'Ne yazık ki, devrimci olmaya çalışan insanlar, tarihte işlerin en olağan gidişatının devrimci gidişat olduğunu unutuyorlar.'
Lenin’in ölümü üzerine Stalin’in yaptığı iki konuşmanın metni var benim rast geldiğim. Biri giriş cümlesiyle ünlüdür: Yoldaşlar, diye başlar, biz komünistler özel bir hamurdanız… Ülke çapında Sovyetlerin ikinci genel kongresinde yapar bu konuşmayı. Lenin yeni ölmüştür…
Diğeri Kremlin Askeri Okulunda Lenin’i anma amacıyla düzenlenen bir toplantıdır.
İlkinde Parti adına Lenin’e söz vermektedir çeşitli başlıklarda. İkincisinde Lenin’in kişisel özelliklerinin bir bölümünü sıralar.
1924’te Partinin ve Devrimin lideri henüz yeni yitirilmişken bu iki mesaj da anlamlıydı. Kişisel özellikleriyle anıtlaşan bir kişi yitirilmişti ve geride kalanlar “onun” yolunu izleyeceklerine, ne pahasına olursa olsun talimatlarına yerine getireceklerine yemin ediyorlardı.
2022’de, yani neredeyse yüz yıl sonra başka bir dönemde başka bir ülkenin ruh hali böyle olamaz. 1924 yılı devrimci dalganın içine yerleşen bir tarihtir. Büyük altüst oluşlar, dalgaların üstünde muazzam gösterileriyle kahramanları görünür hale getirir. Büyük işler yapılacak, dünya yeni baştan kurulacaktır ve insanların birbirlerini övmesinin arkasında o işlerin büyüklüğü, heyecanı hissedilir. Aslında övülen kişi değil kolektif tarihsel eylemdir.
Bolşevik Partiyi ve Ekim Devrimi’ni, sosyalizm yolundaki o yürüyüşü onurlandırmak isteyenlerin öncelikle Lenin’i övmeleri normal tercihtir. Stalin de öyle yapmakta ve “hamurun” özgünlüğünü Lenin’e değil kolektife atfetmektedir. Lenin, olsa olsa en iyi örnektir. Elbette insanların davranışlarının toplumsal ve tarihsel koşullar tarafından koşullandığını ilke edinen Marksistlerin övgüsü böyle olmalıdır.
Bugünse dünyayı yakasından tutup sarsmakta olan bir kolektif eylemden söz edemiyoruz. Olsa olsa yaklaşan adımlarını duyuyor ve hazırlanıyor olabiliriz. Bu koşullarda ne kitleler, ne kadrolar, ne de onları temsilen liderler henüz övülmeyi hak etmenin uzağında.
Stalin’in askeri öğrencilere seslenişi, yine bol övgü içermektedir. Ancak daha kişisel anekdotlarla süslenmiş, daha özgür, daha rahat, daha az resmi bir tını vererek. Böyle olunca hiç de devrimci bir dalganın içinde yaşamayan bizlere daha tutulası bir el uzatmış olmaktadır. Peş peşe üç alıntıyla Stalin’e kulak verelim:
Bir: Bir yoldaş “devrimi, diyor, işlerin normal gidişatı takip etmelidir.” Yani devrimle olağanın dışına çıkan hayat yeniden normalize olmalıdır… Stalin, Lenin’in alaycı yanıtını naklediyor: “Ne yazık ki, devrimci olmaya çalışan insanlar, tarihte işlerin en olağan gidişatının devrimci gidişat olduğunu unutuyorlar.”
İki: Parti çevrelerinde denirmiş ki, “Lenin devrimin gelgitlerinin üstünde sudaki balık gibi yüzer.”
Üç: Ekim Devrimi’nden sonra Bolşeviklerin bir derdi de Ordu’nun yöneticilerini, genelkurmayı yani, ateşkese ikna etmektir. Eski düzenden devrolmuş yapı ve kumandanlar buna yanaşmaz. Lenin, Stalin ve Krilenko genelkurmaydan elleri boş çıktıklarında, Lenin’in yüzü aydınlanır: Telsiz istasyonuna gidip özel bir emir yayınlayacağız der. Genelkurmay başkanını görevden alıp yerine Krilenko’yu atayacağız. Askerleri de subaylara karşı harekete geçmeye çağıracağız… Bolşevikler Rus Ordusunun askerlerini Avusturya-Alman ordusuyla göğüs göğüse oldukları cephede barışı kurmaya, karşı tarafla el sıkışmaya çağırırlar! Stalin bu adımı “karanlığın içine atlamak” deyimiyle betimliyor askeri öğrencilere ve ne kadar doğru olduğuna işaret ediyor!
Lenin tarihin normalinin devrim olduğunu veya normal ilerlemenin devrimlerle sağlandığını düşünüyordu. Devrim gelgitler demekti ve Lenin siyasetini, örgütünü, teorisini gelgit serasında yeşertiyordu. Normal teori, normal siyaset, normal örgüt devrimci olacaktı. Devrim istisna değildi. Başkası için belirsizliğe gömülmek, maceracılık olabilirdi, generallerin istemediği barışı erlere icra ettirmek. Varsın olsun!
Lenin, kendi kullandığı terimle normal dışı mıydı? Normal toplumsal ve tarihsel olarak şekillenmiş “normlara uyumlu” demek olduğuna göre, insanlığın büyük, çok büyük çoğunluğuna aykırı konumlanmak patolojik bir durum olmaz mı? Maceracılık kokan açılımlar ve atılımlardan ders mi çıkartmak doğru olur, yoksa gerçekçiliğe, mümkün görünene dönmek mi? Risk alarak mı ilerler tarih, yoksa sırtını sağlam kayaya dayayarak mı?
Sağlam kayaların çağında, yavaş hareket eden bir zaman diliminde yaşıyoruz ve bu “normal”e meydan okumak için Lenin’i hatırlamak durumundayız.
Lenin olmayanı oldurmayı aramıştı. Bize öğrettiği, kendisinin ne kadar becerikli, ne büyük deha olduğu, bunlara yakın bir anlamla çok cesur veya maceracı olduğu değildir. Tabii ki dehaydı, ama asıl önemlisi; Lenin’in bütün yaşamı, toplumsal koşulların, maddi yapının “olmayanı olduracak” bir zemin içerdiğini anlatır. Öyle ki devrimci, teorisiyle, pratiğiyle, sezgileriyle bu zemini güçlendirmek için yaşar. Maddi koşulların sıradanlık ürettiğini zannedenler çok yanılır. Devrim normların altüst olmasıdır. Ama “olmayacak bir şey” olan bu anormal şey, yani Devrim kaçınılmazdır.
Lenin Marx’ın iddiasının, maddi koşulların devrimin yolunu döşediği tezinin iyi bir öğrencisi; hayır, en iyi öğrencisiydi.
Aradığını buldu. Bugün sağlamcılara hiç hitap etmiyor, ama onların “olacak şey değil” dediğini, devrimi arayanlara yol göstermeye devam ediyor. Lenin bizim en iyi öğretmenimizdir. Dünyanın neresinde erlere ateşkes örgütlettirmek gerekse bakacağız ki yanı başımızda…
AYDEMİR GÜLER / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder