'Onlar bunun farkında değil şu an ama ben biliyorum ki kadınlar eline kalemi aldığı vakit sadece kendi hikayelerini, kaderlerini değil bütün emekçilerin kaderini yazabilme potansiyeline sahip.'
Sol kolunu uzatıp, masanın üstündeki alarmı çalan telefonu susturmaya çalıştı Işık, gözü yarı açık bir şekilde. Kendine bir beş dakikacık daha verdi güne başlamak için. Duraksız çalışmak, düşünmek ve şehrin kalabalığına girmek için “koca” bir beş dakika.
İki kapaklı bir dolap, plastik masa ve sandalye, yatak ve bordo renk perdelerden oluşan bu sade öğrenci odasındaki eşyaları ikinci el eşya satan bir dükkandan almıştı. Neredeyse 4 yıldır da onunla birkaç ev gezmişti bu eşyalar. Artık kullanılmaktan takati kalmamış bu dolap, en son buraya taşınırken yaşlılığında biraz olsun yükünü azaltabilmek için olacak herhalde bir kapağını bırakıvermişti yolda. Olsun, yine de işini görüyordu ya Işık’ın…
Beş dakika dolmuş ve hızla yataktan fırlamıştı Işık, 8:00’daki trene yetişebilmek için. Makine mühendisliği son sınıf öğrencisiydi ve dört yıldır tek bir dersi bile kaçırmadan okula devam etmişti. Dün geceden masasının üstüne ayırıp koyduğu demir paraları saydı. Tam 13 lirası vardı. Okula gidip-gelmek ve simit çay tam 13 lira ediyordu. Dikkatlice montunun cebine bozuk paraları yerleştirip, evden çıktı.
Apartmanın merdivenlerinden inerken hayal kurmaya başlamıştı bile. Dört ay sonra mezun olduğunda herhalde hemen işe girerdi. İyi bir not ortalamasıyla mezun olacaktı çünkü üniversiteden. İlk maaşıyla önce kendine yeni, beyaz perdeler alacaktı. Kendininkiler zaten karanlık olan odasını çekilmez bir yere dönüştürüyordu. Sonra da anne ve babasına hediye almayı düşündü. Kim bilir kızları ilk maaşıyla onlara hediye aldığında ne kadar da gururlanırlardı? Ne alsaydı acaba? Aman canım ne isterlerse alırdı Işık. Ne isterlerse alabilecek kadar para kazanırdı elbette. Yani öyle olurdu herhalde.
Trene bindiğinde birden içine bir kurt düştü. Ya iş bulamazsa? Az önceki hayalleri kuran o değilmiş gibi bu seferde aklından bütün kötü senaryoları geçirmeye başladı. İş bulamamak kuvvetli bir ihtimaldi bugünlerde. Çünkü bir yandan ekonomik kriz, komşu ülkeler arasındaki savaşın küresel bir savaşa dönüşme ihtimali, enerji krizleri ülke ekonomisini daha da sarsacak gibi görünüyordu. Böyle bir durumda yurt dışına taşınmak da çare olamazdı: Bir dünya savaşı kapıdaydı. Gözünün önüne bombalanmış binalar, aç insanlar, bozulmuş yollar, yıkılmış köprüler, sessiz şehirler, boş tarlalar ve fabrikalar geldi.
Trenden indiğinde bütün bu ihtimalleri düşünmekten yorulmuş bir şekilde üniversiteye doğru yürümeye başladı. Gün daha yeni başlıyordu. Oysa Işık, o kısa tren yolculuğunda kafasındaki ihtimallerle kendi geleceğine ve dünyanın geleceğine dair çok çetin bir savaşa girmiş ve bu savaştan bütün cephanesini, enerjisini tüketmiş, mevzilerini kaybetmiş olarak çıkmıştı.
O, umutsuzca yürürken bir adam -bir belediye görevlisi olsa gerek- yanına yaklaşıp yarım ağızla “8 Mart Kadınlar Gününüz kutlu olsun” diyerek Işık’ın eline bir kırmızı karanfil tutuşturdu.
Doğru ya bugün 8 Mart’tı.
…
Zeynep, kozmetik ürünler üreten bir fabrikada paketleme bölümünde çalışıyordu. Bu hafta sabah vardiyasına vermişlerdi onu. Kocası da bir metal işçisiydi. Vardiyaları uyuşmadı mı günlerce görüşemezdi bazen karı-koca.
İki kızı vardı Zeynep’in. Büyük olan 17 yaşındaydı ve üniversite sınavına hazırlanıyordu. Küçükse 11’in içindeydi, ortaokula gidiyordu.
İkinci kızı doğduktan sonra masrafların altından kalkamamışlardı ve Zeynep çalışmaya başlamıştı. O zamana kadar çalışmasına izin vermeyen kocası da sus pus olmuştu masrafların altından tek başına kalkamayınca. Hâlâ daha gönlü razı değildi Zeynep’in çalışmasına, evinden uzakta olmasına. Hasta annesine gündüzleri bakacak biri yoktu. Hem bazen Zeynep yorgun geldiğinde işten, doğru düzgün yemek de koymuyordu evdekilerin önüne. Ama tek başına da altından kalkamazdı ya kira, faturalar ve taksitlerin. Ama sendika bastırıyormuş bu sene yüzde elliden fazla zam alacaklarmış. Öyle duymuştu, bekleyip göreceklerdi. Bu sene umutluydu.
“Bir gün de şaşırsa ya şu alarm, çalmayı unutsa Allah’ın belası” diye söylenerek kalktı yataktan Zeynep. Gece geç uyumasına sebep olan kocasına baktı, derin bir uyku içindeydi o. Dün gece kocası vardiyadan gelince, usulca yatakta karısına yanaşmış ve uykusunun en tatlı yerinde buz gibi elleriyle Zeynep’e dokunarak uyandırmıştı onu. Ertesi gün Zeynep’in erken kalkıp işe gidecek olmasını umursamazdı. Bunu da bilirdi Zeynep. İstemese bile hayır demenin kocasını durdurmayacağını bildiği için hiç ses etmezdi. Kocasının çabucak işini bitirmesini beklemiş ve kaldığı yerden uykuya devam etmişti o çirkin sesli alarm çalana dek.
Kalkıp çocuklara ve onlarla aynı odada yatan kayınvalidesine çabucak bir kahvaltı hazırladı. Çayın suyunun kaynamasını beklerken de elini yüzünü yıkamaya gitti istemeye istemeye. Hiç sevmezdi kış günleri o buzhane gibi olan banyoda elini yüzü yıkamayı. Kim severdi ki zaten? Tek hayali, sabahları da akşamları da sıcacık olan bir banyoydu. Öyle sıcak olsundu ki sabahları klozette otururken bacakları titremesindi, acele etmeden uzun uzun yüzünü yıkayabilsindi. Yüzüne bir iki su çarpıp, tuvalete bile girmeden hızlıca çıktı banyodan.
Evden çıkmadan çocukları okul için kaldırdı. Çayı demeyip, altını kapattı.
Kapıyı örtüp, servisin onu alacağı durağa doğru yollandı.
Servisin içi sıcacıktı. Kendi evi soğuk olduğu için nasıl zor uyuyorsa, aksine burada içerisinin sıcaklığından hemen uyuyuveriyordu. Bir saate yakın yolu vardı servisin. Gözünü yumdu.
Çok sigara içmezdi Zeynep ama öğlen yemeğinden sonra bir tane sarardı muhakkak. Sigarasıyla çayını yudumlarken telefonu çaldı. Mesaj gelmişti büyük kızın gittiği üniversite hazırlık kursundan. Mesajda en kısa sürede vadesi geçmiş taksitlerin ödenmesi “rica” ediliyordu. Yemekten sonra sigara içilen, diğer işçi kadınlarla dedikodu yapılan, Zeynep’in de günün en sevdiği zaman dilimi olan bu an, bir anda zehir olmuştu. Geçen akşam kocasıyla hesap yaparken kızın kurs taksitini unutmuşlardı. Şimdi kimden borç bulsunlardı da taksiti ödesinlerdi? Bir yolunu bulmalıydılar muhakkak.
Öğlen tatilinden sonra işinin başına döndüğünde Zeynep, bir yandan makine gibi çalışarak bir yandan da “ne yapacağız şimdi” diye düşünerek akşamı etti. Vücudunun her yerini sıkmıştı çalışırken. Özellikle dişlerini sıkmıştı. Şimdi başı ağrıyordu bundan dolayı bir de. Zaten yorgun başlanılan gün sonunda Zeynep’i şuracıkta gebertseler gıkı çıkmazdı. “Oh, kurtuldum” derdi yaşamak çilesini daha fazla çekmeyeceği için.
Çıkışta bir ufak paket tutuşturdular fabrikada kadınların. Paketleri dağıtmadan önce bir iki kısa laf ettiler. Gününüz kutlu olsun falan diyorlardı. Pek de anlamadı zaten Zeynep arka sıralarda olduğu için. “Herhâlde kabotaj bayramı” falan diye düşündü.
Servis hareket ettikten ancak sonra elindeki paketi açmayı akıl etti Zeynep. İçinden bir ruj ve göz kalemi çıktı. Kendi ürettiklerini hediye diye kendilerine vermişlerdi. Paketin üstünde de minnacık yazılmış bir yazıyı okudu: Kadınlar Gününüzü kutlarız.
Doğru ya bugün 8 Mart’tı!
…
Yine doğru düzgün sürememişti göz kalemini Serpil. Oldum olası beceremezdi ya bu işi; o gün de sağ göz kapağındaki çizgi soldakinden kalın olmuştu. Silip, çizgileri eşitlemeyi düşündü ancak trene gecikmek üzereydi.
Evin antresindeki dar boy aynasında kendine son kez baktı. Diz kapağının hemen altında lacivert renk bir kalem etek, üstüne de ekru renkte şifon gömlek giymişti. Kapının hemen yanındaki dolapta asılı siyah paltosunu üstüne geçirip, saçını düzeltti tekrar. Sonra koşarak yatak odasına geri gitti: parfümünü sıkmayı unutmuştu. Bitmesin diye parfümü sadece iki damlacıkla yetindi Serpil. Bu parfümlerin yenilerini almak çok pahalıydı artık. Gerçi, dün televizyonda görmüştü, “parfümlerde %20’ye varan büyük indirim” diye reklamlarda söylüyorlardı ama kredi kartının limiti zaten ağzına kadar doluydu. Şu akıllı telefonun taksiti bir bitsin, parfümü de alırdı, o pahalı markanın çantasını da alırdı; hani geçen gün bankada Yelda’nın fotoğrafını gösterdiği.
Apartman kapısından çıkarken endişeli gözlerle sağını, solunu gözledi önce onu bekleyen birisi var mı çevrede diye. Kimsenin olmadığını görünce korkarak da olsa ilk adımını attı kapıdan dışarı ve kulaklığını takıp trene kadar yaklaşık 10 dakika sürecek yolu yürümeye başladı. Arada bir kulaklığını çıkarıp, duruyor ve arkadan gelen var mı diye kontrol ediyordu. Dün gece “o saatte orada ne işi varmış” denilebilecek bir saatte arkadaşlarıyla kahve içmekten dönerken trenden evine kadar onu bir adamın takip ettiğini fark etmişti. Bugün o yüzden biraz gergindi.
Sağlıksız olduğunu bildiği halde sabahları kahvaltı etmezdi Serpil formunu korumak için. Sert bir kahve onun için kafiydi. Trenden inince istasyonunun hemen yanındaydı çalıştığı banka. İş yerine varmadan önce çalıştığı bankanın karşı çaprazındaki kahveciden küçük boy bir kahve aldı. Şekerli sert kahve ve sigara sonrası artık güne başlamaya hazırdı.
Bankanın 2. katındaydı masası. Ticari müşterilerle çalışıyordu Serpil. 6. yılını dolduracaktı bu bankada. İşini de seviyordu genel olarak. Bazen çok yoğun çalıştığı günler, can sıkan müşteriler veya uygunsuz tekliflerde bulunan müşteriler olmuştu elbet ama o kadarı her iş yerinde olurdu.
Kahvesini masasına bırakırken masanın üstünde küçük bir saksı çiçeği ve pembe kurdeleyle sarılmış çok şık bir paket koyulmuş olduğunu fark etti. Saksıyı eline alınca, saksıyı saran jelatin kağıda zımbalanmış bir yazıyı okudu: “8 Mart Kadınlar Gününüz kutlu olsun.” Kurumsal bir yerde çalıştığı için sağ olsunlar böyle günleri hiç es geçmezlerdi.
Kahvesini yudumlarken süslü paketi açıp içindeki çikolatadan atıştırmaya başlamıştı. Bugün 8 Mart olduğunu nasıl da unutmuştu? Yılın bu döneminde çok “çılgın” indirimler olurdu giysi, ayakkabı, çanta, kozmetik ve ev aletlerinde.
Kredi kartının limitinin dolu olduğu aklından çıkarak Yelda’nın gösterdiği o çantanın 8 Mart’a özel ne kadar indirime girdiğine bakmak için telefonundan uygulamayı açtı. Bir yandan da hayıflanıyordu: “Salak Serpil, nasıl unuttun, bugün 8 Mart!”
…
Yorulmuştum.
Üç farklı kadının hikayesi buraya kadar beni yormuştu. Bugün izin günümdü aslında ama bir şeyler tam da 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü’nde beni bu kadınların hikayesini yazmaya itmişti.
Birbirini tanımayan ve dışarıdan bakıldığında birbirinden çok farklı hayatlar sürdüğü, beklentileri olduğu ve kadın olmaktan başka hiçbir ortak noktası olamayacağı düşünülen bu kadınlar birazdan benim evimde bir araya gelip, tanışacaklardı.
Üniversite öğrencisi Işık’la her sabah aynı saatte tren beklerken tanışmıştım. “Günaydın”dan öteye gitmeyen tanışıklığımız bir süre sonra arkadaşlığa dönüştü.
Zeynep, bir gün muayenehaneme hasta olarak gelmişti. Sabahları uyandığında çenesi, dişleri ve başı ağrıyordu Zeynep’in. Onu muayene ettiğimde çok şiddetli bir şekilde dişlerini sıktığını tespit etmiştim. Dişlerini sıkmasın da ne yapsındı? Evi muayenehaneme yakındı. Bazen ben akşamları muayenehanemden çıkarken yolda karşılaşırdık o gece vardiyasına giderken. Onunla tanışıklığımız bir gün beni evine kahve içmeye davet edince daha da ilerledi.
Karşı apartmanımda oturuyordu Serpil de. Bir akşam köpeğimi dışarı çıkardığımda tanıştık onunla. Yanımıza gelip Zeytin’i sevmişti; ayaküstü sohbet etmiştik. Öyle öğrenmiştim karşı komşum olduğunu.
Evet, bu kadınları evime davet etmiştim bu akşam, yani 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü’nde. İstiyordum ki, toplumda sayıca ciddi bir kesimi oluşturan öğrenci, işçi ve beyaz yakalı bu üç kadın birbirini tanısın ve görsünler, iş bulamama kaygısının, taksitini, faturasını ödeyememe kaygısının, tacizin, mobbingin, kadın olmaktan çok daha önemli ve birleştirici ortak bir payda olduğunu.
Bu kadınlar birbirini tanısa ne olacak peki? Açıkçası bilmiyorum. Ben sadece bir düş kurdum, onların hikayelerinin güzel bir sonla biteceğine dair umutlarımı yeşerttim. Şimdi kalemi ellerine alıp hikayelerine mutlu bir son yazmak da, bu düzenin onlara taktığı prangalara boyun eğerek yaşayıp hikayelerini böyle bitirmek de onların elinde. Onlar bunun farkında değil elbet şu an ama ben biliyorum ki kadınlar eline kalemi aldığı vakit sadece kendi hikayelerini, kaderlerini değil bütün emekçilerin, ezilenlerin, yoksulların da kaderini yazabilme potansiyeline sahip olabilirler.
Zil çaldı.
Sanıyorum misafirlerim geldi. Çayımız da demini aldığına göre başlıyoruz o halde bizim hikayemizin ve bu düzenin sonunu yazmaya.
FİLİZ ÖZDEMİR - KARLIKTEPE KDK / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder