Önce kendimize bakalım. Sonra, dünyanın ekonomi penceresinden bir şeyler öğrenmeye çalışırız. Son zamanlarda gündemde iki başlık var. Biri, kur korumalı mevduat (KKM), öteki enflasyon. KKM, bankalarda TL mevduat sahiplerini (büyük mevduat) “dolar koruması”na almak ve hızlı düşüşe geçen TL’ye fren yapabilmek için icat edildi. İcadın arkasında TL’nin sürekli düşeceği inancı okunuyor. Düştükçe, farkı Hazine kapatacak. Böylece, toplum, mevduat sahiplerine (varsıllar) bir “bedel” ödeyerek onlara dolaylı kaynak aktarma garantisi verecek. İkincisi, TL’nin dolar (dövizler) karşısında 2. sınıf para olarak kabulü böylece resmileşiyor. (Yabancı sermayeye “Merkez Bankası’nın politika faizi filan artık önemli değildir” dediğiniz zaman zaten bunu söylüyorsunuz.) İthal etmeden üretemeyen ve yaşayamayan bir ülkede buna eskiden “tağşiş” denilirdi. “Tağşiş”te para otoritesinin “otorite”si kalmaz. Doların ve rantiyenin potansiyel gücü artar. Toplum ise bunu sonradan fark eder.
Enflasyon başını almış gidiyor. Fiyatlar yarışıyor. Hızlanarak koşuyorlar. En önde gıda ve enerji var. Bu koşuda fiyatları kim koyuyorsa onların kârları artar. Geliri artmayan toplum koşu boyunca onlara eskisinden daha çok kaynak aktarır. O arada kâr sahipleri eğer ucuz para güvencesine kavuşmuşlarsa (ÜFE yüzde 115, TÜFE yüzde 61 artarken, Merkez Bankası faizi yüzde 14 ise!) işçilik maliyetleri de artmadığı için ucuz para ile olağanüstü kârlara kavuşurlar. KKM dolaylı, bu ise doğrudan kaynak aktarma düzeneğidir. Kısacası, KKM ve enflasyon, son 20 yılın rant ve kâr sahipleri için zaten işleyen kaynak aktarma kurgusunda yadırganacak, yönetim beceriksizliği ile açıklanacak şeyler değil. Evet, bir sıkışmışlık var. Ama ekonomi ve siyasetin birbirini tamamlayan süreçleri ile gelinen bir aşamadayız.
Sağlanan kolaylıklar, (birikimli), milyar dolar.Unutmayalım, bir toplumun ana enerjisi, üretim gücü yanında, siyasal enerjidir. Kapitalizmde, bu zayıfladığı ölçüde sermayenin kendine özgü, çok yönlü sınıfsal gücü artar. Siyasetten ve kültürden başlar, her şeye damgasını vurur. Son 30 yıl göstermiş olmalı ki kapitalizmin dünya çapında vücut bulan, emeği bağlayıp sermayeyi serbest bırakan modeli kendi hareketini gitgide büyütmüştür. Benzer ya da farklı kalıplarla sermaye sınıfına toplumun gelirinden ve servetinden aktarılan varlıklar artmıştır ve artmaktadır. Türkiye, aktarma düzeneklerinin artık basitleştiği, çıplak gözle görülebildiği bir fotoğraftır. KKM ve enflasyon önce bunu yansıtıyor. Ayrıntılarla uğraşmak gerekmiyor.
Destek verilen en büyük 14 kuruluş, (merkez bankaları hariç), milyar dolar.
KAPİTALİZM BORÇLANDIRARAK İŞLER
Genel kural budur. Ama borç bir risk taşır. Ya borçlu geri ödemezse? Güvencesi sağlamsa dert yoktur. Risk düşüktür. Düşük riskin alacaklıya getirisi ise düşüktür. Kapitalizmde kârlar, getiriler düşük kalırsa karamsarlık başlar. İşte 1960’ların sonu. Düşük kazançlarla mı yetineceğiz? Karamsarlıktan yaratıcılık (şapkadan tavşan) çıkarmak beceridir. Ve buluş geliyor: Yüksek risklerden yüksek getiri çıkaralım! Yüksek riskli borçlular yaratabildikçe çok kazanırız! Anahtar budur. Yeni piyasaları 1980’lerden sonra bu anahtar açacak. Ve dünyayı değiştirecek. Riskin kutsallaşmasıyla finansın “çılgınlık çağı” başlıyor. Merkez Amerika, 1980’lerin ortaları ve 1990’lar. Kapitalizm bu buluşu “ürün”e dönüştüren finans sermayesiyle hızlanacak. Her şey bir “ürün” olabilir, piyasaları kurgulanabilir. Buna “menkul değerleştirme” (securitisation) denilecektir. Kırk yıldır Amerikan ordusunda kullanılan internetin de artık piyasalara inme vakti gelmiştir. 1995’te piyasalar “web” ve internetle bir teknoloji devrimine kavuşacaklar, yeni “ürün”lerle büyük hız ve yüksek kazançların yolunu açacaklar. Günün egemen ideolojisinden rüzgâr alarak, “piyasalar serbest olsun, engel istemeyiz!” sesleri, susmayan stadyum tribünleri gibi Amerika’dan yayılarak her yerde yankılanacak. Bir “gölge bankacılık” doğacak.
Yepyeni bir “borçlandırma çağı” başlıyor. Bankacılık terimiyle “kaldıraçlar”la fonlama. Her yer ve herkes “borçluluk dünyası”na alınmalıdır. Orası bir bolluk dünyasıdır. Kişiler gibi ülkeler de (2008’den sonra yapaylığı anlaşılacak!) bu dünyaya inandırılırlarsa, kapitalizm “son aşaması”ndan bir basamak yukarıya, “en son aşama”ya erişecektir. Ve öyle oldu. Bizler de oradayız.
1990’lardan başlayıp 2008’in “Büyük Çöküşü”ne giden süreçler üzerine çok şey yazıldı ve yazılıyor. Bugünümüze oradan geldik. Kapitalizmin ekonomisi ve siyasetinin parçası olarak geldik. Merak edebiliriz, kapitalizmin dünyada basmadık yer bırakmayan 1980 sonrası seferberliğinde “güç (kudret) merkezi” nerede?
Sermayenin ana damarı finans dünyası kendine yeni yollar açarak Amerika’dan dünyaya yayıldı. (Bazı bilgilere göz atalım; teknik ayrıntıları fazla kurcalamayalım) Bir, kredileme fren tanımadan yayıldı. Krediler elden ele satıldı, böylece “risk”i sisteme yayıldı. “Swap” böyle doğdu. Piyasası oluştu, büyüdü. (Son zamanlarda Türkiye’de popüler oldu; herkes öğrendi.) İki, risksiz, az riskli ve yüksek riskli krediler “tranşlar” halinde ayrılıp paket yapıldı. Ve bir “sentetik ürün” doğdu. Satıldı. Risk, oluşan piyasasında sisteme yayıldı. Üç, klasik banka sermayesi bu işleri yapan “yeniyetmeler”i gördü. Baktı daha çok kazanıyorlar, “Biz de isteriz!” dedi. Bağlayıcı kuralları yırtıp attı. Amerika’da da (Wall Street), İngiltere’de de (City). (Amerika’da Clinton, İngiltere’de Blair’in İşçi Partisi ya da İşçi Partisi’nin Blair’i!) “Evet, risk bir yerlerde kalmıyor, yayılıyor, doğrudur” dediler. Ve bankalar o yeni piyasaları ve değişik “ürün”leri sahiplendiler. Riskli işlemleri bilançolarının dışına çıkardılar; bilançolar “tertemiz” oldu. Dört, her “ürün” kapitalizmde sigortalanmalı ki krediyi hak edecek bir güvence haline gelsin. Yaratıcılık buna bir ad verdi: Türkçesine, “ipotek güvenceli menkul değerler” diyebiliriz: “Mortgage-backed.” (Finans uzmanları kusura bakmasın.) Beş, “ürün”ün sigortalanmak için krediyi hak ettiği belgelenmeli ki piyasaya çıkarılabilsin. İşte, kredi derecelendirme kuruluşlarının (Moody’s vs.) sistemdeki rolü. Onlar da çok kazandılar. Uzatmayalım, devreyi burada kapayabiliriz.
Kısaca, finans damarı kapitalizme ve dünyaya yepyeni piyasalar armağan etti. Onlara “güvenceler” ördü. Bunlarla, merkezi Amerika’da olmak üzere büyük, çok büyük dolar trafiği yaratıldı. İşin çekiciliği arttıkça kazançlar arttı; “öfori (coşku)” büyüdü. O kadar ki, modelin önde gelen iktisatçılarından muhafazakâr-liberal (ikisi nasıl birleşiyorsa!) Nobel’li Lucas, işi kehanete vardırmakta sakınca görmedi. Böyle dedi: “Buna güvenimiz tazelendi: Ciddi ekonomik dalgalanmalar geçmişte kalmıştır. Depresyonu önlemek diye önemli bir sorun kalmamıştır. Ve gerçekten gelecek on yıllar boyunca çözülmüş durumdadır!” (2003)
Finans sermayesinin hızlı koşusu 4.5 yıl daha sürecek. Oralardan gelen serpintilerle, biz de 2000’lerde büyük kapitalizmin “öfori”sine ortak olarak, 1923 devrimimizin tasfiyesine yönelen kendi kapitalizmimizi inşa edeceğiz. 2008’e kadar finans sermayesinin coşturduğu kapitalizm kendine kartopu misali büyüyen kazançlar, çıkar zincirleri yaratacak. Bunu görebiliriz: Kapitalizmin dünyayı borçlandırarak koşturabildiği senaryo içinde “güç” onun piyasalarındadır. “Güç” nereden geliyor? Yepyeni harcama, mülk edinme, huy edinme tutkuları ile şekillendirilebilen bir “yeni insan”ın piyasalar için yaratılmasından. Belleği zayıf, piyasaya inancı tam olacak. 2008’de, o yaratılmış menfaatlerin bu kez dominolar misali üst üste yığıldığı “Büyük Çöküş”le bu “güç” tükenecektir. (Ama yeni insan kuşakları kalıcıdır.) Sonra gücün sahibi Fed (Amerika Merkez Bankası) olacaktır. 2008’den bugüne gelinince geri dönüp düşünerek öğrenilecek çok şey var.
BÜYÜK DOLAR OTOYOLU
“Sınır Tanımayan Sermayeler” rasgele koşmuyorlar. Ana parkurda, Amerika-Avrupa arasında “gidiş-geliş” yapıyorlar. Bu otoyolun iki ucunda da sermayenin bereketi var. Ciddi kaynaklardan öğreniyoruz. En başta Cenevre’deki Bank of International Settlements’ın (BIS) verileri ve araştırmacılarından. Orada, çalışkan meslektaşımız Refet Gürkaynak’ın editörlüğünde yapılan ayrıntılı bir çalışma (Economic Policy, 2016) yeterince aydınlatıcıdır. “Büyük Çöküş”e giden adresi veriyor: Amerika-Avrupa otoyolu.
Otoyolun dışında yan yollar da var ve dünyanın irili ufaklı finans merkezlerine oralardan gidilebilir. Ancak, 2002-2007 arasında finans sermayesinin (gelmiş geçmiş tüm feodalleri kıskandıracak görkemle) inşa ettiği otoyol, dolar kredilerinin nasıl önce Wall Street’ten hareketle City üzerinden Avrupa bankacılığına indiğini ve sonra dönerek Amerika’daki yüksek getirili “plasman (yatırım)”lara yöneldiğini gösteriyor. “Enternasyonal” bankacılık sisteminin dolarla çalışan ana ekseni burasıdır. Avrupa’daki bankacılık (Avro bir yana) dolarla kredileniyor, krediliyor, kazanıyor. Amerika’dan yayılan yepyeni, sonsuz piyasalarda bereket arttıkça işler yolundadır. Ancak işler 2007’den başlayarak tersine bir türbülansa dönmeye başladıktan sonra Avrupa bankacılığında (ve dünya piyasalarında) kara günler başlar.
Avrupa’nın siyasetçileri 15 Eylül 2008’de Amerika’da Lehman’ın yok oluşunu, başlayan büyük depremi hemen kavrayamadılar, duydukları gizli hoşnutluğu da saklayamadılar. Kapitalizmde kader acımasızdır. Az sonra Avrupa’nın enternasyonalleşmiş büyük bankaları onlara bir yüklü dolar faturası getiriverdi. Bilindiği gibi, AB’nin çizgisi Ortodokstur: Kemerler sıkılı olacak, açık veren desteklenmeyecek! Bu Avrupa siyaseti için öncelikle prestij meselesidir. Ama “normal” iklimde... Fırtınada ise lükstür. 2008’in fırtınası gelince her çevrede sinirlilik yarattı. Ortodoksluk, bankaların yüklü dolar faturası önünde işe yaramayan bir “boş fiyaka”dan ibaret kaldı; Avro’nun sallandığı konuşulmaya başlandı. Yeni kaynak lazımdı. Avrupa Merkez Bankası (ECB) Başkanı Mario Draghi, 2012 Temmuzu’nda , kapitalist enternasyonalin merkezi City’de pek hüsnü kabul görmediği toplantıda, belki de İtalyanlığının verdiği bir sezgiyle, “Bedeli ne olursa olsun, gerekeni yapacağız!” (Whatever it takes!”) deyince, işte o zaman Avrupa sermayesi rahat nefes almaya başladı. Ek kaynak garantisi almış oldular.
HURAFE VE GERÇEK
Zamanımızın kapitalizmi “ekonomi hurafeleri”ni güzelce paketleyip tartışılmaz “analizler” halinde pazarlayabilmekte ustadır. Hele hurafeler “efsane” kişilerin görüşü olursa. “Çöküş” yolunun baş mimarlarından, Fed’in eski başkanı Greespan bu rolü üstlendi. “Çöküş”ün, hızlı gelişen Asya’nın, esasta Çin’in tasarruf fazlalığından doğduğunu, onların bu “tasarruf fazlası” ile gelip Amerika’nın (öncelikle 10 yıllık Hazine tahvillerini alarak) faizleri düşürdüklerini, paranın böylece ucuzladığını, vs. söyledi. “Hurafe”den öteye gitmeyen çizgiyi benimseyenler az olmadı. Yeni başkan Bernanke başı çekti. Pili biten modelin adını o koymamış mıydı: “Great Moderation” (“İşler mükemmel tıkırında”). Ancak saf ve bağnaz bir kişi değildi. Piyasaların tükenişiyle “Çöküş”e geçen kapitalizmde oluşan büyük güç boşluğunu iyi gördüğü, attığı adımlarla anlaşılacak. Hemen kolları sıvadı. Hazineyi yanında buldu. Komuta merkezi kuruldu.
Görev, dünya kapitalizmini kurtarabilmek... Bu yangında kurtarılacak tek varlık finans sermayesi. Şimdi gücün sahibi Fed. Hortumla dolar sıkarak yangını söndürdü. (O kültür her şeye yumuşatıcı terimler yaratır. Hortum işine “Quantitative Easing” dediler. “Para basıyoruz” diyemezlerdi!) Ayrıca, batkınların çürük borçlarını da alıp kapattılar. Fed dünya parası doları ile dünya çapında iş yaptı. Ve bir aşama kaydederek komuta merkezini dünyaya kabul ettirdi. Üst amir oldu. (Vaktiyle “planlama”ya “komuta ekonomisi” diyen meslektaşlarımızın kulakları çınlasın!)
Amerika’da Fed, Kongre’ye ifade verir. Bernanke, Kongre’ye, yaptığı kurtarma operasyonunun 1.2 trilyon dolara mal olduğunu söyledi. Araştırma dünyasında merak uyandı. Sonuç uyku kaçıracak büyüklükte idi: Tamı tamına 29 trilyon dolardan fazla! 29 trilyon 616 milyar 4 milyon dolar. (Kaynak: James Felkerson, Missouri Üniv., Aralık 2011) Bu tutarın 10 trilyonu çeşitli merkez bankalarına (swap), gerisi sınır tanımayan sermayenin büyük bankaları ve kuruluşlarına gitmişti. Çıplak gerçek şu: Fed, Amerikan halkının “ulusal” varlıklarının simgesi olan “para”yı “enternasyonal”e dağıtmıştı. Onu yakalandığı “enfarktüs”ten (doku ölümü)kurtarmak için. Yetkiyi, kendi gücünü kendi yaratmıştı. Dünya kapitalizminin merkez komutanıydı.
Piyasalara ne oldu? The Economist’in 26 Şubat 2022 sayısında bir geniş rapor var: “Private Markets”. Böyle başlıyor: Geçmiş on yıl özel finans piyasaları için bir altın dönem oldu!
GEMİ
Bir gemide gibiyiz. Kapitalizmin gemisi. Girmek için 20 yıl kadar kuyrukta bekledik. 2000’de filan aldılar. “Burada dolar geçerlidir” dediler. “Tamam, dolarlaşırız” dedik. Bir şey daha söylediler: “Sizin kronikleşen hastalıklarınız var. Onlarla uğraşamayız. Kendiniz uğraşın” gibi. Tam anlamadık ama “Artık buradayız, kurtulduk” gibi sevindik. Güverteye aldılar. Oranın yolcusuyuz. Onlarla aynı gemideyiz.
Bilsay Kuruç / Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder