı I.MİT raporunda Tarık Ümit gibi Çakıcı’nın da katkıları vardı.
KÜRŞAT YILMAZ: 12 Eylül Darbesi öncesinde Ülkücü Gençler Derneği’nde yönetici olan Kürşat Yılmaz, İstanbul polis memuresi Tülay Çetin‘le evlenmesiyle tekrar adını duyurdu. Yılmaz’ın adı ilk olarak ‘Banker Kastelli’ olarak bilinen Cevher Özden’i vurma olayında gündeme geldi. 17 Nisan 1999’da Türkiye’ye iade edilen ve Kartal Özel Tip Kapalı Cezaevi’ne konulan Yılmaz, 1999’da Kuşadası eski Belediye Başkanı Lütfi Suyolcu’nun öldürülmesinde azmettirici olarak ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Kürşat Yılmaz, işadamı Korkmaz Yiğit, şarkıcılar İbrahim Tatlıses ve Alişan ile manken Tuğba Özay gibi ünlü isimlerle birlikte yağmacılık amacıyla çete kurmaktan da 66 yıl hapis cezası aldı.
Yılmaz’ın, Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesine ilişkin kamu görevlilerinin yargılandığı davanın duruşmasında, tanıklığına başvuruldu. Yılmaz, “Hrant Dink’in resmini getirdiler, cinayetle ilgili ‘Bunu da öldür’ dediler.” diye ifade verdi.
DREJ ALİ: Gerçek adı Ali Yasak’tı. Kürtçede uzun anlamına gelen Drej lakabı ile tanınmaktaydı. Şanlıurfa Ülkü Ocakları Yönetim Kurulu’nda olduğu 1978 yılında, İstanbul Hukuk Fakültesi’nde öğrenci iken izinsiz gösteri yürüyüşüne katılmaktan tutuklandı. Aynı yıl içerisinde bir çatışmada silahla yaralandı. Abdullah Çatlı’yla 1979’dan beri tanışan yasak, 88’de kardeşi hakkında çıkan bir haber nedeniyle adamlarına Milliyet gazetesini bastırıp kurşunlattı. 1989’da mafya lideri İnci Baba’yı vurduktan sonra yeraltı dünyasında ismini duyurmaya başladı. İsmi Susurluk çetecileriyle anıldı. Susurluk kazası sonrasında olay yerine ilk giden kişinin Drej Ali olduğu, Veli Küçük’ün olay yerinde bulunan görevlileri arayarak Çatlı’nın cenazesinin teslim edilmesini istediği iddia edildi.
Drej Ali, Susurluk skandalının baş aktörlerini bir araya getiren kız kardeşinin düğünüyle de gündeme geldi. Bahçelievler Belediye Başkanı Saffet Bulut’un kıydığı nikâhta Sedat Bucak, hemşehrisi olan damadın nikâh tanıklığını üstlenirken, gelinin tanıklığını ise Altun aşireti lideri İmam Bakır Altun yaptı. Düğüne AKP’li Metin Külünk ile beraber birçok siyasi katıldı. Ocak 2000’deki törene DYP, MHP ve ANAP’lı siyasetçiler, polis müdürleri, bazı askerler ile Susurluk’un ünlü simaları Sedat Bucak, İbrahim Şahin, Sami Hoştan, Ali Fevzi Bir de katılmıştı. Sahnedeki isim ise İbrahim Tatlıses’ti.
Miyase İlknur/Zehra Özdilek/Tuğba Özer-CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder