Gezi turuncu değil kırmızıydı
Gezi, bu topraklardaki devrimci geleneğin, isyan ve direniş kültürünün 21. yüzyıla taşınmasıdır. Namık Kemal’lerden Mustafa Kemal’lere, Nâzım Hikmet’lerden ve Deniz Gezmiş’lerden Ali İsmail Korkmaz’lara ulaşan bir gelenektir...
Bu gerçeği Türkiye’de en iyi anlayanların başında da Saray yönetimi gelmektedir. Öyle olduğu için de Gezi’yle boğuşmaktadırlar.
İKTİDARIN GEZİ’YE DÖRT KUMPASI
1. Gezi’yi Osman Kavala üzerinden Soros’la irtibatlandırarak lekelemeye çalıştılar: Oysa Soros’un asıl temsilcisi Can Paker ve akrabası olan Barlasgiller ailesi Saray’ın “entelijansiya” takımında... Kaldı ki Kavala’ya kinleri Sorosçuluktan değil, Kavala’nın AKP-FETÖ kumpası günlerinde, Balyoz sanığı Çetin Doğan’ın kızı Pınar Doğan ve damadı Dani Rodrik’in “kumpasın belgelerini ve gerçekleri” duyurabilmeleri için toplantı düzenlemesi nedeniyleydi.
2. Gezi’yi Henri Barkey üzerinden CIA ile irtibatlandırarak lekelemeye çalıştılar: Oysa Barkey, Kemalizm karşıtlığı konusunda, ilk günden itibaren akıl hocalarıydı...
3. Gezi’yi PKK ile irtibatlandırarak lekelemeye çalıştılar: Oysa Gezi günlerinde, PKK’yle açılım yapan kendileriydi. Dahası HDP, o zamanki adıyla BDP, AKP’den de önce Gezi’de “darbe gören” siyasi partiydi! Demirtaş, “Gezi’de hükümeti devirmeye çalıştıklarını gördük ve mesafe koyduk” deyince, sık sık MİT’le görüşmekte olan Öcalan devreye girmiş ve Demirtaş’lara “Taksim’i ulusalcılara bırakmayın” mesajı göndermişti! (Öcalan’ın AKP gümrüğünden geçen o açıklaması sonrası Taksim’e Öcalan posterleri ve PKK flamaları doluştu, hükümet de yol verdiği bu işi daha sonra “Gezi-PKK ortaklığı” diye kullanmaya çalıştı!)
4. Gezi’yi, FETÖ ile irtibatlandırarak lekelemeye çalıştılar. Güya FETÖ’cü polisler, halkı kışkırtmak için bilerek Gezi’deki gençlere sert davranmış ve iş büyümüştü. Oysa polisin o sert müdahalesi sonrası “Emri ben verdim” diyen de, daha sonra “Polis, Gezi’de kahramanlık destanı yazdı” diyen de kendileriydi.
Kısacası, Gezi’yi Sorosçu turuncu eylem gibi göstermeleri mümkün değildir. Zira turuncu eylemlerin iki tipik özelliği vardır; eylemcilerin bir bölümü silahlıdır ve eylem Amerikancılık zeminindedir. Oysa Gezi’de eylemcilerin elinde yan yana geldikleri diğer eylemcilerin avuçları vardı ve eylem sloganlarında görüldüğü gibi antiemperyalistti. Yani turuncu değil kırmızıydı.
SARAY MUKTEDİR GÖRÜNME PEŞİNDE
Verilen “cezaları”, hukuk dışılığı üzerinden tartışmaya gerek yok, tablo ortada: Daha önce suç bulunamadığından ceza verilememiş bir dava için yeniden mahkeme kurup ağır ceza vermek, hukukun değil, siyasetin konusudur. Kaldı ki Saray cezaları, kamu vicdanı nezdinde ceza değil, madalyadır.
O nedenle konunun hukuk boyutunu değil, esası olan “Gezi’ye cezanın” siyasetini konuşmalıyız. Bu cezalar, seçim atmosferine girilmiş Türkiye’de, oyları eriyen ve tabanı erozyona uğrayan Saray’ın “muktedirlik” gösterisi gereğidir. AKP hükümeti bu cezalarla Gezi’ye katılan milyonlarca yurttaşın iradesini tehdit etmektedir; krizle boğuşan ve AKP’nin ekonomi politikalarına eleştiriler dile getirmeye başlayan burjuvaziye Kavala örneği üzerinden “çok konuşma” sopası göstermektedir, bir türlü ele geçiremediği TMMOB’yi sindirmeye çalışmaktadır; sıradan vatandaşta “Zengin Kavala’yı zindanda çürüten bize ne yapmaz” duygusu uyandırmayı amaçlamaktadır...
Fakat 2013 Mayısı’nda ağaçları savunan bir avuç genci ezerek halkın hak arama iradesini önleyebileceklerini sanarak nasıl yanıldılarsa, bugün de yanılmaktadırlar.
TMMOB’nin örnek yöneticisi Mücella Yapıcı başta olmak üzere hepimiz Gezi’deydik, yine Gezi’deyiz... Gezi, bir mekânın değil, bir mücadelenin adıdır ve her yerdir.
***
Stratejik saflaşmanın ana ölçütü
İster Kuzey-Güney, isterse Batı-Doğu, ister gelişmiş-gelişen devletler, isterse ezen-ezilen uluslar çelişmesi temelinde bakılsın; küresel düzeyde ve stratejik düzlemde saflaşmanın esas ölçütü Çin-Rusya işbirliğine karşı tutumdur. 21. yüzyılın birinci yarısının turnusol kâğıdı budur.
İşte Fransa’nın cumhurbaşkanı adayı Le Pen’in sözleri: “Gelecekte güvenliğimizin başına gelebilecek en kötü şey Çin ve Rusya’nın yarı-birleşmesi, bu iki ülke arasında parasal, ekonomik ve askeri olabilecek bir blokun oluşturulmasıdır. Bu, belki de 21. yüzyılda Fransa ve Avrupa’nın güvenliğine yönelik en büyük tehdit olacak.”
Le Pen’in sözleri şu bakımdan önemli: Çin-Rusya işbirliği, Rusya’nın Ukrayna harekâtından sonra artık bir varsayım olmaktan çıktı, 1945 dünyasının tabutuna çiviler çakan bir gerçekliğe dönüştü. Dolayısıyla şimdi Çin-Rusya işbirliğine karşı tutum, nasıl bir dünya arzu edildiğini belirliyor.
ANTİ-PUTİN’CİLİK, LE PEN’CİLİK
Batı açısından asıl tehlike olarak Çin-Rusya işbirliğini gören anlayış, sadece Le Pen’in değil, Amerikan hâkim sınıfının Trump’ın da içinde olduğu kanadı başta olmak üzere Batı’daki pek çok siyasetçinin esas görüşü. Hatta sadece siyasetçilerin değil, devletlerin de egemen görüşü. Biden yönetimi de Ukrayna savaşı boyunca Çin’in Rusya’ya desteğini ve Çin-Rusya işbirliğini kesmeye ağırlık verdi. Çin’i yaptırımlara zorlamak, bunun somut ifadesidir.
Zira en iyi emperyalist devletler bilmektedir: Çin-Rusya işbirliği, ekonomi, siyaset, güvenlik ve uluslararası hukuk alanlarında adım adım yeni bir dünya düzeni inşa etmeye çalışıyor.
Stratejik düzlemdeki bu ana saflaşmayı esas almayan bir tür solculuk, nasıl Putin’in ve Rusya’nın kapitalist olmasından hareketle Ukrayna’da yanlış çizgiye düştüyse, diğer tür bir solculuk da NATO karşıtı sözleri üzerinden Le Pen’ciliğe savruldu. (Oysa Fransa’da NATO karşıtlığı zaten yükselen değer, nitekim Macron’un “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti” sözleri de o değerin siyasete yansımasıydı zaten.)
UKRAYNA SAVAŞININ İKİ SONUCU
Batı basını üzerinden “Putin tuzağa düştü, Putin yanlış Ukrayna hamlesiyle ABD ile AB’yi birleştirdi, NATO ülkelerini işbirliğine itti” şeklinde propagandalar ne kadar yapılırsa yapılsın, emperyalist merkez şu gerçeğin farkında: Ukrayna krizi; 1) Çin-Rusya işbirliğini kesemedi, tersine Çin-Rusya-Hindistan işbirliğini geliştirdi, 2) Transatlantik ilişkileri restore edemedi, tersine Avrupa’yı böldü.
Almanya ve Fransa liderliğindeki Batı Avrupa’nın ABD’den bağımsız Asya ile yürütmek istediği ilişkinin ABD tarafından bu denli kabul edilemez görülmesinin arkasında işte bu küresel saflaşma var. O nedenle Avrupalı ülkelerin siyasetçilerinin Çin-Rusya işbirliğine karşı nasıl tutum aldıkları, diğer tüm siyasetlerinin üstünde ve belirleyici olandır.
Aynı durum ülkemiz için de geçerlidir.
AKP’NİN MANEVRASI
Ukrayna krizini ABD’yle işbirliğinde fırsata çevirme hesabı yapan iktidar, yeni pozisyonlar almaya başladı:
- Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, “Suriye’ye asker taşıyan Rus uçaklarına hava sahasını kapattıklarını” duyurdu!
- Çavuşoğlu, “ABD, Türkiye’nin S-400’ü Ukrayna’ya vermesini önermedi. Bizim taleplerimiz ortada zaten, onların bize teklif ile gelmesi lazım” diyor.
- AKP Sözcüsü Ömer Çelik, “Türkiye’nin sınırları NATO’nun, AB’nin sınırları anlamına geliyor. (…) Bazıları hadlerini aşarak Türkiye’nin NATO üyeliğini tartışmaya çalıştı” diyor. Ki yakın zamanda Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın “NATO’ya kayıtsız şartsız bağlıyız” demiş, Çavuşoğlu “NATO’nun birliğini, Türkiye’nin savunması öneminde gördüğünü” açıklamış, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar “NATO’nun güvenliğinin tam merkezindeyiz” demişti.
Bitirirken önemle belirtelim: NATO’culuk, yukarıda özetlediğimiz stratejik düzeydeki küresel saflaşmada, son örneği Macaristan’da görüldüğü üzere iç siyasetlerde de kaybediyor!
Mehmet Ali Güller / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder