27 Mayıs 2021 Perşembe

Yassıada'da milyarlar betona gömüldü - Duygu AYBER GÜLTEKİN / EVRENSEL

 

Yassıada'nın geldiği son durumu Tarih Vakfı Eski Başkanı Orhan Silier ve Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Sekreteri Oktay Kargül ile konuştuk.


Türkiye'de 27 Mayıs 1960'da yapılan askeri darbe sonrası eski Başbakan Adnan Menderes ve Demokrat Partili siyasetçilerin yargılandığı Yassıada, darbenin 60. yıl dönümünde törenle açılmıştı. Adı 2013 yılında “Demokrasi ve Özgürlükler Adası” olarak değiştirilen adanın açılışını Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Yassıada'yı da Yaslıada'yı da tarihe gömüp burasını Demokrasi ve Özgürlükler Adası haline getirmeyi kararlaştırdık” ifadeleriyle yapmıştı. İsmi değiştirildikten sonra imara açılan adada, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB), GTİ işbirliği ve yap-işlet-devret modeliyle 2015 yılında temeli atılan proje kapsamında 125 yataklı otel, 500 kişilik kongre merkezi, bin 200 kişilik bir caminin yanı sıra çok sayıda yapı inşa edildi. Yapılaşma çokça eleştirilmiş; meslek odaları ve kitle örgütleri temsilcileri ile kent ve yaşam alanı savunucuları adanın son halini “tarih ve doğa katliamı” olarak nitelendirmişti. Uyarılara rağmen yapılan bu tesisler ise bugün geniş çaplı kullanılmıyor.

Açılış yıl dönümü vesilesiyle adanın geldiği son durumu Tarih Vakfı Eski Başkanı Orhan Silier ve TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Sekreteri Oktay Kargül ile konuştuk.

YANLIŞ ÜSTÜNE YANLIŞ YAPILDI

Odalar Birliğinin adadaki yapılaşma için milyarlar yatırdığını ancak kullanılmayan bir alan olarak kaldığını vurgulayan Tarih Vakfı Eski Başkanı Orhan Silier, “En azından dışa açık, büyük çaplı bir kullanım söz konusu değil. Ötesini bilemiyorsunuz. Sonuçta gizlilik içinde yürütülen, saklanan hatta bir dönem fotoğraf almanın bile çevredeki motorlarla engellendiği bir durum bu. Dolayısıyla çok az şey biliyoruz” dedi.

Konu ilk gündeme geldiğinde adanın geleceğiyle, adalılar olarak, iki ayrı görüşte olduklarını, bazı adalıların “Bırakın öyle kalsın” dediğini hatırlatan Silier, süreci şöyle özetledi:

“İlk gündeme geldiğinde adalılar olarak motorlarla gidip o büyük salonda toplantı yapmıştık. Yapılan şeyin, nasıl yapılırsa doğru olabileceğini konuştuk. Arasında benim de bulunduğum kişiler bu çapta bir adanın alternatif ve doğru bir proje olmaksızın kolay kolay öyle bırakılmayacağını; buranın az yapılaşmış, ziyaret edilebilir tarihi bir mekan olarak kalması için Yassıada Duruşmaları’nın yapıldığı salon ve bir iki binanın ele alınıp, gerektiğinde az sayıda yapılaşmış yerin ziyarete açılmasının anlamlı olabileceğini söylemiştik. Ama olan şey ‘el atınca son metrekareye kadar yapılaşma’ oluyor. Ne rant getirir; buraya bir konferans merkezi, oteller dizisi vs. yaparsak ne kadar çok insanı buraya getirir de daha çok kâr ederiz üzerine olunca, bu dönemin alışkın olduğunuz özellikleri bunun yerini alıyor”

Son 10-15 yılda “azgınlaşan” bir tarihi mekan tahribi ve rantlaşmanın söz konusu olduğunu ifade eden Silier, “Bunun için hesapsız kitapsızca yanlış üzerine yanlış yapılmış oldu. Öylesine çılgınlık içinde ki bu alanın yönetimi, yapılabilecek en yanlış şeyler üst üste yapıldı ve ada şu an kullanılmadan duruyor” dedi.

SORUN KÂR AMACIYLA PLANLANMIŞ OLMASI

Yassıada ile ilgili sorunun; günlük ziyaret alanı olarak değil, kâr elde etme alanı olarak planlanmış olması olduğunu söyleyen Silier, “Önemli olan ‘Burayı turistik amaçlar için kullanacağız ve bunun için Odalar Birliğinin fonlarıyla keyfi bir kararla yapılaştıracağız’ denmiş olması. Bu kadar para harcandıktan sonra kullanılmasının bile başarılmamış ve Odalar Birliğinin üyelerinin cebinden çıkmış yanlış, kötü bir yatırım olmuş olması. Çoğu zaman özel bir şirkete verilip bir yandan da yapılan harcamadan sonuç alınması amaçlanıyor. Ama bu unsurun bile gerçekleşmediği uç bir örnek Yassıada” dedi.

Silier, “Ne yapılabilirdi?” sorusuna ise şu yanıtı verdi:

“Eski manastır kalıntılarının, askeri tesisin ve üçüncü kullanım olarak bir dönem deniz bilimleri fakültesinin bazı birimlerinin olduğu bir ada. Bu üç kullanımı da yansıtan, ustalıkla yapılmış, yeni yapılaşmanın olmadığı ama aynı zamanda da günlük geziye açık bir mekan başarılabilirdi”

MEVCUT OTORİTENİN AKLIYLA ALINAN KARARIN EN ÇARPICI ÖRNEĞİ

Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Sekreteri Oktay Kargül ise “Bir şehir plancısı olarak keşke Yassıada’yla ilgili mesleğe dair birkaç söz söyleyebilsem ama şu an ondan bir eser kalmadı” dedi. Bu tür yapılaşmanın sadece Yassıada’da değil kentlerin birçok noktasında görüldüğünü belirten Kargül, “Biz kentleri ne nüfusuna ne gelecek vizyonuna ne de belli bir stratejiye göre projeksiyonunu yapıp planlıyoruz. Sadece mevcut otoritenin aklı, onun bakış açısı ve estetik anlayışıyla karar verip yapıyoruz. Yassıada bunun en çarpıcı örneklerinden birisi” dedi.

ADADAN GERİYE KALAN TEK ŞEY BETON

Adanın ölçeği gereği bir kente göre mikro kaldığını, doğa ile iç içe ve tarihsel önemi olan bir alan olduğunu anımsatan Kargül, kentsel sit alanlarının kimliği ve belleğiyle tescillendiğini ama adada böyle bir alan kalmadığını söyledi. Kargül, “Şu an geriye kalan tek şey betondan oluşan bir kompleks. Size ne ulaşımı ne donatı alanı ne de kıyı ilişkisiyle ilgili bir şey söyleyebilirim. Çünkü orada yapılan tesisle birlikte adanın tüm geçmişi ve doğal güzelliklerinin yok edildiğini görüyoruz” dedi.

Adanın son durumu hakkında konuşan Kargül, her yapının gerekli şekilde restore edilmediğini, bazılarının rekonstrüksiyon bazılarınınsa bir restorasyonun gerektirdiği gibi özgün malzemeden uzak yeniden inşa edildiğini anlattı. Kargül, “Bu da adanın kent belleğindeki o kimliğini ve tarihsel izlerini ortadan kaldırmış oldu. Oysa bu ada gibi kent tarihinde yer etmiş mekanların hafızadan silinmeyecek şekilde yaşatılması gerekir” dedi.

Yüksek meblağ harcanarak yapılan yapıların kullanılmıyor olmasına da dikkat çeken Kargül, şunları söyledi:

“Bu yapılar günün sonunda kamu kaynağı tüketilerek yapılıyor. İstanbul’un dörtte biri yoksulluk sınırının altında. Pandeminin de etkisiyle yardıma muhtaç olanlar var. Kamu kaynaklarıyla bu tarz kullanılmayan yapılar yapmak yerine gençlere, çocuklara hizmet vermeli, sosyal devlet anlayışıyla eğitim, sağlık ve kültür anlamında onları desteklemeliyiz. Devletin ana gider kalemini inşaat olarak belirlememeliyiz. İstihdam alanları oluşturmalıyız artık.”

YASSIADA’NIN YAKIN TARİHİ

Adalar'ın üç mil kadar güneyinde, biri sivri, biri yassı görünümlü, birbirine yakın duran iki Hayırsızada'dan yassı olanının adıdır. Antik ismi de yine yassı anlamına gelen platy’dir. Bizans İmparatorluğu döneminde bu ada, diğer adalar gibi, bir sürgün yeri olmuştur. Adanın bilinen ilk sürgünü 4.yy'da Ermeni Katolikosu I. Nerses'tir.*

Tarihte pek çok kez istilaya uğrayan adayı İngiltere'nin İstanbul Sefiri Sir Henry Bulwer 1859'da satın almış, binalar inşa ettirmiştir. Daha sonra Mısır Hıdivi İsmail Paşa'ya satılmıştır. Ancak, İsmail Paşa adanın imarı ile ilgilenmemiştir. Ada, 1947 yılında Deniz Kuvvetleri tarafından satın alınmış, 1949’da inşaatlara başlanmış ve 1952’de eğitim hizmetlerine açılmıştır.

Ada asıl ününü, 1960 darbesinden ve burada kurulan mahkeme sonucu Adnan Menderes ile birlikte hükümet üyeleri Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan'ın idama mahkum edilmesinden alır.

Yassıada Yargılamaları bittikten sonra, ada yeniden Deniz Kuvvetlerine teslim edilmiş ve buradaki eğitim faaliyetleri 1978’e kadar sürmüştür. 1993 yılında tesisler İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesine devredilmiştir. Uzaklık gerekli ihtiyaçların karşılanmasını zorlaştırdığı için 1995’te yeniden terk edilmiştir.

Adada yargılamaların yapıldığı mahkeme salonu, “27 Mayıs Müzesi” adıyla 27 Mayıs 2020’de açıldı. Müzenin girişinde, dava dosyalarının özetinden ve çıkan kararlardan oluşan sergiyi görmek mümkün. Müzede yer alan mahkeme salonu, sanık sandalyelerinden sanıkların savunmalarını yaparken kullandıkları mikrofona kadar birçok ayrıntıyı içeriyor.

Duygu AYBER GÜLTEKİN / EVRENSEL

* Kaynak: Tarih Vakfının İstanbul Ansiklopedisi'nin 7. cildi


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder