Netflix’in yerli dizisi “Kulüp”ün ilk altı bölümü yayımlandığında iyi ki kaleme sarılmamışım. O günlerde yapıtın bende yarattığı düş kırıklığı şu sıralarda olduğu gibi bir ölçüde dengelenemediği için olsa gerek ki, belki de senaryosundan oyunculuğuna kadar çok yönüyle belki de hak etmediği eleştirilerime hedef olacaktı.
Hemen belirteyim, izleyici genel olarak, daha ilk yayınından itibaren diziyi beğenmiş, ben nesinin beğenildiğini pek anlamadım.
Tarihimizi nereden ve kimden nasıl öğreneceğimizi, hangi eleştirel ve kuşkucu gözle izleyeceğimizi pek bilemediğimizden tarihi dizilere hep çekinerek bakmışımdır. Tevatürün, olgu ile karıştırıldığı bir ülkede bir senaristin, şapşal fantezisinin nice yıllar sürecek saplantılara, nice ömrü heba edecek takıntılara neden olacağını bildiğimden, kurmaca bir öykü olduğunu unutmasam da tarihi dizilere sakınarak yaklaşırım.
Bir Türk Yahudisi anne kızın öyküsünü, 1930’lar - 1950’ler İstanbul’u dekoru içinde (pek de kötü maşallah!) İstanbul’un önde gelen bir gece kulübü çerçevesinde anlatan Kulüp dizisi, yakın tarihimizin çok tartışmalı, iyi bilinmesi gerekli çok önemli iki olayına da değiniyor.
***
Türkiyeli Yahudilerin yaşamından kesitler vermek savında olanların, bunların dünyanın başka yerindeki kardeşlerininkinden daha değişik olan koşullarını bilmeleri gerekir. Kulüp dizisinde durumun böyle olduğunu belirtir bir işaret yok. Zarar yok! İlla öyküyü kaleme alanın, Osmanlı’nın son dönemlerinde Beyoğlu’nun lüks mağazalarının vitrinlerindeki Yahudi yıldızının “Burası bir Yahudi işyeridir, buradan gönül rahatlığıyla alışveriş yapabilirsiniz” anlamı taşıdığını, bunun nedeninin de Rumlar ve Ermeniler konusunda çekinceli davranan Türklerin Yahudiyi milli burjuva yerine koymasından kaynaklandığını bilmesi şart değil.
Lozan müzakereleri sırasında Yahudilerin azınlık komisyonları haklarından feragat ettikleri de Kulüp’te hatırlanmıyor.
Ama Varlık Vergisi mevcut önyargıları pekiştirecek şekilde verilmiş.
Bu diziden sonra, Kulüp’te gördükleriyle başımıza allame kesilecek, bir sürü çok bilmişin çıkacağından korkulur.
Şimdi burada Kulüp dizisi vesilesiyle, servetin gayrimüslimlerden Müslüman ağa, tefeci, tüccar ve kapitalistin eline geçmesini sağladığı ileri sürülen Varlık Vergisi’ni baştan sona ele alıp tartışmanın imkânı olmadığından, yakınlarda yitirdiğimiz, değerli Cahit Kayra’nın Tarihçi Kitabevi’nden çıkmış olan Varlık Vergisi kitabına mutlaka göz atmak gerektiğini hatırlatmakla yetinelim.
Türkiye’de 11 Şubat 1942’de yürürlüğe konan ve 1944’te yürürlükten kaldırılan Varlık Vergisi benzeri uygulamaların, şavaşın ekonomiyi altüst ettiği birçok ülkede örneğin ABD, İngiltere, Fransa vb. uygulandığını belirtelim.
Varlık Vergisi aracılığıyla gayrimüslimlerden toplanan vergiden fazlasının da çiftçiden toplanmış olduğunu vurgulayalım. Varlık Vergisi konusu ilginçtir. En fazla verginin kesildiği İstanbul’daki uygulamanın başında olan İstanbul Defterdarı Faik Ökte’nin 1951 yılında Demokrat Parti iktidarı sırasında CHP’den öç almak için yazdığı söylenen Varlık Vergisi Faciası adlı kitapta ileri sürülen iddialarla suçlanmıştır. Ve bir ara bu iddiaların sahibi Faik Ökte de İstanbul’daki bir uygulama yüzünden mahkemeye düşmüştür.
Dizide yer alan Cumhuriyet tarihinin büyük kırılma noktalarından biri olan 6-7 Eylül 1955 olaylarının ise Menderes hükümetinin el altından kışkırtması sonucunda patlak verdiği ortaya çıkmış ve olayın failleri sonradan Yassıada mahkemelerinde mahkûm olmuşlardır.
İşin ilginç yönü, bütün bu iddiaların Cumhuriyetin ulus ve ulusçuluk kavramlarıyla bir ilişkisi olmayıp tam tersine hedef aldıkları kitlelerin başında Kemalistlerin bulunmasıdır.
Tarihimizi yarım yamalak dizilerden değil, belgelerden öğrenmek zorundayız.
Bu zorunluluğu yerine getirirsek çok şaşırtıcı gerçeklere ulaşırız.
ALİ SİRMEN / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder