Çanakkale'de bir yangın daha: Alevler büyüdü, 2 bin 90 kişi kara ve deniz yoluyla tahliye edildi!

9 Ağustos'ta iki günlük yangının kontrol altına alındığı Çanakkale'de bir yangın daha çıktı. Çanakkale-İzmir kara yolunun yakınlarında olan ağaçlık alandaki yangına ilk olarak çevrede bulunan iş yerlerinde çalışanlar müdahale etti. Tarım arazisinde başlayan yangının ormanlık alana sıçradığı belirtiliyor. Yangın şiddetli rüzgarın etkisiyle Güzelyalı’ya kadar ulaştı. Hem Dardanos hem de Güzelyalı’da bulunan evler tehdit altına girdi. Çanakkale Valisi Ömer Toraman, Güzelyalı'nın tedbir amaçlı olarak tahliye edilmeye başlandığını açıkladı. Vali Toraman riskli bölgelerden toplamda 2 bin 90 vatandaşın tahliye edildiğini bildirdi. Yangın söndürme çalışmaları sürdüğü Erenköy'de (İntepe) bölge, güvenlik amacıyla tedbiren tahliye edildi. Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı'ndan yapılan açıklamaya göre durdurulan uçuşlar yeniden başladı. Orman işçileri, şiddetli rüzgara rağmen gece boyunca yangın söndürme çalışmalarını büyük özveriyle sürdürüyor. Yangın nedeniyle yükselen dumanlar başta Dardanos olmak üzere çevredeki yerleşim yerlerini tehdit ediyor. Dardanos’ta yaşayanlar dumandan etkilendikleri için evlerini terk ettiler.
Dardanos'ta alevler evlerin olduğu bölgeye sıçradı
Dumandan etkilenenler evlerini terk ettiler
Alevler hızla yayıldı, yangın Güzelyalı’ya kadar ulaştı
Çanakkale’de yangın rüzgarın etkisiyle hızla yayılıyor. Önce Dardanos’u tehdit eden alevlerin Güzelyalı’ya kadar ulaştığı bildirildi. Yangın bölgesinden canlı yayın yapan gazeteci Tekin Uğurlu, alevlerin Jandarma Kampı olarak bilinen Çanakkale Jandarma Özel Eğitim Merkezi Komutanlığı’na sıçradığını söyledi.(https://www.dailymotion.com/video/x9ok56w)
Güzelyalı tahliye edildi
Çanakkale Valisi Ömer Toraman, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, "Çanakkale merkezde orman yangını rüzgarın da etkisiyle hızlı ilerliyor. Yangına havadan ve karadan müdahale ediliyor. Tedbiren Güzelyalı bölgesindeki vatandaşlarımızın tahliyesine başlanmıştır. Vatandaşlarımızın gerekmedikçe trafiğe çıkmamaları önem arz etmektedir” dedi.
Vali Toraman, ayrıca daha sonra yaptığı paylaşımlarda şu ifadelere yer verdi:
"ÇOMÜ Dardanos Yerleşkesi, Jandarma Güzelyalı Kampı, Çamlıbel Sitesi tahliye edildi. Tahliye ekiplerine yardımcı olalım. Gereksiz trafik oluşturmayalım. Çanakkale Çınarlı yangınına 5 uçak, 5 helikopter ile havadan, 32 arazöz, 14 itfaiye, 5 dozer 455 personel ile karadan müdahale edilmektedir."
Bu arada Çanakkale Boğazı'nda güneyden kuzeye olan trafik, yangın nedeniyle tek taraflı olarak kapatıldı.(https://www.dailymotion.com/video/x9okhga)
Evler ve araçlar yandı
Bu arada bazı binaların alevler arasında kaldığı gözlendi.
Yangında bazı araçların yanarak kullanılamaz hale geldiği görüldü.
Yangın söndürme çalışmaları esnasında vatandaşlar da bölgedeki ekiplere su tankerleriyle destek veriyor.
Motosikletli vatandaşlar yangın söndürme çalışmasına katılanlara destek olmak amacıyla su, maske, ayran ve göz damlası dağıtıyor.
İl Emniyet Müdürlüğü ekipleri, Toplumsal Olaylara Müdahale Aracı (TOMA) ile yangın söndürme çalışmalarına katıldı. Polis ekipleri, Güzelyalı köyünde yanan yazlıkları kontrol ediyor.
Evler, alevler arasında kaldı
47 kişi hastaneye sevk edildi
Vali Toraman, daha sonra yaptığı paylaşımlarında şu ifadelere yer verdi:
"ÇOMÜ Dardanos Yerleşkesi, Jandarma Güzelyalı Kampı, Çamlıbel Sitesi tahliye edildi. Tahliye ekiplerine yardımcı olalım. Gereksiz trafik oluşturmayalım. Çanakkale Çınarlı yangınına 9 uçak, 10 helikopter ile havadan, 69 arazöz, itfaiye, iş makinaları ve 685 personel ile karadan müdahale edilmektedir. Riskli bölgeler karadan ve denizden tahliye edildi. Dumandan etkilenen 47 vatandaşımıza sağlık kuruluşlarında müdahale ediliyor. Hayati tehlikeleri yoktur."(https://www.dailymotion.com/video/x9okhg8)
Uçuşlar durduruldu
Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı, Çanakkale'deki yangın nedeniyle havalimanı pistinin, devlet hava araçları, ambulans uçaklar, arama kurtarma ve yangınla mücadele hava araçları hariç olmak üzere, bugün saat 19.30'a kadar tüm uçuşlara kapatıldığını bildirdi.
Bakanlıktan, yapılan açıklamada, şu ifadeler kullanıldı:
"Çanakkale'de devam eden orman yangınları nedeniyle, Çanakkale Havalimanı pisti, devlet hava araçları, ambulans uçaklar, arama kurtarma ve yangınla mücadele hava araçları hariç olmak üzere, bugün saat 19.30'a kadar tüm uçuşlara geçici olarak kapatılmıştır."
Çanakkale'deki orman yangınlarında bölgede mahsur kalan 84 kişi tahliye edildi
Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı, Çanakkale'deki orman yangınlarında bölgede mahsur kalan 84 kişinin tahliye edildiğini bildirdi.
Bakanlıktan yapılan açıklamada, şu ifadeler kullanıldı:
"Çanakkale Dardanos mevkisinde meydana gelen orman yangınlarında bölgede mahsur kalan84 vatandaşımız, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğümüze ait deniz araçlarımızın da görev aldığı tahliye operasyonlarıyla emniyetli bölgelere nakledildi."
Erenköy tedbir amaçlı tahliye edildi
Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) Arama ve Kurtarma Birimi (AKUB) de yangından etkilenen bir evin bahçesindeki tavuğa su verdi.
Alevlerin ulaştığı Erenköy'de (İntepe) yangın söndürme çalışmaları sürüyor. Bölge, güvenlik amacıyla tedbiren tahliye edildi.
Yangın bölgesine ulaşan komandolar da söndürme çalışmalarında ekiplere destek veriyor.
Öte yandan Çanakkale-İzmir kara yolu üzerinde bulunan bir iş yeri alevler arasında kaldı.
Yangın araçları alevlerle mücadele ederken yangının arasında kalma tehlikesi yaşadı
Vali Toraman açıkladı: Riskli bölgelerden 2 bin 90 vatandaşımız tedbiren deniz ve karayolu ile tahliye edildi
Çanakkale Valisi Ömer Toraman sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, "Çanakkale merkez Çınarlı yangınına müdahale devam ediyor. 10 uçak, 9 helikopter ile havadan, 75 arazöz, 35 itfaiye, 10 dozer, 92 diğer araçlar ve 760 personel ile müdahale ediliyor. Riskli bölgelerden 2 bin 90 vatandaşımız tedbiren deniz ve karayolu ile tahliye edildi. Dumandan etkilenen 77 vatandaşımızın tedavisi sağlık kuruluşlarında yapılmaktadır. Hayati tehlikeleri bulunmamaktadır" ifadesini kullandı.
Durdurulan uçuşlar yeniden başlatıldı
Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı uçuşlar hakkında yaptığı açıklamada, "Orman yangınlarıyla daha etkin şekilde mücadele edilebilmesi amacıyla geçici olarak sivil uçuşlara kapatılan Çanakkale Havalimanı, tüm uçuşlara yeniden açılmıştır" ifadelerini kullandı.
İBB'den Çanakkale'deki orman yangına müdahale çalışmalarına destek
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB), Çanakkale'de çıkan orman yangınına müdahale çalışmalarına destek amacıyla bölgeye 50 personel ile 19 araç ve iş makinesi gönderdi.
İBB'den yapılan açıklamaya göre, Çanakkale'de devam eden orman yangınına müdahale çalışmalarına destek amacıyla ilk aşamada, İtfaiye Dairesi Başkanlığından 28 personel ile 4 su ikmal, 3 hizmet ve bakım onarım ile hızır acil ambulans gönderildi.
Yine ilk aşamada, Yol Bakım ve Altyapı Koordinasyon Dairesi Başkanlığından 4 personel ve 2 su tankeri, İSKİ Genel Müdürlüğünden 5 personel, su tankeri, paletli loder, treyler çekici ve öncü araç olmak üzere toplam 37 personel ve 15 araç ve iş makinesi de Çanakkale Valiliği emrine görevlendirilerek bölgeye sevk edildi.
İBB, ikinci ekip olarak da İtfaiye Dairesi Başkanlığından 13 personel, 3 su ikmal ve ilk müdahale aracı akşam saat 19.50 itibarıyla bölgeye hareket etti.
Vali Toraman: Çınarlı köyü yangınına büyük bir gayretle müdahale edilmektedir
Çanakkale Valisi Ömer Toraman, X hesabından yaptığı açıklamada, "Elektrik kesintisi nedeniyle içme suyu pompaları çalışmayan Kumkale ve civar köylerimize, arazözlerle içme suyu takviyesi yapılacak. İl Özel İdaresi ekiplerimiz müdahale ediyor." ifadesine yer verdi.
Vali Toraman bir başka paylaşımında ise yangın kontrol altına alınana kadar mücadelenin süreceğini belirterek, şunları kaydetti:
"Çanakkale merkez Çınarlı köyü yangınına büyük bir gayretle müdahale edilmektedir. Orman kahramanları başta olmak üzere yangına müdahale eden bütün ekiplere, destek veren bütün gönüllülerimize ve Çanakkaleli hemşehrilerimize çok teşekkür ediyorum. Yangını kontrol altına alıncaya kadar, canla başla mücadelemiz devam edecek. Gece boyunca karadan 79 arazöz, 39 itfaiye, 11 dozer, 92 diğer araçlar ve 770 personel ile müdahaleye devam edilmektedir. Havanın aydınlanması ile birlikte hava araçları da müdahaleye başlayacaktır. Bütün ekipler büyük bir gayretle çalışıyor."
Orman işçileri, şiddetli rüzgara rağmen gece boyunca yangın söndürme çalışmalarını büyük özveriyle sürdürüyor.(https://www.dailymotion.com/video/x9ok1a2)
***
Balıkesir dünkü 6,1'lik depremin ardından beşik gibi sallanmaya devam ediyor; 4 saat içinde 4'ten büyük 6 deprem!
Balıkesir Sındırgı'da 1 saat içinde 4,1, 4,4 ve 4,5 büyüklüğünde peş peşe depremler meydana geldi.
Balıkesir'de, 10 Ağustos saat 19.53'te Sındırgı ilçesi merkezli 6,1 büyüklüğünde deprem meydana geldi. Artçıların peş peşe geldiği depremin ardından Sındırgı merkez ve köylerinde toplam 16 bina yıkıldı. Sındırgı Kaymakamlık binası karşısında yıkılan binada, enkaz altından 4 kişi kurtarıldı. Aynı enkazdan çıkarılan 81 yaşındaki Nihat Önbaş'ın ise tüm müdahalelere rağmen hayatını kaybettiği duyuruldu. Önbaş'ın, oyuncu Eylül Tumbar'ın amcası olduğı öğrenildi. Depremde şu ana kadar 29 kişinin yaralandığı, hayati tehlikelerinin bulunmadığı bildirildi.
Söz konusu depremin ardından 200'ü aşkın artçı deprem de gerçekleşti. AFAD saat 19.37'de 4,1 büyüklüğünde bir depremin ardından 4,4 büyüklüğünde bir depremin daha gerçekleştiğini duyurdu.İlk 2 depremin ardından 1 saat içine 3. deprem meydana geldi. AFAD'ın açıklamasında göre 20.13'te olan deprem 4,5 büyüklüğünde meydana geldi.
4 saat içinde 5 kez 4'ten büyük deprem
Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının (AFAD) internet sitesinde yer alan bilgiye göre, 19.37'de merkez üssü Sındırgı ilçesi olan 4,1 büyüklüğünde sarsıntı kaydedildi. Depremin, 11,9 kilometre derinlikte meydana geldiği belirlendi.
AFAD saat 19.52'de 4.4 büyüklüğünde bir artçı depremin daha olduğunu duyurdu. Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının (AFAD) internet sitesinde yer alan bilgiye göre, merkez üssü Sındırgı ilçesi olan 4,4 büyüklüğünde sarsıntı kaydedildi. Depremin, 8,71 kilometre derinlikte meydana geldiği belirlendi.
AFAD'ın verilerine göre; Balıkesir'in Sındırgı ilçesinde saat 20.13'te yerin 8.57 kilometre altında 4.5 büyülüğünde bir artçı deprem daha meydana geldi.
Balıkesir'in Sındırgı ilçesinde saat 22.54'te 4 büyüklüğünde deprem meydana geldi. Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının (AFAD) internet sitesinde yer alan bilgiye göre, merkez üssü Sındırgı ilçesi olan 4 büyüklüğünde sarsıntı kaydedildi. Depremin, 8,32 kilometre derinlikte meydana geldiği belirlendi.
Balıkesir'in Sındırgı ilçesinde saat 23.01'de 4,1 büyüklüğünde deprem meydana geldi. Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının (AFAD) internet sitesinde yer alan bilgiye göre, merkez üssü Sındırgı ilçesi olan 4,1 büyüklüğünde sarsıntı kaydedildi. Depremin, 6,86 kilometre derinlikte meydana geldiği belirlendi.
***
İBB'ye yeni dalga operasyon: 14 kişi hakkında gözaltı kararı!
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne yönelik soruşturmalar kapsamında 14 şüpheli hakkında gözaltı kararı verildi.
***
Jandarmada kritik atamalar: Ankara İl Jandarma Komutanı görevden alındı
Resmî Gazete'de yayımlanan atama kararına göre; Ankara İl Jandarma Komutanı Recep Yalçınkaya görevden alınarak Jandarma ve Sahil Güvenlik Akademi Başkanlığı'na atandı. Yalçınkaya yerine, Tümgeneral Cengiz Yıldız, Balıkesir İl Jandarma Komutanlığı görevinden, Ankara İl Jandarma Komutanlığına getirildi. Türk Havacılık ve Uzay Sanayii AŞ'ye (TUSAŞ) yapılan terör saldırısının jandarma görev bölgesi içerisinde olması nedeniyle Yalçınkaya'nın görevden alınacağı Ankara kulislerinde konuşuluyordu.
12 Ağustos 2025 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanlığı Kararı ile Jandarma Genel Komutanlığı bünyesinde önemli atamalar gerçekleştirildi.
Ankara İl Jandarma Komutanı Yalçınkaya yerine Balıkesir İl Jandarma Komutanı Yıldız atandı
Resmi Gazete'de yayımlanan Cumhurbaşkanı atama kararına göre; Tümgeneral Cengiz Yıldız, Balıkesir İl Jandarma Komutanlığı görevinden, Ankara İl Jandarma Komutanlığına getirildi. Bu karar ile Ankara İl Jandarma Komutanı Recep Yalçınkaya Jandarma ve Sahil Güvenlik Akademi Başkanlığı'na atandı.
Yalçınkaya, TUSAŞ terör saldırısında güvenlik ihmali iddialarıyla gündeme gelmişti
TUSAŞ'a yapılan terör saldırısının jandarma görev bölgesi içerisinde olması nedeniyle Yalçınkaya'nın görevden alınacağı Ankara kulislerinde konuşuluyordu. Yalçınkaya, terör saldırısının ardından güvenlik ihmali iddialarıyla gündeme gelmişti.
/././
Diploma krizinin kilit ismi Ziya Kadiroğlu: Al Sancak Partisi Başkanı’nın emriyle Osmanoğlu için işlem yaptım -Candan Yıldız-
Volkan Uçak diplomasını veren okulla ilgili şaibelere yanıt verdi.

Okuyuculara sorumluluğum… Türkiye’nin mevcut haline dair çok şey söyleyen ‘diploma krizi’ ile ilgili bir haber yaptım.
Seans başına 4.500 TL ücret aldığı söylenen Volkan Uçak'ın diplomasıyla ilgili iddiaları öznenin kendisine sormak, gazetecilik kuralı gereği önemliydi. Ancak avukatı Sıdıka Cin’le konuşabildim.
Avukat Cin müvekkili Volkan Uçak’a ait International Dublin Üniversitesi’ne ait diploma örneğini paylaştı. Haberi yazdım ama beklediğim belgeler gelmediği için gecikme kaygısıyla haberi eksik de olsa yaptım. Sorumluluk sahibi, dikkatli okuyucularından çok sayıda elektronik posta (e-mail) aldım. Maillerde söz konusu üniversite sorgulanıyordu doğal olarak. Çünkü sözü edilen okulun internet sitesinin uzantısı Gürcistan (ge) uzantılı. Oysa okulun merkezi ABD’de Miami’de görünüyor. Florida eyaleti anlayacağınız.
Diplomadaki QR kod da sizi Gürcisten International Dublin University’e yönlendiriyor.
Söz konusu okulu sorgulayalım… Okul 2021 yılında kurulmuş. Oysa Volkan Uçak’ın diploması 2022 tarihli. Bir yılda dört yıllık bir eğitim alması mümkün olamaz.
Ya da web sayfasında ‘hakkında’ kısmını tıkladığınızda “Üzgünüz, sayfayayı bulamadık” yazısıyla karşılaşıyorsunuz ki garip bir durum. Çünkü insan başvuracağı üniversitenin tarihçesini bilmek ister. Geçmiş, kurumun referansıdır zira. Bunların hepsi şüphe uyandıran sonuçlardı. UNESCO himayesinde kurulmuş Uluslararası Siyaset Bilimi Derneği (IPSA)’ne göre de üniversite 2021’de kurulmuş. Bunun üzerine şansımı deneyerek Volkan Uçak’a ulaştım ve konuştu.
Uçak’ın sorularıma yanıtları şöyle:
“Ben dört yıllık online eğitim aldım. Fiziken okumayacağınız, yetki verilen ajanslar aracılığı ile online eğitim veren üniversiteler var. Fiyatı uygun olduğu için International Dublin’e gittim. Üniversitenin merkezi Florida’da. Ama benim kaydımı Gürcistan kampüsüne kaydırdılar. Okul kuruluş tarihi ile mezuniyet tarihi arasındaki fark bundan kaynaklanıyor. 25-30 ağustos tarihleri arasında okulun hukukçuları Türkiye’ye gelecek ve basına bilgi verecek. 54 yaşındayım ve diplomalarımı sosyal medyada yayınlacacak kadar aptal değilim. Gerçek olmasa neden yapayım.”
Uçak, psikoloji mezunu görünüyor ve belgenin, üniversitenin varlığı şüphe uyandırdığı için de gerçek öğrenciler, gerçek mezunlar, sahte kimliklerle e-imzalarla hak edilmeyen gerçek diploma oluşturanlara öfke duyuyor. Volkan Uçak ise kendisini şöyle savunuyor:
“Ben hiçbir zaman psikolojik danışmanlık yapmadım, terapi vermedim. Yurt içi ve dışı eğitimlerim, sertifakalarım var. Bunları devlet üniversitelerinden aldım. Benim yaptığım iş zihin kodlama. Bu tıbbi bir uygulama değil. Hipnoz yöntemiyle insanın bilinçaltını kodluyorum.”
Uçak böyle dese de paylaştığı diplomalar nedeniyle olası danışanlarda güven oluşturduğu, bunun da etik bir sorun olduğu açık. Zira paylaştığı diplomasının YÖK’te denkliği yok. Zaten denklik almak için, Türkiye’nin kurumsal güvenliğinin tel tel döküldüğünü gösteren soruşturmada tutuklu bulunan Ziya Kadiroğlu ile yolu kesişiyor.
“Mavi diplomalara denklik verildiğini öğrenince bir danışmanlık firmasıyla konuştum. Çünkü YÖK’e, ÖSYM’ye ulaşmak hiç kolay değil. Ziya Kadiroğlu’na belgelerimi verdim. 1,5 ay sonra geri dönüş yaptı bana. Ege Üniversitesi, Atatürk Üniversitesi ile görüşüyoruz dedi. E-devlet üzerinden denklik işlemlerine girdiğimde Ege Üniversitesi mezunu görünüyordum. Ben oradan mezun değilim dedim. Firmayı aradım ve yanlış belge yüklenmiş dediler. Ege Üniversitesi öğrenci işlerini aradım ama ulaşamadım. Sonra yükledikleri diploma kayboldu. Şikayet etmedim çünkü dolandırıcıların peşine düşülmediğini biliyorum.”
Usulsüz diploma çetesi soruşturmasında çete lideri iddiasıyla tutuklanan Ziya Kadiroğlu tarafından müvekilinin mağdur edildiğini savunan avukat Sıdıka Cin, Kadirlioğlu’nun cezaevinden savcılığa gönderdiği mektubu da paylaştı. Ki tutukluluk incelemesindeki ifadesinde de yer alıyor aynı bilgi.
O da şu şekilde:
“Volkan Uçak için YÖK denkliği konusunda Ege Üniversitesi’nden giriş yaptım. Kendisine bunu söylediğimde kendisi kızdı, haberi yoktu.”
Volkan Uçak, Ziya Kadiroğlu ile aynı dosyada… 40 gün tutuklu kaldıktan sonra tutuksuz yargılanıyor. Dosyadan anlaşılıyor ki Kadiroğlu kilit isimlerden biri. Zira bir mektubunda Cumhurbaşkanlığından olduğunu iddia eden kişinin (A.E) ricası (!) üzerine İnönü Üniversitesi’nin sistemine girdiğini, M.K isimli kişiyi hukuk fakültesi mezunu gösterdiğini itiraf ediyor. Kadiroğlu, Sincan Cezaevi’nden Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderdiği ifadede ayrıca Alsancak Partisi Başkanı Nuri Çelebi’nin de adını veriyor. “Abdülhamit Kayıhan Osmanoğlu’nun işlemini Çelebi’den aldığı emirle” yaptığını, Çelebi’nin kendisine Osmanoğlu’nun gelecekte Cumhurbaşkanı adaylığı için diplomaya ihtiyacı olduğunu söylediğini” öne sürüyor. II. Abdülhamit’in dördüncü kuşak torunu olan Osmanoğlu adına oluşturulan diploma da iptal edildi. Devletin vatandaşı hakları konusunda ‘çıplak’ bıraktığını açık eden bir kriz diploma krizi. Her şey yasa dışı piyasaya teslim edilmiş gibi. Ama vatandaşın da sorumluluğu büyük. Yasa dışını beslemek!
/././
Böyle mahkemenin hükmüne adalet denir mi?-Mehmet Y.Yılmaz-
Türkiye’de sistematik sayılabilecek bir uygulama var: İktidarın istemediği kararları veren hakimlerin görev yerlerini değiştirmek! Son günlerin moda “adalet uygulaması” ise beğenilmeyen kararları veren hakimleri cezalandırmak.

Anayasa Mahkemesi önündeki adalet heykeli
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, yetki düzenlemeleri yapılarak “yargı hizmetlerinin güçlendirildiğini” söyledi. Bakanın sözlerine bakarsanız “adalet” bu sayede hızlanacakmış.
Bakan Bey benden duymuş olmasın ama yargının güçlendirilerek adalet hizmetinin kalitesinin artmasını gerçekten hedefliyorsa yapması gereken ilk iş yetki düzenlemeleri değil.
Savcıları ve hâkimleri kararlarında rahat bırakmakla işe başlamak en iyisi olur.
İkinci adım da AYM ve AİHM kararları üzerine sıkı bir eğitim programı olmalı.
Türkiye, Dünya Adalet Projesi’nin 2024 verilerine göre “hukukun üstünlüğü” endeksinde 142 ülke arasında 117. sıraya kadar gerilediyse bunun temel nedenleri bu yukarıda söylediklerimde yatıyor.
AKP’nin iktidarda olduğu 2002-2024 yılları arasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Türkiye aleyhine verdiği kararların sayısı 3 bin 363’e ulaştı.
Bununla da kalmıyor, Anayasa’nın açık hükmüne rağmen AİHM kararları uygulanmıyor, mahkemeler uygulamamak için türlü gerekçeler icat ediyor.
Son günlerin moda “adalet uygulaması” ise beğenilmeyen kararları veren hakimleri cezalandırmak.
Başsavcı Akın Gürlek davasında Ekrem İmamoğlu’nun beraat etmesi yönünde oy kullanan hâkimin görev yeri değiştirildi.
Hâkim, ağır ceza mahkemesi üyesi iken iş mahkemesi üyeliğine atandı.
Bu ilk kez gördüğümüz bir şey değil.
Ayşe Barım davasında tahliye kararı veren sulh ceza hâkimi, Tüketici Mahkemesi’ne tayin edildi.
Bu artık sistematik bir uygulama bile sayılabilir: İktidarın istemediği kararları veren hakimlerin görev yerlerini değiştirmek!
Böyle bir tabloda hangi hâkim “kanunlara ve vicdani kanaatine göre” karar verebilir?
Hakimlerin hiçbir güvenceye sahip olmadıkları böyle bir düzende kim bağımsız yargıdan söz edebilir?
* * *
İnsan olmak yetmez, Süpermen olmak lazım!
Reis bir üniversiteyi zor zahmet bitirmişken, 6 üniversiteden lisans, 2 yüksek lisans, 2 doktora diploması olan Ulaştırma ve Altyapı Bakan Yardımcısı Ömer Fatih Sayan’ın başarısının büyüklüğü anlaşılıyor. Allah uzun ömür versin ‘Erdoğan’dan sonra siyasi çizgiyi kim sürdürecek’ diye arada bir fikir jimnastiği yapanlara rastlıyorum. Benim adayım Ömer Fatih Sayan Bey |
Ulaştırma ve Altyapı Bakan Yardımcısı Ömer Fatih Sayan
Ulaştırma ve Altyapı Bakan Yardımcısı Ömer Fatih Sayan’ın bakanlık sitesindeki öz geçmişini gördüğüm günden beri dilimden Mazhar Alanson’un “Bir Zamanlar Fırtınalar Estirirdim” şarkısı düşmüyor.
Başlıktaki cümle de o şarkının nakaratından.
Sayan gerçek bir Süpermen.
6 üniversiteden lisans, 2 yüksek lisans, 2 doktora diploması var.
1977 doğumlu, demek ki şu anda 48 yaşında ve anlaşılıyor ki eğitime bir süre için ara vermiş.
Yoksa bu istek ve hevesle diploma sayısını 20’lere ulaştırması son derece mümkün görünüyor.
Ömer Fatih Bey’in liseyi 17 yaşında bitirdiğini varsaysak bile aritmetik tutmuyor aslında.
Hiç ara vermeden 6 lisans diploması alabilmek Türkiye’de lisans eğitiminin dört yılda bittiğini hesaba katarsak 24 yıl sürer.
Ki bunların hepsi de deve dişi gibi okullar.
İstanbul Üniversitesi’nden elektronik mühendisliği diploması almış.
Bahçeşehir Üniversitesi’nde ise hukuk fakültesini bitirmiş.
Anadolu Üniversitesi’nin İşletme bölümünden mezun.
Aynı üniversiteden Kamu Yönetimi ve Uluslararası İlişkiler lisans diploması da elde.
Oxford’da diplomasi okumuş, Dışişleri Bakanlığı Akademisi’nde de hatmetmiş.
Bitmiyor: Münih Teknik Üniversitesi’nde Haberleşme Mühendisliği, İstanbul Üniversitesi’nde Biyomedikal Mühendisliği mastırı yapmış.
Bu da yetmemiş: İstanbul Üniversitesi’nde Biyomedikal doktora derecesi almış, aynı yıl Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi’nde özel hukuk doktorasını da bitirmiş.
Sahte diploma haberleri çıkmaya başlayınca da tevazu gösterip kendi internet sitesindeki bazı mezuniyetleri silivermiş.
Anadolu Üniversitesi’nden aldığı lisans diplomalarını silmiş mesela.
Anadolu Üniversitesi mezunlar derneği bunu protesto eder mi, bilmiyorum ama burada sanki bir küçümseme sezdim gibi.
İnsan okuduğu üniversiteden aldığı diplomayı “almamış gibi” yapar mı?
Burada dikkatimi çeken şeylerden biri de aynı yıl iki doktora derecesi birden alabilmiş olması.
Yani bu okullardaki doktora programlarında derslere girmiş, verilen ödevleri yazmış, sınavlardan geçer not almış.
Bununla bitmiyor tabii, iki ayrı disiplinde, birbiriyle hiç ilgisi olmayan iki ayrı konuda iki ayrı şehirdeki iki ayrı üniversitede tez yazmış, bu tezi savunmuş ve aynı anda çifte doktoralı olmuş. Buna şapka çıkarılmaz da ne yapılır?
Şunu söyleyebilirim: Bunu normal bir insanın başarabilmesi mümkün değil.
Çünkü bu arkadaş bütün bunları yaparken bir de Reis’in aydınlattığı yolda, gösterdiği hedeflere doğru yürümeyi de başarmış. Süpermen bile olmak yetmeyebilir, bunu bilir, bunu söylerim.
Allah uzun ömür versin ‘Erdoğan’dan sonra bu siyasi çizgiyi kim sürdürecek’ diye arada bir fikir jimnastiği yapanlara rastlıyorum.
Benim adayım Ömer Fatih Sayan Bey.
Reis bir üniversiteyi zor zahmet bitirmişken, diplomasını bile alacak vakit bulamamışken, bu CV ile Ömer Fatih Bey’in başarısının büyüklüğü daha iyi anlaşılıyor.
/././
Kartalkaya dosyasına giren bilirkişi raporu: İtfaiye raporu tesise gidilmeden mi hazırlandı?-Tolga Şardan-
İtfaiye raporunu 28 Aralık 2024 günü otele gidip düzenlediğini anlatan Bolu Belediyesi İtfaiye Müdürlüğü personeli ve dosyanın tutuklu sanığı İrfan Acar, bu tarihin izin gününe denk geldiği anlaşılınca tarihi yanlış hatırladığını, göreve 27 Aralık 2024 günü belediyeye ait 14 GA 329 plakalı araçla gittiğini, tarihte 28 Aralık 2024 olarak sehven hata yaptığını öne sürdü. Bilirkişi raporuna göre belediye personeli Acar’ın, inceleme yerine gitmeden yangın itfaiye raporu düzenlediği konusu gün ışığına çıktı!

Her ne kadar kovuşturmada ilk duruşma aşaması geçilmiş olsa da halen dosyaya yeni giren kimi evrak var.
Üstelik bu evrak ve bilgiler yargılamanın seyrini etkileyebilecek nitelikte. Dosyada yer alan kimi sanıkların sorumluluğunu değiştirip artıracak cinsten.
Büyüteç’te geçen salı yazısında Grand Kartal Otel bünyesindeki yangın güvenliği çerçevesindeki itfaiye raporunun hazırlanmasındaki ilginçlikleri konu ettim.
Bugün ise 8 Ağustos günü dosyaya giren bilirkişi raporundan söz edeceğim.
Şöyle ki otel faciasında yakınlarını yitiren ailelerin avukatları, duruşmalar sırasında, otel ve otelde faaliyete geçmesi planlanan kafeterya ile ilgili itfaiye raporunun hazırlanması sürecini ısrarla gündemde tuttu.
Linkini bıraktığım yazıda detaylarını aktardım bu sürecin.
Avukatların ısrarcı takibiyle şu gerçek ortaya çıktı: Bolu Belediyesi İtfaiye Müdürlüğü personeli ve dosyanın tutuklu sanığı İrfan Acar, otelde yaptığı denetimin tarihini karıştırdı!
Acar önce 28 Aralık 2024 günü otele gidip denetim raporu düzenlediğini anlattı. Ancak 28 Aralık 2024 günü cumartesi olması nedeniyle Acar’ın izin günüydü.
Mahkemede ifadelerine başvurulan belediye üst yöneticileri, söz konusu görevlerin mesai günleri yerine getirildiğini cumartesi günü söz konusu işlemin yapılmadığını açıkladı.
Kendi yöneticilerinin ifadesi sonrasında Acar bu kez tarihi yanlış hatırladığını, göreve 27 Aralık 2024 günü belediyeye ait 14 GA 329 plakalı araçla gittiğini, tarihte 28 Aralık 2024 olarak sehven hata yaptığını öne sürdü.
Acar’ın çelişkili bilgileri sonrasında avukat Onur Fırat Kaynun, belediye aracına ait GPS kayıtlarının mahkemeye getirtilmesini ve bilirkişi aracılığıyla inceletilmesini talep etti.
Mahkeme talebi uygun buldu. Bolu Belediyesi, 14 GA 329 plakalı belediye aracına ait GPS kayıtlarını mahkemeye ulaştırdı. Mahkeme de bilirkişiye gönderdi.
Bilirkişiler, mahkemece teslim edilen bilgileri inceledi. İnceleme sonunda, belediyeye ait aracın, 27 ve 28 Aralık günlerinde Grand Kartal Otel’e gitmediği ortaya çıkarıldı!
Bilirkişi raporuna göre belediye personeli Acar’ın, inceleme yerine gitmeden yangın itfaiye raporu düzenlediği konusu gün ışığına çıktı.
Bu gelişme, önümüzdeki duruşmada gündeme gelecek hiç şüphesiz.
İşin seyri değişir mi? Göreceğiz.
* * *
Behzat Ç.’de dikkat çeken “müdür güzellemesi”
Fenomen polisiye Behzat Ç., yeni sezona çok iddialı konuyla giriş yaptı. Dizinin yapımcıları, yönetmeni ve senaristi, Eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş’in 30 Aralık 2022 günü öldürülmesi eylemini “cesur” bir kararla diziye taşıdı.
Henüz birkaç gün önce yayınlanmasına rağmen dizi, ilk bölümüyle sükse yaptı.
Dizide, Cinayet Masası Başkomiseri Behzat Ç. ile ekibine, Ateş suikastını çözme talimatı ve yetkisi verildi.(https://www.dailymotion.com/video/x9odupk)
Yapım ekibinin, son dönemdeki en önemli siyasi cinayet olarak tanımlanan, özellikle Emniyet-Adliye-AKP-MHP-Ülkücü camia düzleminde epeyce tartışılan ve iktidar içinde sıkıntı yaratan Ateş suikastını gündemde tutabilmek amacıyla sahnelemesi takdir edilesi bir durum kuşkusuz.
Bu arada -Etimesgut Belediye Başkanlığı’ndan bağımsız- dizinin lokomotif oyuncusu Erdal Beşikçioğlu da ayrı bir tebriki hak etti kanımca. Beşikçioğlu, Ateş’in ailesi ile bir araya geldi, acılarını paylaştı. Destek verdiğini gösterdi.
Erdal Beşikçioğlu'nun Sinan Ateş'in ailesiyle bir araya geldiği anları paylaştığı sosyal medya paylaşımı
Ayrıca ilk bölüm olmasına karşın ciddi biçimde sistem eleştirisi yapıldığını görmek mümkün.
Dizinin ilk bölümünü bir arkadaşımın önerisiyle izledim.
Yapım ekibi, Ateş’in öldürülmesinden hemen sonra bu satırların yazarının cinayetle ilgili kaleme aldığı Büyüteç’lerden alıntı yapmış.
Örneğin, olayın şüphelilerinden Tolgahan Demirbaş’ın, gözaltına alınması sırasında yanında olan MHP Milletvekili Olcay Kılavuz’un polis ekibine hitaben “siz gidin, sahibiniz gelsin” sözünü söylemesi, polisin hazırladığı gözaltı tutanağının savcılık evrakı içinde yer almaması gibi önemli gelişmeleri, Büyüteç okurları henüz o günlerde öğrendi.
İlk bölümü izlediğimde dikkatimi çeken diğer bir konu ise cinayet sırasında görev başında olan emniyet müdürüne atfedilen “güzelleme” oldu. Bu güzellemenin kararını, yapımcılar mı, yönetmen mi yoksa senarist mi verdi, bilemiyorum.
Ancak 52 dakikalık ilk bölümde emniyet müdürünün yaşananlarda hiç etkisi yokmuş gibi bir yaklaşımda bulunulması, süreci başından itibaren yakından takip eden bu satırları yazarının dikkatinden kaçmadı maalesef.
İki yıldan fazla süre önce gündeme gelen olayları yeniden gündeme taşımak istememekle birlikte, senaryodaki “emniyet müdürü” rolünün, gerçek hayatta suikastın yaşandığı dönemde görevde olan eski Ankara Emniyet Müdürü Servet Yılmaz’ı hatırlattığının altını çizeyim.
Sinan Ateş cinayetinin konu edildiği Behzat Ç. Gül ve Çekiç dizisinin üçüncü sezonu geçen hafta yayımlanan ilk bölümüyle başladı. Ankara Emniyet Müdürü’nü anımsatan Emniyet Müdürü rolü dizinin yeni karakteri oldu. Orhan Müdür olarak yazılan karakteri oyuncu Emrah Elçiboğa canlandırıyor.
Yılmaz’ın cinayetin işlendiği dönemdeki sürece yaklaşımlarını Büyüteç’in devamlı okurları gayet iyi hatırlar.
Aynı zamanda hem koltuğu zorunlu bıraktıktan sonra görevi devralan mevcut İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın icraatlarıyla tartışılan hale dönüşen önceki İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun sağ kolu olan, hem de Soylu’nun MHP Genel Merkezi’yle temasını kuran ve MHP’li Olcay Kılavuz başta üst yöneticilerle ilişkilerinde söz sahibi konumundaki Yılmaz’ın, senaryoda böyle gösterilmesinin bir anlamı olmalı elbette.
Yoksa görevi sırasında dizinin yapımcılarına sağladığı araç, gereç, personel gibi lojistik destek karşısında, vefa örneği olarak mı değerlendirilmeli Yılmaz’a yönelik soyutlama!
Dizi ekibi, senaryoda yer aldığı şekliyle “Emniyet Müdürü”nün, Başkomiser Behzat Ç.’nin müdürüne yönelik “Bedeli ne olursa olsun, bu olay çözülecek. Organize müdürüne talimat verdim. Beni bilirsin atadan babadan adamım ben. Kimse bu ülkenin milliyetçilerini sokak ortasında vuramaz. Buna müsaade etmem. Öyle bir şey varsa kafalarını ezerim” şeklindeki sözleri, süreci yakından takip eden gazeteci olarak bu satırların yazarında en basit haliyle tebessüme neden oldu!
“Bunlar senaryo gereğince öyküleştirilen roller” denilmesi mümkün elbette.
Ancak, “siz gidin, sahibiniz gelsin” cümlesine yer verilebilen bir senaryoda, “siyasinin danışmanına kafa tutabilen, hakkında sinkaflı küfürler konularak” Ateş’in anısına saygı gösterdiği işaret edilen emniyet müdürüne yönelik güzelleme yapmak yerine, gerçek hayatta cinayetten sonra Ankara Emniyet Müdürü’nün MHP Milletvekili Kılavuz başta olmak üzere hangi MHP’li siyasilerle, hangi görüşmeleri yaptığını sorgulayan sahneler konulsaydı, hem daha gerçekçi hem de Ateş’in anısına daha çok saygı gösterilmiş olurdu sanırım.
Diziyi izleyenler, siyasetçinin danışmanına yönelik emniyet müdürünün tepkisine ne kadar inandılar bilemiyorum!
Ateş Ailesi’nin de bir de bu gözle diziyi izleyip anlamlandırmasında fayda var.
Bakalım, ilerleyen bölümlerde nelerle karşılaşacağız?
Mesela, gerçek hayatta cinayetten sadece dört gün önce MHP’li Olcay Kılavuz’un İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’yu ziyaret etmesini ya da MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Ateş’le ilgili İçişleri Bakanlığı’ndan kendisine ulaştırılan ve “Ateş’in FETÖ’cü olduğu” bilgisinin yer aldığı özel notun doğruluğunun tartışıldığını görecek miyiz?
Behzat Ç. ekibi çok riskli bir dosyaya el atmış görünüyor.
Umarım, filmin sonunda Behzat Ç.’nin meslekten ihraç edilmesiyle sonuçlanan bir sahneyle karşılaşmayız.
Belki de yine senaryoda “Ateş’in yakın dostu” olarak tanımlanan emniyet müdürünü yeni güzellemelerle birlikte tıpkı gerçek hayattaki gibi “ballı maaşla” yurt dışı görevle taltif edildiğini görürüz. Kim bilir!
* * *
Yerlikaya’ya karşı Türüt şov!
“Hangi bültenle aranırsa aransın, hangi ülkeye kaçmış olursa olsun, Türk polisinden kaçamayacaklar…”
Bu sözler İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’ya ait. Bakan Yerlikaya, haklarında gerek yerel gerekse Interpol üzerinden arama/yakalama kaydı bulunanların yakalanarak ülkeye getirilişini kamuoyu ile paylaşırken böylesi cümleler kullanmayı seviyor.
Daha geçen hafta yurt dışında yakalanıp ülkeye getirilen 11 kişiyle ilgili bilgilendirme yaparken de az önce okuduğunuz cümleyi kurdu.
Yerlikaya’nın duyurduğu son kafiledeki kaçaklardan sekizi Gürcistan’dan iade edildi. Gürcistan ile Türkiye arasında gayet iyi ilişkiler var. Gürcistan’da yakalanan epeyce firari sık sık ülkeye gönderiliyor.
İşte bu tablo varken, türkücü İsmail Türüt’ün bir paylaşımı pazar günü ortaya çıktı. Kamuoyunun dikkatini çektiği kadar İçişleri Bakanı’nın da dikkatini çekmiş olsa gerek Türüt’ün Gürcistan şovu!
Türüt, hafta sonu yaptığı sosyal medya paylaşımında Türkiye’nin kırmızı bültenle aradığı Galip Öztürk’le yemekte buluştuğunu duyurdu.
Türkiye’de yargılandığı bir cinayet davasında müebbet hapis cezası aldıktan sonra Gürcistan’a kaçan Öztürk’le Batum’da buluşan Türüt, firari Öztürk’ten “sevgili dostum” şeklinde söz etti.
İsmail Türüt’ün Galip Öztürk’le buluştuğu anları paylaştığı sosyal medya paylaşımı
Türüt söz konusu paylaşımıyla, Öztürk’ün Gürcistan’da “serbestçe yaşadığını” devletin adeta gözüne soktu deyim yerindeyse.
Bakalım şimdi Türk Interpolü, Öztürk’ü Gürcü makamlarına yakalatıp iadesini sağlayabilecek mi?
Yeni sınav bu…
/././
Sismolog Dr. Yaman Özakın: Birkaç istisna haricinde depremler, aniden olan ve öncesinde herhangi bir sinyal üretmeyen olaylardır!-Füsun Sarp Nebil-
“Depreme en iyi hazırlık, deprem tahmini ile değil, şehirlerimizi depreme dayanıklı hale getirmek, erken uyarı sistemlerine yatırım yaparak yapılabilir”

Balıkesir Sındırgı'da 6,1 büyüklüğünde deprem nedeniyle yıkılan bina (10 Ağustos 2025)
Yine bir başka depremi yaşadık. Sındırgı merkezli 6,1'lik deprem Allahtan sınırlı hasar ve can kaybına neden oldu. Arkasından yine bildik konular, bölgedeki haberleşme felç oldu, telefonlar çalışmaz oldu, yıkılan binanın kolonu kesilmişti tartışmaları gördük, beklenen büyük İstanbul depreminden konuştuk. Çünkü hem yangınlarla kavrulan hem de depremlerle devamlı sarsılan ülkemizde maalesef, yeterli ilgi, özen, dikkat yok.
Bu nedenle de insanlar koruyucu neler olabilir diye bakıyor. Bunlardan birisi, "acaba erken uyarı sistemleri işe yarar mı?" sorusu. Google'un cep telefonlarındaki ivme ölçer sistemleri üzerinden geliştirdiği uygulama, android telefonlar dünyanın dört bir yanındaki kullanıcılara, yakınlardaki sarsıntıya ilişkin verileri, değerli saniyeler içinde ulaştırmayı hedefliyor.
İvmeölçerler, hareketin yönünü ve kuvvetini ölçen sensörlerdir. Bir kullanıcının telefonu yatay mı yoksa dikey modda mı tuttuğunu belirlemek için kullanılır. Ama şimdilerde deprem öncesi birkaç saniyeyi uyarabiliyor. Bu konuyu deprem konularında çalışan bir sismolog'a sorduk.
Dr. Yaman Özakın, lisans eğitimini Boğaziçi Üniversitesi fizik bölümünde ve Master’ını Kandilli Rasathanesi Jeofizik Anabilim dalında yaptıktan sonra Kaliforniya'daki Güney Kaliforniya Üniversitesinde (USC) sismoloji üzerine doktora yaptı. Doktora sonrasında Kandilli rasathanesinde EPOS projesinde çalıştıktan sonra akademiden ayrılıp yazılıma yöneldi, şu an Almanya’da bir yazılım danışmanlık şirketinde çalışmakta. Kendisine şunları sorduk:
Dr. Yaman Özakın ekibiyle birlikte
"Ana şokları önceden yüksek kesinlikle tahmin etmek mümkün değil"
- Depremleri önceden bilmek mümkün mü? Yani bazı deprem erken uyarı sistemleri var, örneğin Google, iPhone, ülkemizde ivme ölçer sensörlerle Edis ve Bedaş proje yapıyor. Bunları değerlendirir misiniz?
Bazı depremleri önceden bilmek mümkün. Örneğin 7.2’lik bir depremin ardından bir iki gün içinde aynı fay üzerinde 6.2 civarı büyüklükte bir deprem olacağını büyük kesinlikle söyleyebiliyoruz.
Ama asıl önemli depremleri, yani ana şokları önceden yüksek kesinlikle tahmin etmek mümkün değil. Bilim insanları 1960’lardan beri bunu başarmaya çalışıyorlar. Şu ana kadar kimse bunu tutarlı bir biçimde başarabilmiş değil. Bunun yerine deprem bilimciler “erken uyarı” sistemlerinin kullanılmasını öneriyorlar.
Erken uyarıda amaç, deprem olduktan sonra mümkün olduğunca hızlı bir şekilde depremin konumunu ve büyüklüğünü tahmin edip, bölgedeki insanları uyarmak ve depremden etkilenecek sistemleri kapatmak. Google, akıllı telefonlardaki, normalde telefonun dikey mi yatay mı tutulduğunu ölçmeye yarayan ivme ölçerlerini sismometre olarak kullanarak benzer bir işlev görüyor. Bu sensörlerde ölçülen sarsıntı seviyesi belirli bir eşiği geçtiğinde depremin olası merkez üssünü ve büyüklüğünü tahmin edip, bu tahmine göre civardaki telefonlara uyarı mesajı gönderiliyor. Bu işlem, deprem dalgalarından hızlı gerçekleştiği için depremin merkez üssünün biraz uzağında olanlar bu uyarıyı depremi hissetmeden önce alıyorlar.
- Google sistemi 6 şubat depreminde doğru dürüst çalışmadı. Google bunun analizini geçtiğimiz günlerde yayınladı ve bölgenin iletişim alt yapısının eksikliğini de nedenlerden birisi olarak gösterdi... Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Eğer erken uyarı sistemi yerel olarak uygulanırsa, depremin büyüklüğünü ve konumunu hesaplamada kullanılan formüllere (modellere) ilgili faylara özel değişkenler eklenebilir. Stratejik konumlara yerleştirilecek sensörler, cep telefonlarının ivme ölçerlerinden çok daha duyarlı olacağı için depremi algılama süresi kısaltılabilir ve hataların önüne geçilebilir.
6 Şubat depremlerinde de olan bu. Olan depremlerin ve üzerlerinde bulundukları faylar, kullanılan formüllerin geliştirilmesinde kullanılan faylara ve depremlere benzemediği için Google’ın erken uyarı sistemi tam tetiklenmedi. Deprem sonrasında edinilen veriler sayesinde formüller tekrar güncellendi ve bir sonraki deprem için bu faylara benzeyen faylarda olacak depremler için başarı oranı artmış oldu.
EDİS ve BEDAŞ projeleri hakkında ayrıntılı bilgi sahibi değilim. Okuduklarımdan anladığım kadarıyla elektrik dağıtım şebekesinde kullanılmak üzere ivme ölçerlerin üretilip trafolara yerleştirilmesi düşünülüyor. Bu ivme ölçerler, kurulabilecek bir erken uyarı sistemine veri sağlamakta faydalı olacaktır. Ayrıca deprem sonrası elektrik şebekesinin durumu hakkında bilgi sahibi olmak, hem de ufak depremler sayesinde edinilen veriyi kullanarak zemin yapısı hakkında bilgi edinmek için de kullanılabilirler.
“Yapay zekâ ve diğer deprem tahmin etme yöntemleri pratikte kullanışlı değil”
- Bir de yapay zekâ ile çalışmalar var. Örneğin ABD/Teksas Üniversitesindeki bir çalışma için yüzde 70 önceden bildi iddiası var. Bu sistemleri değerlendirir misiniz?
Yapay zekâ ve diğer deprem tahmin etme yöntemleri ne yazık ki pratikte kullanışlı değil. İddia edilen yüksek başarı oranları yanıltıcı. Bunun sebebi, tahmin edilen depremler genelde artçı şokların olması. Bu depremleri zaten çok uzun süredir, herhangi bir bilim eğitimi olmadan tahmin edebiliyoruz. Her büyükçe depremin ardından oluşan artçı şoklar, o kadar tahmin edilebilir ki bunun formülü bile var (Omori yasası).
Asıl tahmin etmek istediğimiz depremler, ana şoklar. Ne yazık ki yapay zekâ ya da herhangi bir diğer teknoloji bunu yapabilmiş değil. Ender rastlanan istisnai olaylarda deprem öncesinde bazı sinyaller (Radon gazı salınım artışı, deprem fırtınaları) gözlemlenebiliyor ama aynı sinyaller başka zamanlarda gözlemlendiği halde sonrasında büyük bir deprem gözlemlenmiyor. Bu yüzden pratikte bu şekilde bir önlem almak mümkün değil.
Deprem tahmini, deprem bilimi sismolojinin doğuşundan bu yana altmıştan fazla yıldır üzerinde çalışılan bir konu. Alanının en ileri gelen bilim insanları yıllarca her türlü sinyali incelemelerine rağmen başarıya ulaşamadı. Birkaç istisna haricinde, depremler, aniden olan ve öncesinde herhangi bir sinyal üretmeyen olaylardır.
Sonuç olarak, depreme en iyi hazırlık, deprem tahmini ile değil, şehirlerimizi depreme dayanıklı hale getirmek, erken uyarı sistemlerine yatırım yaparak yapılabilir.
/././
Plastik Anlaşması görüşmelerinin son ayağı, lobilerin gölgesinde başladı -Prof. Dr. Sedat Gündoğdu-
2024 yılı sonunda tamamlanması beklenen ancak petrol ihracatından büyük gelir elde eden petrodolar ülkelerinin engellemesi nedeniyle geciken Birleşmiş Milletler Plastik Anlaşması müzakerelerinin son ayağı, Cenevre’de başladı. Plastik kirliliğinden etkilenen birçok ülke, plastik sorununun yalnızca atık yönetimi ile çözülemeyeceğine dikkat çekiyor ve plastik üretiminin azaltılmasını istiyor. ABD’deki Trump dönemi ile güç kazanan petrodolar ülkeleri ise Anlaşma’yı atık yönetimi ile sınırlandırmayı hedefliyor. Müzakereleri yerinde takip eden Etkili Bir Plastik Anlaşması İçin Bilim İnsanları Koalisyonu Üyesi Prof. Dr. Sedat Gündoğdu, sürecin yeniden uzaması riski ile karşı karşıya olduğumuzu aktarıyor

Birleşmiş Milletler Plastik Anlaşması müzakereleri (Fotoğraflar: Sedat Gündoğdu)
Petrol ve gazdan elde edilen petrokimyasallarla üretilen plastikler, hem iklim değişikliğine yol açmaları hem de yarattıkları kirlilik nedeniyle tepki çekiyor. Plastik üretiminden kaynaklanan bu kirliliği sona erdirmeyi amaçlayan Birleşmiş Milletler Plastik Anlaşması müzakerelerinin beşinci turunun ikinci oturumu, İsviçre’nin Cenevre kentinde sürüyor. Ancak petrol ihracatına dayalı ekonomilere sahip petrodolar ülkeleri ile plastik endüstrisinin yarattığı yapısal tıkanıklıklar, müzakerelerin ilk günlerinden bu yana devam ediyor. Bu yıl, Donald Trump’ın başkan seçilmesiyle birlikte tutumunu tamamen değiştiren Amerika Birleşik Devletleri (ABD) heyeti de, İran, Rusya ve Çin’in yer aldığı bu gruba katıldı. Plastik üretiminin sınırlandırılmasına kesinlikle karşı çıkan ve anlaşmanın yalnızca atık yönetimiyle sınırlı kalmasını isteyen bu ülkelere rağmen etkili bir metin üzerinde uzlaşmanın mümkün olup olmayacağı, 15 Ağustos’a kadar sürecek müzakerelerde netleşecek.
Sayılarla plastik kriziYıllık plastik üretimi 450 milyon tonu geçti. 2021 yılında 139 milyon ton tek kullanımlık plastik üretildi. Üretim kısıtlanmazsa, plastik üretiminin 2060 yılına kadar üç katına çıkacağı düşünülüyor. Bugüne kadar üretilen 12 milyar ton plastiğin yalnızca yüzde 9’u geri dönüştürülebildi. Son 70 yılda 8.3 milyarın ton plastik atık üretildi: Bu, 822 bin Eyfel Kulesi ağırlığına denk. Lancet dergisi tarafından yayınlanan bir raporda küresel plastik kirliliğinin her yıl 1,5 trilyon dolarlık zarara neden olduğu belirtiliyor. |
Trump, müzakereleri sabote ediyor
Reuters’ın 6 Ağustos tarihli haberine göre, Trump yönetimi tarafından çeşitli ülkelere gönderilen gizli bir memorandum, plastik üretimine getirilecek herhangi bir kısıtlamaya kesin bir dille karşı çıkılmasını talep ediyordu. Mektupta, üretim kısıtlamalarının ‘‘tüketiciler için fiyatları artıracağı’’, ‘‘tedarik zincirlerini bozacağı’’ ve ‘‘mevcut tüketim alışkanlıklarına zarar vereceği’’ öne sürülüyordu. Ayrıca plastik üretimini düzenlemeye yönelik tüm ifadelerin, anlaşma taslağından çıkarılması gerektiği savunuluyordu. Trump, dediklerini yapmayan ülkelerin gümrük yaptırımlarıyla cezalandırılacaklarını da açıkça ifade ediyordu.
Trump’ın bu yaklaşımı, Anlaşma’nın kapsamını yalnızca atık yönetimi ile sınırlandırmak isteyen endüstri yanlısı pozisyonlarla örtüşüyor. Dahası bu müdahale, doğrudan bi müzakere sabotajı olarak da değerlendirilebilir. Zira birçok ülke, plastiğin üretiminden bertarafına kadar tüm süreçlerini düzenleyen ve bağlayıcı hükümler içeren bir Anlaşma için mücadele ediyor. Trump ise bu sürece dışarıdan baskı yaparak ABD’nin kurumsal çıkarlarını, küresel çevre politikalarının önüne koymaya çalışıyor. Bu konuda etkili olduğunu da söyleyebiliriz.
Trump’ın klasik jeopolitik zorbalık taktiği, Türkiye dahil birçok ülkenin pozisyonlarını etkilemiş ve en çok mustarip oldukları konularda dahi yazılı müdahalede bulunmalarını engellemiş görünüyor. Trump’ın izlediği bu yöntem, müzakerelerin yalnızca çok taraflı diplomatik bir süreç olmadığını, aynı zamanda küresel ekonomik güçlerin ve politik kutuplaşmaların bir arenası haline de geldiğini gösteriyor.
Müzakere metni parantez yağmuruna tutuldu
Müzakerelerin ilk haftasında, Rusya, Suudi Arabistan ve İran’ın bulunduğu ‘‘benzer düşünen ülkeler’’ grubu, petrol üreticileri, Arap ülkeleri, ABD, Çin vb. ülkeler, plastik üretimine sınırlama getirecek her türlü ifadeye karşı çıktı. Temas grubu toplantılarında adeta frene basan bu ülkeler, müzakere metnini parantez yağmuruna tuttu. Müzakere dilinde parantez, üzerinde anlaşmaya varılamamış ifadeleri anlamına geliyor. Öyle ki Suudi Arabistan’ın önerileriyle yalnızca iki gün içinde metne yaklaşık 500 yeni parantez eklendi. Bunların her biri, daha sonra üzerinde uzlaşılması ya da metinden çıkarılması gereken ifadeler demek. Metin parantezlerle doldukça, sürecin en başa dönme ve anlamlı bir sonuca ulaşamama riski de artıyor.
Anlaşma yöntemi belirleyici olabilir
Öte yandan, müzakerelerin sonunda, nihai metnin oluşturulmasına iki olası yöntem mevcut: Konsensus veya oylama. Suudi Arabistan’ın en çok istediği konsensus yönteminde, tüm ülkelerin metin üzerinde itirazsız anlaşmaya varması gerekiyor. Tek bir ülkenin itirazı, süreci durdurabiliyor. Bu yöntem izlenirse, tek bir ülkenin bile süreci tıkaması mümkün olabilecek. Oylama yöntemi ise etkili bir anlaşma isteyen ve çoğunlukta olan ülkelerin talebi. Müzakereler sırasında Kolombiya ve Peru önceliğindeki 118 ülke, kararların oylamayla da alınabilmesini önerdi. Bu seçenek, hem çevre hem de insanlık için en etkili ve faydalı yol olacaktır. Nitekim petrol üreten ülkelerin sayısı bir elin parmaklarını geçmezken, petrol üretmediği halde plastik kirliliğinden mustarip olan ülkelerin sayısı oldukça fazla. Ancak özellikle Suudi Arabistan’ın konsensusu zorunlu hale getirmeye yönelik stratejisi, müzakerelerde gerilimi artırıyor.
Petrodolar lobisi, plastik krizini çözmek istemiyor
Müzakereler sırasında bir başka ülke delegasyonunun bir üyesi, ‘‘bu anlaşma plastikle ilgili değil,’’ diyerek izleyicileri güldürdüyse de, bu beyanın bir şaka olmadığı hemen anlaşıldı. Bu söylem tesadüf değildi ve nasıl bir felaketin kapıda olduğunu gösteriyordu. Gerek ‘‘benzer düşünen ülkeler’’ grubunun yaklaşımı, gerekse Trump’ın mektubu, bu anlaşmanın plastik krizini çözmeye muktedir bir anlaşma değil, atık yönetimi ile ilgilenen bir politika belgesi olması için çaba harcandığını ortaya koyuyor.
Sivil toplum, yaratıcı eylemlerle Cenevre’deAncak bu tabloya rağmen gerek sivil toplumun gerekse birçok kararlı ülkenin müdahaleleri, umudun hala var olduğuna işaret ediyor. * Müzakerelere gelenlerin kayıt olmaya başladığı 4 Ağustos tarihinde Palais des Nations kompleksi önünde, yüzlerce STK’nın ortaklaşa organize ettiği bir eylem gerçekleştirildi. ‘‘Plastik üretimini kes! Yokoluşumuza neden olma! Şimdi Güçlü bir Plastik Anlaşması Zamanı’’ sloganıyla gerçekleştirilen eylemde kırmızı, turuncu ve sarı renklere bürünmüş katılımcılar, plastik üretimindeki artışın doğa ve insan sağlığı üzerindeki yıkıcı etkilerine dikkat çektiler. Eylemin yapıldığı alanda, sanatçı Benjamin von Wong’un plastik çöplerden yaptığı bir enstelasyon da yer alıyordu.
|
"Üretim azaltılmadan kirlilik engellenemez’’
Görüşmelere önemli bir bilimsel katkı sağlayan ve benim de üyesi olduğum Etkili Bir Plastik Anlaşması İçin Bilim İnsanları Koalisyonu, açılış gününde önemli bir bildirim yaptı ve plastiğin üretiminden bertarafına kadar tüm yaşam döngüsünü esas alan bir anlaşma çağrısında bulundu.
Koalisyonun dönem sözcüsü Profesör Trisia Farrelly, plastik üretimini azaltmadan plastik kirliliğini engellemenin gerçekçi bir yaklaşım olmadığını vurguladı. Çevre ve insan sağlığı, adil geçiş ve etik katılım, adil finansman ve bağımsız bilimsel katılımın sağlanması gibi konularda somut taahhütler verilmesinin zaruri olduğuna değinildi.
Plastik krizinin maliyetini kim sırtlanacak?
Etkili bir plastik anlaşmasının önemli ayaklarından biri de etkili ve adil bir finans mekanizmasının olması. Ancak bu konu, belirsizliğini koruyor. Henüz hiçkimse, plastik krizinin sorumlularının bedel ödemesine dair kayda değer bir öneride bulunmadı. Üstelik fosil yakıt ve petrokimya endüstrisine yarım yüzyıldır verilen sübvansiyonlar devam ediyor. Bu teşvikler nedeniyle plastik, ucuz bir malzeme olarak algılanıyor. Bu teşviklerin kaldırılmadığı ve sorumlular maddi yük taşımadığı sürece, adil geçiş için finansal mekanizma kurulmasını beklemek, Godot’u Beklemek gibi - asla gelmeyecek birini beklemekten ibaret.
Türkiye, en çok etkilendiği konularda sessiz
Türkiye ise henüz müzakerelerde kayda değer bir etkinlik sergilemediği gibi, üretim kısıtlamasının da karşısında durmuyor. Kısmen ABD yaklaşımını destekler nitelikte bazı öneriler yapan Türkiye, oldukça düşük bir profil sergiliyor. Özellikle en çok etkilendiği meseleler olan sınırı aşan plastik kirliliği, plastiğin sağlık etkisi (Türkiye plastik ve eklentili kimyasallardan kaynaklı olarak en fazla obezite ve kanser vakası görülen ülkeler arasında bir hayli üst sıralarda) ile atık ticareti meselelerinde söz alıp Basel Konvansiyonu’na ek olarak sıkı kontroller önermesi beklenirken, bu konuda şimdiye kadar önemli bir girişimde bulunduğu söylenemez.
Benzer bir durum, finansal mekanizmaların konuşulduğu gruplarda da geçerli. Henüz kayda değer bir girişimde bulunmayan Türkiye delegasyonunun bilimsel bilgi konusunda da pek talepkâr olduğunu söyleyemeyiz. Toplamda 24 kişilik kalabalık bir ekiple katılan Türkiye’nin bu kalabalık katılımın hakkını teslim edecek bir öncülük sergilememesi, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu plastik krizi açısından karamsar bir tabloya işaret ediyor. Henüz kesin bir yargıda bulunmak için erken olsa da, temas gruplarına katılan delegasyon üyelerinin bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda söz aldığını ve biri hariç bu sözlerin de çok üst düzey bir profil olmadığı, gözlemci raporlarından anlaşılıyor. Önümüzdeki hafta, Türkiye’nin nasıl bir tavır aldığına dair daha detaylı bir bilgiye sahip olacağız.
Süreç yeniden uzayabilir
Cenevre’deki müzakerelerin seyri, plastik krizinde yeni bir safhanın eşiğinde olduğumuzu gösteriyor. 2024 yılının sonunda tamamlanması beklenen metnin petrodolar ülkeleri tarafından engellenmesi ve aynı ülkelerin bu tavırlarını sürdürmesi, sürecin yeniden uzayabileceğine işaret ediyor.
Bir yanda zamanın ağır aktığı, diğer yanda ise olayların hızla geliştiği iki ayrı evrende yaşıyormuşuz gibi bir durumla karşı karşıyayız. Plastik Anlaşması müzakereleri ağır aksak ilerlerken, hızla artan plastik üretiminin olumsuz etkileri de dağ gibi büyüyor. Bu yavaş ilerleyen süreci hızlandırabilecek bir gelişme, müzakerelerin ikinci haftasında yaşanabilir. Bu hafta, 60’tan fazla ülkenin çevre bakanlarının toplantıya katılması bekleniyor. Bu durumun, müzakerelerde iddialı adımları destekleyip desteklemeyeceği belirsiz, ancak sürece ivme katacağı kesin.
Şimdi soru şu: Tüm engellemelere rağmen gerçekten “anlamlı" bir metin çıkacak mı? Müzakereler bu sorunun yanıtını vermek üzere devam edecek.
Prof. Dr. Sedat Gündoğdu kimdir?Prof. Dr. Sedat Gündoğdu biyologdur ve 2009 yılından beri Çukurova Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesinde deniz biyolojisi üzerine çalışmalar yürütmektedir. Özellikle denizel plastik kirliliği üzerine yoğunlaşan çalışmaları bulunuyor. Gündoğdu’nun, mikroplastiklerin sucul ortama girdiği kaynaklar, sucul ortamdaki dağılımı, canlılara etkisi ve besin zincirine transferi konularında çok sayıda çalışması bulunuyor. Şimdiye kadar, sofra tuzları, midyeler, tüketimlik balıklar, konserve balıklar, balık yemleri gibi gıdalardaki mikroplastik kirliliğini ortaya koyan çalışmalar gerçekleştirmiş olmakla birlikte, atık sulardan salınan, deniz yüzeyi ve sedimentinde dağılım gösteren mikroplastiklerle ilgili çalışmalarda da yer aldı. Hali hazırda, plastik kirliliğinin kaynakları ve çeşitli ekosistemlerdeki dağılımını araştırmaktadır. Plastik çöpün ülkeler arası dolaşımının ekosistem üzerindeki etkisine dair de çalışmaları olan Gündoğdu’nun, çoğunluğu plastik ve mikroplastik kirliliğiyle ilgili olan 100’e yakın ulusal ve uluslararası yayını bulunuyor. ‘Plastik: Mucize mi Felaket mi?’ isimli bir popüler bilim kitabı, Yeni İnsan Yayınları tarafından henüz yayınlanan Gündoğdu, hala Çukurova Üniversitesi’nde Mikroplastik Araştırma Grubu bünyesinde çalışmalarını sürdürüyor. Uzmanlık alanları: Atık yönetimi; Mikroplastikler; Çöp ticareti; Çöp kolonyalizmi; Plastik kirliliği |
İklim Masası Hakkında İklim Masası, basına bilimsel temelli iklim haberleri servis etmek amacıyla kurulmuştur. İklim değişikliğini, ekonomiden tarıma, biyoçeşitliliğe etkilerinden toplumsal sonuçlarına, tüm yönleriyle ele almayı hedefleyen bir haber ajansıdır. Bilim insanları tarafından İklim Masası için kaleme alınan haber metinleri, gazetecilere ve basın kuruluşlarına ücretsiz servis edilir. Gazeteciler, haberi hazırlayan bilim insanını ve İklim Masası'nı referans göstermek kaydıyla, metinlerin tamamını veya bir kısmını kullanmak ve metinlerden alıntı yapmak konusunda özgürdür. İklim Masası, iklim değişikliğiyle ilgili basında yer alan haberlerin nicelik, nitelik ve konu çeşitliliği bakımından gelişmesini hedeflemektedir. İklim değişikliği konusundaki çalışmaları daha görünür kılmayı, yeni araştırmalara ilham vermeyi ve iklim değişikliği konusunda üretilen akademik bilgiyi bir araya getirerek gazeteciler için güvenilir bir bilgi kaynağı oluşturmayı amaçlar. |
* T24, İklim Masası köşesini herhangi bir kurumdan karşılık almadan yayımlamaktadır.
***
Otomobillerdeki ÖTV düzenlemesinde gözden kaçan husus…-Murat Batı-
Yeni matrah basamakları kaç yıl uygulanır bilemiyorum ancak süreç içerisinde enflasyonun da şiddetli etkisiyle bu basamaklar da bir iki yıla kalmaz şu anki etkisini yitirecektir. Böylece en yüksek basamak sınırının altında araç bulamayacağımız için tüm araçlara en yüksek ÖTV oranı uygulanacaktır.

Vergi gelirleri içinde tahsilat payı en yüksek olan vergilerden biri 1 Ağustos 2002 tarihinde yürürlüğe giren özel tüketim vergisidir (ÖTV). Alkol, tütün, akaryakıt, otomobil gibi 250 adede yakın üründen özel tüketim vergisi (ÖTV) alınmaktadır. ÖTV üzerinden ayrıca yüzde 20 KDV de tahsil edildiğinden oldukça ballı kaymaklı bir vergi sınıfındadır.
Otomobillerle alakalı matrah/basamak ve oran değişikliği 24 Temmuz’dan önce en son 24 Kasım 2022’de yapılmıştı. 24 Kasım 2022’de yürürlüğe giren 6417 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile otomobillere ilişkin hem ÖTV matrahları hem de tarifedeki matrah dilimi sayısı artırılmıştı.
Sonrasında 24 Temmuz Perşembe gecesi saat 01:00 sularında yayımlanan Resmi Gazete’de otomobillerin ÖTV’lerine ilişkin hem kanun hem de Cumhurbaşkanı kararı ile yeni düzenleme yapıldı.
7555 sayılı Kanun m.15 ile Özel Tüketim Vergisi Kanunu’na ekli (II) sayılı listenin 87.03 G.T.İ.P. numarasında yer alan “- Diğerleri” satırı altındaki bazı malların özel tüketim vergisi oranları ile özel tüketim vergisi oranlarına esas özel tüketim vergisi matrahları aşağıdaki şekilde değiştirildi ve aynı gün yani 24 Temmuz’da yürürlüğe girdi.
Aynı Resmi Gazete’de yer alan 10115 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile 7555 sayılı Kanunla artırılan oranlar tekrar artırıldı. Özetle aynı Resmi Gazete'de yer alan Kanun ve Cumhurbaşkanı Kararı ile ÖTV oranları aynı anda iki kez artırılmış oldu.
Böylece 24 Temmuz gecesi ÖTV Kanunu’nda otomobillerle alakalı hem 7555 sayılı Kanunla değişiklik yapıldı hem de 10115 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile yapılan değişiklikle tekrardan hem basamaklar hem de oranlar değiştirilmişti.
Gözden kaçan husus
Otomobillere ilişkin ÖTV matrah basamaklarının her yıl artırılması mükellef lehinedir. Şöyle ki daha önceki tarifeye göre vergisiz fiyatı 280 bin lirayı aşmayan araçlara ilişkin daha az ÖTV dolayısıyla da daha az KDV ödediğimiz için iyi bir şeydi. Ancak 280 bin liralık üst sınır en son 24 Kasım 2022’de belirlendiğinden o tarihten günümüze kadar 280 bin liralık üst sınırın pek bir ehemmiyeti kalmamış bulunmaktadır. Daha basit bir ifadeyle vergisiz fiyatı 280 bin liranın altında olan araç günümüzde kalmadığından yani ÖTV’nin en üst oranının uygulandığı basamağın altındaki (daha düşük ÖTV oranlarına sahip tarife) araç bulunmadığından bu matrah basamakları anlamını yitirmiş tamamı mükellef aleyhine dönüşmüştü.
İktidar da bunu görmüş olacak ki 24 Kasım 2022’de yapılan basamak belirleme işini yaklaşık üç yıl sonra tekrar belirledi. Aradaki enflasyon zaten 280 bin liralık üst sınır altındaki araçları bulunamaz kılmıştı.
İşte 24 Kasım 2022’den, 24 Temmuz 2025’e kadar aynı matrah basamakları -ki sınıf usulü dediğimiz hazine lehine, tüketici aleyhine olan bir sistem- hiç enflasyon yokmuş gibi uygulandı. Yani her şey enflasyon ölçüsünde artarken bu basamaklar enflasyon yokmuş gibi sabit bırakıldı.
Bunun nedeni ÖTV matrah basamaklarını belirleme yetkisi ya Kanunla Yasama organına ya da Cumhurbaşkanına tanınmış bir hak olduğundan enflasyonla birlikte maalesef otomatik artmamakta tamamen keyfiyete bırakılmaktadır.
Örneğin dilim usulü denilen gelir vergisi tarifesi basamakları/dilimleri her yıl yeniden değerleme oranı kadar otomatik artmaktadır; hatta maktu vergi cezaları da, mükellef lehine olan maktu istisnalar da.
Yani vergi mevzuatımızda her yıl artış durumu yeniden değerleme oranına bağlanmış gerek mükellef gerekse de hazine lehine olan ziyadesiyle düzenleme bulunmaktadır.
Ancak gelin görün ki otomobiller için alınan ÖTV matrah basamakları için böyle bir düzenleme bulunmamakta, basamak artışları ancak iktidar tarafından takdir edilirse yine onların istekleri doğrultusunda belirlenen tutarda artırılacaktır.
24 Temmuz tarihli Resmi Gazete’de yer alan 7555 sayılı Kanun ile ÖTV Kanunu’na “……. her yıl bir önceki yıla ilişkin olarak Vergi Usul Kanunu hükümlerine göre belirlenen yeniden değerleme oranında artırılmak suretiyle uygulanır..” anlamında bir hüküm maalesef eklenmemiştir ancak pekâlâ da eklenebilirdi…
Bu yeni matrah basamakları bu haliyle kaç yıl uygulanır bilemiyorum ama en son yapılan düzenleme değiştirilmeden üç yıl devam etmişti. Süreç içerisinde enflasyonun da şiddetli etkisiyle bu basamaklar da bir iki yıla kalmaz şu anki etkisini yitirecektir. Ve böylece en yüksek basamak sınırının altında araç bulamayacağımız için tüm araçlara en yüksek ÖTV oranı uygulanacaktır.
Ezcümle
Vergi mevzuatımızın birçok yerinde mükellef lehine olan vergi dilimleri, maktu istisnalar gibi uygulamalar her yıl doğrudan yeniden değerleme oranının artışına bağlanmıştır. Bu otomatik bir hal almıştır ve bizim lehimize bir uygulamadır. Ancak otomobiller için uygulanan matrah artışı gelir vergisi dilimi gibi yeniden değerleme oranı kadar her yıl artmamaktadır.
Özetle ÖTV hesaplamasında -özellikle cep telefonu ve otomobillerde- kullanılan bu basamakların YDO kadar güncellenmesi vatandaş lehinedir.
/././
Paşinyan: Ya bir kahraman ya da bir hain -Eray Özer-Paşinyan yedi yıldır bir ülkeyi temellerinden sarsarak yeniden inşa etmeye çalışıyor ve şimdilik sürecin altından kalkmayı başarmış görünüyor. Ama henüz hikâye tamamlanmadı. Bu hikâyeden ya bir ulusal kahraman çıkacak ya da bir hain. Göreceğiz...
Beş darbe girişimini savuşturmak. Ülkenin en büyük düşmanıyla savaştan yenilgiyle ama koltuğunu koruyarak ve ders alarak çıkmak. Milli kimlik anlatısını yeniden yazmaya girişmek. Diaspora ve kiliseyle göğüs göğse çarpışmak. Rusya’dan bağımsızlığını ilan etmek. Kafkasya’da ABD ve Azerbaycan’la anlaşma yapmak. Türkiye’yle şimdiye dek olmadığı kadar yakın ilişkiler geliştirmek…
Tüm bunları yedi yıla sığdıran Ermenistan Başbakanı Paşinyan ülkesini temellerinden sarsarak yeniden inşa etmeye çalışıyor. Gazetecilikte bazen bir konuyu yazmadığınız için kendinizi şanslı hissedebiliyorsunuz. Bugün yazacağım konuda da böyle oldu. Paşinyan’ın Türkiye ziyareti sonrası bir Paşinyan yazısı kaleme almaya karar vermiştim.
Okumalarımı yapmış, Agos’tan Yetvart (Danzikyan) abiyi arayıp birkaç soru sormuş, Ermenistan’daki Paşinyan-Kilise kavgası ve darbe girişimi hakkında epey bir detaya hâkim olmuştum. Fakat bir tür iç sesle o esnada yazmaktan vazgeçtim. İyi ki de vazgeçmişim. Zira konu şimdi gündemde ve muhtemelen daha çok insanın ilgisini çekecek. Tek sorun, birkaç yazılık -hatta belki 4-5 bölümlük bir yazı dizilik- malzemeyi tek yazıda anlatmanın güçlüğü olacak.
Deneyelim bakalım.
Önce Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ı biraz tanıyarak girelim meseleye. Paşinyan muhalif çizgisiyle bilinen eski bir gazeteci. Yolsuzlukların üzerine giden, ülkenin yüzünü dışarıya çevirmesini isteyen bir profil olarak zaman zaman yazdıkları ve haberleri nedeniyle iktidar tarafından cezalandırılmış, hatta hapse girmiş bir isim. Siyasi kariyeri 2000’lerin başında aslında ülkede yükselen “Karabağ Klanı” karşıtlığıyla şekilleniyor.
“Karabağ Klanı” Ermeni siyasi jargonunda sık kullanılan bir referans. Karabağ’da Azerilere karşı verilen mücadelede aktif rol alan ve kökleri Karabağ’da olan Robert Koçaryan-Serj Sarkisyan ve çevresini tanımlamak için kullanılıyor. Paşinyan, iktidar yürüyüşünü işte bu klanın “yeni savaşlar, yeni topraklar” çizgisinde süregiden siyasi çizgisine karşı çıkan kitlelerin sözcülüğüne soyunarak başlatıyor. O esnada üç muhalif partinin, dönemin başbakanı Sarkisyan yönetimine karşı oluşturduğu “Çıkış İttifakı”nın ortaklarından birinin genel başkanı olarak sokak eylemlerindeki aktif rolüyle diğer liderler arasından sıyrılıyor. Çıkış İttifakı ve başkent Erivan’da toplanan on binler Rusya karşıtı çizgileriyle “Batı destekli yeni bir kadife devrime soyunmakla” suçlanıyor. Paşinyan da bu grubun en öne çıkan figürü olarak “Soros’un adamı” olarak tanımlanıyor.
Sarkisyan istifa ediyor ve “kadife devrim” başarıya ulaşıyor. Çıkış İttifakı’nın dağılmasıyla girilen seçimleri uzak ara kazanan Paşinyan’ın asıl mücadelesi tam olarak bundan sonra başlıyor aslında. Bir kere herkesin umduğu kadar “Soros’çu” çıkmıyor yahut belki de çıkamıyor Paşinyan.
Bunun birkaç sebebi var. Öncelikle iktidara gelmesine karşın eli o kadar güçlü değil. Ne içeriye ne de dışarıya karşı… İçeride devlet bürokrasisine hâkim “Karabağ Klanı”, dışarıda ise üzerine çullanmak için Paşinyan’ın bir yanlışını bekleyen Rusya var. Dolayısıyla bir denge politikası güdüyor. Ta ki, 2020’de patlak veren ve ağır bir yenilgiyle sonuçlanan 2. Dağlık Karabağ Savaşı’na kadar. Türkiye destekli Azeri ordusu tarafından bozguna uğrayan Ermenistan 2023’te Karabağ’daki Ermenilerin bölgeden göçe zorlanmasıyla tam anlamıyla bir hezimet yaşıyor. Paşinyan, işte bu yenilgiden sonra gerçek anlamda pragmatist bir siyasetçiye dönüşüyor. Karabağ Savaşı’nda Batı’nın “Vah vah… Çok yazık” diye hayıflanmak dışında bir şey yapmadığını görüyor. Rusya’nın “tarafsızlık” görüntüsü altında aslında Paşinyan’ın gücünü kaybetmesini ve bir seçimle olmazsa da bir darbeyle iktidardan indirilmesini beklediğini anlıyor.
Ve büyük bir paradigma değişikliğine gidiyor. Çok büyük… “Yeni savaşlar, yeni topraklar” çizgisini tamamen terk ediyor. Ayrıca ülkenin “Ermeni Soykırımı” üzerine inşa edilen milli kimliğini yeniden tanımlamaya girişiyor.
Bu yılın şubat ayında “Gerçek Ermenistan” adını verdiği bir manifesto açıklıyor. Burada “Gerçek Ermenistan” ve “Tarihi Ermenistan” diye tanımladığı bir ayrıma gidiyor ve milli kimliğin “Gerçek Ermenistan” etrafında kurulmasının zamanının geldiğini söylüyor.
“Tarihi Ermenistan” diye tarif ettiği ve coğrafi olarak da Türkiye-Azerbaycan sınırları içinde kalan toprakların Ermenilerin anayurdu olarak tanımlandığı bir milli kimliğin mevcut koşullarla çeliştiğini ve Ermenistan’ın siyasi manevra kabiliyetini daralttığını açık açık dile getiriyor.
Yetmiyor, Ermenistan’ın Rusya etkisinden çıkması ve ekonomik olarak da Sovyet Rusya değerlerini terk etmesi gerektiğini savunuyor. O da yetmiyor, Zürih’te yaptığı bir konuşmada 1915’i “Soykırım” yerine “Büyük Felaket” olarak anıyor. Aynı konuşmada tarih ile bugünü ayırmak gerektiğini dile getirirken “1950’ye kadar Ermeni Soykırımı’nın öneminin bilinmediğinin” altını çiziyor ve “
Bu nasıl oluyor? Nasıl oluyor da 1939’da Ermeni Soykırımı diye bir gündem yokken 1950’de birden böyle bir gündem ortaya çıkıyor?” deyiveriyor.
Burada bir ara verelim.
İnsan bunları okurken merak ediyor: Paşinyan bu gücü nereden alıyor?
Öyle ya… Karabağ’ı kaybeden lider olarak nasıl oluyor da iktidarda kalmayı beceriyor? Burası tartışmalı… Şu açıdan tartışmalı, kesin bilgiler yerine ancak bazı akıl yürütmeler yapabiliyoruz.
Birincisi, Ermenistan askerî açıdan kimseye kafa tutacak bir durumu olmadığını ve gerektiğinde “dostların” yardıma gelmediğini Karabağ Savaşı’nda görüyor. Bu Paşinyan için bir avantaj, ülkedeki savaş yanlısı muhalefet içinse kendi söylemlerinin boşa çıkması anlamına geliyor.
İkincisi, Paşinyan yenilgi sonrası Azerbaycan ve Türkiye’yle beklentinin aksine “ılımlı” bir çizgi izleyerek -kimilerine göre- kendine bir korunma sağlıyor. Öyle ki, mesela Rusya yanlısı Ermeni analistlerden bazıları Paşinyan’ı Türkiye istihbaratının koruduğunu iddia ediyor. (Hatta bizden de Independent Yayın Yönetmeni Nevzat Çiçek geçenlerde bir yayında “Paşinyan’ı Türk Özel Kuvvetleri korumalı” diye açık açık söyledi.) Bunlar tabii ki abartılı ve somut delilden yoksun iddialar. Lakin şunu biliyoruz, karşısına Rusya’yı -ve hatta son gelişmelerden sonra İran’ı da- alan Paşinyan son dört yılda kamuoyuna yansıyan beş darbe girişiminden iktidarını kaybetmeksizin kurtulmayı başarıyor.
Dönelim Paşinyan’ın öyküsüne…
Bu yılın başında yaptığı “Gerçek Ermenistan” çıkışı bardağı taşıran son damla oluyor ve Paşinyan’ın karşısına bu kez gizliden değil, açıktan iki dişli düşman çıkıyor:
Diaspora ve kilise.
Özellikle kiliseyle ve kilisenin başı 2. Karekin’le Paşinyan ve ekibi arasında büyük bir savaş başlıyor. Karşılıklı ithamlar zamanla hakarete dönüşüyor ve hatta bel altına iniyor. Kiliseden bir piskopos, Paşinyan’ı sünnetli (dolayısıyla Müslüman) olmakla itham ediyor. Paşinyan, “çok istiyorsanız göstereyim sünnetsiz olduğumu” diye daha da beter bir cevap veriyor. Vs…
Hatta Türkiye ziyaretinde Paşinyan’ı bizim Ermeni Patrikliği de protesto ediyor ve ziyaret etmesin diye patrikhanenin kapısına zincir vuruluyor. Nihayet haziran ayında açığa çıkarılan son darbe girişimine Ermeni Kilisesi de destek vermekle suçlanıyor. Tutuklanan Ermeni oligarklar, eski siyasiler ve din adamları oluyor.
Tüm bunlar sıcaklığını korurken Paşinyan hiç gaz kesmiyor ve Türkiye’nin “Zengezur Koridoru” olarak adlandırdığı, Ermenistan’ın güneyinde yer alan Syunik eyaletinden geçen otoyol konusunda Azerbaycan ve ABD’yle anlaşmaya varıyor. ABD’nin buradaki rolü çok önemli, zira Azeri araçların Ermeni topraklarından geçerek -ve ama Ermeni görevliler tarafından denetlenmeden- Nahçıvan’a ulaşmasını sağlayacak bu yolun işletmesinin Amerikalılara devredileceği sözleşme altına alınıyor.
Yani Ukrayna’nın Avrupa’yla temasından rahatsız olan Rusya, Kafkasya’da, burnunun dibinde Amerika’nın varlığına razı olmaya zorlanıyor. O Rusya ki Azerilerle başka anlaşmazlıklar nedeniyle bugün artık çatışmanın eşiğine gelmiş, anlaşmanın diğer tarafının başbakanı Paşinyan’ı ise başından beri istememiş bir ülke. Yani neredeyse üç düşmanı, ABD, Ermenistan ve Azerbaycan Kafkasya’da ortaklık yapıyor. “Savaş yorgunu olmasa Putin çoktan resti çekerdi” diye düşünüyorsanız muhtemelen haklısınız. Yine de Rusya’nın tepkisi ne olacak, göreceğiz. ABD’nin burada askeri bir varlığı olmayacağı söyleniyor. Şimdilik! Rusya’nın olası reaksiyonlarına bağlı olarak bu durum değişebilir. Keza İran da rahatsız. Kuzeyde Ermenistan’la olan bağlantıları ABD’nin istemesi halinde kesilebilir. Paşinyan bir yandan kendi yönetiminin de uzun süredir karşı çıktığı bu anlaşmaya onay verir ve Rusları delirtirken diğer yandan da Rusya ve Çin’in güdümündeki Şanghay İşbirliği Örgütü’ne yaklaşık bir ay önce resmi üyelik başvurusu yapıyor.
(7-8 ay önce Avrasya Ekonomik Birliği toplantısında Putin’in has adamı Lukaşenko’yla açıktan ağız dalaşına girişmesine rağmen yine de AEB’de varlığını sürdürüyor.) “Dengeli ve dengeleyici” dış politika olarak tanımladığı bu pragmatist çizgisiyle yol almayı sürdürüyor. Sırada muhtemelen Türkiye’yle sınır kapılarının açılması adımı var. Azeri şerhi ortadan kalkınca bu açılımın da gerçekleşmemesi için bir neden kalmıyor.
Gelin toparlayalım ve Paşinyan’ın karnesine kalem kalem bakalım:
- Beş darbe girişimini savuşturmak.
- Ülkenin en büyük düşmanıyla savaştan yenilgiyle ama koltuğunu koruyarak ve ders alarak çıkmak.
- Milli kimlik anlatısını yeniden yazmaya girişmek.
- Diaspora ve kilise gibi iki demir leblebiyle göğüs göğse çarpışmak.
- Yoksul bir ülkede milyarder iş insanları ve din adamlarını demir parmaklıklar ardına göndermek.
- Rusya’dan bağımsızlığını ilan etmek.
- Kafkasya’da ABD ve Azerbaycan’la anlaşma yapmak.
- Türkiye’yle şimdiye dek olmadığı kadar yakın ilişkiler geliştirmek.
Hiç de az buz adımlar değil bunlar. Öyle veya böyle, Paşinyan yedi yıldır bir ülkeyi temellerinden sarsarak yeniden inşa etmeye çalışıyor ve şimdilik sürecin altından kalkmayı başarmış görünüyor. Ama henüz hikâye tamamlanmadı. Bu hikâyeden ya bir ulusal kahraman çıkacak… Ya da bir hain…
Göreceğiz.
/././
Maliye, başkasına ait POS cihazının kullanılmasını engellemeye yönelik ek önlemler getiriyor!-Erdoğan Sağlam-
Yapılması öngörülen önemli düzenlemeler neler? Ne zaman yürürlüğe girecek? Geçiş dönemi uygulaması nasıl olacak?

Değerli okurlar, Hazine ve Maliye Bakanlığı fiziksel ve sanal POS’lar üzerinden yapılan ödemelere bağlı olarak ortaya çıkan kayıt dışılığın önlenmesine yönelik düzenlemeleri içeren Vergi Usul Kanunu (VUK) Genel Tebliği taslağını Gelir İdaresi Başkanlığının internet sitesinde 9 Temmuz’da kamuoyunun görüşüne açtı.
Her ne kadar Bakanlık taslağa ilişkin görüş ve önerilerin 24 Temmuz 2025 tarihine kadar 65.sube@gelirler.gov.tr adresine iletilebileceğini duyurmuş ve bu süre geçmiş olsa da görüş ve önerilerinizi gönderebilirsiniz.
Taslağın çıkarılma amacı ne?
Girişte belirttiğim üzere tebliğ taslağının çıkarılma amacı, fiziksel ve sanal POS’lar üzerinden yapılan ödemelere bağlı olarak ortaya çıkan kayıt dışılığı önlemek.
Taslakla, mevcut ticari teamüller ve uygulamalar dikkate alınarak ticari hayata ilişkin süreçlerin kayıt dışılık meydana gelmeden devam ettirilmesi amaçlanıyor.
Hatırlayacaksınız, geçtiğimiz yıl Ağustos ayında çıkarılan 7524 sayılı Kanunla VUK’ta yapılan değişikliklerle, başkasına ait pos cihazı ve IBAN kullananlara ağır cezalar getirilmişti.
Yapılan düzenleme ile, mal teslimi veya hizmet ifaları için kredi kartı, banka kartı gibi ödeme aracı olarak kullanılan kartlar aracılığıyla yapılan tahsilatları, başka mükelleflerin veya mükellef olmayanların elektronik cihazları/sistemleri (POS ve benzeri cihazlar) aracılığıyla yapanlara ve bu elektronik cihazları/sistemleri kullandıranlara özel usulsüzlük cezası kesilmek suretiyle bu husustaki kayıt dışı işlemler önlenmeye çalışılıyor.
Şimdi çıkarılması planlanan tebliğ ile bu eylem engellenmeye çalışılıyor!
Yapılması öngörülen önemli düzenlemeler neler?
Öncelikle belirtelim, 3100 Sayılı Kanun’a göre perakende mal satışı ve hizmet ifasında bulunan mükelleflerin fatura verilme zorunluluğu bulunmayan perakende mal ve hizmet satışlarında ilke olarak yeni nesil ödeme kaydedici cihaz ( YN ÖKC) kullanma mecburiyeti bulunmaktadır.
Ancak basit usule tabi bulunan mükelleflerle toptan satış yapanlar bu kapsama girmez.
Ayrıca Maliye Bakanlığı kanunun verdiği yetkiye istinaden yapmış olduğu düzenlemeler ile bazı mükellefleri bu zorunluluktan muaf tutmuştur.
Bugün itibariyle zorunluluk kapsamına girmeyen mükellefler şunlardır:
*Basit usulde vergilendirilen ticari kazanç sahipleri,
*Serbest meslek erbabı,
*Zirai kazanç sahipleri,
*Menkul ve gayrimenkul sermaye iradi sahipleri,
*Diğer kazanç ve irat sahipleri,
*Ücret geliri elde edenler,
*Perakende mal ve hizmet satışı bulunmayan birinci ve ikinci sınıf tüccarlar (Örneğin toptancılar),
*Hazine ve Maliye Bakanlığınca yayımlanan genel tebliğler uyarınca ÖKC kullanım zorunluluğu dışında bırakılan mükellefler,
*Ayrıca 30.09.2017 tarih ve 30196 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 483 sıra no.lu VUK Genel Tebliğinin ( Güncel Hali) 6 ncı maddesinde belirtilen, belli işletme büyüklüklerini sağlayan mükelleflerden, e-Fatura, e-Arşiv Fatura ve e-Defter uygulamalarına dahil olan ve tüm satışlarına e-Fatura ve/veya e-Arşiv fatura düzenleyen mükellefler Tebliğin ilgili bölümünde belirlenen diğer teknik koşulları sağlamaları ve Gelir İdaresi Başkanlığınca taleplerinin uygun görülmesi kaydıyla ÖKC kullanımından muaf tutulmuşlardır.
Perakende mal ve hizmet satışında bulunan mükelleflerin, istisnalar hariç olmak üzere, YN ÖKC ya da Güvenli Mobil Ödeme ve Elektronik Belge Yönetim Sistemi (yazıda bundan sonra bu ifade yerine “Güvenli Mobil Ödeme Sistemi”ni kullanacağım) kapsamındaki cihazları kullanmaları gerekiyor.
Şimdi taslakla yapılması planlanan düzenlemelere geçebiliriz.
Zorunluluk kapsamına giren mükelleflerin başkalarına ait YN ÖKC veya Güvenli Mobil Ödeme Sistemi kapsamındaki cihazları kullanmaları yasaklanıyor!
Taslakla YN ÖKC kullanma zorunluluğu bulunan mükelleflerin, başka mükelleflere ait YN ÖKC ya da güvenli mobil ödeme sistemi kapsamındaki ödeme kabul eden cihazları kullanmaları ilke olarak yasaklanıyor.
Zorunluluk kapsamına giren mükelleflere banka ve ödeme hizmet sağlayıcıları tarafından seyyar EFT-POS cihazı da verilmeyecek!
Taslak tebliğe göre, banka kartı veya kredi kartı kabulünü sağlamak amacıyla işyerleriyle anlaşma yapan bankalar ya da diğer kuruluşlar ile 6493 sayılı Kanun kapsamındaki ödeme kuruluşları tarafından YN ÖKC kullanma zorunluluğu kapsamında olan veya Güvenli Mobil Ödeme ve Elektronik Belge Yönetim Sistemine dahil olan mükelleflere, münferit olarak kullanılabilen POS (seyyar/kablolu/soft vb.) cihazları veya uygulamaları verilemeyecek, kurulamayacak veya tanımlanamayacak.
Basit/bilgisayar bağlantılı YN ÖKC kullanan mükelleflere ise anılan YN ÖKC’lere kablolu olarak bağlanabilen masaüstü POS cihazı verilmesi gerekecek.
Basit/bilgisayar bağlantılı YN ÖKC’lere kablo ile bağlanan POS cihazlarının veya EFT-POS özellikli YN ÖKC veya Güvenli Mobil Ödeme ve Elektronik Belge Yönetim Sistemi kapsamında ödeme kabul eden araç üzerinde çalışan POS uygulamalarının, mükelleflerin kendi adlarına yapılan üye iş yeri anlaşmaları çerçevesinde temin edilen POS cihazı/uygulaması olması gerekecek.
Yani ödeme kabul eden cihazlar üzerinde çalışan POS cihazı ve uygulamaları, mükelleflerin kendi adlarına bir banka veya ödeme hizmet sağlayıcısı ile yapılan üye iş yeri anlaşmaları çerçevesinde temin edilen POS cihazı veya uygulaması olacak.
Belli şartlarla bayilik ilişkisi çerçevesinde bayiye ait EFT-POS özellikli YN ÖKC veya Güvenli Mobil Ödeme ve Elektronik Belge Yönetim Sistemi kapsamındaki ödeme kabul eden araçlar üzerinde ana firmaya ait POS uygulaması kurulabilecek
Hatırlayacaksınız 7524 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle, başkasına ait pos cihazı ve IBAN kullananlara özel usulsüzlük cezası getirilince kamuoyunda bayilik ilişkisi kapsamında yapılan bu tür tahsilatların özel usulsüzlük cezalarına konu edilmesi, özellikle bayi/alt bayi sistemiyle çalışan büyük üretici ve ithalatçı şirketlerin kurmuş olduğu ödeme sistemleri ile alışveriş siteleri üzerinden yapılan satışları olumsuz şekilde etkilemiş, satışlar durma noktasına gelmişti.
Bunun üzerine Gelir İdaresi Başkanlığı tarafından yapılan aşağıdaki açıklama ile bu ödeme sistemlerinin kullanılabileceği belirtilerek, piyasalar rahatlatılmıştı. “…Yapılan düzenlemeyle, mal teslimi veya hizmet ifaları için kredi kartı, banka kartı gibi ödeme aracı olarak kullanılan kartlar aracılığıyla yapılan tahsilatları, başka mükelleflerin veya mükellef olmayanların elektronik cihazları/sistemleri (POS ve benzeri cihazlar) aracılığıyla yapanlara ve bu elektronik cihazları/sistemleri kullandıranlara özel usulsüzlük cezası kesilmek suretiyle bu husustaki kayıt dışı işlemlerin önlenmesi amaçlanmaktadır. Söz konusu düzenlemeyi müteakip, mükelleflerin bir banka tarafından kendilerine tahsis edilen fiziki ya da sanal POS cihazını bayii, alt bayii ve benzeri ilişki kapsamında aralarındaki sözleşmeye istinaden başka işyerlerine kullandırmaları durumunda cezaya muhatap olup olmayacakları hususunda tereddüte düştükleri anlaşılmaktadır. Mükelleflerin bankacılık mevzuatı gereğince, bankalar tarafından kendilerine tahsis edilen fiziki POS cihazını ve/veya sanal POS’u bayi-alt bayi ilişkisi ve benzeri ilişki kapsamında aralarındaki sözleşmeye istinaden alt işyerlerine söz konusu mevzuatta yer alan düzenlemelere uygun olarak kullandırmaları söz konusu olabilmektedir. Buna göre, bayi-alt bayi ilişkisi ve benzeri ilişki kapsamında gerek kendisine tahsis edilen POS cihazını kullandıran gerekse bu cihazlar vasıtasıyla teslim ettikleri mal ve hizmetlere ilişkin tahsilatlarını yapan mükelleflerin, 213 sayılı Kanunda yer alan hükümler gereğince belge düzenleme, hasılatları kaydetme ve diğer yükümlülüklerini tam ve zamanında yerine getirmeleri şartıyla bahse konu mevzuatta öngörüldüğü şekilde hareket edebilmeleri mümkün bulunmaktadır. Diğer taraftan, 213 sayılı Kanunda yapılan bahse konu düzenlemeye ilişkin olarak Bakanlığımız tarafından ticari hayattaki süreçlerin aksamadan devam edebilmesi ve madde ile sağlanmak istenilen kayıt dışı faaliyetlerin önüne geçilmesi amacına yönelik gerekli görülen idari düzenlemelerin yapılabileceği tabiidir.…” Görüldüğü üzere GİB, Kanuni düzenlemeye rağmen, ticari hayatın akışını engellememek için bu duyuruyu yapmak zorunda kalmıştı. Oysa kanun düzenlemesi yapmadan önce ticari hayatın akışı incelenmeli ve düzenlemenin etkileri yeterince değerlendirilmeliydi.
Maliye Bakanlığı yukarıdaki açıklamada işaret ettiği idari düzenlemeleri yapma girişimini, bu yazımda değerlendirdiğim taslak tebliğ ile başlatmıştır.
Fiziki POS uygulamalarının bayilik veya benzeri bir ilişki kapsamında kullanımı
Taslakta öngörülen düzenlemeye göre, bayilik veya benzeri bir ilişkisi çerçevesinde bayiye ait EFT-POS özellikli YN ÖKC veya Güvenli Mobil Ödeme ve Elektronik Belge Yönetim Sistemi kapsamındaki ödeme kabul eden araçlar üzerinde ana firmaya ait POS uygulamasının kurulabilmesi/tanımlanabilmesi için aşağıda yer alan koşulların sağlanması gerekiyor:
a) Bayilik uygulamasından yararlanılması için Türkiye çapında en az 30 bayiye sahip olunmalıdır.
b) Bayilik işlemleri için sözleşme düzenlenmeli ve söz konusu sözleşme ilgili banka veya ödeme hizmet sağlayıcısına ve ana firma ile bayinin bağlı olduğu vergi dairesine ibraz edilmelidir.
c) Ödemeye ilişkin bilgilerin yer aldığı kısımda (slip bilgileri kısmında) ana firmanın bilgileri bulunmalıdır.
Bayilik sözleşmesine ilişkin bilgilerin ana firma tarafından, bu düzenleme kapsamında kurulan/tanımlanan POS uygulamasına ilişkin bilgiler ile bu POS uygulaması üzerinden yapılan tahsilatların banka veya ödeme hizmet sağlayıcıları tarafından GİB tarafından belirlenen usul ve esaslar dâhilinde GİB’e bildirilmesi öngörülüyor.
Sanal POS uygulamalarının bayilik veya benzeri bir ilişki kapsamında kullanımı
Banka veya ödeme hizmet sağlayıcıları tarafından kendisine sanal POS uygulaması verilen mükelleflerin bu sanal POS uygulamasını ana firma olarak, bayilik veya benzeri bir ilişkisi çerçevesinde bayilerine kullandırabilmesi için aşağıdaki koşulların sağlanması gerekiyor:
a) Bayilik uygulamasından yararlanılması için Türkiye çapında en az 30 bayiye sahip olunmalıdır.
b) Banka veya ödeme hizmet sağlayıcıları tarafından, ana firma konumundaki mükelleflere teslim edilen sanal POS uygulamalarını bu madde kapsamında kullanacak bayilerle de ayrıca üye iş yeri anlaşması yapılmalıdır.
c) Bayilik veya benzeri bir iş ilişkisi çerçevesinde ana firmanın sanal POS uygulamasını kullanacak olan bayilere yönelik kullanıcı yönetimi ve tanımlamaları münhasıran banka veya ödeme hizmet sağlayıcıları tarafından yapılmalı, ana firma ya da bayiler tarafından hiçbir şekilde bayi tanımlaması yapılması söz konusu olmamalıdır.
ç) Bayilik işlemleri için ana firma ile bayiler arasında sözleşme düzenlenmeli ve söz konusu sözleşme ilgili banka veya ödeme hizmet sağlayıcılarına ve ana firma ile bayinin bağlı olduğu vergi dairesine ibraz edilmelidir.
d) Ana firma ve bayi tarafından sanal POS uygulamasının kullanılacağı sabit IP bilgisi ilgili banka veya ödeme hizmet sağlayıcılarına bildirilmelidir. Banka veya ödeme hizmet sağlayıcıları tarafından sadece bildirilen sabit IP kullanılarak tahsilat yapılmasına izin verilmeli, diğer IP’ler üzerinden tahsilat yapılması ve bayi için tanımlanan sanal POS uygulamasının bayi tarafından bir başkasına kullandırılması engellenmelidir.
e) Mal satışı ve hizmet ifasına ilişkin tahsilatların bu maddede yer alan koşullar kapsamında sanal POS uygulaması kullanılarak yapılması durumunda, VUK gereğince düzenleme zorunluluğu getirilen mali belgeler tutarına bakılmaksızın elektronik belge olarak düzenlenmelidir. Söz konusu elektronik belgelerde, mal satışı ile hizmet ifalarının tahsilat işlemlerinde gerçekleştirilen tahsilata ilişkin müşteri ödeme belgesinde yer alması gereken temel bilgilere (slip bilgileri), e-Fatura ve e-Arşiv Fatura uygulamalarına ilişkin teknik kılavuzlarda belirtildiği şekilde yer verilmelidir.
Sanal POS uygulamasında da bayilik sözleşmesine ilişkin bilgilerin ana firma tarafından, bu düzenleme kapsamında kurulan/tanımlanan POS uygulamasına ilişkin bilgiler ile bu POS uygulaması üzerinden yapılan tahsilatların banka veya ödeme hizmet sağlayıcıları tarafından GİB tarafından belirlenen usul ve esaslar dâhilinde GİB’e bildirilmesi öngörülüyor.
Birinci ve ikinci sınıf tüccarlardan perakende mal teslimi veya hizmet ifasında bulunmayan mükelleflere (örneğin toptancılara) verilen sanal POS uygulamasının ana firma olarak, bayilik veya benzeri bir ilişkisi çerçevesinde bayilerine kullandırabilmesi için de yukarıda belirtilen şartların sağlanması gerekiyor.
Fiziki ödeme sistemlerinde bayi tarafından yapılan tahsilat doğrudan ana firmaya aktarılabilecek!
Bayilik veya benzeri bir ilişkisi çerçevesinde bayiye ait YN ÖKC veya Güvenli Mobil Ödeme ve Elektronik Belge Yönetim Sistemi kapsamındaki ödeme kabul eden araçlara, aralarındaki ticari iş ilişkileri nedeniyle ana firmaya ait finansal hesapların, Başkanlıkça yayımlanacak kılavuzlarda belirtilen kurallara göre ilave hesap olarak, tanımlanması mümkün olacak. Böylece bayilerin kartlı satışlara ait tahsilat tutarlarının tamamının veya belirli bir kısmının ana firmanın finansal hesaplarına doğrudan iletilmesi mümkün hale gelecek.
Bu imkân sanal ödeme sitemlerine tanınmıyor.
Elektronik ticarette sanal POS kullanımı
Perakende mal teslimi veya hizmet ifasında bulunan birinci ve ikinci sınıf tüccarlardan 6563 sayılı Elektronik Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun ile 32058 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “Elektronik Ticaret Aracı Hizmet Sağlayıcı ve Elektronik Ticaret Hizmet Sağlayıcılar Hakkında Yönetmelik” çerçevesinde elektronik ticaret pazar yerinde ya da kendine ait elektronik ticaret ortamında mal veya hizmetlerinin teminine yönelik sözleşme yapan ya da sipariş alanlar, elektronik ticaret aracı hizmet sağlayıcıları tarafından elektronik ticaret pazar yerinde konumlandırılan veya kendilerine ait elektronik ticaret ortamında konumlandırılan sanal POS’ları kullanarak, mal ve hizmet satışlarına ait bedellerin tahsilatlarını yapabilirler.
Yani e-Ticaret hizmet sağlayıcıları, kendilerine ait e-Ticaret ortamlarında konumlandırılan ya da e-Ticaret pazar yerlerini işleten aracı hizmet sağlayıcıları tarafından bu yerlerde kullandırılan sanal POS’lar üzerinden tahsilat yapabilecekler.
YN ÖKC kullanma mecburiyeti bulunan mükelleflerin müşterilerine yaptıkları ve elektronik ticaret kapsamında olmayan satış ve işlere ilişkin olarak yapacakları tahsilatlarda ise sanal POS uygulamaları kullanılamayacak!
Keza bu mükelleflerden Güvenli Mobil Ödeme ve Elektronik Belge Yönetim Sisteminden yararlananların, müşterilerine yaptıkları ve elektronik ticaret kapsamında olmayan satış ve işlere ilişkin olarak yapacakları tahsilatların anlık olarak söz konusu Sistem kapsamında elektronik belgelere dönüştürülmesi gerektiğinden bu tahsilatlarda da sanal POS uygulamalarının kullanılması mümkün olmayacak. Söz konusu mükellefler bahse konu satış ve işler için bayilik için aranan şartların sağlanmasına bağlı olarak bayisi oldukları ana firmaların sanal POS uygulamalarını kullanabilecekler.
Fatura ödemelerine aracılık hizmetleri kapsamında ödeme kuruluşuna tahsis edilen fiziki POS cihazları
6493 sayılı Kanun uyarınca “fatura ödemelerine aracılık edilmesine yönelik hizmetler” kapsamında ödeme kuruluşuna tahsis edilen fiziki POS cihazları, aşağıdaki yer alan şartların sağlanmasına bağlı olarak bu kuruluşların temsilcileri tarafından kullanılabilecektir:
a) Fiziki POS cihazları sadece fatura ödemelerine aracılık işlemlerine açık olacak şekilde kapalı devre olarak kullanılmalıdır. Fiziki POS cihazına tutar bilgisi elle girilememeli, fatura tahsilatının gerçekleştirildiği yazılım tarafından POS cihazına otomatik olarak gönderilmelidir.
b) Söz konusu cihazlardan, temsilci tarafından sunulan diğer mal veya hizmetlere ilişkin tahsilat yapılamamalıdır.
c) Fatura ödemelerine aracılık edilmesine yönelik hizmetler, bir abonelik sözleşmesine dayanan ve süreklilik arz eden iş ilişkilerinden kaynaklanan ödemelere aracılık hizmetlerini kapsamalıdır.
ç) Fatura ödemesine aracılık etmek üzere teslim edilen fiziki POS cihazlarının teslim edildiği mükelleflere ilişkin bilgiler ile POS cihazına ve POS cihazından yapılan tahsilatlara ilişkin bilgiler GİB tarafından belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde GİB’e bildirilecektir.
Düzenleme ne zaman yürürlüğe girecek?
Tebliğ, Resmi Gazete’de yürürlük maddesi bu şekilde yayımlanırsa, yayımlandığı tarihi izleyen dördüncü ayın başında yürürlüğe girecek.
Geçiş dönemi uygulaması nasıl olacak?
(1) Bayilik veya benzeri bir ilişki çerçevesinde bayiye ait YN ÖKC veya Güvenli Mobil Ödeme ve Elektronik Belge Yönetim Sistemi kapsamındaki ödeme kabul eden araçlar üzerindeki POS uygulamalarının, Tebliğin yürürlük tarihini takip eden ayın sonuna kadar Tebliğ’de yer alan düzenlemelere uygun hale getirilmesi gerekecek. Belirtilen tarihte öngörülen şartları sağlamayan söz konusu POS uygulamaları banka veya ödeme hizmet sağlayıcıları tarafından kullanıma kapatılacak. Kapatılan uygulamalar ile bu uygulamaları kullanan mükelleflere ilişkin bilgiler, her bir banka veya ödeme hizmet sağlayıcısı tarafından toplu olarak Tebliğin yürürlük tarihini takip eden ikinci ayın sonuna kadar GİB’e bildirilecek.
2) Tebliğin yürürlük tarihi itibarıyla kullanılmakta olan cihaz ve uygulamalara ilişkin olarak, yapılması gereken tespit ve işlemlerin, banka veya ödeme hizmet sağlayıcıları tarafından Tebliğin yürürlük tarihini takip eden ayın sonuna kadar tamamlanması gerekecek Yapılan tespit ve işlemelere ilişkin bilgiler, her bir banka veya ödeme hizmet sağlayıcısı tarafından toplu olarak Tebliğin yürürlük tarihini takip eden ikinci ayın sonuna kadar Başkanlığa bildirilecek.
(3) Bayilik veya benzeri bir ilişki kapsamında kullanılmakta olan sanal POS uygulamalarının Tebliğin yürürlük tarihini takip eden ayın sonuna kadar Tebliğ’de yer alan düzenlemelere uygun hale getirilmesi gerekecek. Belirtilen tarihte öngörülen şartları sağlamayan sanal POS uygulamaları banka veya ödeme hizmet sağlayıcıları tarafından kullanıma kapatılacak. Kapatılan uygulamalar ile bu uygulamaları kullanan mükelleflere ilişkin bilgiler, her bir banka veya ödeme hizmet sağlayıcısı tarafından toplu olarak Tebliğin yürürlük tarihini takip eden ikinci ayın sonuna kadar Başkanlığa bildirilecek.
(4) GİB, Taslak Tebliğde öngörülen konulara uyum sağlanabilmesi için yapılması gereken teknik ve idari çalışma gereklilikleri gibi hususları dikkate alarak bu Tebliğde yer alan süreleri ayrı ayrı veya birlikte her defasında 6 ayı geçmemek üzere dijital.gib.gov.tr adresinde ilan ederek uzatmaya yetkilidir.
Taslakla ilgili son sözlerim…
Taslakla banka ve ödeme kuruluşlarına çok ağır gözetim, takip ve bildirim yükümlülükleri getiriliyor. Bu kurumlar sanırım Bakanlığa itiraz etmişlerdir. Yapılması düşünülen düzenlemeler aynen hayata geçerse bu kurumların maliyetleri yükselecek, bu da müşterilerinden talep edecekleri ücretleri artıracaktır. Bakanlığın bu hususu değerlendirmesi gerekir. Bakanlığın bu kurumların özerk ve ticari yapılar olduğu gerçeğini dikkate alması ve bunları kendisinin bir organı gibi görmemesi gerekir.
Taslakta öngörülen uyum süreleri çok kısadır. Gerek yürürlüğe giriş gerekse uyum süreleri uzatılmalıdır. Bakanlık ya düzenlemedeki süreleri uzatmalı ya da GİB’e verilen uzatma yetkileri kullanılmalıdır.
/././
Son çağrı: Yanlış “duruşma”dan, doğru “tartışma”ya dönelim -Sami Selçuk-
Sayın Türk hukukçuları, bilim sizlerden sadece şunu istemektedir: Bilimin ışığında tartışma (duruşma) yapın. Karar verirken de asla gözden ırak tutmayın: Adalet, yasaların gönyesidir; ölçütüdür. Hukuk ile adalet arasında kapatılamaz bir uzaklık olduğu zaman, o hukuka hiç kimse katlanamaz
1967 yılından bu yana her on yılda bir 10 Temmuz tarihinde kutlanan “Dünya Hukuk Günü”nde değilse bile hukuk yılında yazılan yedi yazımın en kısa olanın sonuncusunda çağrım, şudur efendiler: “En hakikî mürşit” bilimin ışığında kesinlikle yanlış “duruşma”dan doğru “tartışma”ya bir an önce dönmeliyiz.
“Bilimin ışığında” dedim.
Sayın yargıçlar, sayın savcılar, sayın avukatlar, Sayın Türk hukukçuları, tam bu noktada sizlere “en hakikî mürşit” olan bilimle ilgili yaşanmış tarihsel ve çok düşündürücü bir olayı anımsatmak ve bilime dönmenizi bir kez daha salık vermek istiyorum.
Ancak geliniz, ilkin daha öncekilerle birlikte bu sayfalarda yazılanları özetleyelim.
Bilindiği üzere, hukuk, özetle insana özgü davranışları, insanlar arası ilişkileri düzenler. Bunları yasalar başta olmak üzere kurallara bağlar.
Bu düzenleme ve kurallar ise, insanın insan olarak doğarken sahip olduğu, çoğu kez eksik de olsa anayasalarda sadece dökümü yapılan haklara ve özgürlüklere asla aykırı olamaz.
Çoğu insanın daha doğarken sahip olduğu bu hak ve özgürlükler, elbette uygarlıkla birlikte zamanla değişir, gelişir.
Anayasalarla asla sınırlı değildir. Olamaz da.
Ayrıca unutulmamalıdır ki, her hak ve özgürlük, her insana kullanacağı bir güç, erk, yani iktidar tanır ve bunları sağlama alır. Dolayısıyla hukuk, rastgele bir kurallar yığını değil; kendi içinde tutarlı bir düzen, bir “hukuksal gövde”dir (corpus juris). Bu gövdeyi MÖ Platon, tanrısal ve adil olanın yansıması diye tanımlamış; insan iktidarını tutkuyla açıklayan Aristoteles ise, hukuku akıl ile özdeşleştirmiş, “hukuka uyma ruhu” ve bilinci üzerinde durmuş, bunların en küçük ihlalde bile çökeceğini ve devleti yıkacağını belirtmiştir.
Elbette yerindedir bu doğrudur, bu tanı. Çünkü tarihin tanıklığıyla doğrulanmaktadır.
Zira her şeyden önce bilinçli olarak hukuk biliminden sapan biri, aynı zamanda toplumsal yaşamı örseleyen yetersiz bir canlıdır da.
Bu sapmaya başkaldırmayan insan ise, hukuk öznesi olamayacağını sergileyerek bunu açıkça ortaya koymuş bir zavallıdır.
Burada bir ayraç açarak bilimin önemini vurgulamak isterim.
Bilindiği üzere insanlık, kimya alanında “bilimsel çalışmalarıyla Fransa’ya şeref” katan kimya biliminin kurucusu günahsız Avukat Antoine Laurent de Lavoisier’nin (1743-1794) giyotinde son soluğunu verirken bile, canını değil, bilimi düşünerek laboratuvar arkadaşı dönemin ünlü matematikçisi Joseph Louis Lagrange’a (1736-1813) söylediği şu sözleri asla unutmamıştır: “Dikkat et! Başım kesildikten hemen sonra eğer gülümsersem, bunun anlamı önemlidir ve insan beyninin bir süre daha yaşadığının kanıtıdır.”
Görülüyor ki, Lavoisier, ölürken bile “Artık, bunan böyle her şey boş. Bana ne” dememiştir. En doğru yol gösterici olan bilim yolunda kendisini bile bir deney aracı kılarak, insanlığın yararı için son bir denemesinin daha kayıtlara geçirilmesini istemiştir.
Gerçekten de Lavoisier, giyotinin bıçağıyla kafası kesildiği anda iki kez gözlerini kırpmış, ünlü bilgin, son soluğunu verirken bile bilime hizmetini esirgememiştir.
Türk yargıçları, savcıları, avukatları, kısaca bütün Türk hukukçuları da, kim neler saçmalarsa saçmalasın, ya hukukun, bilimin dediğinden yana olacaklar ya da Lavoisier’yi kurtarmak isteyenlere kendisinin de kafası giyotinde kesilen bilgisiz, bilinçsiz genç yargıç Jean Baptiste Coffinhal’in (1762-1794) utançlar tarihine geçen bağışlanamaz ve kınanası nitelikteki şu sözlerini asla unutmayarak yineleyip duracaklardır: “‘Cumhuriyet’in bilginlere ve kimyacılara gereksinmesi yoktur! Adaletin yürüyüşü ertelenemez.”
Ancak inanıyorum ki, geleceğin hukukçuları da, elbette tıpkı Lavoisier’nin yukarıdaki sözlerine yaraşır biçimde düşünecek, Yargıç Coffinhal’in yüzleri kızartan sözlerini ise, hukuk ve adalet tarihine bir utanç belgesi olarak görecekler; hukuk uygulamamızda adaleti ve hukuku yozlaştırıp saptıran “Bilim başka, uygulama başka” yaklaşımını artık kesinlikle bir yana bırakacaklardır,
Tam bu noktada yeri gelmişken ilginç bir rastlantıyı da ayraç içinde yansıtmakta yarar vardır: Antoine Lavoisier’nin annesinin sık sık görmeye gittiği İstanbul doğumlu, romantizmin babalarından Fransız Ozan André Marie de Chénier (1762-1794) de, Maximilien Robespierre’in onayıyla aynı giyotinde can vermiştir
Evet. Yineleme pahasına unutulmamasını dilemek gerekir ki, Türk yargıçları, savcıları, avukatları, kısaca hukukçuları, ya Lavoisier gibi hukukun, bilimin dediğinden yana olacaklar ya da yargıç Jean Baptiste Coffinhal’in utanç ve bilinçsizlikler tarihine geçen yukarıdaki bağışlanamaz ve kınanası nitelikteki sözlerine göre davranacaklardır.
Çünkü hukuk uygulamasında üçüncü bir seçenek yoktur, efendiler!
Evet, Sayın Türk hukukçuları, adalet bütünüyle sizlere emanet edilmiştir.
Hukuk biliminin öğrencisi olan sizlere elbette bu ülkenin gereksinmesi var.
Tek danışacağınız merci ise hiç kuşkusuz “en hakiki mürşit” olan bilimdir, hukuk bilimidir.
Asla çoğu çarpık, yozlaşmış uygulamalar değil.
İşte bu bilimin dediklerine göre, tek oturumlu tartışmalara (duruşma) göre kararlar vermelisiniz.
Türk insanının sizlerden tek beklentisi budur.
Buna asla gözlerinizi, kulaklarınızı kapatamazsınız. Çünkü hukuk bilimi böyle söylüyor.
Zira sizler, Sayın Türk hukukçuları, hukuk biliminin ne dışındasınız ne de üstünde.
Sadece ve sadece hukukun, bilimin içindesiniz.
O kadar.
Yalnızca Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, Rusya vb. Avrupa ülkeleri değil, bizler gibi, bu ülkelerin hukukunu uygulayan Angola, Benin, Botsvana, Burkina Faso, Burundi, Cezayir, Cibuti, Çad, Ekvator Ginesi, Eritre, Etiyopya, Fas, Fildişi Sahili, Gabon, Gambia, Gana, Gine Bissau, Gine, Güney Afrika, Güney Sudan, Kamerun, Kenya, Komorlar Birliği, Kongo Cumhuriyeti, Kongo Demokratik Cumhuriyeti vb. ülkeler, duruşma, daha doğrusu tartışma aşamasını nasıl yapıyorlarsa, lütfen sizler de öyle duruşmalar yaparak kararlar verin.
Karar verirken şunları da asla gözden ırak tutmayın: Adalet, yasaların gönyesidir; ölçütüdür. Hukuk ile adalet arasında kapatılamaz bir uzaklık olduğu zaman, o hukuka hiç kimse katlanamaz.
Derrida’nın dediği gibi, karar anı, evet karar anı, kendi tekilliği içinde özünde çaresiz bir çılgınlıktır. Bu yüzden insanın alınyazısını belirleyen bu çılgınlık; asla biçimsel ve mekanik olmamalıdır.
Hiç kuşkusuz yargılama hukukunu uygulayan üçüncü kişi, yargılama erki içinde yer alan yansız bir yargıçtır. Ona yansız olduğu, kendi düşüncelerini, inançlarını, Cemil Meriç’in anlatımıyla “algılamamıza giydirilen deli gömlekleri” olan ideolojileri ayraç içine alıp bir bakıma üçüncü kişi olabildiği için güvenilmektedir.
Yine asla unutulmamalıdır ki, Rawls’un belirttiği üzere, “bilgisizlik duvağı” (cehalet perdesi, veil of ignorance, voile d’ignorance, velo di ignoranza), yasa yapıcı, yönetici ya da yargıç gibi karar vericilerin kendi çıkarlarına göre karar vermemeleri için aranan ve vazgeçilemeyen bir koşuldur.
Bu perde ise toplum içinde başlıca üç alanda ayrıcalıkları gizlemektedir: Azınlık, çoğunluk, ırkçılık; varsıl ve yoksul; Müslüman ve Hristiyan, Sünni ve Alevi, Katolik ve Protestan gibi anlayışlarda. (Türkbağ, Ahmet Ulvi, Kanıtlanamayanı Kanıtlamak: Ronald Dworkin’in Hukuk Kuramı, İstanbul, 2012, s. 36).
Kısaca Sayın Türk hukukçuları, bilim sizlerden sadece şunu istemektedir: Bilimin ışığında tartışma (duruşma) yapın; tek oturumda tarafların ve ilgililerin tartıştımalarını gözeterek, bu tartışmanın ışığında tartışma aşamasını gereksiz oturumlarla sulandırmadan karar verin.
Başarı dileklerimle.
/././
T-24
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder