15 Ağustos 2021 Pazar

Cennet ve cehennem yurdum! - Işıl Özgentürk / CUMHURİYET


 Datça’da bir cennetteyim. Yaka köyünün eteklerinde, dağlara sırtını vermiş UKKSA’da (Uluslararası Knidos Kültür Sanat Akademisi). Akademinin sadece dağdan esen rüzgârı değil, her karışı baştan çıkarıcı etkinliklere gebe. Seramik atölyesi, heykel atölyesi, baskı atölyesi, resim atölyesi, seç seçebildiğini; sonra al eline fırçayı resmini boya, al eline hamuru küçük bir kedi heykeli yap ya da baskı atölyesinde balıkların takla attığı, mercan kayalıklarında bir denizatı olarak dolaş. Ya da elinden hiçbir şey gelmiyorsa, bahçedeki heykellerle konuş, almasan da kendin için bir resim seç.

Cennetteyim dedim ya, benim de cennetim öyle. Her yanından sanat tanrısının göz kırptığı bir yer. Bu arada seramik bir vazo yapıverdim, bir de denizleri evime getiren bir harika taş baskı bir yatak örtüsü.

Burada olmamın bir nedeni var: Nevzat Metin ve Emine Özkarslıoğlu’nun 2010 yılından bu yana oluşturdukları bu cennette ağustosun altısında büyük bir açılış vardı; ülkemizde ve dünyanın her yerinde, yeryüzü aşkın yüzü olması için mücadele eden pek çok muhalif insana onur ödülü verilecekti, ardından iki gün edebiyat masaya yatırılacak ve 12’de Can Yücel’in 22. ölüm yılı nedeniyle sadece Can Yücel konuşulacak ve ardından ben kısa film atölyesi yapacaktım. Ama bölgeyi esir alan yangınlar nedeniyle açılış ve edebiyat paneli iptal edildi ama yakından gelenler, Zeynep Oral, ben, Tuğrul Keskin, Aydın Şimşek, Güzel Yücel önce mezara ardından akademiye gelen Can Yücel dostlarıyla sadece ve sadece Can Yücel’i ve onun bizleri şaşırtma gücünü dile getirdik. Cennet bir kez daha kahkahalarla, dansla ve şiirle şenlendi.

Cennet: UKKSA’da (Uluslararası Knidos Kültür Sanat Akademisi) kadın tanrıçalar sizi karşılar.

Harika değil mi? Yazımın başında söyledim cennet ve cehennem yurdum. Cehennem de bize uzak değil, bir adım sonra cehennem başlıyor ama bu cehennem bizim, insanoğlunun yarattığı bir cehennem. Cennetin masmavi rengi birden sapsarı bir renge bürünüyor, güneş bulanıklaşıyor, Gümüşlük’te yangın var. Hemen telefona sarılıp Gümüşlük’teki arkadaşlarımı arıyorum. Yangın birinin yanı başında, şaşkın, ne yapacağını bilemiyor, bir diğeri gözyaşları içinde, “Benim buralar taş toprak” diyor, “Yangın ağaçları sever. Telaşlanma!” 

Bu gecenin tadı tuzu yok, cennet bile acıyı hissetmiş gibi. Derin bir sessizlik. Börtü böcek yas tutuyoruz. Ve sabahleyin telefonlarımıza düşen bir haber: Kastamonu’nun Bozkurt ilçesi yok olmuş. Su önüne ne kattıysa sürüklemiş. Öyle deli bir su! Ama suyun hiçbir kabahati yok. Ezine Çayı üstüne yapılan HES dolup taşmış ve yatağı 400 metreden 15 metreye indirilen çay köpürerek yatağında yapılan yıkılmaz denilen evleri, yolları dolduran arabaları ve en kötüsü de ne olduğunu bilemeden bekleyen insanları denize sürüklemiş.

Cennette cehennemi hissetmek korkunç bir şey. Anılar hiç durmadan kendilerini anımsatıyor. Yıllar önce HES yapılmasına karşı çıkan bir avuç bölge insanıyla bu HES’lerin oralara gitmiştim, henüz yapım aşamasındaydı ve yapılmasına karşı çıkanlara bölge halkı çok fena kızıyordu. Çünkü şu yalana inanmışlardı: “HES yapılacak gençleriniz artık büyük kentlerde iş aramayacak, işi ayaklarına getiriyoruz!” Şimdi biraz HES’leri tarif etmem gerek, bir derenin üstüne küçük bir baraj gölü yapılıyor ve su buradan vallahi de billahi de köy değirmenlerinden biraz hallice bir değirmeni çeviriyor ve elektrik oluyor. Bütün bölge HES yapılsa bile oluşacak elektrik anca bir kenti aydınlatabilir. Ama bu HES’ler için teşvikler çıktı, devlet üretilen elektriği alacağını söyleyip sözleşme yaptı. Sonra ne oldu, yolu yatağı değiştirilen sular azaldı, öyleyse kuruyan bölgelere ev yapalım dediler, sekiz kata kadar imar izni verildi. Karadeniz dere yataklarına kurulmuş apartmanlarla doldu. Sonra ne oldu, bir şiddetli yağmur yağdı, HES gölü doldu ve kapaklar açıldı. Peki, bir HES’te kaç kişi çalışmaya başladı? En fazla dört!

O zamanlar bir avuç insan “Yapmayın, etmeyin!” dedi ve jandarma tarafından coplandı, olmadı, biber gazıyla nefesleri kesildi, tazyikli suyla yerlere yapıştırıldılar. Karadeniz’in Amazon kadınları, torunları yaşındaki jandarma erine “vurma vurma” diye bağırdı, torun yaşındaki jandarma eri onlara acımadı ve Karadeniz HES’lerle yok edildi, bir de o hiç durmadan çöken ünlü Karadeniz karayoluyla. Ben HES’leri olmasın diye tek öküzünü satıp dava açan Karadenizlileri de gördüm. Küçük çocukların jandarmaya su attığını da. Ve Metin (Lokumcu) Hoca “Yapmayın!” diye haykırırken yüzüne doğru fırlatılan bir biber gazı fişeğiyle yere düştü ve kalp krizinden öldü. Bunları da gördüm.

Cennet ve cehennem! İşte böyle ama bu ülke cehennemi bile cennete dönüştüren muhteşem insanların yaşadığı bir yurt. Artık kanmıyor, artık sessiz değil ve en önemlisi artık korku duvarı aşıldı.

Not: Hiçbir şey yarım kalmaz. UKKSA’da bu ayın 28’inde açılış, ardından edebiyat paneli ve ardından Işıl Özgentürk Kısa Film Atölyesi başlayacak. Benden söylemesi. 

Işıl Özgentürk / CUMHURİYET  


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder