8 Mart 2022 Salı

8 Mart'ın gerçek tarihi - EREN KARACA / SOL Arşiv

 'Kadınlar Günü ya da Emekçi Kadınlar Günü, uluslararası bir dayanışma günüdür; proleter kadınların gücünü ve örgütlülüğünü yeniden değerlendirme günüdür.'

“8 Mart’ın tarihçesi” üzerine yazılacak bir yazının, öncelikle şimdiye kadar anlatılan bir miti düzeltmekle başlaması gerekiyor. “Mit” olduğu kanıtlanan hikâyeyi ve gerçek olmadığına dair verileri birazdan açacağız. Ancak hikâyenin gerçek olmadığını yazmakla kalmanın aslında bugüne anlamlı bir katkısı olmayabilir. Çünkü masaya yatıracağımız anlatı, gerçek olamayacak ya da gerçek olsa sahiplenmeyeceğimiz bir hikaye değil. Esas olarak sorgulanması gereken, 8 Mart’ı uluslararası bir emekçi kadınlar günü yapacak olan zeminin, bu zamana kadar neden gerçek olmayan bir hikâyeye dayandırıldığı olmalı. Gerçek 8 Mart tarihi ise, bugünkü düzenin artık 8 Mart’ları en kısa ve ironik anlatımla “kadınlar çiçektir” günü olarak yansıtabilme cüretinin altını tamamen boşaltacak kadar güçlü.

1857 MİTİ

Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün neden ve nasıl 8 Mart’a tarihlendiği konusunda yazılıp çizilen Türkçe ve yabancı metinlerin birçoğu hala bir mite dayanıyor. Hepimizin karşısına bir yerlerde mutlaka çıkmış olan anlatı şöyle: 8 Mart 1857 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin New York kentindeki bir tekstil fabrikasında direnişe başlayan çoğu kadın (ya da bazı kaynaklarda hepsi kadın) 40 bin işçi, polisin saldırısı sonucu fabrikada kilitli kalıyor. O sırada fabrikada çıkan bir yangında dışarı çıkamayan 120 işçi (bazı kaynaklarda 129 işçi) o gün can veriyor. Yazıların birçoğu, bu işçileri polisin dışarı çıkarmadığını da yazıyor. Hatta bazı hikayeler, yanan fabrikanın yakınlarında mimoza ağaçları çok olduğu için, mimozaların 8 Mart’ın simgesi olduğunu iddia ediyor. (Fusillo, 2017)

1857 hikayesinin daha erken tarihli versiyonlarının bazılarında bir yangından da bahsedilmiyor. Yangının ve ölümlerin eklenmediği hikayeler 1857 yılında tekstil işçisi kadınlara dair bir direniş öyküsü anlatıyor. Bazı kaynaklar 8 Mart tarihini, New York'ta gerçekleşen tekstil işçilerinin sendika gösterisinin polis şiddeti ile karşılaşmasına ya da New York, Chicago, Boston'da meydana gelen grev veya kazalara dayandırıyor. 

Her yıl tekrar tekrar önümüze çıkan bu 1857 hikayelerinin bir mit olduğunu, yazılan olayların herhangi bir versiyonunun aslında hiçbir tarihi belgede bulunmamasından anlıyoruz. İki Fransız yazarın 1982’de yayımladıkları kısa bir yazı, hikâyenin birdenbire nereden çıktığına dair belgeleri önümüze sunuyor. Kandel ve Picq’in (1982) makalesine göre, bu mitin farklı ve giderek çeşitlenen versiyonlarının öncüsü olacak hikâye, ilk kez 1955 yılında Fransız L’Humanite gazetesinde görülüyor.

Liliane Kandel and Françoise Picq’in “Uluslararası Kadınlar Günü’nün kökenine dair mitler” başlıklı yazıları, Fransız dergi La Revue d'en face’ta yayımlanmış. Yazarların aktardığına göre, 1857 efsanesinin ilk kez 5 Mart 1955 tarihli L’Humanite gazetesinde yayımlanan şekli şöyle:

“(Uluslararası Kadınlar Günü) New Yorklu tekstil işçilerinin 1857’nin 8 Mart’ında, kötü çalışma koşullarının ve 10 saatlik iş gününün kalkması ve kadınlar için eşit işin kabul edilmesi için yaptıkları eylemin devamıdır. Bu eylem büyük ses getirmiş ve New Yorklu kadınlar tarafından 1909’da yeniden başlatılmıştır. 1910’da [...] C.Zetkin, 8 Mart’ın uluslararası Kadınlar Günü olarak belirlenmesini önermiştir.”

Bundan yalnızca birkaç gün sonra, 13 Mart 1955’te çıkan bir yazıda ise hikâye, efsaneleşmeye uygun bir dille aktarılmış: “1857 yılında New York’ta tekstil işçileri vardı. Berbat koşullar altında, günde 10 saat, açlık sınırındaki ücretlere çalışıyorlardı. Öfkelerinden, yoksulluklarından bir direniş doğdu.” 

Aynı gazetenin daha sonraki 8 Mart yazılarında ise New Yorklu kadın tekstil işçilerinin 1857’deki hikayesinin dallanıp budaklandığı görülüyor. Fransa’daki kadın hareketlerinin önemli dergileri hikayeyi sahiplenmekle kalmayıp, her geçen yıl hikayeye mutlaka birkaç detay daha ekleyerek trajik bir mit yaratıyorlar. Kandel ve Picq’in kendi anlatımlarıyla, “hiç kimse hikâyenin doğruluğundan kuşku duymuyor, herkes hikayeyi biraz daha ayrıntılandırmak, daha iyi anlatmak ve açıklamakla uğraşıyordu.”

Buraya elzem bir not düşelim. Böylesi bir hikâye, doğruluğundan kuşku duymamızı gerektiren öğeler mi barındırıyor? Hayır. Hikâyenin zamanı tam da, Marx’ın deyimiyle, sermayenin “her gözenekten kir ve kan damlatarak” büyüdüğü zamanlar. Örneğin, 1911’de New York’ta 123’ü kadın 146 tekstil işçisi, çalıştıkları fabrikanın yanması sonucu can vermişti. New York tarihinin bu en kanlı iş cinayeti, kentin göbeğinde Manhattan’daki Triangle Gömlek Fabrikası’nda meydana gelmiş, çoğunluğu 14-23 yaş aralığında olan 123 kadın işçinin sonu olmuştu. 1857 efsanesinin muhtemel ilham kaynağı gibi görünen 1911’deki fabrika yangınının, kârdan başka bir şey düşünmeyen sermayenin ne ilk ne de son katliamı olduğunu herkes biliyor.

Bu gerçeklerden yola çıkarsak, 1950’lerin ortasında hiç de efsane gibi duyulmayan bir olayın gerçekliğinin sorgulanmaması pek de şaşırtıcı gelmeyebilir. Hikayeyi ilk çıkaranların niyetlerinin sorgulanabilirliği baki kalsa da, daha sonra bu kadar sahiplenilişi, işçi sınıfı tarihi bu “kir ve kan damlayan” trajedilerle doluyken, kötü niyetli olmaya çalışmazsak, bir ölçüde anlaşılır olabilir. Ancak, hikâyenin herhangi bir kaynağa dayanmadan giderek genişlemesi ve 50 yılı aşkın bir süredir 8 Mart tarihi anlatılarının en başına oturmasıyla gerçek tarihi arka planda bırakması, artık düzenin kötü niyetini ifşa edecek düzeyde.

Dolayısıyla bugün, 1857’nin bir mit olduğunu söylediğimiz anda bizi esas ilgilendiren şey, bu mitin neden hâlâ tekrar ediyor oluşudur. Mitin doğduğu dönemde hangi niyetlerle ortaya atıldığını incelemek daha geniş bir araştırma yapmayı gerektirebilir dedik, ancak bu inceleme ne olursa olsun bugün soracağımız soruyu değiştirmiyor. Bu hikâyenin hala gerçek tarihsel referanslardan daha fazla sahipleniliyor olması kabul edilemez bir hal almış durumda.

Miti ortaya çıkaran yazılarında iki Fransız yazar, aynı meseleye dair haklı bir soru soruyorlar: “1955 yılında, Uluslararası Kadınlar Günü’nü Sovyet tarihinden ayırarak Bolşevizmden daha eski ve daha uluslararası bir köken, bir kongre kararından veya partili kadınların inisiyatifinden daha spontan bir geçmiş tarif etmek daha yararlı mı görünüyordu?”

1857 olayının hemen arkasına verilen diğer referanslar gerçeklerden, yani 8 Mart gününe 1900’lerin başında sosyalist ve komünist hareketlerin vurduğu damgadan söz eder. Son zamanlarda bile, göründüğü kadarıyla “isteğe göre” kaynak gösterilen Avrupa sosyalistlerinin 1910 kararı ve Rusya’da 1917’de Şubat Devrimi’ne giden yolu hızlandıran 8 Mart eylemi, iki dünya savaşı arasında Batı dünyasının pek hatırına bile gelmemiş.

Bugün 1857 efsanesinin bu denli “kolay” sahiplenilmesi dikkat çekici. Kandel ve Picq’in bundan neredeyse 40 yıl önce öne sürdüğü gibi, 8 Mart’ı Sovyet tarihinden ayırma ve örgütlü bir kararın sonucu olarak göstermeme çabası yadsınamayacak kadar aşikâr. Böyle bir kolaycılığın, rahatlığın, bilinçli veya bilinçsiz her türlü çarpıtmanın artık yalnızca düzenin işine yaradığını çekincesiz söyleyebiliriz.

O halde, 8 Mart’ı artık yalnızca gerçek tarihi ile sahiplenmek ve kadın mücadelesini bu tarihin mirasıyla ilerletmemiz gerekiyor. Kapitalist düzenin tüm barbarlığına rağmen düzen değişikliği için uluslararası alanda mücadele eden sosyalistlerin bize bıraktığı miras, 8 Mart’ı bir efsaneye değil gerçek bir iradeye dayandırmanın gerekliliğini gösteriyor. 

SOSYALİST KADINLAR HAREKETİ

Birçok kaynak ilk kadınlar gününün, 1909 Şubat’ının son Pazar günü Amerika Birleşik Devletleri’nde kutlandığını söylüyor. Çok kısa süre sonra uluslararası bir güne dönüşecek olan kadınlar günü ilk kez ulusal ölçekte kutlanıyor. 1908'de ABD sosyalistlerinin partisi içerisinde yeni kurulan Ulusal Kadın Komitesi, her yılın bir gününü kadınların oy hakkı mücadelesi için bir kampanya günü olarak belirlemeye çağırıyor. Bu çağrının ardından, ertesi yıl Amerika Sosyalist Partisi'nin düzenlediği "Ulusal Kadın Günü" ile, kadın hakları mücadelesini simgeleyen bir günün resmi adımı atıldı.

Efsaneyi devam ettirmek isteyen, ancak 8 Mart’ı sosyalist hareketin görünür iradesinin dışına da çıkaramayan birçok hikaye, Amerika’daki bu 1909 Şubat gününün, 1857’de ölenleri anmak üzere yapıldığını öne sürüyor. Hatta bir kısmı, sosyalist partinin belirlediği bugünü 8 Mart’a tarihlemekte bir sakınca görmemiş gibi. Ancak sosyalist partinin de kaynakları arasında böyle bir tarih yok; Amerikalı sosyalistler kadınlar gününü Şubat ayının son Pazar gününe tarihlemiş.

1900’lerin başında en yakıcı gündemleri oy hakkı olan kadın hareketlerine omuz veren Amerika Sosyalist Partisi, kendi gazetesinde Kadınlar Günü’ne yapılan çağrının o zamanki anlamını şöyle ifade etmiş:

“Sosyalist Parti, işçi sınıfı için siyasi güç elde etmek amacıyla örgütlenmiştir ve şu anda bu sonucu elde etmeye çalıştığımız yöntem oy pusulasındadır. 

Biz kadınlara oy pusulası verilmemektedir. O halde, kadınlar olarak biz, ekonomik güvence ve özgürlük elde etme çabalarımızda daha sağlam ilerleyebilmek için oy pusulası istiyoruz.” (Beaton, 1986)

Bu tarihe gelene kadar, dünyada kadın hakları mücadelesinin elbette sürekli büyüyen ve gelişen bir birikimi mevcut. Amerikalı sosyalistlerin oy hakkı mücadelesini yükselttikleri tarihlerde, Avrupa’daki işçi kadınların mücadelesi tarihte büyük izler bıraktı. 8 Mart’ın tarihinin, kadınların sosyalist mücadelesinin tarihinin ta kendisi olduğunu söylemek en doğru tanım olur. ABD’li sosyalistlerin ulusal kadınlar günü çağrısı, uluslararası bir çağrıya Avrupa sosyalistlerinin mücadelesi ile dönüştü. İkinci uluslararası konferansta adı konulacak olan dünya kadınlar gününe giden süreç, Avrupa sosyalist kadınlarının inisiyatifi ile toplanan 1907 konferansında zeminini buldu.

1907’de Stuttgart’ta toplanan Birinci Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı, Alman sosyalistlerinin inisiyatifinde bir araya gelmişti. Rus Komünist Aleksandra Kollontay’ın birinci konferansa dair aktardıklarına göre, o yıllarda İngiltere en fazla örgütlü kadın işçiye sahip olan ülkeydi. 150 bin işçi sendika üyesi olarak, 30 bin işçi ise işçi partilerinde siyasi olarak örgütlüydü ve kadın işçiler de Sosyal-Demokratik Federasyonun üyesiydi. Avusturya'da sendikaya örgütlü 42 bin kadın vardı. Almanya'da sendika üyesi olan kadınların sayısı ise 120 bindi. Tüm polis baskısına rağmen, 10 bin 500 kadın işçi Sosyal Demokrat Parti'ye katılmıştı ve kadın işçilerin dergisi olan Die Gleichheit (Eşitlik) 70 bin kadar kopya dağıtıyordu. Finlandiya'da Sosyal-Demokrat hareket içerisinde 18 bin 600 kadın vardı. Belçika'da 14 bin, Macaristan'da 15 bin kadın işçi sendika üyesiydi. (Kollontay, 1984) 

ABD’de ise bu yıllara kadar, kadınların oy hakkı talebiyle kitlesel grevler ve gösteriler düzenlendi. ABD sosyalistleri, oy hakkı mücadelesi ile birlikte kadın yurttaşları sosyalizm mücadelesine de örgütlemek için uğraşıyorlardı. Stuttgart’ta düzenlenen ilk Sosyalist Kadınlar Konferansı’na gönderilen raporlardan biri, Chicago’daki Socialist Women (Sosyalist Kadınlar) dergisi editörü Josephine Conger-Kaneko tarafından gönderilmişti. Avrupa’nın işçi kadın hareketini selamlayan rapor, sosyalist kadın hareketlerinin ABD’deki durumu ve uluslararası dayanışmayı gösterir nitelikteydi.

“Birleşik Devletler'de henüz, Almanya ve diğer ülkelerdeki kadın yoldaşların ulaştığı kadar ne kendi bilincimize ne de faaliyetlerimizin gerekliliğine ulaşabildik. Fakat bu ülkedeki kadınlarımız huzursuzlanmaya başlıyor ve çok yakında sosyalist hareketimizde kendilerini hissettireceklerinden eminiz.” (Birinci Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı Raporları, 1907)

Aradan üç yıl geçtikten sonra, yani 1910 yılında ise büyüyen işçi sınıfı hareketinin bir sonucu ve gerekliliği olarak İkinci Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı bu kez Kopenhag’da, İkinci Enternasyonel’in Sekizinci Uluslararası Kongresi’nden bir ay önce toplandı. Bu ikinci konferansa Rusya delegesi olarak katılan Kollontay’ın Kopenhag konferansına dair verdiği bilgiler, sosyalist kadın hareketinin epey hızlı güçlendiğini gösteriyor. Stuttgart’ta delege sayısı 52 olan konferans, 3 yıl sonra 17 ülkeden toplan 100 delegeyle toplanıyor. Kollontay, Kopenhag sonrası şunları kaydediyor:

“Üç yıl geçti. Bu kısa zaman içerisinde kadınların proleter hareketi, yalnızca sayıları arttırmayı değil, sınıf mücadelesi sürecinde yadsınamayacak olan bir toplumsal güç olmayı da başardı. Kadın işçilerin örgütlenmesi konusunda Almanya dikkat çekici bir hızla ilerledi: 1907’deki Stuttgart konferansında sunulan verilere göre Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) yalnızca 10 bin kadar kadın üyeye sahipti. 1910 itibariyle 82 binden fazla üyesi var ve kadın işçilerin sosyalist gazetesi Die Gleichheit 80 bin basıyor. Benzer büyüklükte adımlar Avusturya’nın emekçi kadınlarının örgütlenmesi konusunda da atıldı: 1909’da 7 bin kadın üyesi olan partinin 1910’da 14 bin üyesi oldu. Sendika hareketi içerisinde 44 bin kadın üye var ve işçi kadınların gazetesi 20 bin basıyor. Nüfusu daha az olan Finlandiya da geride kalmadı. Burada kadınlar, 16 binden fazla bir sayıyla birlikte işçi partisi üyeliklerinin yüzde 31’ini oluşturuyor. İngiltere 200 binden fazla kadın sendika üyesi ile gurur duyabilir. Her yerde, Danimarka’da, İsveç’te, Norveç’te, İsviçre’de, Hollanda’da, İtalya’da, Birleşik Devletler’de, işçi sınıfı kadınları uyanıyor, kadınların sosyalist hareketini kurmaya başlıyor ve Alman sosyalist kadınlarının büyük çabalar ile belirledikleri yolda ilerliyorlar.” (Kollontay, 1982)

ULUSLARARASI KADINLAR GÜNÜ ÖNERİSİ VE 8 MART

Amerikan sosyalistlerinin kadınlar günü çağrısının uluslararası alanda ilk kez yankılanmasını bu konferansta görüyoruz. 1910 Konferansı’nda Alman sosyalist Luise Zietz uluslararası bir kadın günü çağrısını konferansta dillendirdi. SPD’nin kadın öncülerinden olan Zietz’in kadın günü önerisi, konferansın başkanlığını yapan Clara Zetkin’in de desteğiyle kabul edildi. Konferansta alınan bu kararda henüz bir tarih belirlenmediğini not etmemiz gerekiyor. Ancak, bu tarihten itibaren sosyalist kadın hareketini birleştirecek, güçlendirecek ve kadın hakları mücadelesini ileriye taşıyacak, uluslararası bir kadınlar gününün belirlenmesi sosyalistlerin ortak kararıyla kayıt altına alınıyor. Bu karar, ayrıca “kadınlar için oy hakkı sosyalizm mücadelesinde gücümüzü birleştirecek” sloganıyla birlikte uluslararası mücadeleye giriyor. (soL, 2019)

Konferanstan birkaç gün sonra, konferansta alınan karar enternasyonel sosyalizmin yayın organı olarak tanıdığı Die Gleichheit’a şu satırlarla aktarılıyor:

"Tüm ülkelerin Sosyalist kadınları, kendi ülkelerinin proletaryasının sınıf bilincine sahip olan siyasi ve sendika örgütleriyle uyum içerisinde, nihai hedefi kadınların oy hakkını elde etmesi olan bir kadınlar gününü her yıl düzenlemeye karar vermiştir. Sosyalist ilkelere göre bu talep, kadın sorununun bütünü ile birlikte ele alınmalıdır. Kadınlar Günü uluslararası bir karaktere sahip olmalı ve dikkatli bir şekilde örgütlenmelidir. (Ingeborg, 1983)

1910 Konferansı’ndan bir sene sonra, Paris Komünü’nün kırkıncı yıldönümüne denk gelen 19 Mart gününde, uluslararası Kadınlar Günü ilk kez kutlandı. Almanya ve Avusturya’da kadınlar, 1848 devriminde Prusya kralının silahlanmış halkın gücünü ilk kez tanıdığı günün anısına 19 Mart’ı seçtiler. “Almanya ve Avusturya köpürüp coşan bir kadınlar denizi oldu. Her yerde toplantılar organize edilmişti, küçük kasabalarda ve hatta köylerde bile kadınlar salonları o kadar çok doldurmuşlardı ki erkek işçilerden yerlerini kadınlara vermeleri istendi.” (soL, 2019)

Avrupa’nın kadınlar günü gündemi, 1910 Konferansı kararlarıyla da uyumlu bir şekilde kadın hakları ve oy hakkı oldu. Henüz 8 Mart’a tarihlenmemiş olan bugünü, Amerikalı sosyalistler Şubat’ın son pazar günü kutlamaya devam ettiler. Boston’daki sosyalist kadınlar, oy hakkı aktivistlerine, yani süfrajetlere kadınlar gününde birlikte sokağa çıkmayı öneriyorlar. 23 Şubat hakkında yazan süfrajetlerin resmi yayını, o gün süfrajetlerden çok sosyalistlerin bu hak arayışı için harekete geçmek konusunda daha azimli olduklarını yazıyordu. Aynı yıl Viyana’da yine 18 Mart’ta sokağa çıkan kadınlar, Paris Komünü’nde yaşamını yitirenleri anarak, kızıl bayraklarla uluslararası kadınlar günü gösterilerini gerçekleştirdiler. (Kaplan, 1985)

Kollontay’ın 1913’te Pravda’da yazdığı yazı, sosyalistlerin kadın haklarına dair yürüttükleri mücadelenin ve bu mücadele için belirlenen kadınlar gününün önemini bir kez daha hatırlatıyor: “İşçi sınıfı kadınları arasındaki her özel, farklı çalışma biçimi, kadın işçilerin bilincini uyandırmanın ve onları daha iyi bir gelecek için mücadele edenlerin saflarına çekmenin bir yoludur ... Kadınlar Günü ve kadın işçilerin özbilincini uyandırmak üzere yavaş, titiz çalışmalar, işçi sınıfının bölünmesine değil birleşmesine hizmet etmektedir.” (Kollontay, 1984)

Dünya Savaşı’nın yıkıcı bilançosu ile birlikte artık kadınların en yakıcı sorunları, geçim derdi, kocalarını ve çocuklarını savaşta kaybetme ve dolayısıyla barış çağrılarını duyurabilme oluyor. Kadınların savaş karşıtı mücadeleleri ve sosyalistlerin uluslararası kadınlar günü kutlamalarındaki ısrarcılığı dikkat çekici. 1915’te Clara Zetkin’in önderliğinde Bern’de toplanan sosyalist kadınlar, artık savaş karşıtlığının suç sayıldığı zamanda bile, barış için yürüyorlardı. Savaşın başlamasından sonra ilk konferans olan bu toplantıda, Avrupa sosyal demokrasisinin savaş sırasında kapıldığı sosyal-şovenizme karşı azınlıkta olsalar da, Rus Bolşevik kadınları “proletaryanın uluslararası dayanışmasına ihanet edenlerin mahkum edilmesini ve emperyalist savaşa karşı yanlış anlaşılmaya yer bırakmayan” yanıtları cesurca ortaya koymaya devam ediyorlardı. (Kollontay, 2000:173)

KOMÜNİST BAYRAMI 8 MART

Rusya’da Uluslararası Kadınlar Günü, kadın işçilerin mücadelesinin militan bir yansıması olarak devam etti. Toplantılar, mitingler ve yürüyüşler, çoğu zaman polisle karşı karşıya gelinmesine rağmen ısrarlı bir şekilde sürdü. Kollontay’ın net bir şekilde özetlediği haliyle, “kar hırsına kapılmış girişimcilerin kadın yurtseverliğine methiyeler düzdüğü, kadınları fabrikalarına davet ettiği ve gelecekteki karlarından ötürü duydukları sevinçle ellerini ovuşturdukları sırada, işçi kadınlar, aktif bir şekilde grev mücadelelerine katıldılar. Savaş, kadınlara yeni tasalar getiriyordu, ‘kadın karışıklıklarının’ nedeni de budur.” (age:173) 

Amerikalı sosyalistlerin Şubat sonu geleneğinin devam ettirildiği Rusya’da, Şubat Devrimi arifesinde, eski Rus takvimine göre 23 Şubat, Miladi takvime göre ise 8 Mart günü, o zamana kadarki en unutulmaz Kadınlar Günü gerçekleştirildi. (Kaplan, 1985) Petrograd’da, kadınların fabrikalardan ve ekmek kuyruklarından çıkıp sokaklarda ekmek ve barış talebiyle kitlelere dönüştüğü bir kadınlar günü yaşandı. Gıda fiyatlarının, özellikle un ve ekmek fiyatlarının giderek arttığı, halkın artık ne yiyeceğe ne de temel hijyen malzemelerine para bulabildiği bir zamanda Rusya’da kadınlar yaşam ve çalışma koşullarının ağırlığına karşı sokaklarda başı çektiler. “Ve Uluslararası Kadınlar Günü olan 23’ünde, uzun ekmek kuyruklarında bekleyen ev kadınlarının arasında patlak veren huzursuzluk, birden monarşinin kaldırılması ve savaşın sonlanmasını isteyen bir sokak gösterisine dönüştü.” (Rabinowitch, 2012:26)

1917 yılı, başından itibaren, halkın huzursuzluğunun ve işçi grevlerinin en yoğun yaşandığı zaman oldu. Ocak ayında Moskovalı işçilerin üçte biri grevdeydi; Petrograd’da en büyük fabrikaların işçileri de grevlere katıldı. Rusya’da işçiler, Çar’a, savaş koşullarına ve bulamadıkları ekmeğe karşı kararlı bir mücadele içerisindeydi. Petrograd’ın askeri birlikleri, Çar’ın emrine rağmen halka ateş açmayı reddedip göstericilerin saflarına katıldılar. (Foster, 2011) 23 Şubat’tan yalnızca 4 gün sonra ise, Şubat devrimi gerçekleşmiş, Çar tahttan çekilmişti.

1917 Rusya’sındaki bu gelişmelerin ardından ertesi yıl Avrupa ülkelerinde de devam edecek olan Uluslararası Kadınlar Günü’nün tarihi belirlenmiş oldu. Rusya’nın Ekim Devrimi ile attığı tarihi adımdan sonra 8 Mart, Sovyetler Birliği’nde bir komünist bayramı olarak tarihe yazıldı. (Kaplan, 1985)

Türkiye’de kutlanan ilk 8 Mart’ın örgütçüleri ise, Büyük Rus Devrimi’ne giden yolun içerisinde rotasını çizen Türkiye’nin ilk komünist kadınları oldu. 1920’de komünist partinin kurucuları arasındaki Cemile Neşirvanova anılarında, dönemin güçlenmeye başlayan milli burjuvasının, savaşta eşini, oğlunu, babasını yitirmiş kadınların üzerine nasıl “kabus gibi çökmekte” ve “bir lokma ekmek için onları amansızca sömürmekte” olduğunu anlatır. O zor koşullar altında bile, askerî çamaşırların yıkanması ve hastane işlerinden para kazanan tüccarların, tüm angarya işleri ücret bile ödemeden kadınlara yaptırmalarının karşısında mücadeleye başlamışlardı. Komünist Enternasyonel’in Kadınlar seksiyonundan gelen bilgi üzerine 1922 yılında Ankara’da toplanan komünist kadınlar, “burjuva toplumunda çiğnenen kadın haklarını elde etmek” şiarı altında 8 Mart’ı kutladılar. (Akbulut, 2006:104)

Komünist ülkeler ve komünist hareketler tarafından işte bu kısaca anlatmaya çalıştığımız tarihiyle sahiplenilen 8 Mart, bugün düzenin en düzenbaz araçlarıyla unutturulmaya çalışılıyor. Ancak bu unutturulma çabasının bir hayli eskiye dayanıyor gibi görünmesi gerçekleri değiştiremez. 8 Mart, sosyalizm için mücadele edenlerin, sosyalizmin sağladığı eşitlik ve özgürlük koşullarını yaratanların mirasıdır. 

Bugün dünyanın emekçi kadınlarının sömürüye ve eşitsizliğe karşı örgütlenerek yeni bir dünya hayal edebilmesi için herhangi bir efsaneye ihtiyaçları yok. Kapitalizmin tarihinde biriktirdiği gerçek trajedilerin ve yeni yazılanların son bulması için, 1900’lerin başlarında tüm bunlara karşı ortaya çıkan sosyalist iradenin bugüne de aktardığı potansiyel güce ihtiyacımız var. Yani emekçi kadınlar, 8 Mart’larda gerçek olmayan trajik bir hikaye için değil, gerçek bir iradeyle, başka bir düzene doğru somut adımlar atanların izinden daha güçlü bir şekilde gideceklerini göstermek ve bu düzeni değiştirmek için seslerini yükseltmeli.

Kollontay’ın öz ve çarpıcı anlatımıyla:

“Kadınlar Günü ya da Emekçi Kadınlar Günü, uluslararası bir dayanışma günüdür; proleter kadınların gücünü ve örgütlülüğünü yeniden değerlendirme günüdür.

Ancak yalnız kadınlara özgü bir gün değildir. 8 Mart, işçiler ve köylüler, tüm Rus işçileri ve tüm dünya işçileri için tarihi ve unutulmaz bir gündür. 1917 yılında bugün, büyük Şubat devrimi gerçekleşti. Bu devrimi başlatan Petrograd'ın işçi kadınlarıydı; Çar ve ortaklarına muhalefet bayrağını kaldırmaya ilk karar verenler onlardı. Bu yüzden emekçi kadınların günü bizim için çifte kutlamadır.” (soL, 2019)

8 Mart 1917 günü Petrograd sokaklarındaki kadınlar


Kaynaklar:

Akbulut, E. (2006). Milli Azadlık Savaşı Anıları, TÜSTAV Yayınları.

Beaton, L. (1986). “International Women’s Day and working class history”, The Workers’ Press.

Foster, W.Z. (2011). Üç Enternasyonelin Tarihi: 1848’den 1955’e dünya sosyalist ve komünist hareketleri, Yazılama Yayınevi.

Fusillo, M. (2017). “International Women’s Day: history, myths and traditions”, termcood.eu.

Kandel, L. ve Picq, F. (1982). “Le mythe des origines à propos de la journée internationale des femmes”, La Revue d’En face, no:12.

Kaplan, T. (1985). “On the socialist origins of International Women’s Day”, Feminist Studies, 11:1, ss.163-171.

Kollontai, A. (1984). Selected Articles and Speeches, Progress Publishers.

Lenin, V. I. (1965). Lenin’s Collected Works, 1st English Edition, Progress Publishers, Moskova.

Ingeborg D. (1983). The German Women's Movement: The Social Role of Women in the 19th Century and the Emancipation Movement in Germany, Hohwatch, s. 36.

Rabinowitch, A. (2012). Devrime Doğru: Petrograd Bolşevikleri ve 1917 Temmuz Ayaklanması, Yordam Kitap.

Reports to the first International Conference of Socialist Women : in Stuttgart on Saturday 17 August 1907 (http://library.fes.de/zweiint/f07.pdf)

soL (2019). “Aleksandra Kollontay: 8 Mart neden ve nasıl örgütlendi?”, https://haber.sol.org.tr/turkiye/ceviri-aleksandra-kollontay-8-mart-nede...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder