Dünyanın dört bir yanındaki diktatörlüklerle iş birliği yapan, destekleyen, arkasında duran bu süper güç küçük bir adayı yeryüzünden silmek için var gücüyle çalışıyor.
Küba'nın ülkeye yönelik ablukanın kaldırılması için Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'na verdiği karar tasarı önerisi yapılan oylamada kabul edildi. 184 ülkenin “evet” oyu verdiği oylamada abluka dünya ülkelerinin ezici bir çoğunluğuyla bir kez daha mahkûm edildi. Oylamada yalnızca ABD ve İsrail “hayır” oyu verirken, Ukrayna, Kolombiya ve Brezilya “çekimser” kaldı.
Son oylamanın hikayesi böyle. Tavsiye niteliği taşıdığından sembolik öneme sahip olan kararla Küba'ya yönelik abluka BM Genel Kurulu'nda 28. kez mahkûm edilmiş oldu.
Ama gelin görün ki emperyalizmin ve Siyonizm’in tavsiye ile yola gelecek hali yok.
O iki “hayır” oyu nedeniyle Küba’ya olağanüstü ve insanlık dışı bir abluka on yıllardır devam ediyor.
ABD ablukasının Küba’ya 60 yılda verdiği zarar 144,4 milyar Doları buldu. Bu miktar Küba gibi küçük bir ülkenin omzunda çok ağır bir yük. Düşünün, ülkenin bir yıllık toplam üretiminin ederi 100 milyar Dolar civarında. 2018 verilerine göre ihracatı 14,5 milyar Doları, İthalatı 12,6 milyar Doları anca buluyor.
Bu öylesine alçakça bir kuşatma ki Kovit salgınını bile yeni bir saldırı dalgasını başlatmak için fırsat gördüler. Ablukayı sıkılaştırdılar, salgını fırsata çevirdiler.
Misal, salgın başlayınca ülkenin sağlık kurumu solunum cihazı almak için IMTMedical AG ve Acutronic adlı şirketlerle anlaşmaya vardı. Anlaşmanın ardından Amerikalı Vyaire Medical Inc. adlı bir şirket, söz konusu iki şirketi satın aldı ve Küba’ya solunum cihazı sevkiyatını durdurdu. Zaten Küba’nın ABD’li firmalardan ilaç satın alması da engellenmişti. Amerikan emperyalizmi Kübalılara ölümün yolunu gösteriyordu. Nefretleri bu kadar büyüktür.
O sırada Küba dünyanın pek çok farklı bölgesine sağlıkçılarını göndermiş, salgınla canla başla mücadele ediyordu. Ülkede 28 bin tıp öğrencisi kapı kapı dolaşıyor, salgına engel olmaya çalışıyordu. Böylece hepsinin ellerini kollarını bağlamış oldular.
Bunlar ABD’nin salgın sırasında Küba’ya yönelik engelleme girişimlerinden sadece birkaçı. Çinli Alibaba şirketi Küba’ya tıbbi teçhizat bağışı yapmak istedi. Bağışların Küba’ya ulaştırılması yine ABD donanması tarafından engellendi. Küba Dışişleri Bakanı Bruno Rodriguez Parilla, BM Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmada ABD hükümetinin Küba Devrimi'ne karşı açtığı savaşta salgını bir fırsat olarak kullandığını belirtti ve ABD'nin bu dönemde ablukayı sıkılaştırarak Küba'nın yalnızca bir yıl içinde 5 milyar Dolarlık zarara uğramasına yol açtığını hatırlattı.
Trump döneminde ABD'nin Küba'ya karşı aldığı 240'tan fazla karar hâlâ uygulamadaydı. Kübalı bakan, böyle bir politikanın bir tür “soykırım ve ekonomik savaş” olduğunu açıkladı. ABD’nin Küba politikası tam olarak budur, soykırım ve ekonomik savaştır.Trump yönetimi, Amerikalıların Küba’ya seyahatlerine ve bu ülkede iş yapmalarına kısıtlamalar getirmişti. Ek kısıtlamalarla birlikte Amerika’dan bu ülkeye seyahat etmek isteyenlere, eskiden olduğu gibi ABD şirketleri tarafından işletilen tur gruplarının organizasyonuyla gitmeleri ve sponsor olan grubun bir temsilcisinin de onlara eşlik etmesi şartı getiriliyordu. Buna bağlı olarak Marriott oteller zinciri Trump yönetiminin Küba'daki otellerini kapatma talimatı verdiğini açıkladı. Ambargo, Amerikan işletmelerinin, Küba ekonomisine egemen olan şirketlerle iş yapmasını da yasaklıyordu. Bu şirketler arasında, adadaki perakende sektörünün büyük kısmını kontrol eden GAESA ve CIMEX adlı kuruluşlarla, en büyük turizm şirketi Gaviota ve Eski Havana’yı idare eden Habaguanex şirketi de bulunuyordu. Küba’nın imalat ve dağıtım sektöründe yabancı yatırımları çekme çabalarının odağı konumundaki Mariel kenti yakınlarındaki yeni bir kargo limanı ve özel ticaret bölgesi de yasak bölge ilan edildi. Kara listeye alınan devlet idaresindeki oteller arasında, Küba’nın uluslararası beş yıldız standardını karşılayan tek oteli Manzana Kempinski de vardı. Trump düştü, Biden geldi, ambargoyu hiçbir değişiklik yapmadan devam ettirdi.
Maliye Bakanı Steven Mnuchin bu saldırıları, “Küba politikalarımızı, ekonomik faaliyetleri Küba ordusundan alıp, hükümeti Küba halkının siyasi ve ekonomik özgürlüklerini artırmaya teşvik edecek şekilde güçlendirdik” diye gerekçelendiriyordu.Hâlbuki Küba’da ABD’den siyasi ve ekonomik özgürlük bekleyen hiç kimse yoktu. Kübalıların tek isteği “el bloqueo”nun kaldırılmasıydı…
***
Küba'ya karşı ABD ambargosu modern tarihin en kalıcı ticaret ambargosu. ABD ilk ambargoyu Fidel Castro ve Fulgencio Batista rejimi liderliğindeki isyancılar arasındaki 1953-1958 yılları arasındaki silahlı çatışması sırasında uyguladı. Ancak bu ambargo isyancılardan çok Batista rejimini etkiledi. Batista rejimi yıkıldı. İkincisi 19 Ekim 1960'ta Amerikan tekellerinin kamulaştırılmasının ardından geldi. Gıda ve ilaç dışında Küba'ya yapılan ihracat engellenecekti. 7 Şubat 1962'de ambargo neredeyse tüm ihracatı kapsayacak şekilde genişletildi.
Bunun üzerine Küba Sovyetler Birliği'nden silah satın almaya başladı. ABD buna şeker ithalat kotasını düşürerek yanıt verdi. Ancak bu girişimde etkisiz kaldı, Sovyetler Birliği fazla şekeri almaya hazırdı. Ardından petrol ambargosu geldi. Küba buna da Küba'daki Amerika'ya ait üç petrol rafinerisini kamulaştırarak yanıt verdi. Sonra adadaki tüm Amerikan varlığı kamulaştırıldı. Amerikan ambargosunun sebep-i hikmeti bunlardır.
Şimdi diyorlar ki özetle, Küba hükümeti “demokratikleşme ve insana daha fazla saygı göstermeyi reddettiği sürece” Küba'ya yönelik yaptırımları sürdürülecek. Yani Küba’nın Sosyalizmden ve devrimden geri adım atmasını istiyorlar.
***
Küba'da bu acımasız ambargoya “el bloqueo” diyorlar. Engelleme, kuşatma, el koyma anlamlarına geliyor kelime. Hatta içinde bir tür olumsuz kamulaştırma da var. Mesela Küba ile ticaret yapan diğer ülkeleri mali yardımı durdurmakla tehdit etti ABD. ABD'nin bu girişimleri, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından, “Devletlerin egemen eşitliğine, içişlerine müdahale edilmemesine ve uluslararası işlerin yürütülmesinde en önemli unsur olan ticaret ve denizcilik özgürlüğüne aykırı bir sınır ötesi önlem” olarak kınandı. Ancak bu kınamaların somut bir karşılığı yok. ABD ambargodan vazgeçmiyor. Çünkü Küba’da sosyalizmin başarılı olmasını istemiyor. Bu başarının başına büyük işler açacağına inanıyor.
Mesele sadece Küba değil zaten. ABD’nin Latin Amerika’yı dizayn etme girişimlerinin uzun bir tarihi var. Saldırganlıkları 1823 Monroe Doktrini ile başladı. 1845’te Kaliforniya eyaletini zorla Meksika’dan kopardı. 1914’te bu ülkedeki devrimi önlemek için 7 ay süre ile Veracruz bölgesini işgal etti. 1903’te Guantamano Körfezini ele geçirdi. Guantanamo Deniz Üssü halen ABD’nin yabancı bir ülkedeki en eski üssü konumunda.
Küba, 1961 yılında da ABD’nin hedefiydi. Adaya asker çıkararak devrimi alaşağı etmeyi denedi, püskürtüldü. Adaya Sovyet etkisini engellemek için bir ara nükleer savaşı bile göze aldı. Küba dışında,1983 Karayipler Grenada Adasına ve 1994 Haiti’ye de müdahale etti. Yakın çevresinde kendisine uymayan hiçbir yönetimin oluşmasına izin vermiyordu. Arjantin, Paraguay, Guatemala, Brezilya, Dominik Cumhuriyeti, Şili ve Arjantin'de yaşanan askeri darbeler de ABD’nin parmağı vardı.
***
Fakat bu abluka Sovyetler Birliği'nin varlığında Küba'yı sınırlı oranda etkiliyordu. 1989'da Sovyetlerin çöküşüyle Küba, büyük bir ekonomik yıkımla karşı karşıya kaldı. Gayri Safi Yurt İçi Hasılası yüzde 34 düştü. İhracat ve ithalatı yüzde 70 düzeyinde azaldı.
O tarihten beri el bloqueo Kübalıların gıdaya, temiz suya, ilaca ulaşmasının önündeki en büyük engel. Bunlar bir dizi sağlık sorunu yanında bulaşıcı hastalıklara da neden oluyor. Sabun ve şırınga gibi en basit maddelere ulaşmayı engelleyen acımasız bir ambargo bu. Ülkeye seyahat kısıtlamaları sadece malların akışını değil bilimsel bilginin akışını da engelliyor. Küba neredeyse bütün ihtiyaçlarını kendi kendine karşılama zorunluluğu ile karşı karşıya bırakılıyor.
Dünyanın dört bir yanındaki diktatörlüklerle iş birliği yapan, destekleyen, arkasında duran bu süper güç küçük bir adayı yeryüzünden silmek için var gücüyle çalışıyor. Ama gelin görün ki el bloqueo her açıdan başarısız oldu. Küba’da devrimin seyrini veya doğasını değiştiremedi. Tek bir Küba vatandaşını “özgür” kılamadı ama mutlak bir biçimde tamamını yoksullaştırdı.***
Daha düne kadar Amerikan emperyalizminin kumar ve fuhuş adasıydı Küba, insanlarını köleleştirmişler, düşkünleştirmişlerdi. Sonra bir gün bir avuç devrimci çıkageldi. Sosyalizm hülyasının adasına dönüştürdüler bu kuralsız kumarhaneyi. İnsanlarını özgürleştirdiler ayağa kaldırdılar. Ada artık Küba halkının adasıydı. Acımasız el bloqueo işte bunun içindir.
Küba ayakta, Kübalılar devrimin ve özgürlüğün arkasında. Başka türlü nasıl olabilir ki? Kim ülkesinin kumarhane veya kerhane olmasını ister, bir avuç ahmak liberalden başka!
Orhan Gökdemir / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder