Emekçi halk bir yanda yaratılan değerden daha az pay alır hale getirilirken, diğer yandan da mevcut büyüme modelinin yarattığı enflasyonun altında ezilmeye terk edildi.
Geride bıraktığımız haftada Türkiye ekonomisine ilişkin kritik veriler açıklandı. Bunlardan birisi yılın ikinci çeyreğine ilişkin milli gelir istatistikleri diğeri ise Ağustos ayına ilişkin enflasyon rakamlarıydı. Okuru rakamlara boğmadan dikkat çeken birkaç noktaya, verilerin emekçi sınıflar için ne anlam ifade ettiğine değinmekle yetineceğiz.
Türkiye’nin milli geliri 2021 yılının Nisan-Mayıs-Haziran dönemlerinde (ikinci çeyrek), geçen yılın aynı dönemine göre %21,7’lik güçlü bir artış kaydetti. Rakam çok büyük oranda kıyaslama yapılan 2020 yılının Nisan-Mayıs-Haziran döneminde %10,4 küçülme yaşanmasından kaynaklı istatistiki etkiyi yansıtıyor. Nitekim bir önceki döneme, yani Ocak-Şubat-Mart dönemine göre bakıldığında büyüme yalnıza %0,9, üstelik bir önceki döneme göre büyümede bir hız kaybı yaşandığı da görülüyor.
Büyüme rakamlarında en çok vurgu yapılan noktalardan birisi sanayi üretiminin performansı. Gerçekten de her ne kadar ikinci çeyrekte hafif bir daralma yaşasa da (takvim ve mevsim etkilerinden arındırılmış) imalat sanayi üretimi geride kalan üç çeyrekte kayda değer büyüme oranları sergiledi ve üretim, düzey olarak da pandemi öncesi seviyelerin oldukça üzerinde. Peki sanayi üretimindeki bu parlak tablo emekçiler açısından ne anlam ifade ediyor? İkinci çeyrek özelinde bakıldığında, imalat sanayinde işçi başına verimliliğin yıllık %25’e yakın rekor bir artış sergilediğini görüyoruz. Aynı dönemde reel ücretlerde ise %10’a yakın bir düşüş var! Özetle sömürünün dizginlerinden boşandığı, emekçi halkın kafasına basarak yaratılmış bir ‘büyüme’ tablosu var ortada.
İkincisi milli gelire bölüşüm, yani gelirler yöntemiyle yaklaştığımızda da rakamlar büyümenin sınıf karakterini açıkça ortaya koyuyor. 4 çeyreklik toplamlar halinde bakıldığında pandemi öncesinde %31,4 olan emeğin milli gelirden aldığı payın 2021 yılın ikinci çeyreğinde %28,2’ye gerilediği görülüyor, buna mukabil aynı dönemde sermayenin payında %42,7’den %45,4’e yükseliş söz konusu. Kalkınma bakanlığının yayınladığı birim ücret verileri de bu tabloyu doğruluyor: Birim ücretler, pandemi dönemini kapsayan son dört çeyrektir reel bazda kesintisiz geriliyor; işçi sınıfının verimliliğin karşılığını alamadığı, emekçi sınıfların refahından çalan, yoksullaştıran bir büyüme övüp bitirilemeyen.
Haftanın bir diğer önemli verisi ise Ağustos ayı enflasyonuydu. Buna göre Ağustos’ta yıllık tüketici enflasyonu %19,3’e ulaştı. Merkez Bankası her fırsatta enflasyonun yılın son 3 ayında (yine istatistiki nedenler/baz etkisiyle) düşeceğini belirtse de beklentiler yılın %16-17’lik yüksek bir enflasyonla kapatılacağı. Emekçi halkı çok daha fazla ilgilendiren gıda enflasyonu ise Ağustos’ta %30’a dayanmış durumda, yaşanan kuraklık ve tarımsal üretimdeki düşüş yılın kalanı için de gıda fiyatları açısından iyimserlik sunmaktan uzak.
Yıllık enflasyonda aydan aya yaşanan dalgalanmalar fazlasıyla kafa karıştırıcı ve doğal olarak halkın hissettiği fiyat artışlarını açıklamaktan uzak. Dolayısıyla biz birikimli fiyat artışlarına odaklanacağız, bunun için seçtiğimiz başlangıç tarihi ise Türkiye’nin bir kur krizi yaşadığı ve enflasyonda ciddi bir trend değişiminin yaşandığı 2018 yılının başı olacak. Bu şekilde bakıldığında, TÜİK’in çok tartışmalı resmi rakamlarına göre dahi emekçi halkın enflasyon altında ezildiği görülüyor; gıdada birikimli fiyat artışı yaklaşık 3,5 yılda %100’e koşuyor. Ulaştırma ile Konut, su, elektrik, gaz ve diğer yakıtlarda ise %70 civarlarında fiyat artışları söz konusu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder