CUMHURİYET "Köşebaşı + Gündem" -12 Ağustos 2025-

 28 Nisan 1960 Turan Emeksiz’in öldürülmesi..-Şükran Güngör-

Demokrat Parti, Menderes hükümetinin sivil diktatörlüğünün tırmanışının yaşandığı yıllar... Sakın ola ki sivil diktatörlükte sınır tanımayan bir iktidarın otoriterleşmesinde, kendisini iktidara getirmiş Amerikan yönetiminin bile gönderilmesi günlerinin geldiği sonucunu çıkarmış olarak görevden alınmalarında öncülük yaptığı günlerin gelişmelerini unutmaya kalkışmayalım.

Başbakan Menderes, Rusya ile iletişim kurma çabasını gerçekleştirmeye çabaladığı günlerde, 28 Nisan 1960 günü Turan Emeksiz, polis operasyonunda öldürülür. Yakın arkadaşı Yavuz Ketenci, ölüsünün yerde kalmasını içine sindiremez. Fotoğraf karesine de yansıdığı üzere arkadaşlarının yardımı ile taşınmasını üstlenir. O günlerde siyaseten yaşananlar sivil diktatörlüğün sınır tanımayan boyutlarının göstergesidir.

DP’nin iktidarının getirildiği güçler, Amerikan emperyalizmi tarafından görevden alınması operasyonu başka, sonrası sahneye konan oyunlarla, Yassıada yargılamaları kapsamında, cımbız davası simge, üç lideri asılarak çoklu yöneticilerinin cezaevlerinde ağır süreler tutuklu kalmaları cezalarının verilmiş olması çok başka. Bir kez daha bu ülkenin aydınlanmacı kitleleriyle, emperyal kuklalarının karşı karşıya gelmeleri oyunları başka...

İşte tam da bu nedenlerle dün toprağa verdiğimiz Yavuz Ketenci üzerinden geçmişi, doğruları ile yanlışlar bir arada olarak değerlendirmek gerekliliğine inanıyorum. Emperyal odaklar Menderes’lerin idamları üzerinden, “kısasa kısas” kavramı üzerinden, 1970’li yıllarda, tüm sol siyasetlerin bütünleşerek, büyük bedeller ödeyerek çırpınışlarını boşa çıkartırarak Deniz’lerin idamların durdurulmasını engellediler.

Ülkemiz, o günlerden bugünlere kimi çok değerli, olumlu toplumsal kazanımlar, siyasal ittifakları yaşadığı gibi, dinin en haksız, hukuksuz, kuralsız kullanılıyor olmasının çok acı günlerinin darboğazında çırpınmakta. Günümüzde yine dünyanın en kirli, karanlık odaklarının destekleri altında, dünya çapında bir benzeri, örneği olmayan bir ucube otoriterleşmenin uygulamalarının kapılarına sınırsız göz yumularak, yaşatılanlara karşı, geçmişte yaşananlardan çıkarmak zorunda olduğumuz çok fazla dersler olmalı değil mi?

***

Yangınlar, depremler, yaşayabilme, nefes alabilme koşullarının katlanılamaz boyutlarda dibe çekildiği, sorumluluklarının gereklerine bir ucundan el atmış iktidarları erki hak götüre... Suç ortaklıklarına tam destek, haksız, hukuksuz suçlu yaratma peşinden koşturan, yine de dişe dokunur tek bir olumlu sonuç üretemeyen... Sınırsız haksız, hukuksuzlukları görmezlikten görmenin ötesinde, el altında destekle ayakta kalmayı seçmiş.

Nefes alabilmek için bir şeyler yapmak zorunda olduğunun bilincine ulaşanlarımızın sayıları kaçınılmaz artıyor. Teknolojinin de katkısıyla, geçmişin bilgi, deneyimlerinden yararlanma şanslarının da ayrımındalar. Toplumsal sorumluluklarının bilincinde, ayrımında “Bir şey yapmalı?” sorgulamasında, yaşamak, nefes alabilmek yolundan başkaca çıkış yolumuz da olmadığına göre. Dün toprağa verdiğimiz, sevgili Yavuz Ketenci’yi sizin de gündeminize taşımak istedim.

Ki.. Rumeli aksanı ile yapabileceklerimiz üzerinden, hepimize “Allah rahatlık verebilsin”

                                                         /././

Şovenizm nedir?-Özdemir İnce-

Okuyacağınız yazının anlamsal yerine oturması için üç tanım yapmamız gerekiyor:

Bir ulusun bağımsız ve egemen olarak üzerinde yaşadığı yeryüzü parçası ve onun havası ile karasularına vatan denir. Bir kimsenin doğup büyüdüğü; bir milletin hâkim olarak üzerinde yaşadığı, barındığı, gerekirse uğrunda canını vereceği toprak. Bir kimsenin yerleştiği yere de vatan denir.

Türk vatandaşı, Türkiye Cumhuriyeti’nde uyruğu olan kişi. Yürürlükteki 1982 tarihli anayasanın 66. maddesine göre, “Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.”

Yurdunu, milletini büyük bir tutku ile seven, bu uğurda her türlü özveriye katlanan (kimse), vatansever, vatanperver. Yurtseverlik ya da vatanseverlik bir bireyin ülkesine duyduğu sevgi ve bağlılıktır.

“Şoven” (chauvin) ve “şovenizm” (chauvinisme) Fransızca sözcüklerdir. Bu nedenle kaynağa gidip ne anlama geldiklerini dilimize çevirdim.

Şoven” ismi, coşkulu bir asker tipini ifade eder. Terim aslında Birinci İmparatorluk dönemine dayanan ve asker Nicolas Chauvin’in yer aldığı bir askeri efsaneden gelir: Efsaneye göre Chauvin üç parmağını kaybetmiş, kafatasının bir parçası gitmiş ama bunlara karşın ülkesini gururla savunmuştur.

Bir de Lenin’in Birinci Dünya Savaşı sırasında sosyal demokratların vatanseverliğini kınamak için kullandığı bir terim olarak sosyal şovenizm vardır ki bu yazımızla ilgisi yoktur.

Bu tanımlama girişini, A. Cihan Soylu’nun “Şovenizm sadece sağın karanlığı mı?”1 başlıklı yazısında benim de adım geçtiği için yaptım. Bilirsiniz, genel yarar olmadıkça özel nedenlerle bu türden yazıları söz konusu etmem. A. Cihan Soylu,  Kürtçülük konusundaki yazılarım yüzünden beni şoven olmakla suçluyor:

“Bu, güya eşitlikçi ve özgürlükçü demokrat, devrimci ve hatta sosyalistlere göre, Kürt sorunundan söz etmek, ulusların kaderlerini tayin hakkının Kürtler açısından da geçerli olduğunu söylemek, ‘üniter devleti bölmeye çalışmak’, dolayısıyla da Batılı emperyalistlerin Kürt sorunu uydurmasıyla Türkiye Cumhuriyeti’ni parçalama politikalarına alet olmak demektir. Aralarında liberal solcusu da kendi ifadelerine bakılırsa komünistim diyeni de bulunuyor. İsim vermek hakaret sayılmaz. Özdemir İnce, Sinan Meydan, Zülâl Kalkandelen, Ö.K. Öymen, Yılmaz Özdil gibi farklı ekollerden isimler Türkiye’de bir Kürt sorunu olmadığı yönündeki dayatılmış ve ezberletilmiş asırlık nakaratı sürdürüyorlar. En ‘sağlam’ dayanakları ise Türk ulusal varlığını tek temel gerçeklik olarak alan yasa ve anayasa maddeleridir!”

Böyle bir yazının neresini tımar edeyim? “Kürt sorunundan söz etmek, ulusların kaderlerini tayin hakkının Kürtler açısından da geçerli olduğunu söylemek”  cümlesini ele alalım: İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Fransa, İngiltere gibi ülkelerin Asya ve Afrika’daki sömürgeleriyle ilgili olarak ortaya atılmış bir kavramdır ulusların kendi kaderini tayin hakkı yani autogestion (Fransızca) self determination  (İngilizce). Bu konuda 8 Ağustos 2025 Cuma günü yayımlanan  “Ulusların kendi kaderini tayin hakkı” başlıklı yazımı okumasını salık veririm. O yazıda bu hakkın sadece sömürge halkları için geçerli olduğunu yazıyorum. Sadece ben demiyorum, uluslararası kural böyle.

Bir ülkenin vatandaşı olan azınlıkların böyle bir hakkı yoktur. Çünkü söz konusu Kürtler uluslararası tanınırlığı olan Türkiye Cumhuriyeti devletinin vatandaşıdırlar. Yani devletsiz ve vatansız değiller. Bu kural kesin ve apaçık. Söz konusu Kürtlerin adı Türkiye olan bir devletleri ve vatanları vardır. Yani bir sömürge halkı değiller. Bu nedenle ulusların kendi kaderini tayin hakkından da yararlanamazlar. Çünkü Lozan Antlaşması’na göre azınlık sıfatına da sahip değiller.

“Bu, güya eşitlikçi ve özgürlükçü demokrat, devrimci ve hatta sosyalistlere göre, Kürt sorunundan söz etmek, ulusların kaderlerini tayin hakkının Kürtler açısından da geçerli olduğunu söylemek”le başlayan bölümü anlamak mümkün değil.

Merak ediyorum Benim Türkiye’nin Sırat Köprüsü Açılım Masalı (Tekin Yayınları, 2015, İkinci Baskı) adlı kitabımı okudu mu acaba? Okumadıysa olmaz! Hele o yazarı madara etmeye kalkışıyorsan.

Sanki Türkiye’de Kürtlerin hakkı yenmekte, kendilerine yasal olarak eşit vatandaş muamelesi yapılmamakta. Yapılmamakta ise o zaman mevcut hükümeti eleştireceksin! Türk kökenli insanlar genel olarak Kürtleri hor mu görmekteler? Bunu iddia eden nifakçının ağzına biber sürülür.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin vatandaşı olan Kürtler konusunda tartışmaya girenler onların tarihini çok iyi bilmek zorundalar. Örneğin Bitlisli İdris’i (İdris-i Bitlisi) kimliğini ve aralarında uzlaşamayan Kürt aşiretleri ilişkisini çok iyi bileceksin. Açıkça yazmak gerekirse Osmanlı Devleti’nde Türkler kul (vatandaş), Kürtler vassal idiler. Lozan Antlaşması ve Cumhuriyet onları eşit vatandaş yaptı.

1 Evrensel, 7 Ağustos 2025.

                                                                               /././

‘Hazırlıksız yakalandık’-Ergin Yıldızoğlu-

Yaygın sıradanlaşmış, “veri hırsızlığı, sahte diplomalar (hoş değilmiş ama kazanç helalmiş), sahte imzalar” eşit (etnik) vatandaşlık topolojisi gibi çürüme semptomları üzerinde düşünürken aklıma eski bir yazımın başlığı geldi: “Hazırlıksız yakalanacağız”. Köprülerin altından çok su geçti. Eğitim sistemi, bürokrasi, güvenlik mimarisi darmadağın oldu, “liyakatin” yerini, siyasal İslamın sadakat-biat kültürü aldı. Devlette, toplumda ekonomik, kültürel çürüme daha da derinleşti. Artık bilgi, bilim, akılcılık itibar görmüyor.

Biz bu durumdayken bölge dağılıyor. Emperyalizmin merkezlerinde, yorumcuların köşelerinde, teknolojik-askeri rekabet ve ekonomik-ticari güç konuları öne çıkıyor. Evet, “Hazırlıksız yakalandık”.

‘ÇİFTE REKABET’

Bir ülkenin “yapay zekâ” alanında ani bir atılım yapması gibi teknolojik sürprizler, diğer ülkelerin tehdit algısını keskinleştiriyor. Klasik askeri dengede yıllar süren üstünlükler artık aylar, hatta haftalar içinde bozulabiliyor. Bu durum, devletleri, hızlı, sert adımlar atmaya zorluyor. Ekonomik cephede ise tarifeler, ihracat yasakları, sanayi politikaları, tedarik zincirlerini yeniden şekillendirerek ittifak sistemlerini zayıflatıyor. Sonuç: Ekonomide atılan bir adım, askeri-teknolojik yarışa doğrudan yansıyor; teknolojide yaşanan bir sıçrama, ekonomik bloklaşmayı hızlandırıyor.

Bu çifte rekabet” alanı sadece ABD-Çin ekseniyle sınırlı değil. Diğer büyük ve orta düzey güçler de pozisyonlarını yeniden tanımlamaya çalışıyorlar. Rusya, Hindistan, AB ve bölgesel aktörler bu oyunun hem hedefleri hem de araçları haline geliyor. Yorumcular, büyük güçler arasında, teknoloji alanındaki bir şokun, ekonomi cephesinde daha sert bloklaşmayı; ekonomik bir krizin ise sahada daha saldırgan pozisyonları tetiklemesinden korkuyorlar.

Nükleer caydırıcılık hâlâ büyük güçler arasında doğrudan bir “büyük savaş”  olasılığını azaltıyor. Ancak bu, dünyanın daha güvenli olduğu anlamına gelmiyor. Tam tersine, asıl risk veri hırsızlığının, sağlık, elektrik, güvenlik altyapılarını hedef alan siber saldırıların ve vekâlet savaşlarının  daha sık, daha şiddetli, daha kontrolsüz hale gelmesi. Suriye, Yemen, Sudan, Mali ve Ukrayna örneklerindeki gibi, büyük güçlerin doğrudan  çarpışmadığı ama farklı tarafları desteklediği  çatışmalar da bölgesel savaşlara evrilme potansiyeli taşıyor.

ÇEVRE ÜLKELER

Bu “ikili rekabet” ortamında, çevre ülkeler için en büyük tehlike, bloklar arasında, gelişmelere ayak uyduramadan, taraf olmaya zorlanmak, yeniden paylaşım amaçlı vekâlet savaşlarının coğrafi sahnesi haline gelmek. Bu riskler Türkiye için de geçerli. Ülkenin, coğrafi konumu, NATO üyeliği, Çin ve Rusya ile artan ekonomik bağları, Ortadoğu bağlamında yeni Osmanlı rüyası, rejimi bir taraftan sürekli bir denge politikası, diğer taraftan, yayılmacılık politikası izlemeye zorluyor. Denge siyaseti, giderek incelen bir ip üzerinde yürümeye benziyor. Yayılmacılık politikası ise ekonomik kaynakların, kırılgan teknolojik altyapının, personel yetersizliğinin, laiklik-İslamcılık- “Kürt sorunu” gibi toplumsal bölünmüşlüklerin, liyakatsiz ve çapsız liderliklerin engeline takılıyor.

Bu ortamda, Türkiye açısından temel sorun ekonomik, teknolojik alanlarda  stratejik özerkliği ve güvenliğini koruyabilmektir. Öyleyse, yapay zekâ, yarı iletkenler, veri altyapısı gibi alanlarda bağımsız üretim kapasitesi yaratmak kritik öneme sahiptir. Bu, ancak üniversitelerin, meslek okullarının ve araştırma kurumlarının güçlendirilmesi, desteklenmesi, ilk öğretimden başlayarak modern bilimsel eğitim içinde bilim insanı yetiştirme kanallarının açılmasıyla,  özgürleştirilmesiyle başarılabilir.

Toplumsal işgücünün sağlık, eğitim, ücret, sosyal hizmetler alanlarında yaşam koşulları iyileştirilerek üretkenliğinin beslenmesi, bir stratejik sanayi politikasının planlanması da gerekiyor. Vekâlet savaşlarının bölgesel tırmanma eğilimini düşünerek adalete hukuka güvenin artırılması, demokratik kurumların güçlendirilmesiyle yönetenlerin meşruiyetinin sağlanması büyük önem kazanıyor. Siyasal İslamın Cumhuriyetin hemen her düzeyde kurumlarının içini boşaltan, iklim krizi içinde ormanları ranta kurban eden rejimi ve kültür savaşları altında, ülkenin ayakta kalma şansı hızla azalıyor.

                                                      /././

Trump koridoru -Mehmet Ali Güller-

Azerbaycan ve Ermenistan liderlerinin Beyaz Saray’da, Donald Trumpın huzurunda imzaladıkları “barış için yol haritası”, iki ülkenin barış anlaşmasından çok, ABD’yi Kafkaslara sokmanın yol haritasıdır.

ABD, Azerbaycan ve Ermenistan liderlerinin imzaladığı 7 maddelik metnin 3. maddesine göre Zengezur koridorunun Trump koridoruna dönüşmesi, Güney Kafkasya için kama, Azerbaycan ve Ermenistan için kelepçe anlamına gelmektedir. Aliyev ve Peşinyan’ın bu kama ve kelepçe için Trumpı Nobel Barış Ödülü’ne aday göstermesi ise tarihsel bir ayıp olarak şimdiden kayıtlara geçmiştir.

ASTANA VE 3+3 PLATFORMLARINA SABOTAJ

1) Dar anlamda Azerbaycan’ı Nahçıvan’a, geniş anlamda Çin’den başlayarak Orta Asya ve Kafkasya’yı Türkiye’ye bağlayan Zengezur koridorunun Trump koridoruna dönüşmesi, 3+3 Platformu’na sabotajdır.

Bölge sorunlarını Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan üçlüsü ile Türkiye, İran ve Rusya üçlüsünün bir arada çözmesi esasına dayalı platform, 90’larda Tahran, yeni dönemde Ankara tarafından önerilmiş ve hayata geçmesi için de ilk adımlar atılmıştı.

2) Türkiye, İran ve Rusya üçlüsünün oluşturduğu Astana Platformu, ne yazık ki ABD-İsrail ikilisinin Esad’ı devirip Şara’yı iktidar yapma operasyonuna AKP’nin destek vermesi ile ciddi yara almıştı. ABD, başından beri rahatsızlığını ilan ettiği bu platformu, Trump koridoru ile rafa kaldırmak istiyor.

Oysa Astana Platformu, Suriye’de işbirliği yapmanın ötesinde, Azerbaycan’ın 30 yıl sonra işgal altındaki topraklarına kavuşabilmesini kolaylaştırması bakımından da kritik önemdeydi.

KUŞAK VE YOL’A AMERİKAN DÜĞÜMÜ

3) ABD, Ermenistan topraklarından geçecek bu koridoru 100 yıllığına işletme hakkını alarak Kafkasya’nın Kuzey-Güney hattına kama sokmuş oldu. Washington bu koridorla Rusya ve İran arasına girmiş oldu.

4) ABD sadece Rusya-İran hattını değil, daha geniş planda, Avrasya stratejisi gereği Çin, Rusya, İran işbirliğini hedef almaktadır. Zengezur koridoru Orta Koridor’u birleştirecek, Orta Koridor da Çin’in liderlik ettiği Kuşak ve Yol’un parçası olacaktı. ABD Zengezur’u Trump koridoru yaparak Kuşak ve Yol’a Kafkasya’da düğüm atmak istiyor.

AMAÇ: TÜRKİYE-AZERBAYCAN-İSRAİL İTTİFAKI

5) ABD Büyükelçisi Barrack, Trumpın güncellenmiş BOP’u anlamına gelen Ortadoğu haritasını ülke ülke sayarken, Azerbaycan ve Ermenistan’ı da dahil etmişti. Dolayısıyla Trump koridoru, Trump BOP’unun gereğidir.

Trump’ın BOP’u ise İsrail hegemonyasında yeni bir Ortadoğu düzeni içindir. ABD, bu düzende Türkiye ile İsrail’in birlikte hareket etmesini istemektedir. İsrail-Azerbaycan ilişkilerinin stratejik düzeye çıkarılması, bu amacı kolaylaştırmak içindir.

Peki ABD bölgede neden Türkiye-İsrail-Azerbaycan ittifakı istemektedir? Cumhur İttifakı bu süreçte neden Safevilere karşı Yavuz-Kürt İdris ittifakını anımsatmaktadır? Bu süreçte neden “Türkiye’yi Kürtlerle genişletme” planı yeniden raftan indirilmiştir?

Çünkü Trump’ın BOP’unun hedefi İran’dır.

EMPERYALİST BARIŞIN KÖPRÜSÜ

6) SSCB yıkıldığında ABD, Türkiye’yi Orta Asya’ya açılan kapı görmüştü. Türkiye’nin NATO’cu kanadı FETÖ okullarıyla Orta Asya’yı ABD’ye açmaya çalışıyor, ulusalcı kanadı ise kapatmaya çalışıyordu. O mücadele sürüyor.

ABD’nin yeni Ortadoğu düzeninden pay almak isteyen, o düzenle uyumlu olarak iktidarını sürdürmek isteyen AKP-MHP ittifakı, Trump koridorundan memnun. Atlantik’e bağlanarak Türk milliyetçiliğini ülkücülüğe dönüştürenler için Trump koridoru elbette “Orta Asya’ya uzanan Amerikan Turancılığı” diye kabul görecektir!

7) Aliyev’in Washington’da ifade ettiği üzere Trump koridoru aynı zamanda bir enerji koridorudur ve sadece Azeri petrol ve gazı için değil, Hazar bölgesi petrol ve gazı için de köprü görevi görecektir.

Anlaşmaları yapılmaktadır: Azerbaycan ve Hazar enerjisi bir yandan Karadeniz üzerinden Ukrayna’ya, diğer yandan da Türkiye üzerinden Suriye’ye akacaktır. Hatta Suriye’ye akış başladı. Sonrası için asıl merkez İsrail’dir. Çünkü ABD İsrail’i Körfez, Kafkasya ve Doğu Akdeniz’in enerji merkezi yapmak istemektedir.

Kısacası Trump koridoru, “emperyalist barışın” köprüsüdür ve asıl büyük savaş için kurulmaktadır!

                                                        /././

Filistinsizleştirme planı -Mehmet Ali Güller-

Gazze’yi İsrail Güvenlik Kabinesi, günlerdir süren tartışmaların ardından Gazze’nin tamamının işgali planına onay verdi.

Plan tartışıldı çünkü İsrail ordusu plana karşıydı. Gazze’nin tamamının işgali hem askeri riskler taşıyordu ama hem de rehineleri kurtarma olanağını zayıflatıyordu.

NETANYAHU’NUN PLANI

İsrail zaten Gazze’nin yüzde 75’ini işgal etmiş durumda. Buna rağmen İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu neden Gazze’nin tamamını işgal etmek istiyor? Mesele ileri sürüldüğü gibi Hamas’ı silahsızlandırmak mı? Mesele rehineleri kurtarmak mı? 

Planın Netanyahu tarafından açıklanan hedefleri, asıl amaca işaret ediyor. Buna göre:

- İsrail Gazze’nin tamamını işgal edecek.

- Yönetimi Filistin/Batı Şeria hükümetine değil geçici olarak bir Arap gücüne bırakacak.

- Gazze’nin genel güvenliğinden İsrail ordusu sorumlu olacak.

Bu hedefler, Netanyahu’nun asıl amacını ortaya koyuyor: Gazze’yi Filistinlisizleştirmek!

İSRAİL’E MERKEZİ ROL

Plan bu ve ABD Başkanı Donald Trump’ın Gazze planıyla da uyumlu. İkili Gazze’nin geleceğini, İsrail’i bölgesinde merkezileştirme planına göre tasarlıyorlar. ABD yeni Ortadoğu düzeni kurmaya çalışıyor ve o düzende İsrail’e merkezi rol oynatmak istiyor. O rol için:

1) İsrail’in Filistin’de, Lübnan’da, Suriye’de ve hatta zamanla Ürdün’de        genişlemesi hedefi var.

2) İsrail’in ABD’yle birlikte İran’a basınç oluşturmak amacıyla Kafkasya’da aktif oyuncu yapılması planı var. (Zengezur koridorunun 100 yıllığına ABD’li bir şirkete verilmesi, Türkiye’nin Esad’ı devirme yanlışından sonra ikinci büyük bölgesel yanlışı olacak ne yazık ki.)

3) İsrail’in enerji merkezi yapılması: Körfez, Doğu Akdeniz ve Kafkasya petrol ve gazlarının önemli bölümünün İsrail’de toplanması.

4) İsrail’in Hindistan-Körfez ile Kıbrıs-Avrupa hatlarının kesişimi yapılmasına çalışılıyor.

ABD’NİN İSRAİL İŞLERİ

İsrail’in bu misyona kavuşabilmesi için;

- ABD, Arap ülkelerinin İsrail’le İbrahim Anlaşmaları imzalamasını istiyor.

ABD, Türkiye’nin yeni Ortadoğu düzeninde İran’a karşı İsrail’le birlikte hareket etmesini istiyor. Washington, İran-Ermenistan ilişkilerini bozmayı, Rusya’yla İran’ın arasına kama gibi girmeyi ve Kafkasya’da İsrail-Türkiye-Azerbaycan üçgeni kurabilmeyi amaçlıyor. (Açılımın eşzamanlı başlaması da bu nedenle.)

- İsrail’in tüm bu işler için Filistin topraklarında rahat edebilmesi, bunun için de Gazze’nin Filistinsizleştirilmesi isteniyor. ABD’nin Lübnan’da Hizbullah’ı silahsızlandırmak istemesi de bu nedenle.

GECİKEN TANIMA KARARI

Yakın zamanda G7’nin dört ülkesi, İngiltere, Fransa, Almanya ve Kanada eylülde Filistin devletini tanıyacaklarını açıkladılar. Netanyahu’nun insanlık dışı yeni Gazze planı hayata geçerse, bu ülkelerin tanıyacakları gerçek bir Filistin devleti kalmayacak!

Bugüne kadar Filistin’i tanımayan, dahası İsrail’e bugüne kadar silah satan ve siyasi destek veren bu devletlerin fikir değiştirmesi, elbette doğru şeyi yapma arzularından kaynaklanmıyor. İki nedeni var:

1) Bu ülkelerde İsrail’e karşı ve haliyle İsrail’e destek veren hükümetlerine karşı kamuoyu tepkisi olağanüstü yükselmiş durumda.

2) Trump yönetmiyle ticaret savaşı yaşayan bu “müttefik” ülkeler, Filistin’i tanıma kartı üzerinden ABD’yle mücadele etmeye çalışıyorlar.

TARİH NOT EDİYOR

Kısacası, ABD başkanının ifadesiyle “ileri karakol” olarak kullandıkları, Alman başbakanının ifadesiyle “kötü işlerini yaptırdıkları” İsrail, çağımızın en büyük soykırımını, dünyanın gözleri önünde yapmayı sürdürüyor.

“Amerikancılık yaparak İsrail’e karşı olmaya” çalışanların, sahada değil belagatta İsrail’e karşı sertleşenlerin, “Gazze’de çocuklar ölüyor” diye ağıt yakıp yeni silah anlaşması yapanların, zar zor İsrail’le ticareti kesenlerin bu soykırımda küçüklü büyüklü paylarını tarih not ediyor...

Ve bitirirken önemle belirtelim: Plan uygulamaya girdiğinde, Netanyahu beklemediği iç ve dış gelişmelerle karşılaşabilir!

                                                  /././

Kutlu olmayasıca Sevr!-Ahmet Tan-

10 Ağustos 2025.

İki kere iki dört, edercesine tarihi bir gün.

Yılın hem 222. günü hem de Sevr Antlaşması’nın 105’inci yılı.

“Lozan hezimettir!” diyen güruh için Sevr gerçek bir “zafer” dir.

Ne yazık ki milliyet fukarası “Osmanlıcılar”“zafer günlerini” kutlamaya pek cesaret edemiyorlar.

Ama bu yıl elleri çok güçlendi, hamle edebilirler.

1- Başkan Trump’ın kendisi gibi emlak pazarlamacısı ve en büyük bağışçısı olan Tom Barack Ankara Büyükelçisi ve Suriye organizatörü olarak tam yetki ile işbaşı yaptı. Ve Washington’da hazırlanan “reçete”yi tebliği etti.

“Türkiye, Osmanlı millet sistemine dönmelidir.”

“Bölgedeki tüm ulus devletler İsrail için bir tehlikedir”

*

Yol haritası değil de “reçete” dedik. Zira bu yola taş koyabilecek CHP ve lideri  Özgür Özel’dir. Özel de mesleğine sevgi ve sadakatinden olmalı, sosyal medyada imzasını “eczacı” diye atıyor.

**

Zaman ve zemin manidar gelişmelere sahne oluyor. Sevr’in tam da yıldönümünde TBMM’de “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi” diye bir komisyon ihdas ediliyor.

Bu tarihte bir benzeri yok. Komisyonun yarısı “tek kişilik” partilerden oluşuyor. Bu manzaranın “tek adamı yönetimi” ile Sevr’in yıldönümünde meydana gelmesi ise talihsiz bir rastlantı.

Tıpkı komşu Suriye’de başına milyonlar dolar vaat edilen kıdemli bir teröristin  “cumhurbaşkanı” sıfatı ile göreve getirilmesi, İsrail ile ABD’nin el ele, İran’a bomba yağdırma ertesine denk düşmesi ve İsrail'in binlerce Gazzeliye soykırım uygulaması yetmiyormuş gibi tüm ülkeyi tamamen işgal edeceğini ilan etmesi gibi.

İlginç zamanlar yaşıyoruz. Evvel zaman komşumuz Çinlilerin en ağır bedduası ilmiş.

**

Madem bugün Sevr’in yıldönümü, Sevr’i Lozansız düşünmek abesle iştigal.

Gazetemizin son başyazarı İlhan Selçuk’u ölümünden önce yazdığı son yazısından (15.08.2009) bazı satırlarla anmalıyız:

“Bu yıl da İslamcı gazeteler göreneği bozmadılar!.. ‘Osmanlı tarihi uzmanı’  Mısırlıoğlu diyormuş ki:

‘Lozan muazzam bir imparatorluk mirasının han-ı yağmasıdır. Türkün şahsında İslamdan intikam alınarak bütün bir İslam dünyasının başsız bırakılmasıdır.’

Dincilerin dünkü ve bugünkü hallerine baktıkça insanın yüreğine acıma duyguları doluyor...

Birinci Dünya Savaşı’nda Müslüman Osmanlı’yı İngilizlerle birlikte arkadan vuranlar kimlerdi?..

Müslüman Araplar değil mi!..

*

Bugün bile eski Osmanlı sınırları içinde kalan Irak’ta Arap Arap’a Şiilerle Sünnilerin birbirlerini yediklerini, Müslüman Kürtlerin sınır ötesine atlayıp Müslüman Türkleri dişlemeye çalıştıklarını görmeyenlere ne demeli?..

Müslüman Müslümanın kurdudur.

Bugün dünyaya ve Ortadoğu’ya bakan aklı başında bir Müslümana en çok gerekli olan nedir?..

Akıl!..

Zincirinden boşalmış emperyalizme karşı direnebilmek için Müslümana akıl gerek...

Kör inanç öyledir ki Lozan’ı bile ‘hezimet’ sayar...

Müslüman şu günlerde hem birbirini yiyor hem de tarihinin en büyük ‘hezimet’ ini yaşıyor.

(......)

Türkiye olağanüstü bir döneme doğru sürükleniyor...

Vaktiyle Anglo-Amerikalılar ülkedeki Ermeni ve Rumları kışkırtıp kullanarak Sevr’i tezgâhlamak istediler...

Bu kez de Kürtleri kullanmak üzerine bir strateji göze çarpıyor, Anadolu’yu bölen haritalar elden ele dolaşıyor...

(....)

**

İlhan Selçuk bu satırları 15.08.2009 yazmıştı.

Tarih bu kadar kolay ve erken mi tekerrür eder?

                                                    /././

TCMB verileri açıkladı: Cari açık beklentilerin üzerinde!

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın haziran ayı ödemeler dengesi raporu açıklandı. Cari işlemler hesabı, beklentilerin üzerinde açık verdi.

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB), haziran ayına ilişkin "Ödemeler Dengesi İstatistikleri" raporunu yayımladı. Haziran ayında cari işlemler hesabı 2 milyar 6 milyon dolar açık kaydetti. Ekonomistlerin beklentisi 1 milyar 546 milyon dolar açık olması yönünde oluşmuştu.

Buna göre, altın ve enerji hariç cari işlemler hesabı ise 2 milyar 579 milyon dolar fazla verdi. Ödemeler dengesi tanımlı dış ticaret açığı 6 milyar 476 milyon dolar olarak gerçekleşti.

Raporda şöyle devam edildi:

"Yıllıklandırılmış verilere göre, Haziran ayında cari açık yaklaşık 18,9 milyar ABD doları olurken, ödemeler dengesi tanımlı dış ticaret dengesi de 63,3 milyar ABD doları açık vermiştir. Aynı dönemde hizmetler dengesi 62,1 milyar ABD doları fazla verirken, birincil ve ikincil gelir dengesi sırasıyla 17,6 milyar ABD doları ve 0,1 milyar ABD doları açık vermiştir.

Hizmetler dengesi kaynaklı net girişler bu ay 5.989 milyon ABD doları seviyesinde gerçekleşmiş olup, bu kalem altında taşımacılık hizmetleri ve seyahat kaleminden kaynaklanan net gelirler sırasıyla 1.875 milyon ABD doları ve 5.015 milyon ABD doları olmuştur.

2025 yılı Haziran ayı yıllıklandırılmış cari açığın finansmanına, net doğrudan yatırımlar 4,8 milyar ABD doları, krediler 21,1 milyar ABD doları ve ticari krediler 4,5 milyar ABD doları katkı verirken; net portföy yatırımları 4,0 milyar ABD doları ve net efektif ve mevduatlar 12,3 milyar ABD doları negatif yönlü etki etmiştir. Merkez Bankası döviz cinsinden net rezerv azalışı 20,3 milyar ABD doları olmuştur.

Haziran ayında doğrudan yatırımlar kaynaklı net girişler 616 milyon ABD doları olarak kaydedilmiştir. Yurt dışı yerleşiklerin Türkiye’ye toplam doğrudan yatırımları 1.566 milyon ABD doları artarken, yurt içi yerleşiklerin yurt dışındaki doğrudan yatırımları 950 milyon ABD doları artmıştır.

Gayrimenkul yatırımları incelendiğinde, yurt içi yerleşiklerin yurt dışında 214 milyon ABD doları gayrimenkul alımı ve yurt dışı yerleşiklerin ise Türkiye’de 133 milyon ABD doları net gayrimenkul alımı yaptığı görülmektedir.

Portföy yatırımları Haziran ayında 1.049 milyon ABD doları tutarında net giriş kaydetmiştir.

Yurt dışı yerleşiklerin hisse senedi piyasasında 641 milyon ABD doları ve DİBS piyasasında 114 milyon ABD doları net alış yaptığı görülmektedir. Yurt dışındaki tahvil ihraçlarıyla ilgili olarak; yurt dışı yerleşiklerin banka ihraçlarında 743 milyon ABD doları net alış, Genel Hükümet ve diğer sektörlerin ihraçlarında ise sırasıyla 179 milyon ABD doları ve 37 milyon ABD doları net satış yaptığı görülmektedir.

Yurt dışından kredi kullanımlarında bu ay bankalar ve diğer sektörler sırasıyla 2.098 milyon ABD doları ve 445 milyon ABD doları net kullanım, Genel Hükümet 36 milyon ABD doları net geri ödeme gerçekleştirmiştir.

Diğer yatırımlar altında, yurt dışı bankaların yurt içindeki mevduatları, Türk Lirası ve yabancı para cinsinden sırasıyla 181 milyon ABD doları net azalış ve 675 milyon ABD doları net artış olmak üzere toplam 494 milyon ABD doları net artış kaydetmiştir.

Resmi rezervlerde bu ay 4.050 milyon ABD doları net azalış olmuştur."

                                                        ***

CUMHURİYET


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

CUMHURİYET "Köşebaşı + Gündem" -12 Ağustos 2025-

  28 Nisan 1960 Turan Emeksiz’in öldürülmesi..-Şükran Güngör- Demokrat Parti, Menderes hükümetinin sivil diktatörlüğünün tırmanışının yaşand...