Dayanışma Meclisi üyesi gazeteci Musa Özuğurlu, Dayanışma Forumu dergisinin 4. sayısında 'Müslüman Kardeşler Örgütü' başlıklı kapsamlı bir değerlendirme kaleme aldı.
Dayanışma Forumu'nun 4. sayısından alınmıştır.
Siyasal İslam tanımı
İncil’in Matta bölümü 17 -21’de şöyle bir diyalog geçer; Peki söyle bize, Sezar’a vergi vermek kutsal yasaya uygun mu değil mi?
…
(İsa) “Sezar’ın hakkını Sezar’a tanrının hakkını tanrıya verin” dedi. (1)
İnancın, ilahi olanın günlük hayatta ne kadar belirleyici olması gerektiği tarihin her döneminde tartışma konusu oldu.
İncil’den aktardığımız diyalog tarih içinde din işlerinin devlet işlerinden ayrılması düşüncesinin olgunlaştığı zamanlarda, sadece kişisel tercihler açısından değil, krallar (devlet yöneticileri) ile Kilise arasında devlete / topluma hâkim olma mücadelesinde de kritik önem arzetti.
“Din ile devletin, ya da bireysel olanı da katacak olursak din ile dünya işlerinin birbirinden ayrı tutulması” kaba tanımı ile tarif edilen laikliğin kavram olarak hayatımıza 1800’lerin sonunda girdiğini görüyoruz.
Laiklik terimi ilk olarak laikliğin ilk teorisyeni sayılan, 1902 yılında Paris milletvekili olarak parlamentoya girdikten sonra 1903-1905 yılları arasında kilise ve devlet işlerini birbirinden ayırmakla görevli komisyonun başkanlığını yapan Ferdinand Buisson tarafından 1873’te kullanıldı. (2)
Dünyevi olan ile dinsel olanın sınırları tarih boyunca İslam dünyasında da tartışma konusu olmuştur.
Siyasal İslam’ın düşünsel kökleri ya da ilk örnekleri peygamberin ölümünün hemen sonrası ve devamında özellikle Muaviye ile, Emeviler ve Abbasiler dönemine uzanır. Modern anlamda Müslümanların bir kesiminin dünya işlerini siyasi olarak kendi dini anlayışlarına göre düzenleme düşüncesini hayata geçirmeye çalışmalarının tarihi ise çok eski değil. Muhammed bin Abdulvahab gibi örnekler olsa da bu düşünce ya da hayata geçirme düşüncesi 18 ve 19. yüzyıllara kadar daha çok kişisel düzeydeydi.
Müslümanlar arasında özellikle Batı’nın Ortadoğu’yu “keşfettiği” ve sömürmeye başladığı sanayi devrimi sonrası dönem, devamında birçok coğrafyada milliyetçilik akımlarının ortaya çıkması, Osmanlı’nın dağılma sürecinin yaşandığı birinci dünya savaşı ve sonrasında “emperyalizme karşı koymanın” arayışları Arap - İslam toplumunda da filizlenmeye başladı. Modellerden birisi “İslam’a daha sıkı sarılmaktı.”
Bu görüşü savunanlara göre İslam toplumunun içinde bulunduğu durum Batı sömürgeciliğinin de sonuçlarından biri olarak İslam’da ve Müslümanlarda oluşan dejenerasyondu. Bu nedenle özellikle 1900’lerin başlarında güçlenen milliyetçiliğin yanı sıra milliyetçilik ile karışık İslamcı reçeteler de konuşulmaya başlandı.
Bu bağlamda Hilafet kurumunun niteliği ve ihya edilmesi gerektiği de İslam’da tartışma konusu olmuştur. Bir kesime ve özellikle Müslüman Kardeşler gibi örgütleri içinden çıkaran düşünceye göre Hilafet sadece “ruhani” olan ile ilgili değildir, halkı devlet mantığı ile yönetmesi gereken bir kurumdur. İslamcılığın düşünsel kökleri bu anlayışa da uzanır. Bu düşüncede olanlar Hilafet’in Atatürk tarafından kaldırılmasını İslam’a vurulan darbelerden ve Müslümanların içinde bulunduğu durumun nedenlerinden biri olarak görür.
Bu bağlamda İslamcılık sadece bir devlette değil ama İslam dünyasında Müslümanların bir halifenin bayrağı altında toplanmasını ve eş güdüm ile hareket etmesini de öngörür.
Böylece İslamcılık Müslümanın “kendi inancını yaşayan ve ahiretini bekleyen” değil, “dünyayı değiştiren” olması gerektiğini savunur. Hasan El Benna’nın “Müslüman Kardeşler ve Hilafet” başlıklı yazısı İslamcılığın tarifini ya da en azından Müslüman Kardeşlerin İslamcılığını daha net anlamamıza yardımcı olabilir:
“Müslüman Kardeşler'in hilafet karşısındaki konumunu ve onunla bağlantılı olanlar karşısındaki duruşunu açıklığa kavuşturmak istiyorum. Müslüman Kardeşler hilafetin İslam birliğinin bir sembolü olduğuna inanırlar. Halkların arasındaki bağ İslamdır.
Bu, Müslümanların üzerinde düşünmesi ve dikkat etmesi gereken İslami bir emirdir. Halife Allah’ın dininde birçok emrin kaynağıdır. Bu yüzden sahabeler peygamberin öldükten sonra defin sürecinde bu görev tamamlanana kadar (yani halife seçilene kadar) bu düşünce üzerinden hareket ettiler” (peygamberin cenazesine katılmayıp halife seçtiler). (3)
Benna’nın bu anlatımında dikkat edilmesi gereken husus dinin peygamberinin ölümü ile birlikte siyasallaşmanın başlamış olduğudur. Böylece Benna hem Müslüman Kardeşler’in hem de aynı düşüncede olan diğerlerinin aslında dinsel değil siyasal saikler ile ortaya çıktığını ifade etmiş oluyor. Bu sözler ve daha sonra bu yazıda vereceğimiz örnekler Müslüman Kardeşler örgütünün Siyasal İslamcı / siyasi bir örgüt olduğunun açık ifadesidir.
Yukarıda özetlemeye çalıştığımız temel üzerinden bir tarif yapılırsa örgütlü Siyasal İslam denildiğinde akla gelen ilk isim Müslüman Kardeşler örgütüdür. Gerçekten de tarihte İslami hareket, parti, örgüt, oluşumlar incelendiği zaman Siyasal İslam’ın (İslamcılığın) Müslüman Kardeşler örgütü ile müesseseleştiği, İhvan’ın bu anlamda bugüne kadarki en etkili örgüt olduğu görülür.
İhvan’ın Düşünce Temelleri
Müslüman Kardeşler örgütünün kurucusu ve ideoloğu olan Hasan El Benna’nın doğduğu ve yetiştiği koşullar, Müslüman Kardeşler örgütünün düşünsel temellerinin nerelere dayandığı konusunda bize fikir verebilir.
Hasan El Benna 14 Ekim 1906’da Mısır’ın Nil deltasında bulunan Buhayre iline bağlı Mahmudiye kasabasında doğdu.
İlk öğrenimini saatçilik işi yaptığı için “saati” lakabı ile anılan babası Hanbeli din adamı Ahmed bin Abdurrahman El Benna’dan aldı. 8 yaşında dini okula gitti ve burada temel derslerini aldı.
Hasan El Benna ortaokul 3. Sınıftayken “Ahlak ve Edep Cemiyeti” adlı dini emirlere sıkı şekilde sarılmayı ilke edinen bir dernek kurar. 1919’da öğretmen okulunu bitirdikten sonra yükseköğrenim için Kahire’ye gider ve burada “küçük Ezher” diye anılan Darul Ulum’a kaydolur (4). Hem gençliğinin bir bölümünü geçirdiği İsmailiye’de hem de daha sonra bulunduğu Kahire’de arkadaşları ile kahvehanelere “tebliğ” ziyaretleri düzenlemeye başlar. O ve arkadaşları bu ziyaretlerde yaklaşık 10 dakikalık konuşmalarla halkı “İslam’ı gerektiği gibi yaşamaya” davet ederler.
El Benna Kahire’de okurken aklın özgürleştirilmesi adı altında ahlaki bir çöküş yaşandığı görüşündedir.
El Benna o yıllarda hissettiklerini şöyle özetliyor:
“1914 – 18 arasında Mısır’da üniversiteler halkın olmaktan çıktı ve devlet kontrolüne girdi, laikleşti. Aklın özgürleştirilmesi adı altında ateizm (dinsizlik) ve ahlaksızlık yaygınlaştı. Türkiye’de Kemalist devrim oldu ve Mustafa Kemal Paşa hilafeti kaldırdı (1922), devleti dinden ayırdı. (Mısır’da) Teozofi ve Batı taklitçiliği, gelenekleri moda oldu. Bu ahlaki çöküntüyü yayan yeni yayınlar çıktı.” (5)
El Benna kısaca “dinin elden gittiğini” düşünüyor ve bu konuda El Ezher gibi otoritelerden sert tepki olmasına karşın bu tepkileri yeterli bulmuyordu. Ona göre gençler “okumuş” oldukları, halk da umursamaz bir tavır içinde olduğu için tehlikenin farkında değillerdi. El Benna o dönemde kendince girişimlerde bulunduğunu, din adamları ile görüştüğünü ancak yeterli olamadığını belirtir (6).
El Benna 1928’e kadar bir yandan din alanında derinleşmeye devam ederken diğer yandan “toplumun ikazı için” bir şeyler yapması gerektiğini düşünür. 1918 – 1928 arası kendisi için bir hazırlık dönemidir ve 1928’de 6 arkadaşıyla birlikte “İslam adına bir şeyler yapmak üzere” Müslüman Kardeşler örgütünü kurar.
Müslüman Kardeşlerin örgütlenmek için seçtiği yer ise mescitlerdir (camiler). Bu nedenle uzun hutbelerinin hepsinde özellikle mescit yapımını teşvik ediyordu (7).
Görüldüğü gibi Hasan El Benna bir yandan birinci dünya savaşı koşulları, İngiliz hakimiyeti, Mısır’ın iktisadi açıdan içinde bulunduğu durum, sömürgeciliğin toplumda yarattığı travma ve çıkış arayışının yoğurduğu bir ortamda yetişmiş bir isim. Dinsel eğitimini ise İslam’ın en katı yorumu sayılan Hanbeli ekolüne göre ve daha da önemlisi Hanbeli ekolünün sözcülerinden olan babasından almış. Düşünce dünyasını şekillendiren dinsel öğreti / yorum El Benna’nın örgütün ideolojik temellerini kurarken başvurduğu ana rehberdir. Zaten kendisi de çeşitli vesileler ile bunu ifade etmiştir.
Hasan El Benna İhvan’ın pratik amacını da ortaya koyan, İslam dünyasına reçete olarak gördüğü üç maddeyi şöyle sıralıyor:
- Selefi bir tavırla İslam'ın asıl kaynaklarının Kur’an ve Sünnet olduğunu ortaya koymak, bunların dışında bid’at, hurafe gibi hususların yaygınlaşmasını engellemek. (Burada “selefi tavır” günümüzde El Kaide gibi örgütlerin kullandığı anlamdan öte “asıl kökler” anlamında kullanılıyor)
- Her türlü hurafe ve bid’at türü şeylerden arındırılmış̧ İslam dininin, modern dönemin ihtiyaçlarını çözebilecek bir yapıda olduğunu savunmak.
- Bütün bunları, uygulama alanları oluşturup toplumun her bir kesiminde teşkilatlanmak (8).
Örgütün stratejini anlatan bu maddeleri saptayan Hasan El Benna’nın etkilendiği isimlerin ilki İbni Teymiye’dir (1263 – 1328). İbni Teymiye, İslam’ın en katı yorumlarını benimsemiş ve bu yorumların tarih içinde kök salmasına büyük katkıda bulunmuş bir isimdi. Günümüzde bütün selefi, tekfiri, cihatçı örgütler kendilerini İbni Teymiye’nin bıraktığı düşünsel miras üzerinden meşrulaştırır.
İbni Teymiye İslam’da ilk defa “tecdid” (yenilenme) ve “ihya” (ihya etme) kavramlarını kullanan kişidir. Ona göre “akıl ve nakil” tartışmaları İslam’da tecdidi doğurmuştur. Kendisi ise akıl yerine nakli kabul eden görüştendir (9).
İbni Teymiye nakil derken Peygamber dönemindeki sahabenin esas alınması ve Kur’an’ın yorumlanmasında lafzi bağlılığın gösterilmesini kastediyordu. Bu görüş İslam içinde “akla ve düşünmeye” vurulmuş en büyük darbelerden biridir ve selefiliğin temellerini de atmıştır.
İbn-i Teymiye ve takipçileri Kuran-ı Kerim ve hadislere kendi öncelleri tarafından getirilen yorumlara, yine kendi seleflerinin söz ve hareketlerine kutsallık addetmişlerdir. Bu yüzden de selefi olarak isimlendirilmişlerdir.
Selefilik etkisinde gelişen İhya-Tecdit hareketinin ikinci kuşak temsilcisi ise Muhammed Abdulvahhab olmuştur. (10)
Muhammed Abdulvahhab bilindiği gibi Vahhabi Suudi Arabistan devletini kuran ve Vahhabizm akımını yaratan kişidir. Abdulvahhab Suudi Arabistan henüz emirlik iken yaptığı kanlı katliamlar ile Suudi Krallığını kurmuştur.
İbni Teymiye’den sonra İhvan’ın ruhani rehberleri arasında bulunan Cemaleddin Afgani (1838 – 1897), Muhammed Abduh (1849 – 1905) ve Reşit Rıza (1865 – 1905) da selefi akımın temsilcilerindendir.
Bu gibi isimlerin yorumları ile şekillenen selefilik Kur’an ve Sünnet esasına sahip çıktığı iddiasındadır. Kur’an Sünnet düşüncesi İslam içinde bir dönem gelişmeye başlamış olan felsefi düşünce, eleştirel yaklaşım, sufilik, Şiilik, Alevilik gibi yorumlara tepki olarak ile geliştirilmiş düşüncedir. Bu konu ile ilgili tartışma bugün hala İslam içindeki temel tartışmalardan biri olan, Veda haccında Peygamberin bıraktığı mirasın ne olduğu başlığı altında sürmektedir ve Ehlibeyt – Ali şiası olan Şiiler ile Sunniler arasında mücadele konusudur. Kabaca iki kamptan söz edilebilir:
- Ebubekir, Ömer, Osman, Sufyan ve oğlu Muaviye, Gazali, Ahmet Bin Hambel, Ebu Hanife, Malik, ve Şafii, İbni Teymiye, Ebu Davut, Buhari, Suyuti, Müslim, Tırmızi gibi isimlerin öne çıktığı İslam yorumu. Bu kamp kendisini “ortodoks İslam” olarak görür.
- Peygamber’in Ehl-i Beyti, 12 imamlar ve devamında gelen aktarıcılar ise Şia, Aleviler tarafından benimsenir. Bu kamp İslam’ın asıl kaynaklarının Ehl-i Beyt ve 12 imamlar olduğunu savunur, birinci kamp tarafından ise “heterodoks” olarak görülür.
İslam içinde mücadele kabaca bu iki kamp arasındadır ve çeşitli alt başlıklar altında günümüzde bile kanlı şekilde devam etmektedir. Dışarıdan önemsiz gibi görünen bu tartışma aslında belirleyici noktalardan biridir ve siyasal İslam’ın tercihlerini de ortaya koyar.
Müslüman Kardeşler’in kurucu lideri Hasan El Benna da çeşitli yerlerde konu ile ilgili olarak yaptığı konuşmalarda rehberlerinin Kur’an ve sünnet olduğunu ifade etmiştir. Yani birinci kampa sıkı sıkıya bağlıdır.
Birinci kampta yer alan isimler içinde yer alan hadis aktarıcıları ve / veya mezhep kurucularının kendi dini anlayışlarını “tek doğru yorum” olarak kabul etmeleri İslam içinde kendileri gibi düşünmeyenlerin tekfir edilmesi (kafir sayılması) sonucunu ortaya çıkmıştır.
Örneğin İbni Teymiye Şiiler ya da Aleviler için “mürted” ifadesini kullanmıştır. Buna göre bir Hıristiyan ya da Yahudi’nin İslam dinine girip Müslüman olabilmesi mümkündür ancak İslam’da “bozgunculuk yapan” Şii ve Aleviler tövbe etseler dahi Müslüman sayılmazlar. Burada Şiilik ve Aleviliğin İslam dışı sayıldığı vurgusu da vardır. Bu tanımlama tekfiri bir tanımlamadır ve bundan sonra ise tekfir edilenlere nasıl muamele edileceği konusunda yukarıda saydığımız katı Sünni yoruma göre hareket edilir. Müslüman Kardeşler’in yanısıra günümüz örneklerinden El Kaide, IŞİD, El Nusra gibi örgütler “meşruiyetlerini” bu Kur’an yorumu, hadis anlayışı üzerine kurar, pratiklerini de yine buna göre uygularlar.
Selefilik akım Siyonizm, İslam içi bozgunculuk, İslam düşmanlığı, kafirlik gibi tanımlamaları da yine aynı temeller üzerinden yapar.
Örgütün Kuruluş ve Gelişimi
Hasan El benna Müslüman Kardeşler Örgütünü “Müslüman Kardeşler Cemiyeti” adı ile (Cemaat-ül İhvan El Müslimin, Kısaca: İhvan) 1928 yılında 6 arkadaşı ile Mısır’ın İsmailiye kentinde kurdu.
Örgütün ilk yıllarında İsmailiye’de öğretmenlik yapan El Benna 1932 yılında Kahire’ye tayin istedi ve böylece hareket Kahire’ye taşınmış oldu.
Örgüt genel merkezini Kahire’ye taşıdıktan sonra idari yapı ve örgütlenme, çalışmalar ile ilgili kararların alındığı kongreler düzenlemeye başladı. Hasan El Benna siyasi bir örgüt olup olmadıkları tartışmaları arasında 1939 yılında düzenlenen kongrede Müslüman Kardeşler’i “siyasi bir örgüt” olarak nitelendirmiştir (11)
Örgütün siyasal bir örgüt olduğu tanımı doğal olarak ülkeyi yönetmeye olan talebinin de göstergesiydi. Bu tanımlamadan önce İhvan zaten özelde Mısır halkı genelde İslam dünyası için tehlike olarak gördüğü sorunlar ve bu sorunlardan kurtulmak için değişik alanlar ile ilgili olarak sunduğu reçeteleri çeşitli vesileler ile halk arasında yaymaktaydı. Hasan El Benna 1936’da örgütün saptadığı “sorunlar ve çözümler” listesini şöyle anlatıyor:
O meşum anlaşmanın imzalandığı (İngiltere ile Mısır arasında Süveyş anlaşması) 1936 Ağustos ayında biz bu anlaşmaya karşı çıktık. Yine de dış bir meselenin istikrara kavuşmuş olmasını fırsat bilip iç meselelere yöneldik. Yöneticilere sorunlar ve çözümleri ile ilgili mektuplar vermeye başladı (12).”
Buna göre “10 büyük tehlike” (özetle) şöyle sıralanmıştır:
- Sömürgeciler
- Siyasi, şahsi ve mezhepsel ihtilaflar
- Riba (faiz)
- Yabancı şirketler
- Batı taklitçiliği (Batı geleneklerinin benimsenmesi)
- Pozitivist yasalar (kaynağı din olmayan yasalar)
- Dinden uzaklaşma ve fikirsel kaos
- Şehvet ve cinsellik
- Halkta çürümenin yaşanması
- Zayıf liderlik ve ilmi müfredatın yitirilmesi (13)
Bundan saptamalardan sonra halkın ve devletin nizamı için ise aşağıdaki maddelerin de içinde yer aldığı 50 madde sıralanıyor:
Siyasi ve İktisadi Alanda:
- Siyasal partilerin kapanması ve siyasi dinamiklerin tek parti altında toplanması
- Yasaların İslam şeriatı ile uyumlu hale getirilmesi
- Diğer ülkeler ile ve özellikle Araplar ile İslam temelinde ilişkinin güçlendirilmesi
- İslami yayınlar yapılması
Sosyal Alanda:
- Toplumun edepli bir yapıya döndürülmesi ve edepsizliğe ağır ceza verilmesi
- Fuhuşun her türünün engellenmesi ve zinanın cezalandırılması
- Kumar, piyango ve bahis eşitlerinin yasaklanması
- Uyuşturucu ve alkol ile mücadele edilmesi ve toplumun bunlardan kurtarılması
- Özellikle okullarda makyaj, süslenme, açık saçıklık, ahlaki çöküntünün önüne geçilmesi
- Erkek ve kız öğrencilerin ayrılması ve erkekler ile kızlara ayrı müfredat uygulanması
- Evliliğin özendirilmesi
- Eğlence, dans yerleri gibi mekanların kapatılması, dans etmenin günah ilan edilmesi
- Sinema filmlerinin, şarkıların sıkı sansüre tabi tutulması, halka faydalı şarkıların seçilmesi ve radyo yayınlarının halkın eğitimi için kullanılması
- Fitne fücur ve şehveti özendiren muzır yayınlara el konulması
- Yazlıklarda fuhuşun önlenmesi için düzenleme yapılması
- Kahvehanelerin açılış kapanış saatlerinin belirlenmesi ve bu mekanların gençlerin “kıraat edebileceği” şekilde düzenlenmesi. (14)
Buraya kadar aktardıklarımız Müslüman Kardeşler örgütünün sadece “inanç, kişisel yaşam” ile ilgili değil, toplumu ve ileride görüleceği gibi sadece Mısır toplumunu değil tüm İslam alemini tanzim etmeye niyetli uluslararası bir hedef ile hareket ettiğini gösteriyor.
İhvan Döneminde Mısır’da Ekonomik Koşullar
İhvan’ın örgütlenmeye başladığı 1920’ler 30’lar ve devamında birinci dünya savaşı koşulları hâkimdi.
1919 Mısır devrimi sonrası İngiltere Mısır’ın bağımsızlığını tanıdı ancak İletişim hatları, Mısır’ın dış saldırılara karşı korunması, yabancı şirketlerin hukukunun korunması gibi nedenler ile Mısır’ın ekonomik durumu gibi sebepler ile Mısır’daki varlığı devam etti.
Nil Mısır’ın can damarıdır. Bugün bile Mısır halkının yüzde 90’ı Nil etrafında yaşar, Nil Mısır ekonomisinin en önemli dayanağıdır. Nil 1900’lerde de tarım toplumu olan Mısır’ın ana yaşam kaynağıydı.
Gerçekten de 1900’lere gelindiğinde Mısır’da beredeyse bir tane bile sanayi tesisi / fabrika yoktu. Ekonomi pamuk üretimi, pamuk ürünlerinin işlenmesi ve pazarlanması üzerine kuruluydu. İşletmelerin sahipleri ise daha çok yabancılar ve toprak ağalarıydı. Toprak ağaları İngilizlerin uyguladığı gümrük tarifeleri nedeniyle sadece tarım ve / veya ranta yönelmişlerdi.
Bu tablo içinde kurulan Müslüman Kardeşler’in önceliği de çalışma yaşamı, üretim, ekonomi değil, “dinsel dejenerasyondu.” Bu tutum örgütün kurucusu Hasan El Benna’nın anılarında ayrıntılı biçimde anlatılmıştır.
Örgütün kurucuları Mısır’da ekonominin yabancıların elinde olmasına karşı olduklarını ve varlıkların millileştirilmesi gerektiğini savunmuşlardır ancak çıkış noktaları “İslami” temelli olduğu için karşı çıktıklarını savundukları sömürüyü bile dini alandaki reformlar ile ortadan kaldırabileceklerini iddia etmişlerdir.
Hasan El Benna anılarında anlatıyor: Bir gün Süveyş kanalında bir tersanenin yakınından geçiyordum. Çok sayıda işçi çalışıyordu. Gemi sahiplerinden birinin çıplak bir insanı tasvir eden ahşap bir heykeli geminin direğine asmış olduğunu gördüm. Edebe aykırı bu durumu hemen o bölgenin güvenlik noktasının subayına durumu anlattım. Subay heykeli indirtti.
Hasan El Benna’nın algısı tersane işçilerinin hangi koşullarda, ne şekilde çalıştıkları üzerine değil “edebe aykırı bir durum sergileyen” heykel ile ilgili.
Ancak Müslüman Kardeşler örgütlenirken öncelikle yoksul kesimleri hedeflemişlerdir. Önceleri işsizlerin yoksul halk kitlelerinin takıldığı kahvehanelerde propaganda çalışmalarına başlamışlar ve sonrasında dernekler vasıtası ile insanlara yardım fonları oluşturmuşlar bu çalışmalar daha sonra profesyonelleşmiş ve sağlık, eğitim hizmetleri gibi alanlara yayılmıştır. Geniş yoksul halk kitleleri arasında örgütün popülaritesi bu nedenlerle artmıştır. Bunun karşılığı da vardır. Müslüman kardeşler bağışlar ve “Müslümanlara hizmet amacı ile kurulan işletmeler” sayesinde zamanla büyük bütçelere sahip olmuşlar ve devlet içinde devlet anlayışı ile kendi kitleleri arasında iletişim ağı kurarak kendi sermayelerini oluşturmuşlardır.
Müslüman Kardeşler örgütü tarihi boyunca komünizme savaş açmış ve gerek Cemal Abdülnasır döneminde gerekse Enver Sedat döneminde sola karşı kullanılmıştır. Müslüman Kardeşler’in sendikalara yönelik çalışmaları da vardır. Ancak bu çalışmalar çalışan hakları temelinde değil sendika ya da işçi örgütleri üyelerinin örgüte kazandırılması üzerinden olmuştur.
İhvan ve Cemal Abdülnasır Dönemi
İhvan kurulduğu yıllarda siyasete bulaşmama iddiasındaydı ancak 1941 seçimlerinde bazı üyelerini aday gösterdi (ancak başarılı olamadı). Örgüt Vefd Partisi’ni İngiliz egemenliğine karşı yeterli tutum takınmamakla eleştiriyordu. Bu ilk seçim denemesinden sonra ikinci deneme 1945 seçimlerinde oldu ancak hile yapmakla suçlandılar. Bu siyasal başarısızlıklar sonrasında Hasan El Benna tarafından oluşturulan (silahlı) “Gizli Birim’in” devreye sokulduğu görülür. Gizli Birim ilk eylemlerini Yahudilere karşı yaptı. (15)
Mısır’da 1952’de “Hür Subaylar Devrimi” yaşandı ve Cemal Abdülnasır 1956’da seçim ile Cumhurbaşkanı oldu. 1952 ile 1956 arası Nasır ile birlikte darbe yaptığı ve darbe sonrası cumhurbaşkanı olan Muhammed Necip arasında mücadele ile geçti. Nasır o dönemde siyasal partilerin kapatılması ve “Özgürlük Cephesi” adı altında tek parti kurulmasına öncülük etti. Müslüman Kardeşler ile Nasır’ın açıkça ilk karşı karşıya gelmeleri de bu döneme rastlar. Nasır siyasal partilerin kapatılması, Mısır’ın krallık değil cumhuriyet olarak yoluna devam etmesini savunurken Muhammed Necib Nasır’ın özellikle toprak reformu kararlarına karşı çıkmış ve Vefd Partisi ile Müslüman Kardeşler örgütüne yaklaşmaya başlamıştır. Nasır buna karşılık Necip’e yakın içişleri bakanını görevden almış ve etkisini arttırmıştır. Necip siyasal partilerin kapatılması ve Nasır’ın Özgürlük Cephesi genel sekreteri seçilmesi sonrasında istifa etmiş ve ev hapsine alınmıştı. Müslüman Kardeşler o dönemde Necip lehine, Nasır aleyhine düzenlenen, yüzbinlerce kişinin katıldığı gösterilerde yer aldı.Nasır bu gösterilere geniş çaplı gözaltılar ile karşılık verdi. Ve darbe sonrası “dokunmadıkları” Müslüman Kardeşler ile Nasır arasındaki savaş başlamış oldu.
Darbe sonrası Müslüman Kardeşler “İngiliz sömürüsüne karşı duran” Abdülnasır’ı desteklemişlerdi. Asıl amaç kendilerini sağlama almaktı. Örgüt Hasan El Benna’nın liderliği sırasında toplumun diğer kesimleri ve politik güçler ile diyalog arayışı içindeydi. Böylece toplum karşısında ve siyaset sahasında “legalleşme” hedefini güdüyordu. Ancak Abdülnasır iktidarını sağlamlaştırdıktan sonra Müslüman Kardeşler de dâhil “rakiplerini” elimine etmeye başladı ve örgüt de bundan nasibini aldı.
Müslüman Kardeşler ile Hür subaylar arasındaki ilk rahatsızlık örgütün Nasır’ın oluşturduğu Özgürlük Cephesi’ne katılmayı reddetmesi ile başladı. İki taraftan da suikast ile öldürülenler oldu.
Örgüt 1945 yılında Nasır’a da suikast girişiminde bulundu ancak başarılı olamadı. Bu girişim sonrası Müslüman Kardeşler örgütü Mısır’da yasaklandı, binlerce üyesi tutuklandı. Müslüman Kardeşler bu gelişmelerden sonra yeraltına çekildi (16).
Müslüman Kardeşler’i halkın desteğini sağlamak ve iktidarı ele geçirmek için dini kullanmakla suçlayan Cemal Abdülnasır 1965 yılında yaptığı bir konuşmada örgüt için şöyle der:
“Partiler kapatıldı, Müslüman Kardeşler partisi ile de çatıştık 4 yıl boyunca. 1953 – 1954’te anlaşmazlıklar yaşadık, bize savaş ilan ettiler ve 26 Ekim 1954’te İskenderiye’de bana ateş açtılar. Müslüman Kardeşler’in terörist üyeleri tutuklandı ve yargılandı.
1954’te İngilizler ile (Mısır’dan) çıkmaları için müzakere yapıyorduk. Aynı anda Müslüman Kardeşler örgütü üyeleri İngiliz büyükelçiliği çalışanları ile gizli toplantılar yapıyordu. Onlara (İngilizlere) “iktidarı ele geçireceğiz” diyorlardı.
Müslüman Kardeşlerin davetleri, bütün söyledikleri aldatmacadır, dini kullanmaktır.”
Cemal Abdülnasır yine de Müslüman Kardeşler ile ilişkileri düzeltmek için görüşmeler yaptıklarını ancak onları “iyi vatandaş olmaları için” yapılan bu görüşmelerin başarısızlık ile sonuçlandığını savunduktan sonra şöyle devam ediyor:
“1953’te biz gerçekten dürüst bir şekilde, üyelerinin doğru yolu bulabileceklerini düşünerek Müslüman Kardeşler ile işbirliği yapmak istedik.”
Nasır kendisinden kadınlara peçeyi zorunlu kılmasını, kadınların çalışmasının yasaklanmasını, sinema ve tiyatroların kapatılmasını isteyen İhvan üyesine verdiği cevabı şöyle anlatıyor:
“Bana ‘yönetici olarak kadınların peçe takmasından sen sorumlusun’ dedi. Ona başı açık kızkardeşin eczacılık fakültesinde okuyor, peçe takması için niye onu zorlamıyorsun? Eğer sen peçe takması için kızkardeşini zorlayamıyorken ben 10 milyon Mısırlı kadını nasıl zorlayabilirim?
Kadınların çalışmasına izin vererek onların kendilerini korumalarını da sağlıyoruz. Bir kadın neden kötü yola sapar? Fakirlik nedeniyle ihtiyacı olduğu için. Çocukları ya da anneleri hasta olduğu için ihtiyaçlarını karşılamak üzere bedenlerini satan kadınların olduğunu biliyoruz. Bu nedenle çalışmalarına izin vermek kadınları korumaktır. Kadınların çalışmalarına izin vererek onları özgürleştiriyoruz.
Geçen yıl 1964’te hepsini (hapishaneden) serbest bıraktık, eski işlerine, memurluklarına dönmelerine izin verdik. Bir yıl sonra yeni komplolarını keşfettik. Gizli şebeke, suikast, cinayet planları.
Onlara göre bütün Mısırlılar kâfir sadece kendileri Müslüman.
Hepsini tutukladık. Bunun Cemal Abdülnasır’a suikast girişimi ile alakası yok. Eğer Abdülnasır öldürülseydi bin Abdülnasır çıkardı.
Bunlar Müslüman değil, kardeş de değil, hepsi kötücül insanlar, Bağdat Paktı ile, Arap gericiliği ile, düşmanlarımız ile işbirliği yapıyorlar. Açık kanıtlar ile ispat ettik ki Müslüman Kardeşler kendilerine besleyen sömürgeciler ve gericilerin çıkarı için çalışmaktadır.” (17)
Müslüman Kardeşler ve Terör
“Hedefimiz Allah’tır (Allah’a ulaşmaktır), Peygamber liderimizdir, Kur’an anayasamızdır, cihad yolumuzdur, Allah yolunda ölmek en büyük umudumuzdur. – Müslüman Kardeşler Örgütü (18)
Bu sözler İhvan’ın gerektiğinde silah kullanma, şiddete başvurma, kısaca cihat etme kararlılığının göstergesidir.
Müslüman Kardeşlerin kuruldukları ilk zamanlarda oluşturdukları imajın aksine kendi yaşam tarzı modellerini sadece anlatmakla, tebliğ ile, davet ile, kendi hastaneleri, okulları, yardım kuruluşları, dernekleri, gazeteleri, basımevleri, kitabevlerini kurmakla yetinmediler, Özellikle Suriye tarihi İhvan’ın gerektiğinde kanlı yöntemler kullanabildiğini de ortaya koyuyor.
Suriye’ye geçmeden önce Mısır’daki silahlı İhvan’a göz atalım:
Hasan El Benna 1940’ların başında doğrudan kendisine bağlı “Gizli Aygıt” isimli silahlı bir kanat oluşturdu.
- Aygıt ilk suikastını 1945 yılında gerçekleştirdi ve Mısır Başbakanı Ahmet Mahir Paşa MK üyesi bir avukat tarafından öldürüldü.
- Temyiz yargıcı Ahmet Hazinedar, bir yargılamada örgüt üyelerine verilen ağır hapis cezasını onadığı için öldürüldü (1948)
- Mısır Başbakanı Mahmut Nukraşi Paşa öldürüldü (1948)
- İhvan’ın Mısırda şok etkisi yaratan başbakan suikasti sonrasında Hasan El Benna 1948 yılında öldürüldü.
- Mısır Başbakanı Enver Sedat, İhvan’ın ordu içindeki yapılanması olan Mısır Devrim Konseyi adlı örgüt tarafından öldürüldü (1981) (19)
Müslüman Kardeşlerin Suriye tarihi Mısır’dan çok daha kanlı
Suriye’de Siyasal İslamcı muhalefetin ana aktörü olan Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın ne zaman kurulduğu ile ilgili net bir tarih yoktur. Ancak teşkilatın Suriye kolunun kurulması Mısır’da eğitim alan Suriyeli öğrencilerin burada Müslüman Kardeşler Hareketi ve kurucusu Hasan el Benna’dan etkilenmesiyle başladığını söyleyebiliriz ki kaynakların çoğunda da böyle kabul edilmektedir.
Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın Suriye’de kuruluş tarihiyle ilgili Suriye İhvanı’nın dördüncü lideri Adnan Saadeddin, Suriye’de ilk dönemlerde dernek ve cemiyetlerin birleşmesiyle 1940’lı yılların ortalarında kurulduğunu belirtmektedir. (20)
Ancak lise yıllarındayken Suriye Müslüman Kardeşler Örgütü’ne katılan, daha sonra Hama öğrenci sorumlusu olan Said Havva örgütün ilk kuruluş adımlarını 1933’e kadar götürür. Havva’ya göre Sibai daha o yıllarda bir cemiyet kurulmasını düşündü. (21)
1937’de Halep’te “Dar El Arkam” Şam’da “Müslüman Gençler” Humus’ta “Rabıta Cemiyeti” ve Hama’da “Müslüman Kardeşler” kuruldu. Müslüman Kardeşler 1947’de Suriye’deki bütün şehirlerde Sibai’nin gözetiminde faaliyet gösteriyordu. (22)
Suriye’de Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın kurucusu olan Şeyh Mustafa El Sibai’nin de içinde olduğu El Hidaye Cemiyeti 1930 yılında kurulmuştur. 1932 yılında kurulan Cemiyet’ül Temeddün El İslami Derneği de dikkat çeken örgütlenmelerden birisidir. Bu derneğin başkanlığını yapan isimler arasında 2011 yılında Suriye’de başlayan krizin ardından kurulan muhalif oluşum Suriye Devrimci ve Muhalif Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDK)’nun da bir dönem başkanlığını yapan Ahmet Muaz El Hatip de vardır.
Örgüt 1949’daki parlamento seçimlerine katılacak kadar güçlenmişti. Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın aday gösterdiği isimler arasında Mustafa El Sibai, Muhammed El Mübarek, Abdülhamid El Tabbağ, Aref El Tarakci, Ömar Bahaelddin El Emiri ve Maaruf El Devalibi vardı. Bu seçimlerde İhvan’ın kendi adayları dışında iki Hristiyan adayı desteklemesi de dikkat çekmektedir. Suriye’de başbakanlık yapmış olan İhvan önde gelenlerinden El Devalibi 1950 yılında kurulan Halid El Azim hükümetinde de ekonomi bakanı olarak da görev yapmıştır.
Müslüman Kardeşler, Suriye genelinde güçlendikten sonra artık toplum adına muhalefet ediyor ve birçok konuda kendi görüşlerini ortaya koyuyordu. 1950 yılında hazırlanan anayasa taslağı bunlardan biridir. İhvan bu taslağa “Devletin dini İslam’dır” maddesinin eklenmesi için uzun uğraşlar vermiştir. Örgütün bu konudaki en büyük müttefiki ise Suriye’de toplum üzerinde büyük bir etkiye sahip olan “ulema” diye tabir edilen din adamları sınıfıydı. Anayasa hazırlama komisyonunda kurucu lideri Mustafa Sibai ile temsil edilen Müslüman Kardeşler’in ateşli bir şekilde savunuculuğunu yaptığı bu madde komisyonda kabul edildi ancak daha sonra parlamentodaki siyasi gruplar tarafından anayasadan çıkarılmasına karar verildi.
İhvan’ın Suriye’yi seçmesinin nedenlerinden biri Mısır’da çok rahat edememesiydi. Kurulduktan kısa süre sonra uluslararası bir örgüt niteliğine ulaşan Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın Suriye kolu, 1950’li yıllarda bölgedeki en aktif İhvan teşkilatıydı.
1963 yılında Baas’ı iktidara taşıyan darbeyle beraber Müslüman Kardeşler Teşkilatı Baas yönetimine karşı yoğun bir muhalefet başlattı. İhvan’ın bu muhalefeti özellikle Hama kentinde ve diğer şehirlerde Baas mensuplarına yönelik silahlı şiddet eylemleri halindeydi. Baas’ın ülkeyi demir yumrukla yönetmeye başlaması karşısında İhvan da giderek radikalleşmekteydi.
İhvan’ın ilk büyük eylemi 1964 yılındaki Hama kepenk kapatma eylemidir ve BAAS’ın kamulaştırma uygulamalarına karşı yapılmıştır. Bu isyan Müslüman Kardeşler’in Suriye tarihinde ilk kanın döküldüğü eylemdir. Önce sivil itaatsizlik şeklinde başlayan bu isyan daha sonra devlete karşı vur-kaç eylemlerine dönüştü. Ancak Baas iktidarının bu eylemlere cevabı çok ağır olmuş ve isyan sona erdirilmiştir.
Müslüman Kardeşler’in önde gelen isimlerinden Mervan Hadid ve Said Havva gibi radikal isimlerin başını çektiği ayaklanmada hükümetin ilköğretimde din dersini kaldırmasını engellemek ve yeni bir medeni kanun (Ahval-i Şahsiyye Kanunu) yapılmasının önüne geçmek gibi hedefler de vardır. Ayaklanmanın başını çeken İhvancı liderlerden Said Havva, hatıratında ayaklanmanın olumlu sonuçlarından bahsederken, din dersi maddesinin korunduğunu belirtmektedir.
64 isyanının bastırılması sonrası rahatsızlık sürse de örgüt 1973’e kadar görece sessiz bir dönem geçirdi. 1973’te bir kriz daha, yine anayasa üzerinden patlak verdi. İhvan, anayasada devlet başkanının diniyle ilgili ibare bulunmaması üzerinden din adamları sınıfının, Baas’ın devletin ve toplumun lideri olduğuna dair sekizinci maddesiyle Nasırcı, komünist vb. kesimlerin harekete geçebilmeleri için uygun ortamın oluştuğunu düşündü ve Hafız Esad üzerinde baskı kurmaya çalıştı. O dönemde yaşanan kriz üzerine Esad geri adım attı. Krizden sonra diğer din adamları Esad’ın geri adımı karşısında yumuşama eğilimi gösterdi ancak İhvan liderlerinden Said Havva gizli bir şekilde bildiri yayınlayarak “Alevilerin sultasının” düşmesi çağrısı yapmıştır. Havva’nın bu adımı İhvan’ın Hafız Esad döneminde Baas’a karşı muhalefetinde mezhepsel etkinin ne kadar baskın olduğunu göstermektedir.
İhvan’ın Suriye’de silahlı mücadele adımını somut biçimde attığı yıl ise 1975’tir. 1975 yılında Abdülsettar El Zaim tarafından yönetime karşı savaşmak için askeri bir yapı kuruldu. Bu yapı daha sonra Suriye’de radikal İslam’ın önde gelen şahsiyetlerinden Mervan Hadid’e bağlılığını bildirdi. Baas İktidarı ile Müslüman Kardeşler savaşının önemli duraklarından biri olan 1979’da Halep’teki Topçu okuluna saldırılması ve onlarca öğrencinin katledilmesiyle sonuçlanan kanlı olayı yine bu askeri yapı gerçekleştirdi.
İhvan her ne kadar sorumluluğunu kabul etmese de bu yapının üyeleri İhvan’a bağlı olduklarını açıkladı. Ülkenin birçok bölgesindeki şiddet eylemlerinin yanı sıra 26 Haziran aynı örgüt 1980’de Devlet Başkanı Hafız Esad’a yönelik suikast girişiminde bulundu. Bu girişim iktidarın Müslüman Kardeşler’e karşı “daha sert önlemler almasının” sebeplerinden biridir.
Yönetime karşı şiddet eylemlerinde dini vurgu ve mezhepçilik etkisi de giderek artıyordu. Baas yönetiminde başta Aleviler olmak üzere azınlıkların giderek etkin olmaları –ki devlet başkanı Hafız Esad da Alevi inancına mensuptu- yönetim karşıtı radikal İslamcı muhalefetin ana argümanlarından birini oluşturmaktaydı.
Örneğin Müslüman Kardeşler Teşkilatı ile irtibatı olan “Mücahidin” adlı grubun gizlice basılan El Nadhir adlı gazetesinde çıkan makalelerde, Alevi mezhebiyle ilgili “İslam dışı” ve “kafir” olarak bahsedilmekte, yönetim ise “Alevi ateizmi” olarak nitelendirilmekteydi. Hafız Esad’a yönelik suikast girişiminden sonra yönetim, 8 Temmuz 1980 tarihli ve 49 sayılı kanunla Müslüman Kardeşler Teşkilatı’na üye olmanın cezasını idam olarak belirledi. Buna rağmen Müslüman Kardeşler Teşkilatı artık Baas iktidarına karşı gerilimi daha da yükseltmeye başladı. 1982 yılında Hama kenti merkezli olmak üzere rejime karşı topyekûn bir savaş çağrısı yapılmaya başlandı. Ancak Baas yönetiminin İhvan’ın bu ayaklanmasına karşı vereceği sert ve kanlı cevap Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın Suriye siyasi arenasında neredeyse yok olmaya kadar getirdi.
Bu kanlı mücadeleye rağmen Hafız Esad’ın Müslüman Kardeşler’e yönelik sert tutumunda belli dönemlerde yumuşama görüldüğü zamanlar olmuştur. Örneğin 1990’larda teşkilatın ruhani lideri Abdülfettah Ebu Ğudda ve Hişam el Burhani gibi isimlerin “politika yapmamaları şartı ile” ülkeye dönmesine cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle izin vermiştir. Yine bir tehdit oluşturmamaları kaydıyla İslami dernek ve eğitim merkezlerine de izin vermiştir.
Devam etmeden önce Hama isyanı ve bastırılması ile ilgili bazı çevrelerce yaratılan algıya karşı bazı gerçeklerin de özetlenmesi gerekir:
Hama isyanı ve öncesinde Müslüman Kardeşler Suriye’de kanlı eylemlerini had safhaya ulaştırmıştı. Özellikle Alevi bilim insanları, din adamları, siyasetçiler, Alevi olmasa da yönetim yanlısı olarak görülen isimler hedef alınmış, Şam’da belediye otobüslerinin hedef alınması gibi saldırılar yaşanmıştır.
Hama’da ise “ayrı bir devlet oluşturma süreci” başlatılmış ve yönetim bütün bu gelişmelere rağmen krizi barışçıl yollar ile çözmeye çalışmıştır. Ordunun Hama operasyonu öncesi yaklaşık 8 saat süren bir pazarlık dahi yapılmıştır. Ancak Müslüman Kardeşler uzlaşmaya yanaşmamış ve operasyon başlamıştır. Ölenlerin sayısı kimi kaynaklarda 30, kimilerinde 50 bin olarak gösterilse de ABD belgelerinde bile yaklaşık 4 bin olarak verilmektedir. Hama’da bu isyanın bastırılması sonrası Esad’ın emri ile ölenlerin ailelerine konut yaptırmıştır. Bu konutların sayısı 3700’dür ve bu rakam ölenlerin sayısı konusunda daha sahici fikir vermektedir.
Arap Baharı ve Müslüman Kardeşler
Müslüman Kardeşler 1982 Hama operasyonu ve Mısır’da Enver Sedat suikastı sonrası çekilmek zorunda kaldığı sahneye 2011’de tekrar dönmeye çalıştı. Özellikle Mısır’daki isyanda “rol çalarak” iktidara geldi. Bunda İhvan’ın diğer isyancılara göre daha kadim, tecrübeli, örgütlü olmasının etkisi büyüktür. Arap Baharı adı verilen süreci destekleyen Batı için ise İhvan “işbirliği yapılabilecek” bir örgüttü ve Muhammed Mursi Mısır’da yüzde 46, 42’lik bir katılımla yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminde yüzde 51’lik oy oranı ile iktidara geldi. Bu oran aslında Mısır halkının sadece yüzde 25’nin onayını aldığı anlamına geliyordu.
Mursi iktidara gelir gelmez halka “şeriat yasalarını getireceği” vaadinde bulundu. Libya, Tunus gibi ülkelerde de İhvan aynı rüzgâr ile ya iktidar ya da iktidar ortağı oldu. Suriye’de ise isyanın motor gücü olmaya çalıştı ancak bir yandan halk içinde destek görmemesi diğer yandan strateji gereği “geride kalmak istemesi” nedeniyle etkin olamadı. Arap Baharı döneminde İhvan tarihinin en parlak dönemini yaşıyordu. Ancak Suriye’nin direnmesi, Mısır’da Abdulfettah El Sisi’nin askeri darbe ile Mursi’yi devirmesi İhvan’ın “İslam dünyasına hâkim olma” rüyasının kısa sürmesine neden oldu.
Bu gelişmeler sonrasında İhvan’ın gerilemesi başlamıştır.
İhvan’ın Uluslararası İlişkileri
Suudi Arabistan, BAE gibi ülkeler tarihleri boyunca kendileri için tehlike olarak gördüler. Katar ise örgütü bölgede uygulamak istediği politikaların motor gücü olarak gördü. Katar’ın dünya sahnesinde Suudi Arabistan’dan rol çalmaya çalışması, MK’nin Arap Baharı sürecinde güçlenmesi Suudi Arabistan ve BAE’yi fazlası ile rahatsız etti. 2017’de yaşanan Suudi Arabistan ve BAE’nin Katar krizin sebeplerinden birisi Katar’ın Müslüman Kardeşler’e verdiği destektir. Hatırlanacağı gibi Türkiye bu krizde Katar’ın yanında Suudi Arabistan ve BAE’nin karşısında yer aldı.
Türkiye Mısır’da her zaman Müslüman Kardeşler’in yanında yer aldı. Bugün Mısır - Türkiye ilişkilerinin bozuk olmasının nedeni Türkiye’nin Mısır’daki isyan sırasında ve Mursi’nin devrilmesi dâhil isyan sonrasında Müslüman Kardeşler’e verdiği destektir. Mısır Türkiye’nin bu desteğini “kendi iç işlerine karışılması” olarak görmüştür.
Türkiye’de iktidar Mısır’daki darbe sonrasında bir yandan “ruhani kardeş” diğer yandan “model” olarak gördüğü örgütün yöneticilerinin barınmasını sağlamış ve Türkiye neredeyse Müslüman Kardeşler’in yeni merkezi haline gelmiştir. İhvan propagandası ve Sisi karşıtlığı yapan bazı TV kanalları ise İstanbul’dan yayınlar yapmışlardır. 2011’de İhvan’ın iktidara geldiği dönemdeki en büyük propagandistlerinden İhvan mensubu Yusuf El Karadavi gibi isimler ise Katar’da faaliyetlerine devam etmişlerdir.
Suudi Arabistan ile BAE - Katar krizinin çözülmesi Katar’ın İhvan konusunda geri adım atması ile olmuştur. Türkiye de Katar’a paralel olarak Mısır ile yaptığı normalleşme görüşmelerinde İhvan konusunda geri adım atmıştır. Türkiye’nin Körfez ülkeleri ile normalleşme süreci bir yandan bu süreç sonrası başlamıştır. Elbette u ülkeler ile başka başlıklar altında da problemler ya da görüşme konuları vardır ancak İhvan Arap Baharı adı verilen süreç ve sonrasında en büyük problemlerden birini oluşturmaktaydı.
Türkiye’nin Suriye olan ilişkilerinde de İhvan önemli yer tutar. Türkiye BAAS’a karşı her zaman İhvan’ın yanında yer almıştır. Suriye’nin 80 ve 90’larda Türkiye’ye karşı “Apo / PKK” kozunu kullanmaya çalışmasının sebeplerinden birinin bu olduğu ifade edilmiştir. İhvan’ın geçmişte Türkiye’de kamplarının olduğu birçok kez dile getirilmiştir. (23)
İhvan bugün artık Mısır’da, Suriye’de, Tunus’ta, Libya’da varlığını sürdürse de eski etkinliğinden çok uzaktadır. Bu ülkelerin bazılarında iktidarı da görmüş olan İhvan’ın toplumda bir rol model olarak karşılığının olmadığı Arap Baharı sürecinde görüldü.
İhvan’ın ABD ve Britanya ile İlişkileri
İhvan’ın dış ilişkilerinde Britanya ve ABD öne çıkar. Ancak İngilizler ABD’lilere göre İhvan konusunda çok daha aktif, yakın ilişki içinde olmuşlardır.
Müslüman Kardeşler örgütünün İngilizler tarafından kurulduğu, Hasan El Benna’nın İngilizler ile ilişkisinin olduğu, örgüt ile ilgili tartışmalarda dile getirilen iddialar. Bu iddiaların kesin olarak kanıtlanabilmesi için bugüne kadar ortaya konulan somut bir belge yok. Ancak örgütün “Batı’nın radarından kaçmadığını” düşündüren örnekler mevcut.
Örneğin, İngiliz gazeteci ve araştırmacı Mark Curtis ‘in “Gizli İlişkiler, Britanya’nın Radikal İslam ile Gizli İşbirliği” kitabından alıntı yapılan bir makalede İngiltere’nin, kurulmasının hemen ardından örgüte maddi yardım yaptığı iddia ediliyor. (24)
Örgüt 1928’de kurulduğunda o dönemde kanalın işletmecisi olan İngilizler, Kanal çalışanı 6 kişi ile birlikte örgütü kuran Hasan El Benna’ya 500 Pound yardım yaptı. Örgüt 1941’de çok güçlendi ve İngilizler örgüte kendi yatırımlarına saldırmamaları için maddi yardım teklifinde bulunmaya başladılar.
İngilizler aynı yıl dönemin başbakanı Emin Osman ile bir toplantı yaptılar. Hükümetin Müslüman Kardeşler’e gizli şekilde maddi yardımda bulunması, aynı zamanda faaliyetlerinin izlenmesi için aralarına muhbir yerleştirilmesi hususunda anlaştılar. Muhbirler İhvan’ın Filistin kolunun Naziler ile temas kurması sonrası örgütün Nazi Almanyası ile olası bağlantılarını takip etmek üzere görevlendirildi.
Hasan El Benna’nın Mısır hükümeti tarafından öldürüldüğü genel kabul görür ancak Curtis, El Benna’nın (kendi grubu içindeki) takipçileri tarafından vurulduğunu öne sürer. İngilizlerin El Benna’dan sonra yönetime gelen Hasan El Hudeybi ile olan ilişkisine dikkat çeker.
İngilizler Hudeybi’nin temsilcileri ile buluşur ve Hür Subaylar darbesi sonrası Mısır’a baskı yapmak için örgütü kullanmak isterler. Bu görüşmelerden birinde İhvan temsilcisi İngilizlere “Eğer Mısır bütün dünyada dost ararsa sadece Britanya’yı bulur” demiştir.
Nasır Müslüman Kardeşler’i devrimin arkasından iş çevirmek ve İngilizleri İhvan ile komplo içinde olmakla suçlamıştır.
Amerikalılar İngilizlerden çok sonra olsa da Müslüman Kardeşler ile ilişki kurmaktan çekinmemişlerdir. Amerikalı diplomatlar ilk yıllarında Müslüman Kardeşler’e ilgi göstermemişlerdi. (25) İkinci dünya savaşı yıllarına kadar ABD’nin Mısır ile ilişkisi daha çok küçük hacimli ekonomik ilişkiydi.
İkinci dünya savaşı sonrası ekonomik dengeler değişince ABD’liler de Mısır’ın sosyal ve dinsel akımlarına karşı “ilgi duymaya başladı.”
1940’Ların sonunda örgüt kendisini zaten Amerikalılara tanıtmıştı. Kahire’deki ABD büyükelçiliğine “Siyonist yerleşimine” verilen desteğin protesto edildiği 320’den fazla mektup gönderilmişti. ABD’li diplomatlar yazışmalarında o yıllarda Müslüman Kardeşler’i “fanatik Müslüman bir cemiyet” olarak tanımlıyorlardı.
Ancak Abdülnasır’ın iktidara gelmesi ve Mısır’ın Sovyetler Birliği’ne yanaşma tehlikesinin ortaya çıkması ile birlikte örgüt “fanatik” olmaktan çıktı ve “ortodoks” tanımı kullanılmaya başlandı. Amerikalılar da Müslüman Kardeşler’i “keşfetmişti.” Örgütün El Benna’dan sonraki lideri Hudeybi ile Amerika’nın o dönemdeki konsolosu arasında toplantılar yapıldı. Örgütten beklenti “Sovyetler’e bağlı Mısır ordusuna” baskı yapmasıydı.
Bu gibi girişimlere rağmen örgüt soğuk savaş döneminde ABD’nin öncelikleri arasında yer almadı. Ancak yine de İhvan ile Nasır / ordu arasındaki mücadele dikkat çekici şekilde rapor edilmeye devam etti.
1960’larda Nasır tarafından bastırılan İhvan hareketi ile ABD arasında örgütün yeraltına çekilmesi nedeniyle iletişim neredeyse koptu.
ABD’nin İhvan’a ikinci bariz dönüşü 2012’de Mısır’da da yaşanan “Arap baharı” sürecindeki iktidar değişikliği sırasında olmuştur. Dönemin ABD dışişleri bakanı Hillary Clinton 11 Eylül saldırıları sonrası radikal / siyasal İslamcı hareketlerin yoğun ve sert şekilde tartışıldığını unutuvermiş ve “Barışçıl ve şiddete karşı olan tüm taraflar ile ilişki kurmanın ABD’nin çıkarına olduğunu düşünüyoruz. O nedenle bizimle konuşmak isteyen Müslüman Kardeşler üyeleri ile diyalogu memnuniyet ile karşılarız” demiştir.
Clinton’dan sonra göreve gelen John Kerry ABD’nin pragmatik politikasını daha da bariz şekilde vurgulamıştı: “Bazıları geçmişte Mısır rejimine gösterdiğimiz toleransı eleştiriyor. İlişkimizin Amerikan dış politikasına fayda sağladığı ve bölgede barışı desteklediğine dair bir anlayış da vardı. 30 yıldır Mübarek rejimi politikası izledik. Şimdi Mübarek sonrasına bakmalı ve bir Mısır politikası geliştirmeliyiz.”
MUSA ÖZUĞURLU / SOL-Analiz
Kaynaklar
(1) https://incil.info/kitap/Matta/22
(2) Semir Yorulmaz, Arap Milliyetçiliği ve Laiklik: Suriye BAAS Partisi İktidarı Örneği, Yüksek Lisans Tezi, 2021 S. 7.
(4) Ortadoğu’da İslamcı Siyasetin Rolmodeli İhvan-ı Müslimin, Faruk Köse, S. 15 ve devamı.
(5) Hasan El Benna, “Müzekkerat, Edda’va ve da’iya” Mısır, 2012, sayfa 55
(6) age S. 55
(7) age S. 156
(8) Özcan Kayalı, İhvan-ı Müslimin Hareketi ve Mısır Siyasetine Etkisi, Doktora Tezi, 2016, S. 27.
(9) age, s 29
(10) age, s 29 - 30
(11) Müslüman Kardeşlerin yükselişi ve düşüşü, İslami hareketlerde kurumsallaşma sorunu, Muhammed Hüseyin Mercan, s. 47, İlem yayınları, 2019
(12) Hasan El Benna, “Müzekkerat, Edda’va ve da’iya” Mısır, 2012, sayfa 278
(13) age S 279
(14) age S 1
(15) Cemal Abdülnasır’dan Abdülfettah El Sisi’ye; Mısır’daki Müslüman Kardeşlerin ve Demokrasinin Tarihsel Evrimi, Dila Kalyoncu, tez. 1 Ocak 2017, https://dergipark.org.tr/tr/pub/yutad/issue/26904/282916
(16) age
(17) https://www.egypttoday.com/Article/1/54557/How-Abdel-Nasser-described-Muslim-Brotherhood
(18) https://irp.fas.org/world/para/mb.htm
(19) https://tr.wikipedia.org/wiki/M%C3%BCsl%C3%BCman_Karde%C5%9Fler
(20) Semir Yorulmaz, Arap Milliyetçiliği ve Laiklik: Suriye BAAS Partisi İktidarı Örneği, Yüksek Lisans Tezi, 2021 S 69 ve devamı
(21) Şahit Oldukların ve Tecrübelerim Said Havva’nın anıları S 25
(22) age S 42
(23) https://yetkinreport.com/2020/03/02/film-gibi-bir-musluman-kardesler-ve-suriye-hikayesi/
(24) https://eeradicalization.com/londonistan-britains-secret-relationship-with-islamist-extremism/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder