17 Ocak 2022 Pazartesi

ARAP COĞRAFYASINDA GEÇEN HAFTA (EVRENSEL)

Yemen’de bölgesel deniz savaşlarına doğru

Yemen’de sekizinci yılına giren savaşta bir yandan yeni dengeler oluşurken diğer yandan gittikçe “bölgesel deniz savaşına” evrilme emareleri görülüyor.



Yeni girdiğimiz yılın başlarında, Yemen'deki İran destekli Husiler Birleşik Arap Emirlikleri’ne ait Rawabi kargo gemisine el koydu ve mürettebatını esir aldı. Bu gelişme gittikçe bütün bölgeyi içine çeken Yemen savaşında “deniz savaşları” merhalesine adım adım yaklaşıldığının ifadesi. Arap Birliği Genel Sekreteri Ahmed Ebu Gayt, Husilerin BAE bayrağını taşıyan Rawabi gemisi ve mürettebatını serbest bırakması için çağrıda bulundu. Gayt, gemiye el konmasını “korsanlık faaliyeti” olarak değerlendirerek kınadı.

Son gelişme Afrika ile Asya arasında yer alan ve Hint Okyanusu’na bağlanan Kızıldeniz’de ticareti ve seyrüseferi tehlikeye atan kritik bir nokta oldu. Petrol zengini Arabistan Yarımadası’nı Hint Okyanusu’na bağlayan Kızıldeniz özellikle tankerler bakımından vazgeçilmez bir deniz yolu.

Savaşın denize taşınmasıyla birlikte savaş, başta Suudi Arabistan ve İran olmak üzere gittikçe bütün bölgesel ve uluslararası aktörleri girdabına çekecek gibi. Al Arab al Cedid gazetesinde Büşra el Maktari Yemen savaşının Kızıldeniz’e taşınma tehlikesine dikkat çekerek böylesi bir durumda en çok zarar görecek ülkelerin başında olan Suudi Arabistan’ın, Kızıldeniz’de uluslararası seyrüsefer güvenliğini koruma bahanesiyle askeri operasyonlarını tırmandırmak için yeni bir uluslararası kılıf elde edeceğini yazdı. Maktari, “Küresel ticaretin ana yollarından birinin tehdit altında olduğu gerekçesiyle Yemen limanlarına yönelik deniz ablukasının sıkılaştırılmasının gerekçesi de olacak. Bu da sekiz yıldır açlık çeken Yemenlilerin çektiği acıyı ikiye katlamak anlamına geliyor” dedi.

HUSİLER NEDEN GERİLİYOR?

Yemen’de savaşının niteliğinin yanı sıra savaşan güçler arasındaki dengeler de değişiyor. İç savaşın başladığı 2014’ten bu yana İran’ın desteklediği Husiler hep ilerleyen ve kontrol ettiği coğrafyayı büyüten taraf oldu. Ancak geçtiğimiz hafta kritik bir gelişme yaşandı. İlk kez Suudi Koalisyonun desteklediği güçler bir ilerleme sağladı. İran’ın temsil ettiği ve “direniş ekseni” olarak adlandırılan kampa yakınlığıyla bilinen Rai al Youm gazetesi, başyazısında bu durumu iki sebebe bağladı. Bunlardan ilki, gelişmiş savaş uçaklarına sahip Suudi hava kuvvetlerinin şiddetli bombardımanıydı. İkinci sebep ise makalede “BAE ve onun desteklediği güçler, özellikle Devler Tugayının, Güney Geçiş Konseyi güçleri ve İslami Islah Partisine bağlı unsurların pozisyonunda sert bir değişimin yaşanması ve tüm bu güçlerin Husi güçlerine karşı mevcut savaşa katılımı” olarak özetlendi. Bu birleşmenin arkasında Suud-BAE anlaşması olduğuna vurgu yapıldı.

İSRAİL’İN YENİ BAHANESİ AĞAÇLANDIRMA

Geçtiğimiz haftanın diğer dikkat çeken gelişmesi İsrail’in Filistinlilerin önemli yaşam alanlarından biri olan Nakab Çölü’nü ağaçlandırma bahanesiyle yeni işgalcilere açması. Konuyla ilgili al Kuds al Arabi gazetesinin başyazısında, “İsrailli yetkililer, son Nakab intifadasının merkez üssü olan Sa’wat al Atraş köyüyle ilgili olarak, ‘Çölü canlandırmak ve onu ağaçlandırmak’ istediklerini iddia ediyorlar. Ancak Nakab halkının gördüğü şey, Filistinlilerin kökünün kazınması ve Yahudilerin yerleşimi. İsrail işgal hükümetinin Yahudi yerleşimlerini ve Nakab halkına yönelik yıkımda kullandığı buldozerleri “ağaç dikme” gibi çevresel bir başlıkla örtmesi gerçekten gülünç” denildi.

-----------------------------------------------------------------------

YEMEN DENİZ SAVAŞLARI MACERALARI… HEPSİ KORSAN

Büşra el Maktari
al Arab al Cedid

İran destekli Husi grubu, Kızıldeniz’deki son askeri harekatta, 3 Ocak’ta, Birleşik Arap Emirlikleri bayrağı taşıyan “Rawabi” kargo gemisine el koydu ve Yemen’deki savaşı yeni bir askeri aşamaya getirdi. Yemen’deki Arap koalisyonunun lideri Suudi Arabistan’a, Husi grubunun tüm kırmızı çizgileri aşarak küresel ticareti hedef almasına yönelik uluslararası öfkeyi kullanarak şunları yapması olası: Kızıldeniz’de uluslararası seyrüsefer güvenliğini koruma bahanesiyle Yemen’deki askeri operasyonlarını tırmandırmak. Aynı zamanda küresel ticaretin en önemli ana yollarından birinin tehdit altında olduğu gerekçesiyle Yemen limanlarına yönelik deniz ablukasını sıkılaştırmak. Bu da sekiz yıldır açlık çeken Yemenlilerin çektiği acıyı ikiye katlamak anlamına geliyor.

Yemen’deki bölgesel taraflar ve müttefikleri arasındaki çatışmanın denize taşınması riskleri artıyor. Taraflarının çokluğu ve vekalet savaşı bağlamında yerel uzantılarının artan etkisi nedeniyle savaşın tırmanması ışığında seyir güvenliğinin sağlanmasının zorluğu artabilir.

Yemen’in kara suları, su yolları da dahil olmak üzere, savaşın ilk yıllarında bölgesel ve uluslararası çatışma çemberinin büyük ölçüde dışında kaldı. Bunun nedeni, Yemen’deki çatışmanın doğasının bölgesel olmaktan çok yerel olmasıydı. İran ve vekili Husi grubu arasındaki koordinasyon, siyasi düzeyde sınırlıydı. Askeri tarafa ve bölgesel gündemlerinin uyumlaştırılmasına kadar uzanmıyordu. Ayrıca Husi grubu deniz savaşlarını tercih etmiyordu. Çünkü Suudi Arabistan’a karşı koyabilecek bir deniz askeri gücüne sahip değildi. Buna ek olarak Husilerin dağlık alanda çarpışma doğası nedeniyle denizde muharebe kendi çıkarlarına değildi. Ardından askeri faaliyetlerini Kızıldeniz’deki Suudi gemilerini hedef alan deniz mayınlarını kullanarak gerçekleştirmekle sınırladı. Tabii ki daha sonraki aşamada ekim 2016’da Kızıldeniz’deki Mocha Limanı yakınında BAE gemisi “Swift-1”i hedef almasında olduğu gibi bir sonraki bir aşamada balistik füzelerine güvendi.

Bu saldırıların sınırlı sayıda olmasıyla muharebeler Yemen’in batı kıyılarına taşındı. Hudeyde şehrini kurtarma savaşının başlaması ve Suudi Arabistan ve BAE tarafından desteklenen yerel güçlerin yerel çatışmanın ön saflarına girmesiyle birlikte, yerel ve bölgesel güçler Kızıldeniz limanlarına hakim olmak için mücadeleye girişti. Bu duruma Suudi Arabistan ile İran arasında artan ve çatışmaların yoğunluğunu daha da üst seviyelere taşıyan bölgesel çatışma eklendi. Bunun anlamı, İsrail ile İran arasındaki gölge savaşın temsil ettiği Suudi-İran bölgesel çatışmasına paralel ilerleyen başka bir savaşın patlak vermesiydi. Geçtiğimiz üç yıl, bir yanda İsrail ve müttefikleri, diğer yanda İran ve vekilleri arasında, petrol tankerlerini, ticari ve askeri gemileri hedef almaktan Suriye ve Irak’taki askeri üslere yönelik saldırılara kadar değişen karşılıklı saldırılara tanık olundu. Uluslararası deniz yollarını denetleyen merkezi bir otoritenin olmaması nedeniyle Yemen kara suları caydırıcı bir zemin haline geldi.

Yerel partilerin müttefiklerinin gündemlerini uygulamak için ucuz ajanlara dönüşmesi de dahil olmak üzere, gerçek ve nominal egemenliklerini müttefiklerinin yararına kaybeden bağımsız devletler, çeşitli bahaneler altında yasal ve izin verilebilir devletler haline geliyorlar. İran’ın Yemen’deki ajanı olan Husi grubunun uzlaşmazlığı, bölgesel ve uluslararası güçlere Kızıldeniz’de uluslararası seyrüseferi tehdit gerekçesiyle hedeflerine ulaşma fırsatı ve müdahale gerekçesi vermesine rağmen vekalet savaşının denize uzatılması da dahil olmak üzere, çıkar hesapları, her zaman zayıf taraftan yeni ganimetler elde etmeyi kabul ediyor.

-----------------------------------------------------

YEMEN’DE BAE’NİN DEĞİŞTİRDİĞİ DENGE

Rai al Youm
Başyazı

Görünüşe göre, Husi Ensarullah hareketinin stratejik Marib kentini hızla kontrol altına alma ve “meşru güçleri” buradan çıkarma konusundaki iyimserliği son birkaç gün içinde büyük bir gerileme yaşadı. Özellikle BAE destekli General Tarık Salih’in “Devler” olarak adlandırılan güçlerinin yardımıyla kuşatılmış Şabwa vilayetini almasından ve el Bayda vilayetine doğru ilerlemesinden sonra.

Husilerin yorumlarına göre Yemen’deki savaşın dengeleri, geçici de olsa, yıllar sonra ilk kez Devlet Başkanı Abdurabbu Mansur el Hadi’nin güçleri ve onları destekleyen Suudi Koalisyonu lehine  bozuluyor. Özellikle Şabwa ve Husi güçleri tarafından aylardır kuşatılan Marib şehri üzerindeki baskı iki ana etken sayesinde hafifledi:

Birincisi, Suudi koalisyonu savaş uçaklarının yoğun hava saldırıları. Bu gelişmiş ve modern Amerikan yapımı uçakları düşürecek savunma askeri yeteneklerine sahip olmayan açıkta kalan Husi Ensarullah güçlerinin bombalanması.

İkincisi, BAE ve onun desteklediği güçler, özellikle Devler Tugayının, Güney Geçiş Konseyi güçleri ve İslami Islah Partisine bağlı unsurlar pozisyonunda bir sert bir değişimin yaşanması ve tüm bu güçlerin Husi güçlerine karşı mevcut savaşa katılımı.

Husi Ensarullah hareketinin siyasi bürosunun üyesi olan Muhammed el-Bahiti, geçen gün el Cezire kanalına verdiği röportajda Suudi Arabistan’ın BAE ile anlaşmaya varmasıyla ilgili konuştu. Bu anlaşmanın özü, Suud’un Şabwa Valiliği de dahil olmak üzere tüm Güney Yemen vilayetlerini BAE’nin başlangıçta olduğu gibi savaşta tüm askeri ağırlığını yeniden koyması karşılığında devretmesidir.

Muhammed el-Bahiti, el Cezire ile yaptığı röportajda bu konuya değinerek, “BAE’nin Yemen’den çekilme niyeti vardı. Biz ona fırsat verdik ve topraklarında düzenleyeceğimiz eylemlerle ilgili için tüm planlarımızı dondurduk. Lakin şimdi yeniden dahil oldu ve buna devam etmemesini tavsiye ediyoruz, çünkü o zaman BAE’yi topraklarının derinliklerinde vurmak zorunda kalacağız” dedi.

Şabwa, el Bayda ve Marib’deki savaş alanlarında BAE’nin siyasi ve askeri rolünün belirleyici olduğu ve son günlerde sahadaki güç denklemlerini değiştirdiği açıktır. Devler Gücünün Komutanı ve Genel Halk Kongresi (Başkan Ali Abdullah Salih’in partisi) Genel Sekreteri General Tarık Salih’e güçlerini batı kıyısından çekmesi talimatı vererek başlayan bir roldür. O dönemde pek çok soru işareti yaratan bu geri çekilmeden sonra  Şabwa ve Marib cephelerine geçiş yapılmıştı.

En önemli ve şu anda şiddetle sorulan soru, Husi Ensarullah hareketinin ve müttefiklerinin Marib ve Şabwa’daki cephelerdeki bu askeri alan kayıplarına nasıl yanıt vereceğidir. Karşılık Suudi derinliğini füzeler ve insansız hava araçlarıyla yeniden daha büyük bir güçle bombalayarak mı, yoksa BAE’yi siyasi başkenti  Abu Dabi ve ekonomik başkent Dubai şehirlerini bombalayarak mı gelecek?

Bugünlerde tüm Husi sözcüleri sessiz. Planlarını kendilerine sakladıklarından sorunun bizim için yanıtlanması zor. Ancak  el Bakhiti’nin el Cezire ile yaptığı ve BAE’yi uyardığı röportajında  güçlü bir misilleme tehdidinde bulundu. “Sürece dahil olmaya devam ederse BAE’yi vurmak zorunda kalacağız” dedi. Önümüzdeki birkaç gün içinde soruların bazılarına cevaplar ve çatışmaların yönü ortaya çıkabilir. Tek yapmamız gereken bekleme bilgeliğine bağlı kalmak!

---------------------------------------------------

NAKAB İNTİFADASI: AMAÇ AĞAÇ DİKMEK Mİ, YOKSA İNSANLARI KÖKÜNDEN SÖKMEK Mİ?

al Kuds al Arabi
Başyazı

Çöl bölgesi, tarihi Filistin coğrafyasının yaklaşık yüzde 40’ını oluşturmaktadır. Orta Filistin’in batı kıyısında Aşkelon’dan Sina sınırı boyunca Refah’a kadar uzanır. Nakab (Necef) Çölü’nde Filistin  nüfusunun yüzde 56’sını oluşturan yedi Arap topluluğu yaşıyor. Burada yaşayanlar 1948’de İsrail devletinin kuruluşundan bu yana, 35 Bedevi topluluğunun yaşadığı tahminen 13 milyon dönümlük topraklarının ele geçirilmesi sürecine maruz kaldılar.

Bu stratejik sürecin hedefleri yerleşimlere, Yahudileştirmeye ve Filistinlilerin yerinden edilmesine dayanan İbrani devletinin doğasındaki kilit unsurlarla derinden iç içe geçmiş durumda. Filistin demografisinin yıkılması ve Yahudi yerleşiminin değiştirilmesi bu planda en önemli noktadır.

Nakba’nın* ardından işgal, yaklaşık 100 bin Bedevi’yi Nakab’ı terk etmeye zorladı ve bunların çoğu Ürdün, Sina Yarımadası, Gazze Şeridi ve işgal altındaki Batı Şeria bölgelerinde, özellikle Celile, Ürdün Vadisi ve Kudüs’te mülteci oldu. Nakab Bedevileri söz konusu olduğunda, bölgenin sakinleri İsrail uyruklu olmasına rağmen siyonist devletin tavrı en saf haliyle ırkçı olarak görünüyor. İsrail devletinin politikaları on yıllar boyunca onları altyapıdan; sağlık, yol, eğitim, elektrik ve su gibi temel hizmetlerden yoksun bırakmaya çalıştı.

Nakab’la ilgili politikanın doruklarından biri, “Devletin topraklarını Bedevilerden korumak ve kontrol etmek” amacıyla kurulan Tarım Bakanlığına bağlı özel bir birim olan Ariel Şaron’un kurulmasıydı. 1976’da kurulan Ariel Şaron birimi 6 yıl sonra 1982 Lübnan işgalinden sonra Sabra ve Şatila kamplarında Filistinlilere yönelik ünlü katliamı gerçekleştirdi. Son beş yılda işgal makamları Nakab sakinlerinin evleri için 16 binden fazla yıkım emri çıkardı.

Nakab halkının yerinden edilmesiyle eş zamanlı olarak, İsrail hükümetlerinin Yahudileri yerleştirme planları devam etti. 2005 yılında onaylanan bu çerçevedeki planlardan biri, “Nakab’ın kalkınmasına yönelik stratejik ulusal plan” adı altında, Yahudi sayısını bir milyona çıkarmayı hedefliyordu. 2011 yılında, bölgeye yerleşen her Yahudi aile için 80 dönümlük bir alanın ücretsiz olarak tahsis edilmesi kararlaştırıldı ve 100 çiftlik kurulması için başka bir plan onaylandı.

İsrailli yetkililer, son Nakab intifadasının merkez üssü olan Sa’wat al Atraş köyüyle ilgili olarak, “Çölü canlandırmak ve onu ağaçlandırmak” istediklerini iddia ediyorlar. Ancak Nakab halkının gördüğü şey, Filistinlilerin kökünün kazınması ve Yahudilerin yerleşimi. İsrail işgal hükümetinin Yahudi yerleşimlerini ve Nakab halkına yönelik yıkımda kullandığı buldozerleri “ağaç dikme” gibi çevresel bir başlıkla örtmesi gerçekten gülünç. İsrail’in sol görüşlü Haaretz gazetesinin dediği gibi, ülkelerin büyükelçilerine kendilerine haber vermeden Nakab’ta kendi adlarına ağaç dikme  çağrısı yapması gibi gülünç. Bu aldatıcı siyasetin tek amacı, Awaqib köyünde 183 kez meydana gelen alçakça yıkımı örtbas etmektir.

EVRENSEL

*Nakba; Filistinliler açısından ‘felaket’ olarak görülen İsrail devletinin kuruluşunun ilan edildiği ve ardından gelen katliam ve işgallerin adıdır. İsrail’in kuruluşunu ilan ettiği 14 Mayıs 1948 tarihini takip eden gün olan 15 Mayıs, “Nakba Günü” olarak sembolleşmiştir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder