Hemen herkes mitolojinin en can alıcı hikâyesi; tanrıların insanlara ateşi götürdüğü için cezalandırdıkları Promete’nin hikâyesini bilir.
Ben hikâyeyi biraz değiştiriyorum; cezalandırılan Promete her gün elinde bir ateş topuyla bir tepeye tırmanır ve tepeye geldiğinde tanrıların görevlendirdiği bir kartal, çığlıklar atarak onun ciğerlerini yer.
Ertesi gün Promete yeniden ciğerlerine kavuşur ve gene ateş topunu tepeye taşır. O ateş topunu tepeye taşır, kartal onun ciğerlerini yer ve hikâye böyle devam eder.
Şimdi bu hikâye neden aklıma geldi?
Elbette durup dururken Promete’nin inadını düşünmedim. Bir düş, bir hayal gelip beni buldu. Dünyanın her yerinde her gün Promete’nin dağ başlarında çoban ateşi yaktığını hayal ettim. O kadar çok çoban ateşi yaktı ki, sonunda insanoğlu bu cesaret karşısında artık bir şeyler yapmaları gerektiğini düşündü ve hep birlikte tepelere giderek tanrıların kartalını öldürdüler.Şöyle bir düşünürsek bu dünyadan ne kadar çok çoban ateşi yakan Promete’ler gelip geçti. Aklıma gelenler, Şeyh Bedrettin müritleri “yârin yanağından gayri her şeyde/her yerde/hep beraber diyebilmek için” hünkâr ordusuna karşı ölümüne yürüdüler. Kurtuluş Savaşı’nda gencecik okul öğrencileri, ülkelerinde yepyeni bir çoban ateşi yakmak için hiç tereddüt etmeden “Ya istiklal ya ölüm!” diyerek kendilerini feda ettiler. İspanya içsavaşında Cumhuriyetçiler, onlara yardıma gelen dünyanın en erdemli, en cesur sosyalistleriyle, komünistleriyle “Özgürlük!” diye haykırarak savaştılar!
Alman toplama kamplarında özellikle komünist tutsaklar geleceğe belge kalsın diye tıpkı Promete gibi her an öldürülme riskini göze alarak Almanların yakılmasını emrettikleri toplama kamplarındaki zulmü ve vahşeti anlatan fotoğrafların negatiflerini ustaca sakladılar.
Stalin kuşatmasında özellikle kadın Promete’ler çocuklarını yaşatmak için hiç durmadan, hiç durmadan patates ektiler, bu nedenden patates Rusya’da neredeyse kutsal bir sebzedir. Ve İkinci Dünya Savaşı’nda Sovyetler Birliği en kahraman, en inanmış 23 milyon insanını “yeryüzü aşkın yüzü olsun” diye yitirdi. Her biri bir Promete’ydi. Ve yine Sovyetler Birliği’nde yüzlerce madenci, Çernobil kazasında yurttaşlarını korumak için şarkı söyleyerek radyasyonun yayılmasını önleyecek tüneller kazdılar. Hepsi öldü.
Ülkemize dönelim, yıllardır gençler, bilim adamları, gazeteciler öldürüleceklerini bile bile yazmaya, çizmeye, gerçekleri söylemeye devam ettiler. Her biri bir çoban ateşi yaktı. Ve o çoban ateşi hiç sönmedi. Bugün eğer İslami faşizm bir türlü ülkeyi ele geçiremediyse o çoban ateşleri hiç sönmediği içindir.
Bunları neden söylüyorum; açıkçası herkesi çoban ateşi yakmaya çağırıyorum, her yerde küçük de olsa bir çoban ateşi yakalım. Örneğin Adıyaman’a gidelim. Sigara tekelleri acayip azdı, neden azmasınlar ki, onların her istediğini emir kabul eden bir iktidarımız var. Bir kararnameyle izin verilen tütün kotası neredeyse sıfıra indirildi. Ne oldu, tütün işçileri yürüdü ve gözaltına alındılar. 10 tanesi hâlâ içeride. İnsanın belleği hiç unutmuyor, 68’li yıllarda Karadeniz Bölgesi’nde yapılan “Tütününe sahip çık!” mitinglerini anımsıyorum. Her biri bir çoban ateşiydi ve ne yazık ki söndü, bu çoban ateşini yeniden harlamamız gerek!
Bir çoban ateşini de şimdilerde Boğaziçili öğrenciler, öğretim üyeleri ve çalışanlar yaktı. Hiçbir şey kül olmadı ama atanan kayyum gitmek zorunda kaldı. Yetmez, üniversitelere tek bir imzayla atanan tüm rektörlerin gitmesi gerek. Her üniversite bir çoban ateşi yakmalı, “Seçilmiş rektör istiyoruz!” diye; kayyumlardan söz etmişken kayyum atanan belediye işçileri de çalışanları da seçilmiş başkanlarını istemeliler. Tamam, çoban ateşlerini çok şiddetli bir biçimde bastırabilirler ama atamaları yapanların da canları çok sıkılır.
Söylediklerim hepinize çok naif gelebilir ama özellikle muhalefet partilerinin ilerleyen İslami faşizme karşı tek bir ateş yakmaya niyetleri olmadığından iş bizlere düşüyor. Bir an düşünüyorum, on bin kişi elektrik faturalarını ödemezse ne olur? Ya da arabalarımıza binmesek, tıpkı Çin’deki gibi, ne olur?
Hayal bu ya, hepimiz bir Promete olsak! Ateş topunu inatla tepeye taşıyan Promete’nin inadı bizi de bulsa. Ve her kesilen ağaç, her kurutulan su başlarında birer çoban ateşi yaksak! Ülkemizin Promete’leri için her gün çoban ateşini yeniden, yeniden harlasak!Açıkça dostlarım muhalefet partilerinin sessizliği, hele de 15 Temmuz’u kutlamaları benim canımı çok sıktı. Kendi kendimi sakinleştirmeye çalışıyorum, ülkemin dağlarında yanan çoban ateşlerini hayal ediyorum. Ne demiştik, “Gerçekçi ol, imkânsızı iste!”
Işıl Özgentürk / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder