20 Ekim 2021 Çarşamba

Hakyolcular gündemde: Bir devlet tarikatı - Orhan Gökdemir / SOL

Bir eli Cumhurbaşkanı Erdoğan’da bir eli Necmettin Erbakan’da olan Hakyolcular son yılların en çok kazananları arasında. 


Nakşibendi tarikatı kolu Hakyolcular veya İskenderpaşa Cemaati'nin eğitim alanındaki faaliyetleri, AKP döneminde katlanarak arttı. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), Sağlık Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı içinde ‘FETÖ’den boşaltılan alanda tarikatların güç mücadelesi devam ediyor. Ama artık asıl mücadele Adalet Bakanlığı içinde.

Hakyol Türkiye’deki tarikatların çoğunda olduğu gibi Nakşibendi Tarikatı türevi. Nakşiliğin İskenderpaşa kolu olarak biliniyorlar. “Hakyol”, Esat Çoşan’ın aynı adla kurduğu vakfın adından geliyor. Bu vakfa ve İskenderpaşa Cemaati’ne üye olanlara Hakyolcular deniliyor. Hakyol Vakfı'nın başında Esad Coşan'ın oğlu Muharrem Nureddin Coşan bulunuyor.

Aslında Türkiye’de devlet içinde örgütlü tarikatların tamamı, Nurcular ve Fethullahçılar dahil, Nakşibendi Tarikatı’nın eteklerinden geliyor. Nakşibendiler ile devlet arasındaki ilişkiler ise 1826’daki Vakayı Hayriye’ye dayanıyor. Osmanlı idaresi yeniçerilerden ve manevi destekçileri bektaşilerden kurtulmak için, devlet kurumlarını nakşilere açtılar. O gün bugündür Nakşibendiye yarı resmi bir tarikat…

Hakyolcular AKP’den önce de ‘Millî Görüş’ içinde örgütlüydü. Necmettin Erbakan’ın siyasi faaliyetinin cemaat ayağı olarak iş görüyorlardı. Bu işbölümü zaman zaman ciddi çıkar çatışmalarına da neden oluyordu. Bu nedenle Hakyolcular ANAP içinde de bir hami buldular, Korkut Özal’a yanaştılar. 1990’lı yılların başında Erbakan’la Çoşan bir kez daha karşı karşıya geldi. İddialara göre bu çatışma Millî Görüş içinden AKP’nin doğmasına neden olmuştu. Bu doğumda Hakyolcular önemli bir rol üstlenmişti. Tayyip Erdoğan’la kader birliği yapmaları Erbakan’ı devirmek için canla başla çalıştıkları o günlere dayanıyor.

Hakyolcuların devlet içinde örgütlenmesi Tayyip Erdoğan’ın partisini iktidara taşıdığı 2002 seçimlerinin ardından hız kazandı. Erdoğan, 2002’de AKP Genel Başkanı sıfatıyla ilk cuma namazını Ankara’da İskenderpaşa şeyhi Mehmet Zahit Kotku’nun adını taşıyan camide kıldı. Necmettin Erbakan’ı siyasete sokan şeyh olarak bilinen Mehmet Zahit Kotku’nun ardından cemaate liderlik eden Mahmud Esad Coşan ve onun ölümünün ardından da Nureddin Coşan döneminde özellikle eğitim alanında faaliyetler katlanarak arttı.

Gülencilerle kavgaları da köklü. İddialara göre Fethullahçılar Hakyolcuları maddi ve manevi olarak çökertmeye çalışıyordu. Esad Çoşan Gülencilerin tehditlerinden korkup yurtdışına kaçtı. Bir süre sonra da müritlerinin şüpheli bulduğu bir trafik kazasında hayatını kaybetti.

Haliyle Hakyolcuların eğitim ve yargıda Gülencilerden boşalan yerleri doldurması bir tür intikam hareketi aynı zamanda. Ama şimdi Süleymancılar ve Menzilciler gibi dişli rakipleri var. Çatışma oldukça sert.

Tarikatın yeni şefi Nurettin Coşan

Muharrem Nureddin Coşan 2 Haziran 1963 Ankara doğumlu, Mahmud Esad Coşan'ın oğlu. Ankara İmam Hatip Lisesi mezunu. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde bir süre okuduktan sonra, Suudi Arabistan Kral Fahd Üniversitesi Arap Dil Enstitüsü’nde Arapça eğitimi gördü. 1987 yılında ‘işletme eğitimi’ için ABD’ye gitti. Türkiye'ye döndükten sonra ticaretle ilgilenmeye başladı. 1996 yılından itibaren tarikata bağlı Server Holding'in yöneticiliğini ve cemaatin ‘hizmet işleri’ni üstlendi.

Mahmud Esad Coşan 2001 yılında Avustralya'da geçirdiği bir trafik kazasında ölünce İskenderpaşa Cemaati’nin başına geçti.

Server Holding dışında Nureddin Coşan'ın başkanı olduğu diğer şirketler şöyle:

-Server İletişim Gazetecilik ve Yayıncılık Sanayi ve Ticaret A.Ş.
-Ümraniye Sağlık Tesisleri ve Ticaret A.Ş.
-Haksağ Sağlık Hizmetleri A.Ş. ve Zinde Sağlık Hizmetleri A.Ş.
-Vefa Yayıncılık Tic. A.Ş.
-ASFA Eğitim Tesisleri A.Ş.
-Seha Neşriyat ve Ticaret A.Ş.
-Yıldız Danışmanlık TV Reklamcılık Prodüksiyon Sanayi Ticaret A.Ş.
-Sim Ağ İhtiyaç Maddeleri Pazarlama A.Ş.
-Süfür Gıda Sanayi Ticaret Limited Şirketi.
-Vera İç ve Dış Ticaret A.Ş.
-Medipol hastaneleri

Görüldüğü gibi Medipol hastaneleri zincirinin arkasında İskenderpaşa cemaatinin bulunduğu söyleniyor. Hastanenin sahibi olan Sağlık Bakanı Fahrettin Koca bu cemaatin üyesi. Hastanenin temelini atan bugünkü adıyla Türkiye Sağlık, Eğitim ve Araştırma Vakfı’nın (TESA) kurulumunda Koca'nın yanı sıra Nureddin Coşan yer alıyordu.

Hakyolcular pek çok vakfı da kontrol ediyor. İlk vakıfları 2005 yılında kurdukları Mahmud Esad Coşan Eğitim Kültür Dostluk ve Yardımlaşma Vakfı. 2014’te vergi muafiyeti tanınan vakıf başka birçok vakfın da kuruluşuna önayak oldu. Asfa Eğitim Vakfı, Server Eğitim Kültür ve Yardımlaşma Vakfı, Hakyol Eğitim Yardımlaşma ve Dostluk Vakfı, İlim Kültür ve Sanat Vakfı bunlardan en bilinenleri. Bu vakıfları “Server Yaşam Organizasyon ve Ticaret Anonim Şirketi” adı altında şirketleştirerek eğitim faaliyetleri için tek çatıda topladılar.

2019 başında Tıpta Uzmanlık Eğitimi Giriş Sınavı (TUS) sorularının çalındığı iddialarında da cemaate yakın kurumların ismi öne çıktı. Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, TUS sorularının erişime açılmadan önce “240 sorunun tamamının eksiksiz ve sınavda yazılan şekliyle internette dolaşıma sokulması”na ilişkin soru önergesine, “sınava giren adayların ezberlediği sorular” diyerek yanıt verdi. Bakan Selçuk, çalıntı iddialarına ilişkin soruşturma başlatılıp başlatılmayacağı hakkındaki soruya ise sadece ÖSYM’nin telif üzerinden yasal işlem başlatacağını söyledi. Milli Eğitim ve Sağlık Bakanlığı’nı büyük ölçüde kontrol eden Hakyolcular şimdi Adalet Bakanlığı içerisinde ağırlık kazanıyor.

Bir davanın gösterdikleri

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Adalet Bakanlığı eski Müsteşarı Birol Erdem hakkında iddianame hazırladı ve Erdem’in “FETÖ/PDY silahlı terör örgütü yöneticisi olmak” suçlamasıyla yargılanması istedi. Birol Erdem, AKP’den ayrılan Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlığı döneminde Baş Müşaviriydi. Erdem ise “FETÖ’cü değil Hakyolcu” olduğunu iddia ediyordu. Birol Erdem'in, örgüt içerisindeki konumu ve örgütün silah olarak kullandığı yargı yapılanmasının en üstünde yer aldığına dikkat çekilen iddianamede, "Mahrem sınıf olan HSYK üyeliği ve 2. Daire üyeliği sıfatları ile Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü Tetkik Hakimliği, Daire Başkanlığı, Personel Genel Müdür Yardımcılığı, Personel Genel Müdürlüğü sıfat ve unvanları itibari ile FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün yargı içerisindeki hiyerarşik yapılanmasında örgüt içi konumu, temadi eden örgütsel ve etkin nitelikteki faaliyetlerinin dikkate alınmalıdır" deniliyordu. Yani devlet içindeki savaş hem karışık hem acımasız.

İddianamede “Hakyolcu” olarak bilinen, eski Ankara Cumhuriyet Başsavcısı, Yargıtay Üyesi Harun Kodalak tanık olarak yer aldı. Kodalak, Erdem’in 15 Temmuz sonrası kendi isteğiyle ifadesini aldıklarını, bu örgütle 17/25 sürecinden dahi önce, 7 Şubat 2012 MİT krizinden itibaren açık, net ve keskin bir şekilde mücadeleye başladığını belirttiğini söyledi.

Bir eli Cumhurbaşkanı Erdoğan’da bir eli Necmettin Erbakan’da olan Hakyolcular son yılların en çok kazananları arasında. ‘FETÖ’cülükle itham edilen pek çok savcı ve hâkim aksini kanıtlayabilmek için, “ben Hakyolcuyum” diye savunma yapıyor.

Yargıdaki örgütlenmeleri öylesine güçlü ve yaygın ki Anayasa Mahkemesi Başkanı’nı da bu tarikatın mensubu olduğu iddia ediliyor.

Orhan Gökdemir / SOL

                                                             ***

Yargıtay üyesinden itiraf: Yargıyı ele geçiren iki tarikatı açıkladı-(SOL-19/10/2021)

Bir Yargıtay üyesi, Hakyol ve Menzil tarikatının yargıyı ele geçirdiğini açıkladı, hakim ve savcıların bu gruplardan birine dahil olmak zorunda kaldığını söyledi.

Bir Yargıtay üyesi, yargıdaki tabloyu özetledi, Hakyol'un yargıda egemen olduğunu, diğer güçlü tarikatın ise Menzilciler olduğunu dile getirdi.

Halk TV'den İsmail Saymaz'a konuşan Yargıtay üyesi, HSK ve Danıştay'ı Hakyol'un kontrol ettiğini, Adalet Bakanlığı ve Yargıtay'da da hayli etkin olduğunu söyledi.

Saymaz'ın yazısından bir bölüm şöyle:

Telefonun ucundaki Yargıtay üyesinin sesi kırgın geliyor.

Yer yer öfkeleniyor.

FETÖ'nün yargı ve bürokrasideki yerini iki tarikatın doldurduğunu iddia ediyor.

Biri, Nakşibendiliğin İskenderpaşa Camisi kolu tarafından kurulan Hak-Yol Vakfı'nın yurtlarından yetişenler.

Diğeri, Menzil'ciler.

Ardından 'Okuyucu' ve 'Yazıcı' diye bilinen Nurcu cemaatler geliyor.

Yargıtay üyesine göre Hak-Yol yargıda egemenliğini ilan etti.

HSK ve Danıştay'ı kontrol ediyor.

Adalet Bakanlığı ve Yargıtay'da hayli etkin.

Üye sayılarının bin civarında olduğu tahmin ediliyor.

Tanırız, Menzil'cidir" diyorlar

Şöyle diyor:

"17-25 Aralık'a kadar Hak-Yol'u duymazdık. 17-25 Aralık'tan sonra FETÖ operasyon yemeye başlayınca dibine kadar bu örgütle hareket edenler 'Bizler Hak-Yol yurtlarında kalmıştık' demeye başladı. Ne kadar delil olursa olsun bir cemaatin adamıysa dokunamıyorsunuz. Senin FETÖ'cün, benim FETÖ'cüm olamaz."

Yargıtay üyesi, üç yıl önce FETÖ'cü avukatlara yönelik soruşturmada Emniyet'te bir şube müdürünün "Alınanlardan biri Menzil'ci, sıkıntı yaşarsınız" diye haber gönderdiğini söylüyor. Gerçekten de Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, HSK ve Adalet Bakanlığı'ndan "Tanırız, Menzil'cidir" diye arandıklarını ileri sürüyor.

"Tarikattan referans getiremeyen yanıyor'" diyorum.

"Öyle. Bu da bizi vicdanen rahatsız ediyor" diye karşılık veriyor.

Her tarikat ve cemaatin kendi WhatsApp grupları var

Yargıtay üyesine göre yargıdaki her tarikat ve cemaatin kendi WhatsApp grupları var.

Gruplar haremlik selamlık toplantı yapılıyor.

Atamalara müdahale ediliyor.

"Devlete değil, kendi çıkarları için çalışıyorlar" diyor.

Cumhurbaşkanlığı ve Adalet Bakanlığı'na vaziyeti aktardığını kaydediyor.

Sonuç?

Hiç!

'Bize hangi gruba katılmamızı önerirsiniz?'

Dört hakim savcı adayının kendisine gelerek, "Bize hangi gruba katılmamızı önerirsiniz?" dediğini üzülerek anlatıyor.

Şöyle devam ediyor:

"Çok üzüldüğüm günlerden biriydi. Bana şunu sordular: 'Hangisine girelim? Gruplar var, cemaatler var, bize ne öneriyorsunuz?' Dedim ki: 'Devlete bağlı çalışın. Şimdi Hak-Yol güçlü olabilir. Daha önce de FETÖ güçlüydü. 30 yıl hakim savcılık yapacaksınız.' Bunu soracak kadar çaresizler. Çünkü bir grubun içindeyseniz, yanlış da yapsanız, hepsi sizi savunuyor. Gruptan değilseniz, isterseniz 24 saat çalışın, yaranamazsınız." (SOL)

                                                               ***
Türkiye'yi AKP eliyle kuşatan karanlık ağ: Nakşibendi iktidarı! - (Ahmet Çınar/SOL-24/07/201)

Sakarya Valisi olarak atanan İlhan Balkanlıoğlu'nun tekbirler eşliğinde makamına oturması, dikkatleri bir kez daha AKP döneminde Türkiye'yi kuşatan bir karanlık ağa çevirdi: Nakşibendi tarikatı... Cumhuriyet tarihi boyunca her dönemde farklı şiddetlerde de olsa varlığını ve etkisini sürdüren tarikatlar ve cemaatler, AKP iktidarında doğrudan siyasi iktidarın fiili ortağı oldular.

AKP iktidarı Sakarya'ya yeni  bir vali atadı: İlhan Balkanlıoğlu.
 

Balkanlıoğlu'nun valilik makamına oturma seremonisi hayli yankı uyandırdı.

 Anayasaya, tüm yasalara ve laiklik ilkesine tamamen aykırı bir biçimde, yani tekbirler eşliğinde odasına çıkan Balkanlıoğlu'nun, Nakşibendi tarikatının İsmailağa cemaati mensubu olduğu ve bu cemaat mensupları eşliğinde koltuğuna oturduğu ortaya çıktı. 

Gelinen noktada manzara şuydu: Artık cemaatler vali atayabiliyordu! 

Bir tarikatın, bir cemaatin ya da bir dinsel grubun mensubu veya sempatizanı olan bir şahıs, bir kente vali olarak atanabiliyordu. Atanmakla kalmıyor, cemaat üyeleri tarafından tekbirler eşliğinde makam odasına çıkartılıyor, insanlığın en önemli kazanımlarından olan laiklik ilkesine küstahça ve arsızca meydan okunuyordu. 

NAKŞİBENDİLER: AKP İKTİDARINI DOĞAL ORTAĞI!

AKP'nin Fethullah Gülen cemaatine karşı mücadele ettiği iddia edilirken; diğer tarikatlar, cemaatler, dinsel gruplar AKP eliyle palazlandırılıp güçlendiriliyordu. 

Gerçi Nakşibendi tarikatı ve kolları AKP döneminde hiçbir zaman geri planda kalmadı, neredeyse siyasi iktidarın adı anılmayan, resmi olmayan, doğal bir ortağı gibiydi. 

Biz de bu vesileyle ülkenin dört bir yanını karanlık ve zehirli bir ağ gibi saran Nakşibendi tarikatına bir kez daha yakından bakalım... 

İŞTE O KARANLIK AĞ

AKP’yi tanımlarken sık kullandığımız “tekellere ve tarikatlara dayalı islâmofaşist sermaye diktatörlüğü” tanımının bir ayağını oluşturan tarikatlar/cemaatler/dinsel gruplar, gerçekten de AKP döneminde siyasi iktidarın doğrudan ve fiili bir bileşeni haline geldi. Laikliğin, Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun, Tekke ve Zaviyelerin Kaldırılması Kanunu’nun kâğıt üzerinde kaldığı AKP iktidarında, tarikatlar AKP eliyle kamu kaynaklarına sahip oldular, devletin her kademesinde kadrolaştılar ve ülkenin bugünkü karanlığa mahkum olmasında önemli işlevler gördüler.

ABD DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI TARİKATLARLA HAYLİ İLGİLİ!

AKP karanlığından bahsederken, bu karanlığın en önemli üç dayanağı olan emperyalizm, sermaye sınıfı (tekeller) ve tarikatlardan da bahsetmiş oluyoruz. Ülkenin dinselleştirilmesinde, tarikatların ve bu tarikatlara insan kaynağı yetiştiren imam hatiplerin rolü büyük.

WikiLeaks'in 29 Kasım 2010'da yayınladığı ve dünya çapında ses getiren diplomatik belgeler arasında Türkiye ve tarikatlar konusunda da bir dizi belge yer almıştı.

O belgelere göre 22 Temmuz 2009’da ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın onayıyla Washington’dan Ankara Büyükelçiliği’ne gönderilen telgraf, “Tarikatlar, Kürtler ve İslam ve Türkiye’de azınlık dinleri konusunda bilgi talebi” başlığını taşıyordu.

Dikkat çekici soruların yer aldığı bu telgrafta, Clinton’ın, dönemin Ankara Büyükelçisi James Jeffrey’nin “acilen”yanıtlamasını istediği sorular, epey öğretici ve mesaj doluydu.

Tarikatlara ilişkin şu sorular soruluyordu ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından:

  • Bugün Türkiye’de üye sayıları ve siyasi kudretleri bakımından en güçlü İslami cemaatler ya da tarikatlar hangileri?
  • Tarikat üyeliğinin, mesela oy kullanma tercihleri gibi siyasi eylemlerle arasındaki ilişki ne? Tarikatlar hangi işlevleri görüyor?
  • Bu gruplara üyelik nasıl işliyor? Dışarıdan birileri de bir gruba yaklaşıp katılmak isteyebilir mi, yoksa üyeler tarafından davet edilmeleri mi gerekir? İnsanlar hiç tarikatlarından ayrılırlar mı? Tarikatlar birbirleriyle nasıl geçinir ya da ilişki kurarlar ve bunu niçin yaparlar?
  • Bir tarikatın bünyesinde, İslami kuralların farklı geleneklerine ya da ekollerine mensup olmak cemaatin genel dinamiğini nasıl etkiler? Tarikatların önde gelen üyeleri, hamilik ilişkisi dışında da, özellikle gündem belirlemek açısından bu gruplara göre mi hareket ederler?

Sorular bunlardı ancak cevapları içeren telgraf “WikiLeaks Türkiye Belgeleri” arasında yer almıyordu.

O günden bugüne tarikatlar, cemaatler ve benzeri dinsel kurum ve kuruluşlar Türkiye’nin siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik hayatında çok daha etkili ve etkin, çok daha nüfuz sahibi bir özne olarak belirginleşti.

PARLAMENTODA HER TARİKATIN TEMSİLCİSİ VAR!

Parlamentoda temsil edilen her siyasi partinin içinde mutlaka farklı tarikatlara mensup, o tarikatlarla doğrudan ya da dolaylı ilişkisi bulunan, TBMM’de o tarikatların ya da dini grupların sözcüsü ya da temsilcisi gibi bir işlev gören parlamenter bulunuyor.

Adalet, içişleri, eğitim, sağlık, bayındırlık, enerji, tarım ve benzeri bakanlıkların, kamu kurum ve kuruluşlarının kritik noktalarında tarikat mensubu bürokratların bulunduğu da su götürmez bir gerçek.


ÜLKEYİ BİR AĞ GİBİ SARAN KARANLIK: NAKŞİBENDİLİK

Tarikat deyip geçmemek lazım.

Çünkü bir tarikat kendi arasında çeşitli kollara ayrılıyor, ülkenin farklı coğrafyalarında, farklı isimler ve liderlikler altında etkili olabiliyor.

Buna bir örnek olması açısından, sadece Nakşibendi tarikatının Türkiye’de günümüzdeki temsilcilerini saymak yeterli:

Türkiye’de Nakşibendi merkezli birden fazla cemaat var, bunların bazıları şöyle:

İsmailağa Cemaati: Mahmut Ustaosmanoğlu'nun İstanbul Fatih'te Çarşamba semtindeki İsmail Ağa Camii merkez olmak üzere oluşturduğu, Nakşibendiliğin Halidiye koluna bağlı bir cemaatir. Manevî olarak cemaatin lideri, cemaat üyeleri tarafından Efendi hazretleri olarak anılan, 1954 yılından emekli olduğu 1996 yılına kadar İsmail Ağa Camii'nin imamlığını yapmış olan Mahmut Ustaosmanoğlu'dur. Cemaatin erkek üyeleri arasında uzun sakallar, cübbeli ve şalvarlı kıyafetler ve namazlarda taktıkları sarıklar, kadınlarında iseçarşaf yaygındır. 1998 yılında Mahmut Ustaosmanoğlu'nun damadı ve cemaatin önde gelen hocalarından olan Hızır Ali Muratoğlu'nun İsmail Ağa Camii'nde öldürülmesi ve 2006 yılında yine cemaatin önde gelen hocalarından emekli imam Bayram Ali Öztürk'ün öldürülmesi cinayetleriyle gündeme gelmiştir. Ahmet Mahmut Ünlü, Abdülmetin Balkanlıoğlu, Mehmet Talu, Resul Bölükbaş, Fatih Kalender, İsmail Hünerlice, Ali Ulvi Uzunlar, Yakup Kabalak, Nurullah Dindar gibi isimler cemaatin tanınmış hocalarıdır.

Menzil Cemaati: Nakşibendi tarikatına bağlı olup Türkiye'deki cemaatler arasında en fazla mensubu olanlardandır. Menzil Cemaati Muhammed Raşit Erol (1930-1993) tarafından kurulmuştur. Bugün önderleri Seyyid Abdulbaki Erol'dur. Adıyaman merkezli olup cemaat Ankara ve İstanbul'da da mevcuttur. Ekonomik gücü, mensuplarının işlettiği firmalardan kaynaklanmaktadır. ki ana kola ayrılır: Adıyaman kolu, Ankara kolu.

Palulu Şeyh Said ve Cemaati: Politikacılardan Abdülmelik Fırat ve Fuat Fırat bu şahsın torunları olurlar. Erzurum, Bingöl, Elazığ hinterlandında Septioğulları adıyla tanınan ünlü bir sülaleden gelirler. Halen geniş bir tarikat muhitleri vardır. Bu muhiti mistik planda temsil eden Şeyh Muhammed Emin’dir.

Arvasiler: Geniş bir Nakşibendi site ailesidir. Politikacı Kamran İnan’ın büyük babası Gaydalı Sıbgatullah Arvasi bu ailenin cumhuriyetten önceki temsilcisidir. Cumhuriyetin ilk yıllarında İstanbul’a gelip yerleşen Abdülhakim Arvasi, Hüseyin Hilmi Işık ve Necip Fazıl Kısakürek gibi iki becerikli kişiyi oldukça etkilemiş ve bu sayede büyük bir ün kazanmıştır.

Tağiler Ailesi: Bitlis’in Norşin ilçesinde kurulan ve 1800’lerin ortalarından beri çok kalabalık bir site olarak varlığını sürdüren bu aile, son yıllarda dağıldı. Bir ara Bitlis Milletvekili olarak meclise giren Muhittin Mutlu, bu ailenin çocuğudur. Kürt kökenli Tağiler, oldukça gelenekçi bir Nakşibendi merkezi olarak faaliyetlerini sürdürdüler. Bu aile Arvasilerin temsilcileridir.

Küfreviler: Bu ailenin şeyh sıfatıyla son temsilcisi Kasım Kufralı (ya da Küfrevî) idi. Bu şahıs Aslen Siirt’in Şirvan (eski adıyla Kufra) ilçesinden Kürt kökenli Muhammed Küfrevî’nin torunudur. Şeyh Abdulbaki’nin oğludur. Demokrat Parti’den Ağrı Milletvekili orak Meclise girmiştir. Günümüzde hayatta değildir ve halefi yoktur.

Süleymancılar: Bunlar, Süleyman Hilmi Tunahan’ın bağlılarıdır. Daha çok Kur’an ezberlettirme amacıyla örgütlendiklerini ön plana çıkararak esas faaliyetlerini örtülü şekilde sürdürmeye çalıştılar.

İskenderpaşalılar: Bunlar, Mehmet Zahit Kotku’nun bağlılaıdır. İlk yıllarda Dağıstanlılar olarak yapılanan bu cemaat, daha sonraları karma bir liberal, muhafazakâr entelektüel çevreye dönüşmüştür. Son yıllarda bu şahsı ve cemaatini Mahmud Esad Coşan  temsil etmiştir.

Şeyh Said Seyda el-Cezeri: Cizreli Şeh Seyda olarak ünlenen bu şahıs, Güneydoğu’da tanınan Zengân Kürt aşiretine mensuptur. Şu anda onu, İstanbul Küçükyalı’da oturan oğlu Ömer Faruk temsil etmektedir. Güneydoğu’da ve İstanbul’da bir miktar müritleri vardır.

Zilanlılar: Bu aileyi, yakın geçmişe kadar Kasım Zeydan adında bir kişi temsil ediyordu. Diyarbakır civarında faaliyet gösteren bu şahıs Şeyh Halid-i Zili’nin torunudur. Kasım Zeydan öldükten sonra, kendisini oğlu Abdulkerim Zeydan temsil etti. Abdülkerim Zeydan, bir dönem milletveklliği de yaptı.

Hazinoğulları: Bu aileyi, yakın geçmişte ölen Muhammet Musa Kâzım temsil ediyordu. Bu şahıs, Arap kökenli Siirtli Şeyh Muhammed el-Hazin el-Haşimî’nin torunu ve Milis Generali Şeyh Şerafeddin’in’in oğludur. Bu aileye bağlı cemaatin hemen tamamı Kürttür ve çok dağınıktır. Müritleri daha çok Siirt Bitlis, Ankara, Bursa ve İstanbul’da bulunmaktadırlar.

Yahyalı Cemaati: Kayseri civarında faaliyet gösteren bu merkezi, o yörede hayli etkili. Bir Nakşibendi şeyhi tarafından yönetilmektedir.

Erenköy Cemaati (Mahmut Sami Ramazanoğlu Cemaati): Bu merkezi, son yıllarda Musa Topbaş adında bir tüccar yönetiyordu. Kendisi öldükten sonra oğlu Osman Nuri Topbaş cemaatin başına geçmiştir. Merkezleri Erenköy’de olan bu cemaat daha çok ticaret erbabından oluşmaktadır.

NAKŞİBENDİLİK GİBİ ONLARCA TARİKAT BULUNUYOR

Bu saydıklarımız yalnızca Nakşibendi tarikatının kolları… Bu topraklarda daha onlarca tarikat ve cemaat yaşamaya devam ediyor.

Tarikatlar siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik alanlarda faaliyet gösteren varlıklar. Bu tarikatlara bağlı çeşitli ticari kurum ve kuruluşlar olduğu bilinen bir gerçek. Kolejler, dernekler, vakıflar, yayınevleri, televizyonlar, gazete ve dergiler…

Yukarıda yalnızca bir tanesinin, Nakşibendi tarikatının kollarını ve yayıldığı alanları sayabildiğimiz daha onlarca tarikat bulunuyor.

NAKŞİBENDİLİĞİN GÜÇLENEN KOLLARI

İskenderpaşa Cemaati

Geçmişi 1800’lü yıllara, Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi’ne uzanıyor. Uzun süre, Gümüşhanevi tekkesi cemaate ismini verdi. Mehmet Zahit Kotku şeyhlik postuna oturduktan sonra, görev yaptığı İskenderpaşa Camii tarikata ismini verdi. Kotku’nun ölümünden sonra liderliğe geçen damadı Prof. Esad Coşan da 2001 Şubat’ında Avustralya’da trafik kazasında öldü. Post, oğlu Nurettin Coşan’a kaldı. Esat Coşan, tarikatı kurduğu vakıflar sayesinde büyüttü. Bunların en etkini Hakyol Vakfı. Koşan, İlim Kültür ve Sanat Vakfı ile Sağlık Vakfı’nı da kurarak örgütlenmeyi genişletti. "Hanım Dernekleri"yle kadın örgütlenmesine yöneldi. Şu andaki lider Nurettin Coşan, dini eğitiminin yanı sıra New York’ta işletme öğrenimi gördü. Babasının isteğiyle 1996’da aile şirketi Server Holding’in yöneticiliğini üstlendi. Ticari faaliyetleri ve seyahatleri nedeniyle liderlik görevini yerine getiremediğini iddia eden bir grubun muhalefet başlattığı ve tarikattan koptuğu söyleniyor. Siyasetin birçok önemli ismi cemaatle gönül birliği içinde: Eski cumhurbaşkanı Turgut Özal, başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Korkut Özal, maliye bakanı Kemal Unakıtan, bir dönem için dahi olsa Necmettin Erbakan. İskenderpaşa Tarikatı’nın bir de siyasi partisi var: "Sağduyu Partisi." Recep Tayyip Erdoğan’ın, 3 Kasım 2002 Seçimleri sonrasındaki ilk cuma namazını Ankara’nın Dikmen semtindeki Mehmet Zait Kotku Camii’nde kılması bu gönül bağının sembolik işareti olarak değerlendiriliyor.

Erenköy Cemaati

Kökleri Kelami Dergâhı’na ve şeyhi Erbilli Mehmet Esat’a dayanıyor. Mehmet Esat, tekkeler kapatılınca Erbil’deki arazilerini satıp, İstanbul’a yerleşti. Erenköy’de bir köşk aldı, cemaatin temellerini attı. Menemen Ayaklanması’na karıştığı iddiasıyla gözaltındayken rahatsızlanıp hayatını kaybetti. Erenköy Cemaati, Mehmet Esat’ın halifesi Mahmud Sami Ramazanoğlu’nca kuruldu. Nakşibendi geleneği içinde, esnaf ve iş adamlarının kolu olarak biliniyor. Ramazanoğlu’nun ardından cemaatin dini sorumluluğunu Musa Topbaş üstlendi. Onun ölümüyle üç isim ön plana çıktı: Yeni Şafak’ın eski başyazarı Ahmet Taşgetiren, Eymen Topbaş ve Konya’da yaşayan Tahir Büyükkörükçü. Şeyh postuna Büyükkörükçü’nün oturduğu ileri sürülüyor. Konya’da Erenköy Mahallesi’nde yaşayan Büyükkörükçü bir dönem Milli Selamet Partisi milletvekilliği de yapmıştı. Erenköy Cemaati’nin Ankara örgütlenmesini ise Muradiye Vakfı yürütüyor.

İsmailağa Cemaati

Kurucusu Ebuishak İsmail Efendi, 1723’te Fatih’te adını taşıyan camiyi inşa ettirdi. Ölümünden sonra cemaati tarikat yoluna girdi. Şeyh Batumlu Ali Haydar Efendi, 1960’da ölene kadar liderliği yürüttü. Görevi İsmail Ağa Camii imamı Mahmut Ustaosmanoğlu devraldı. Cemaat İstanbul’un merkezi Fatih’te, Türkiye’nin en dikkat çeken İslami gettosunu oluşturdu. Sarık, şalvar ve cübbeli giyimleriyle diğer Nakşibendi gruplarından ayrılıyorlar. İsmailağa Cemaati, Ustaosmanoğlu’nun kökeni nedeniyle İslami gruplar içinde "Oflular" olarak da tanınıyor. Cemaatin önde gelen bazı isimlerinin Salih Mirzabeyoğlu liderliğindeki İBDA-C ile birlikte hareket etmesi, grubun radikalleşme potansiyelinin bir kanıtı gösteriliyor.


NAKŞİBENDİ İKTİDARI!

Gülen Cemaati’ni bir yana bırakacak olursak, AKP zaten kendi içinde pek çok tarikatın mensubunu, müridini, temsilcisini ve sempatizanlarını barındıran bir yapıya sahipti.

AKP içinde özellikle Nakşibendi tarikatının etkili olduğu, en başından beri gizlenmeyen gerçeklerden.

Tayyip Erdoğan’ın Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı’yla olan çok yakın ilişkisi de bilinen gerçeklerden.

AKP’nin kuruluşundan itibaren partinin içinde yer almış pek çok önemli ismin de Nakşibendi tarikatına bağlı olduğu da biliniyor. Önceki yıllarda ANAP ve DYP içindeki siyasetçiler arasında da bu tarikatların bağlısı ya da sempatizanı olan pek çok siyasetçi bulunuyordu ancak AKP’de bu oran katlanarak arttı ve tarikatlar AKP üzerinden, siyaset yoluyla kamunun her kademesinde kadrolaşmayı bu dönemde başardı. AKP’nin önemli isimlerinden Abdülkadir Aksu, Mehmet Ali Şahin, Ali Coşkun, Kemal Unakıtan, Recep Akdağ, Binali Yıldırım, Hilmi Güler, Zeki Ergezen gibi isimlerin Nakşibendilikle ilgileri olduğu geçtiğimiz 14 yıl içinde epeyce yazılıp çizildi.

İLK KURULAN AKP HÜKÜMETİNDE BİLE 25 BAKANIN 19’UN TARİKAT BAĞLANTILIYDI

3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra Abdullah Gül tarafından kurulan 58’inci hükümetle ilgili yapılan bir araştırmada, kabinedeki bakanların tarikatlarla ilişkileri şöyle anlatılıyor: Kabinedeki 25 bakanın 19’unun tarikat bağlantısını var. Kabinenin yüzde 52’si Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı’na mensup, Tayyip Erdoğan da aynı dergâha bağlı. Yüzde 16’sı Nurcu. Abdullah Gül’ün başbakanlığında kurulan 58. AKP hükümeti, cumhuriyet tarihinde tarikat etkisinin en ağırlıkta olduğu hükümet özelliği taşıyor.

Daha sonra kurulan Tayyip Erdoğan hükümetlerinde de Nakşibendi tarikatı ağırlığı hükmünü sürdürmeye devam etti. Bu argümanı kanıtlayan bir araştırma-haber ise 2007’nin Temmuz ayında Milliyet’te yayınlandı. Ömer Erbil imzasıyla yayınlanan haberde, 22 Temmuz 2007 genel seçiminde Nakşibendilerin oylarının blok olarak AKP’ye gideceği vurgulanıyordu. Haberde şu ifadeler yer alıyordu:

“Nakşibendi cemaati 3 Kasım 2002 genel seçiminde AKP'ye destek verdi. Hatta verdiği desteği bir basın açıklamasıyla kamuoyuna da duyurdu. Cemaatin lideri konumunda bulunan Nurettin Coşan, seçimin hemen öncesinde Sağduyu Partisi adına yaptığı açıklamada, ‘AKP farklı seçmen kitlelerin beklentilerinin odaklandığı bir sentezi daha başarılı bir biçimde oluşturarak, diğer partilerden daha avantajlı bir konuma gelmiştir. Bu yüzden bu seçimlere özel, desteğimiz AKP'yedir’ demişti. Nakşibendilerin en önemli kollarından biri olan İskenderpaşa cemaati geçen seçimde AKP'yi destekledi. Bir dönem Erdoğan'ın da devam ettiği bu cemaatin oylarının (22 Temmuz’da da) önemli ölçüde AKP'ye gideceği belirtiliyor. Geçen dönemde (3 Kasım 2002) AKP milletvekili olan, 22 Temmuz seçimi için İstanbul 1. Bölge'den 4. sırada yeniden aday gösterilen İrfan Gündüz, İskenderpaşa cemaatine yakınlığını gizlemiyor. Gündüz, ‘Esad Coşan'la baba oğul gibiydik’ diye konuşuyor. Tarikatların kapatılmasına karşı çıkan Gündüz, Erdoğan'la birlikte aynı seçim bölgesinden aday. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden Esad Coşan'ın doktora öğrencisi olan Gündüz, cemaat tarafından yakından tanınıyor.”

“350 AKP MİLLETVEKİLİNİN YAKLAŞIK 80’İ NAKŞİBENDİ KÖKENLİ”

Aynı haberde, AKP’nin 350 dolayındaki milletvekilinin yaklaşık 80’inin Nakşibendi cemaati mensubu olduğu da vurgulanıyor ve şöyle deniyor:

“Başını Necmettin Erbakan'ın çektiği Milli Görüş hareketi ağırlıklı olarak Nakşibendilik hareketi ile iç içe geçmiş olan bir siyasi çizgiyi temsil ediyordu. Bu yüzden Milli Görüş hareketinin önde gelen isimlerinin Nakşibendi kökenli olması şaşırtıcı değildi. AKP de Milli Görüş içindeki bir kırılmanın sonucu olarak ortaya çıktığı için, AKP'nin önde gelenlerinin siyasi soyağacında Nakşibendiliğin izlerine rastlamak mümkün. Bu çerçevede sona ermekte olan yasama döneminde 350 dolayında milletvekiline sahip olan AKP grubunda 80 dolayında Nakşibendi tarikatı mensubu ya da bu gelenekten yetişmiş milletvekilinin bulunduğu AKP çevrelerinde yaygın bir kanı. Ancak, AKP içindeki tarikat unsurunu yalnızca Nakşibendilerle sınırlamak doğru olmaz. Bunun nedeni, AKP'nin başka tarikatlara da açık olması. Geçen dönemde AKP grubundaki Nurcu milletvekillerinin sayısının da 30'a yaklaştığı, neredeyse ortak kanı haline gelmiş bir görüş.”



AKP: TARİKATLAR KOALİSYONU

AKP’de etkili olan tarikat sadece Nakşibendiler olmadı elbette. Diğer tarikatlar da AKP’nin içindeki “tarikatlar koalisyonunda” hep temsil edildiler. Örneğin Türkiye’de Süleymancıların lideri olarak anılan isimlerden Mehmet Beyazıt Denizolgun 22 Temmuz 2007 seçimleri öncesinde AKP’nin İstanbul 1. Bölgeden milletvekili adayı gösterildi ve iki dönem milletvekilliği yaptı.

NAKŞİBENDİLİĞİN ÖNEMLİ BİR KOLU OLAN MENZİL CEMAATİ DE AKP’DE

Nakşibendiliği bir kolu olan Adıyaman merkezli Menzil cemaati de AKP içinde her zaman etkili olmuş cemaatlerden birisi olarak bilindi. Menzil cemaati Türkiye’nin pek çok ilinde örgütlü bir cemaat. Cemaatin şeyhi Feyzettin Erol'un 18 Kasım 2003 günü verdiği iftara pek çok AKP milletvekili katıldı. Bu milletvekilleri arasında öne çıkan ise Adıyaman Milletvekili Hüsrev Kutlu oldu. Cemaate yakınlığıyla bilinen Kutlu, Adıyaman'dan birinci sırada aday oldu. Bunda, Kutlu'nun Menzil tarikatına yakın olmasının etkisi olduğu söylendi.

2002’DEN BERİ HER SEÇİMDEN AKP’YE BLOK OY DESTEĞİ

Nakşibendilik tarikatının diğer kolları da AKP iktidarı boyunca, yoğun olarak ve genellikle AKP’den desteklerini esirgemediler.

Örneğin Fatih’in Çarşamba semtiyle özdeşleşen İsmailağa cemaati, AKP öncesinde Refah-Fazilet çizgisini desteklediler. Ancak AKP kurulduktan sonra kitlesel olarak AKP’ye destek verdiler.

Yine Nakşibendi tarikatının bir başka kolu olan Erenköy cemaati de AKP’yle iyi ilişkilerini hep sürdürdüler ve AKP’ye destek verdiler.

Nakşibendi tarikatının bir başka kolu olan Kayseri merkezli Yahyalı cemaati de daha önce Erbakan’ın milli görüş çizgisine yakın durdu, sonradan AKP’nin destekçisi oldu.

İstanbul, Ankara, Düzce’de yoğun olarak örgütlenen Kadiri tarikatının Muhammediye kolu da tercihlerini kitlesel olarak hep AKP’den yana kullandılar.

Güneydoğu’da etkin olan Tillo ve Norşin grupları da, medrese geleneğinin temsilcileri olarak, AKP’den yana oy kullandılar.

Türkiye Gazetesi ve İhlas Holding’le özdeşleşen, adını Hüseyin Hilmi Işık’tan alan Işıkçılar grubu da yıllarda ANAP’a destek veren bir hareket olarak bilindiler ancak 2002’den sonra AKP’nin yanında oldular ve desteklerini hiç esirgemediler.

TARİKAT ŞİRKETLERİNE BALLI TAHSİSLER, AYRICALIKLI İMARLAR!

AKP iktidarı, kâğıt üzerinde yasa dışı olan bu tarikat ve cemaatlerin yasal uzantıları olan ve çeşitli adlar altında faaliyet gösteren dernek ve vakıfların önemli bölümünü “kamu yararına çalışan dernek ve vakıflar” listesine almış, bu dernek ve vakıflara pek çok “imar kıyakları”, “tahsisler” ve benzeri ulufeler dağıtarak, kamu kaynaklarını bu tarikat ve cemaatlere aktarmıştır.

Buna da bir örnek verecek olursak:

Dönemin Başbakanı Erdoğan ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Devlet Bakanı Ali Babacan, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, Devlet Bakanı Cevdet Yılmaz, 22 Mayıs 2009 tarihinde 2009/27 sayılı kararla TEKEL’in Unkapanı’nda 5 katlı binasının Maliye Bakanlığı’na hibe edilmesi kararını onayladı. Maliye Bakanlığı, binayı Metropolitan Sağlık Hizmetleri AŞ’ye tahsis etti.

Tayyip Erdoğan’ın “AKP iktidarı döneminde TEKEL’in ne gayrimenkulü ve ne de menkulü kimseye peşkeş çekilmemiştir” yönündeki açıklamasına karşın, TEKEL’in İstanbul Unkapanı’ndaki binasının, Medipolitan Sağlık Hizmetleri AŞ’nin Nakşibendi tarikatına yakın olduğu ileri sürülen sahiplerine verildiği ortaya çıktı.

AKP’li İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) de Medipol Grup’a ait İstanbul Göztepe kavşağındaki 12 dönümlük araziye İBB Şehir Planlama Müdürlüğü’nün ve dönemin CHP’li meclis üyesi Hüseyin Sağ’ın muhalefetine karşın 2007’de yüksek imar hakkı tanımıştı. Şehir Plancıları Odası’nın ise bu izne “Bu ayrıcalıklı imar iznidir” görüşüyle karşı çıkması tartışma yaratmıştı.

Aynı gruba bu kez, özelleştirilen TEKEL’in çok değerli bir gayrimenkulü verildi. Özelleştirme Yüksek Kurulu kararıyla TEKEL’in, Unkapanı’ndaki 5 katlı genel müdürlük binası, Milli Emlak Genel Müdürlüğü’ne devredildi. Başbakan ve 4 bakan, 22 Mayıs 2009 tarihinde 2009/27 sayılı kararla TEKEL’in Unkapanı’nda Haliç ve Marmara Denizi manzaralı değerli 5 katlı binasının Maliye Bakanlığı’na hibe edilmesi kararını onayladı. Binada çalışan 300 genel müdürlük üyesi, 1 Ocak 2010’da TEKEL’in İstanbul Kartal Cevizli’deki yerleşkesine gönderildi. Maliye Bakanlığı, boşaltılan binayı, 4 özel hastanesi bulunan Medipol Grup olarak bilinen Metropolitan Sağlık Hizmetleri AŞ’ye tahsis etti.

TARİKATA İKİNCİ KIYAK

4 özel hastane işleten Medipol Grup ve grubun başkanı, Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa dergâhına ve AKP’ye yakınlığıyla biliniyor. İskenderpaşa cemaatinin şeyhi Mahmut Esat Coşan’ın babası Necati Coşan da bu grubun hastanesinde yattı ve tedavi sırasında yaşamını kaybetti. Başbakan Erdoğan’ın annesi Tenzile Erdoğan da bu grubun hastanesinde tedavi gördü. Binanın tahsis edildiği Medipol Grup’un İstanbul Göztepe kavşağındaki 12 dönümlük arazisine İBB Meclisi ayrıcalıklı imar izni vermişti.

Bu örnekler yüzlerce, binlerce çoğaltılabilir... 

(Ahmet Çınar/SOL-24/07/201)

                                                                         ***

Nakşibendi Cumhuriyeti-Orhan Gökdemir / SOL (03/12/2016)

Bizim devlet geleneğimiz tarikatların kucağında doğdu. Osman, Orhan, Murad Ahiydi. Gerçi bugünkü manada bir tarikat sayılmazdı Ahilik. Dinle bağının derecesini tam olarak bilemiyoruz. Adı geçen bu sultanlar Müslüman mıydı, bu noktada da kesin bir bilgiye sahip değiliz. Önde gelen tarihçiler, Osman adının bu kurgudan bir sapma olduğunu, bu ismin ilk sultana sonradan yakıştırılmış olabileceğini iddia ediyor. Aslı Odman veya Otman olmalıdır. Henüz devletin devlet, tarikatın tarikat olmadığı bir zaman aralığıdır. Açık olan tek şey İslamizasyonun bu üç sultandan sonra gerçekleştiğidir.

II. Murad Bayramiydi. Bu tarikatın kurucusu Hâce Bayramı Veli, Hâce Bektaşi Veli ile birlikte Osmanlının ilk döneminin en önemli iki tarikatıdır. Hâce, hacılığa değil hocalığa bir göndermeydi. Her ikisi de Anadolu’ya göçerken geçtiği bütün coğrafyaların rengini almış, karşılaştığı bütün inançların kokusuna bulanmıştı. Bu halleriyle hem İslam’dı hem İslam dışıydı.

Yavuz Selim Sümbüli, Kanuni Süleyman Gülşeniydi. Sünbülilik biraz tuhaf bir tarikattı. Gülşenilik Mevleviliğin bir versiyonuydu. I. Abdülhamit Nakşibendi, II. Abdülhamit Şazeliydi. III. Selim Mevlevilikte, Abdülmecid Cerrahilikte karar kılmıştı. Abdülaziz Bektaşi, Mehmet Reşat Mevleviydi. V. Murad modern bir yol tutturmuş Mason olmuştu; 112. İslam halifesidir. Ama her halükarda Bektaşi kızılının solduğu Sünni yeşilinin baskın hale geldiği bir tablodur bu. Osmanlı sarayının rengidir nihayetinde ve tarihini Yavuz Selim ile başlatabiliyoruz.

***

Yavuz Selim’in hayatı neredeyse İran Safevi devleti ile didişerek geçti. Bu, sınırlar ötesindeki tehditten kaynaklanan olağan gerilimlerden biri değildi. Mülkü olan topraklarda yaşayan Türkmen-Kızılbaş nüfus kendisini Osmanlıdan çok Safevi devletine yakın hissediyordu. Selim bu nedenle ayaklarının altındaki toprağı hep kaygan hissetti. Öyleydi. Kızılbaş isyanları iktidarını zorluyordu. Bu isyanları Celali isyanları takip etti. Selim, her hareketinde arkasından emin olmaya çalıştı, her dış seferi bir iç sefere dönüştü. Sınıf savaşının din ve mezhep savaşı gibi göründüğü bir zaman aralığıdır. Ezilenler Türkmen Kızılbaşlardı, bu nedenle, iktidarına karşı bütün hareketler Sultana ayrımsız bir Kızılbaş ayaklanması olarak görünüyordu.

Selim, Şah İsmail’i durdurmayı ve Kızılbaş isyanlarını bastırmayı başardı. Fakat nihai zafer henüz çok uzaklardaydı. Celali isyanları sürüyor, Kızılbaşlar her yerde ayaklanmaya hazır bekliyordu. Sorunun nihai çözümü için İran ile Anadolu toprakları arasına bir “duvar” örmekten başka yol yoktu. Duvar Sünniliktir. Mısır Seferi sonucunda “kutsal topraklar” Osmanlı hâkimiyetine girmişti. Orada ele geçirdiği kutsal emanetleri toplayıp İstanbul’a taşıdı. Mısır’da “keşfedilen” sözde son Memluk Halifesi III. Mütevekkil İstanbul’a gelip halifeliği sultana devretti. Böylece Hilafet Abbasi soyundan Osmanlı soyuna geçmiş sayıldı. Bütün bunları ilk “ılımlı İslam” projesi sayabiliriz. Şiiliği kuşatma ve Kızılbaşlığı bastırma ihtiyacından üretilmiştir.  

Osmanlı sarayı Kızılbaşlardan ürktüğü için Sünni oldu ve devlet içinde Sünni tarikatların örgütlenmesinin yolunu açtı. Hayat inançtan önce geliyordu ve hayat devletin tarikat tercihlerini de belirliyordu. Başlangıçta Kızılbaşlığın panzehri olarak onun şehirli ve ılımlı bir versiyonu olan Bektaşilik desteklendi, kollandı. Yeniçerilik sarayın önünde bir engel olarak dikilince bu ocakla birlikte onunla özdeşleşmiş olan Bektaşiliği de kaldırıp attı. Yerine önce Mevleviliği, o da olmayınca Nakşibendiliği koydu. Nakşibendilik Sünni bir tarikattı. Sarayın isteklerine çok uygundu ve böylece devletlû bir tarikat haline geldi. Hala öyledir.

***

Kaderin cilvesi, Kızılbaşların İran’a meyletmesini önlemek için tercih edilen Nakşibendiye İran çıkışlı bir tarikattı. Görünüşte şeriata, Kurana ve hadislere sıkı sıkıya bağlıydı ama gerçekte pragmatizm hükmünü sürdürüyordu. Kaynaklar eski İran inançlarının tarikatın oluşumunda etkili olduğunu haber veriyor. Bu senkretik yapısına karşın tutucu, padişahçı, hilafetçi, şeriatçı bir tarikat Nakşibendiye. Neredeyse yakın dönemin bütün karşı devrimlerinde bir şekilde dahli var. 31 Mart gerici ayaklanması bu tarikatın önderliğinde gerçekleşti, Kurtuluş Savaşında direnişin düşmanı. Şeyh Said ayaklanması, Menemen isyanı bu tarikatın marifeti.

Tarikat doğuşundan bu yana 20 yakın filiz vermiş. Çoğu silinip gitmiş. Bugüne kalan kollardan ikisi Said-i Nursi’nin kurduğu Nurculuk ve Süleyman Hilmi Tunahan’ın adına yazılı Süleymancılık. Said, Bitlis doğumlu bir Kürt. Süleyman Hilmi, Romanya’nın Silistre kentinden. Bu kadar farklı kültürlerden gelen iki adamın aynı tutuculukta birleşmesi ilginç ve üzerinde düşünülmesi gereken bir vaka.

Said’in ilk faaliyetleri Osmanlı döneminde. Abdülhamit’in emriyle gözaltına alındı, akıl hastası olduğuna karar verildi ve bir akıl hastanesine kapatıldı. Cumhuriyet döneminde de pek çok kez kovuşturulup, tutuklandı. 1925’te Şeyh Said isyanına katıldığı gerekçesiyle sürgüne gönderildi. Buna karşılık tıpkı Necip Fazıl gibi Demokrat Parti döneminin muteber adamıydı. Yaşadığı dönemde bir tarikat olmaktan-kurmaktan çok uzaktı. Nurculuğu bir tarikata dönüştürenler, onun yazdıklarını propaganda etmeyi bir “hizmet” olarak kabul eden Fethullahçılardı. Tarikat benzeri bir yapıydı Fethullahçılar, gizli örgütle tarikatın tuhaf bir karışımıydı. Tabloyu tamamlamak için son parçayı, Nakşibendiyeden gelen Necip Fazıl’ın kurucusu olduğu “Büyük Doğu” fikriyatını da ilave etmek gerekir. Cumhuriyet dönemi tarikatlar tablosudur bu.

***

Nakşibendilik neredeyse iki yüzyıldır devletin bir uzantısı olarak faaliyet gösteriyor. Cumhuriyetin yol açtığı kısa aranın dışında ülke sathında hep etkili. İnişli çıkışlı bir ilişkileri olmuş devletle ama hep devletin eteğinden tutunarak iş görmüş.

Cumhuriyetin tarikat tarihine verdiği kısa aradan sonra döndük başa. Cumhurbaşkanının eskisi ve yenisi Büyük Doğucu-Nakşibendi geleneğinden. Nakşibendiliğin özellikle İskenderpaşa kolu adeta Enderun Ocağı gibi. Abdulkadir Aksu, Mehmet Ali Şahin, Beşir Atalay, Ali Babacan, Ali Çoşkun, Kemal Unakıtan, Binali Yıldırım İskenderpaşa kolundan. Eskilerden Necmettin Erbakan, Turgut Özal, Recai Kutan, Korkut Özal, Ahmet Tekdal, Hasan Hüseyin Ceylan, Temel Karamollaoğlu, Nevzat Yalçıntaş bu kolun uzantısı. Murat Başesgioğlu Nur talebesi. Hüseyin Çelik, Bülent Arınç Nurcu. Necmettin Erbakan’ın bir Nakşibendi-Nurcu koalisyonu olan Milli Selamet Partisi içinde çoğalıp ülke sathına yayıldılar. Ülkeyi yeniden bir şeyhler, dervişler ülkesi haline dönüştürdüler.

***

Bu hafta başında Nakşibendiyenin Süleymancılar koluna ait bir kız yurdunda çıkan yangında 11 kız çocuğu yanarak can verdi. Sebebi yurdun yangın merdivenin kilitlenmesiydi. Bina yurt olmaya elverişli değildi. Denetlenmemişti. O çocuklar sanki devlet tarafından toplanmış, yurdu işleten tarikata teslim edilmişti. Bu nedenle valisi, belediye başkanı, bakanı, başbakanı sanki o merdivende suçüstü yakalanmış gibiydi.

Hâlbuki Nakşibendiliğin Said-i Nursi’ye hizmet kolu yaz ortasında darbe yapmaya kalkıştı aynı devlete. O anda o tarikatın bir “ahtapot gibi” her yanı sardıklarını fark etti devlet. Her yerde örgütlenmişler, bütün mevkileri ele geçirmişler, devleti bir tarikata dönüştürmüşlerdi.

Yeni Türkiye’nin normalidir bu. Çünkü artık devlet devlet değil, bir tarikattır, Nakşibendi Cumhuriyetidir. Nakşibendiyenin Nurcuları kovuşturulur, Süleymancıları kollanır. Bir tarikat gider bir tarikat gelir, bir tarikat iner diğeri biner.

Ve devlet tarikata dönüştü mü kız çocukları yanar. İddia edildiği gibi elektrik kontağı değil tarikat kontağıdır yakan.

Bu tarihin dersidir: O kontağı kaldırıp o kız çocuklarını kurtaramazsan yangının ülkeye sıçramasını engelleyemezsin. Bu topraklarda hep tarikat kılığında gelir kundakçı, tutuşturur karanlığı. Marifet bu hakikati görüp harekete geçebilmektir.

Hakikat, yeni bir cumhuriyettir…

Orhan Gökdemir / SOL (03/12/2016)




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder