İner çıkar hürriyet, cumhuriyet düşer kalkar. Çünkü fikri bulaşıcıdır, yayılır. Kayboldu sanırsınız, umulmadık bir zamanda çıkar gelir, çalar kapıyı.
1822’de doğdu. Babası küçük bir memurdu. On yaşında iken Kur’an’ı ezberledi, yükselmek için şarttır.
1834’te “Dîvân-ı Hümâyun Kalemi”ne, padişah divanı, girdi. “Mithat” mahlasını aldığı bu büroda aynı zamanda Arapça ve Farsça dersleri almaya başladı. Fâtih Camii’nde “nahiv, mantık, meânî, fıkıh ve hikmet dersleri”ne devam etti. Dil bilgisi ve hukuk usulünü de içeren bir tür okuldur. Sonra hızla yükseldi. Şam’da, Konya ve Kayseri’de memuriyetlerde bulundu.
1853-1856 Kırım Harbi ile sonuçlanacak olan milletlerarası ihtilâflar sebebiyle İstanbul’da sık sık toplanan, yabancı diplomatların da katıldığı üst düzey meclislerde müzakere zabıtlarını tutmakla görevlendirildi. Mustafa Reşid, Ali ve Fuad paşalarla ilişkileri geliştikçe Bâbıâli’de yaşanan iktidar mücadelesi içine girdi, dostlar ve düşmanlar edindi. Osmanlıyı dönüştürmek isteyen reformatör paşaların en gencidir.
1854’te Kıbrıslı Mehmet Emin Paşa’nın sadrazam olması üzerine uzak bir göreve yollanarak İstanbul’dan uzaklaştırıldı. Reşit Paşa’nın sadrazamlığa tekrar getirilmesinin ardından İstanbul’a döndü, Bursa’da meydana gelen büyük depremin ardından yardımları dağıtma ve düzeni sağlamakla görevlendirildi. 1856’da azledildi ve devlet nizamına karşı hareket etmek suçuyla mahkemeye sevk edildi. Beraat edip görevine döndü. Devlete hizmetleri sürgünler ve davalar arasındadır.
1858’de Avrupa’ya giderek Paris, Londra, Brüksel ve Viyana’da altı ay kaldı. Fransızcasını ilerletti. İstanbul’a dönünce yüksek mahkeme, Meclis-i Vâlâ, başkâtipliğine tayin edildi. İki yıl sonra Balkanlar’ın yolunu gösterdiler. Biyografisine göre orada da başarılı oldu. Ziraat Bankası’na dönüşecek olan “menâfi-i umûmiyye sandığı”nı, -memleket sandığı, bir tür kooperatif- o görevi sırasında kurdu. Reformcu bir paşa olarak ünleniyordu. 1868’de Şûrâ-yı Devlet başkanlığına getirildi. Buradaki görevi kanun taslakları hazırlayıp tartışmaktı. Bu vesileyle metrik sistem, vatandaşlık, madenler, emniyet sandığı ve sanayi mektebi gibi konular üzerinde çalıştı. Adım adım “anayasal bir düzen” için hazırlanıyordu. Sonra Bağdat Valiliğine gönderip yine İstanbul’dan uzaklaştırdılar.
1871’de iktidar Tanzimat karşıtlarının başı olan Mahmut Nedim Paşa’ya geçince üzerindeki baskılar arttı. Bağdat valiliğinden istifa edip İstanbul’a döndü. Fakat İstanbul’da kalması istenmiyordu. Önce Sivas’ın, sonra Edirne’nin yolunu gösterdiler. Fakat sonuç tam tersi oldu, sadrazamlık koltuğuna oturdu. Ancak sadrazamlığı da uzun sürmedi. Onu istenmeyen adam ilân eden Rusya elçiliğinin de etkisiyle azledildi.
Bundan sonraki dört yıl boyunca nazırlık ve valilik görevleri arasında gitti geldi. Selanik valisi iken yeniden azledildi, kendini bağ bahçe işlerine verdi. Çağırdılar, Adliye Nazırı yaptılar. Bu kez de sadrazamı protesto etmek için görevinden istifa etti. Böyle böyle mevcut rejimin işlemediğini tecrübe ederek öğrenmişti. Haliyle kurtuluşu meşrutî rejimde gören çevrelerle temas halindeydi. Huzursuzluk artıyordu. Mayıs ayında medrese öğrencileri ayaklanınca Mahmut Nedim Paşa azledildi. Önü yeniden açılmıştı. Yeni kabinede önce Mecâlis-i Âliye memuriyetine, ardından ikinci defa Şûrâ-yı Devlet reisliğine getirildi. Ancak padişah orada durdukça devlete çeki düzen vermek için adım atılamayacağı açıkça görülüyordu. Mayıs ayı sonunda reformcular kafa kafaya verip Padişah Abdülaziz’i alaşağı ettiler. Abdülaziz, alaşağı edilmesinden birkaç gün sonra şüpheli bir biçimde öldü. Koltuğuna oturtulan yeğen Murat’ın işe yaramadığı anlaşılınca onu da indirip yerine Kanun-ı Esasi’yi ilân edeceğine söz veren küçük birader Abdülhamit’i oturttular. Tarihimizdeki ilk “anayasal” darbedir.
***
1876’da sadrazamlık koltuğunda yine Paşa oturuyordu. Üzerinde çalıştığı Kânun-ı Esasi 23 Aralık 1876’da ilân edildi. Paşanın beklentisi, etnik ve dinî ayırım gözetmeksizin bütün Osmanlı tebaasını aynı haklara sahip kılarak iç karışıklıkları sona erdirmek, böylece dış müdahalelerin mazeretlerini de ortadan kaldırmaktı. Ancak yeni bir darbeden endişelenen Abdülhamit, Paşa’nın etkinliğine son vermek için fırsat kolluyordu. 1877’de azledildi, yurt dışına sürgüne gönderildi. Aynı yıl Osmanlı-Rus Harbi patlak verdi. Osmanlı ağır bir yenilgi almıştı. Hamit düşürülmekten korkuyordu ve gözü Paşa’nın üzerindeydi. Yurtdışında ne yapacağı belli değildi, son çare ailesiyle birlikte Girit’te ikamet etmesine izin verdi. Sonra Suriye valiliğine tayin etti. Paşa’nın son görevi İzmir valiliğiydi. 1881’de tutuklamaya yeltendiler, Fransa Konsolosluğu’na sığındı. Güvence verdiler, teslim oldu. Saray darbesine karışan asker ve sivillerle birlikte Abdülaziz’in öldürülmesine iştirak suçlamasıyla Yıldız Sarayı içinde kurulan özel bir mahkemede yargılandı, mahkûm oldu. Tepkilerden çekinen Abdülhamit idam cezasını ömür boyu hapse çevirdi. 1881’de diğer hükümlülerle birlikte Tâif’e gönderildi. Üç yıl sonra hücresinde boğularak öldürüldü. İlk anayasal darbenin veya I. Meşrutiyet’in sonudur.
***
Osmanlı reformcuları, Tanzimat’tan bu yana, cemaatlerden oluşan çürümüş yapıdan kurtulup, modern bir millete dönüşmek istiyorlardı. 1876 Kanun-u Esasi’si yetersizliklerine karşın, inanç bağları dışında, kanun önünde eşit bir yurttaş statüsü tarif ediyordu. Yurttaş statüsü, millet olmanın ilk şartıdır ve kurma onuru Paşa’nındır.
Çok önemlidir ve önemsenmelidir. Osmanlı’daki bu reform adımlarından heyecan duyanlar arasında Marx ve Engels de vardı. Sadece onların değil, bütün Avrupa’da eşitlik ve özgürlük isteyenlerin gözü Paşa’nın üzerindeydi ve adımlarını sempatiyle izliyorlardı. Çünkü Osmanlıda görülebilen tek devrimci güç Paşa’nın liderliği altında birleşmiş muhalefet, onları destekleyen halk kesimleri, bir kısım ulema ve medrese öğrencileriydi. Karşı devrimci grup ise Damat Mahmut Celaleddin Paşa, Redif Paşa ve yandaşlarının Saray’da oluşturdukları Rus yanlısı klikti. Mahmut Celaleddin’in karısı Cemile Sultan, Abdülhamit’in kız kardeşiydi. Rusya’nın himayesinde Paşa’ya karşı birleşmişlerdi, adım attırmamaya çalışıyorlardı. Kanun-ı Esasi, önlerindeki en büyük engeldi.
Ruslar meşrutiyete karşı yapılan Hamitçi karşı devrime yardımcı oldular, Paşa’yı uzaklaştırıp Damat Mahmut’u iktidarda tutmak için ellerinden geleni yaptılar. Bu uğursuz karşı devrimci iş birliği Ekim Devrimi’ne kadar kesintisiz devam etti. Devrimin yaptığı ilk işlerden birinin İstanbul’u Ruslara veren “uluslararası eşkıyalık anlaşmalarını” dünyaya açıklamak olması rastlantı değildir. Taner Timur, “Marx-Engels ve Osmanlı Toplumu” adlı çalışmasında, karşı devrimden sonrasının yönünü şöyle tarif ediyor: “Osmanlı tarihinde II. Abdülhamit dönemi, Kırım Savaşı’ndan sonra- ürkek ve eksik bir biçimde de olsa-tartışılmaya başlanan ‘uluslaşma’ sorunun gündemden düştüğü ve bunun yerini ‘İslamlaşma’ politikasının aldığı bir dönem olmuştur. Açıktır ki Abdülhamit İslamcılığın şekillenmesinde, etnik köken itibariyle Türk olmayan, fakat Balkanlar’da alevlenen karşılıklı husumet ortamında Müslüman Türkiye’den başka sığınacak yurdu da kalmayan göçmenlerin önemli bir yeri olmuştur.” Güzel, demek ki, uluslaşma- İslamlaşma salınımında bir göçmen kartı hep var. Geliyorlar ve ağırlığı değiştiriyorlar.
***
İddia o ki Hamit, Paşa’nın cumhuriyet kuracağından şüpheleniyordu. Bu yönde bir işaret bilmiyoruz. Sonuçta attığı adımları cumhuriyete bir hazırlık sayabiliriz. Meşrutiyet mümkünse cumhuriyet de mümkündür çünkü. Bir güç sınırlandırılabiliyorsa ortadan da kaldırılabilir. Fakat Paşa ikisini de yapamamıştır. Öldürülmesiyle tarihin seyri ters yönde değişti zaten. Hamit, onun ilerici programı yerine Panislamizm’i koydu. Sınırlamalardan kurtulup baskı ve sansürle yönetilen bir hafiye devleti inşa etti. Bir yandan da reformcuların programını takip etmeyi sürdürdü. Hürriyet ve cumhuriyet bu tuhaf sentezin üzerinde yükselecekti.
Nitekim Paşa’nın ikinci açılışı da Hürriyet ve Cumhuriyet’le oldu. Anayasa raftan indi, Hamit sürgüne gitti; hürriyet geri gelmişti. Paşa 1908’de Hürriyet kahramanı ilan edildi. Taif’te terk edilmiş bir mezarlığa gömülen kemikleri 1951’de İstanbul’a getirildi. Askerler tarafından rıhtıma indirilen tabutu cenaze arabasına konularak Yıldız Sarayı Çadır Köşkü’ne götürüldü, baş ucunda meşaleler yanan bir katafalka konuldu. Ziyarete açılan tabutu görmek için gelenlere bir belediye otobüsü tahsis edildi. Ardından Abide-i Hürriyet Tepesi’nde hazırlanan kabre taşındı. 1947’de açılan İnönü Stadyumu’nun adı Mithat Paşa Stadyumu olarak değiştirildi. Cumhuriyet yeni bir aziz edinmişti.
***
Sonra, malum, karşı devrim yeniden çaldı kapıyı. Laik cumhuriyet yıkıldı, anayasa rafa kalktı. Haliyle ortada ne Mithat Paşa kaldı ne İsmet Paşa. Meclis-i Vâlâ’yı âlây-ı vâlâ ile ve çakma şeyhülislamın duaları ile açtılar geçen gün. Sultan Abdülhamit Han döneminde bulduk kendimizi. Paşa yine kaybetti, Sultan yine kazandı anlayacağınız.
Enseyi karartmaya mahal yok yalnız. İner çıkar hürriyet, cumhuriyet düşer kalkar. Çünkü fikri bulaşıcıdır, yayılır. Kayboldu sanırsınız, umulmadık bir zamanda çıkar gelir, çalar kapıyı. Paşalar taşıyamıyorsa, işçiler omuzlar. Ortalıkta ne kadar Hamit varsa siler süpürür.
Orhan Gökdemir / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder