18 Aralık 2021 Cumartesi

Sovyetler Birliği: Rusların değil, sınıfın tarihi-Erhan Nalçacı / SOL

 'Rusya’da, Türkiye’de, Almanya’da, ABD’de ve her yerde; patronlar her şeyini kaybedecek, ama işçi sınıfının öncülüğünde emekçiler her şeyi kazanacaklar, Dünya onların olacak.'



Rusya Devlet Başkanı Putin geçen hafta bir demeç verdi ve “Sovyetler Birliği’nin dağılması Rusların çoğu gibi benim için de bir trajedi oldu” dedi. Trajedi kısmına katılmamak elde değil, ama sonra ilave ettiği sözler Rus milliyetçiliğine ve burjuvaziye ait bir düşünceyi yüzeye çıkarıyor: “Bu, Sovyetler Birliği isimli, tarihteki Rusya’nın çöküşüydü.”

İki sene önce yaptığı açıklamada ise Sovyetlerin çözülüşünü Çin gibi merkezi bir piyasa ekonomisine geçemeyişe bağlayacaktı.

Oysa tarihe baktığımız zaman bir Rus tarihi değil, o coğrafyada yaşayan onlarca halkın emekçi sınıflarının verdiği sınıf mücadelelerini görüyoruz. Neler olduğunu çok kısaca hatırlayalım:

Çarlık düzeni kapitalizm öncesi üretim ilişkileri içinden inşa edilmiş bir feodalizmdi. Rus İmparatorluğu’nun yayılmacılığı çok halklı ama temel sınıfların soylular ve köylülerden oluştuğu bir kast sistemiyle sonuçlanmıştı.

Bütün feodal devletlerde olduğu gibi çeşitli siyasi-iktisadi krizler esnasında köylüler soyluluğa karşı ayaklandı. Binlerce ayaklanma içinde en çok akılda kalanları; 17. yüzyılda Stepan Razin, 18. yüzyılda Pugaçev önderliğindeki köylü ayaklanmalarıydı ve yıllara yayılarak çetin bir mücadeleye neden oldular.

Köylü isyanları, 20. yüzyılda işçi sınıfı öncülük edene kadar hemen hep yenilgiye uğradı. Rusya’da da Çarlığın gericiliğini ve kan dökücülüğünü yenmeyi başaramadılar.

19. yüzyılda ise giderek büyüyen Rus kentlerinde sınıfsal çeşitlilik artmaya ve küçük burjuva kökenli bir radikal demokrasi hareketi yükselmeye başladı. Bu hareketler entelektüel bir zenginliğe yol açmakla birlikte Çarlığa karşı giriştikleri terör eylemleri sonuçsuz kaldı.

Ancak Rusya’da kapitalizmin gelişmesi ile beliren eşitsiz gelişimin en şaşırtıcı sonuçlarından biri yaşandı. İşçi sınıfı partisinin bir fraksiyonu Avrupa’dakiler gibi revizyonizme saplanmayıp ısrarla devrimini 20. yüzyılın başından itibaren aramaya ve bu arayışa uygun devrime adanmış kadrolardan oluşan bir öncü parti inşasına başladı.  

1917 yılı Çarlığın yıkılmasına tanıklık etti, önce burjuvazi iktidara geldi, sonra işçi sınıfı.

Büyük Ekim Sosyalist Devrimini takip eden iç savaş yılları bir yandan büyük zorluklara yol açtı, bir yandan üst üste çakışmış iki devrimin yarattığı ideolojik bir çeşitliliğe neden oldu.

Ancak 1929’dan sonra ve bir dünya devriminden umut kesilince Sovyetler Birliği’nde görülmedik bir sosyalizm inşası başladı. Sanayileşme hızının yüksekliği bir yerde teknik bir konuydu ama esas bu süreci üstelenen milyonlarca insanın olağanüstü emeği ve çabası herkesin içinde bulunup yaşamak isteyeceği çoşkulu bir tarihsel dönem yaratmıştı.

İşçi sınıfının bu sosyalizme inanmışlığı, örgütlülüğü ve planlı ekonominin üstünlükleri korkunç Alman faşizminin saldırısını yenmeleriyle sonuçlandı. Aslında Sovyetler Birliği’nin sadece Alman faşizmini değil, gönül birliği yapmış, ABD ve İngiliz emperyalizmini de yendiği savaşın sonunda daha iyi anlaşıldı. 

Sovyetler Birliği Komünist Partisi (SBKP) işçi sınıfı iktidarını korumak için burjuva demokrasisi sınırlarında davranmayacak bir beceriklilik gösterdi. Yoksa savaş öncesinde istihbaratın içine kadar sızmış Alman gizli ajanlarıyla mücadele etmek imkansızlaşacaktı.

1950’lili yıllar ise Hruşçov’un işçi sınıfı iktidarında ilk gediği açtığı döneme denk geldi. Sovyetler Birliği’nde o dönemde iki temel sınıf bulunuyordu: İşçi sınıfı ve kolektif çiftlik köylüleri.

Muhtemelen Hruşçov kolektif köylülüğün temsilcisi olarak ve ekibiyle bu müdahaleyi yaptı. SBKP’yi işçi sınıfının öncüsü olarak değil, bütün halkın öncüsü olarak tanımladı, kolektif çiftçilikte özel mülkiyeti genişletti, SBKP’yi işçiler ve köylüler olmak üzere ikiye böldü, ortak traktör istasyonlarını dağıttı vb.

SBKP bu liberal girişimi 1960’larda aşacak kadar örgütlüydü. Buna karşılık devrimci atılımını hem Sovyetler Birliği içinde hem dışında kaybettiği bir siyasi ataletten kurtulamadı.

Reform gereksinimi aslında devrimci bir atılıma denk geliyordu ama boşluğu ikincil ekonominin yarattığı burjuva ideolojisi doldurdu. Gorbaçov’un çok bilinçli olarak burjuva ideolojisini örgütleyen müdahalesi dengeleri iyice bozdu. 1991’e gelindiğinde burjuvazi işçi sınıfından daha örgütlü hale gelmişti.

1991’de Gorbaçov ve Yeltsin’e karşı başlatılan işçi sınıfı müdahalesinde komünistlerin gerek ne yapacaklarını bilmemeleri gerekse devrimci niteliklerini yitirmeleri nedeniyle Yeltsin’i tutuklamayı, medyayı kontrol altına almayı başaramadılar. ABD elçiliği sürekli Yeltsin’e istihbarat taşıyor ve müdahale ediyordu, bunu da engelleyemediler.

Sadece Sovyetler Birliği işçi sınıfı için değil, dünya emekçi sınıfları için de önemli olan ve uğrunda milyonların can verdiği orak çekiçli, yıldızlı kızıl bayrak 1991’de indirildi, yerine Rus burjuvazinin egemenliğini simgeleyen üç renkli bayrak çekildi. Sovyetler Birliği ve SBKP dağıtıldı.

1993’te Yeltsin’in siyasi temsilcisi olduğu Rus burjuvazisi Sovyet halklarının ve en nihayet dünya emekçi sınıflarına ait bütün mülkü yağmalayarak ilerliyordu. Bu yıl parlamento ile Yeltsin arasında bir sürtüşme çıktı. Muhtemelen sosyalizme geri dönülmesi değildi sorun ama özelleştirme programının içeriği ile ilgiliydi. Bu siyasi krizden yararlanan komünistler parlamentoyu işgal ettiler. Burjuvazinin kanlı yüzü bir kez daha kendini gösterdi, parlamento binası içinde binden fazla insanın öldürüldüğü bir katliam yaşandı.


      Moskova’da 4 Ekim’de burjuvaziye bağlı ordu birlikleri komünist militanların işgal ettiği parlamento binasını bombalıyor.

Ancak Putin’in bahsettiği trajedi bundan ibaret değildi. Rus burjuvazisi bağımsızlık kazanan eski Sovyet Cumhuriyetlerindeki mülklere üzülebilir. Ama Rusya işçi sınıfı bu azgın yağma karşısında milyonlarca üyesini yoksulluk, işsizlik, yetersiz tıbbı bakım, intihara varan psikolojik bunalımlarla kaybetti. Aşağıdaki grafik 90’lı yıllar boyunca yaşanan katliamı bize belgeliyor.


                  Rusya’da doğumda beklenen ortalama ömrün 90’lı yıllarda aniden nasıl azaldığı görülüyor. Özellikle erkeklerde 65  olan ortalama ömrün 57’ye kadar düştüğü izleniyor. Bu milyonlarca emekçinin haksız ölümü anlamına geliyor.

Yeltsin 1999’da sağlık sorunları nedeniyle görevini Putin’e devretti.

Bugün Çin ve Rusya’ya karşı Batı emperyalizminin en hilekâr, en çürümüş ve en savaş düşkünü siyasilerinin başlattığı kuşatma Rusya’da yaşananların özünü değiştirmiyor.

Son söz için Bakan Nebati’yi yanıtlayalım:

Rusya’da, Türkiye’de, Almanya’da, ABD’de ve her yerde;

Patronlar her şeyini kaybedecek, ama işçi sınıfının öncülüğünde emekçiler her şeyi kazanacaklar, Dünya onların olacak. 

Erhan Nalçacı / SOL



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder