22 Mayıs 2022 Pazar

Yeşilçam’ın azınlık ‘öteki’leri (I+II+III+IV) - Mesut Kara / Evrensel

 


(I) 

Geçen haftalarda Ermeni oyuncu Kenan Pars (Kirkor Cezveciyan) ve annesi Ermeni olan Süha Doğan’ı yazmıştım. Bu hafta da etnik kökenlerden, farklı dinsel aidiyetlerden ülkede ve sinemada “azınlık” kabul edilen eski deyimle ekalliyetten oyuncularımızdan söz etmeyi sürdüreceğiz.

Azınlık sözcüğü “bir toplulukta herhangi bir nitelik yönünden ayrı ve ötekilerden sayıca az olanlar (TDK) anlamında kullanılıyor. Sözcüğün toplumbilim terimi olarak karşılığı da; “Bir ülkede, o ülkenin yurttaşı olmakla birlikte soyu, dili ve dini yönünden ülkenin sayıca baskın öğesi olan halktan az olan topluluk”ları ifade ediyor.

Türkiye’de sinemanın başlangıcı, ilk çekilen filmler de azınlıktan sinemacılar eliyle gerçekleştirilir.

Sinemamızın kabul gören sembolik doğum tarihi 14 Kasım 1914. Bu tarihte çekildiği söylenen ilk “Türk filmi”, “Ayastefanos’taki Rus Abidesinin Yıkılışı” filmini çektiği ve “ilk Türk filmi”ne imza attığı söylenen kişi ise Fuat Uzkınay.

1876-1877 yıllarında yaşanan ve 93 Harbi olarak anılan Osmanlı-Rus Savaşı’nda yaşanan yenilgiden sonra, Ruslar Ayastefanos’a (bugünkü Yeşilköy) bir “zafer anıtı” yaparlar.

“Ayastefanos Rus Abidesi, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda ölen Rus askerlerinin anısına ve Rus Devletine savaş tazminatı olarak yapılmıştır.” 1914 yılında Almanya ile ittifak yaparak 1. Dünya Savaşı’na katılan Osmanlı İmparatorluğu, “milli duygular”dan yararlanmak, desteği artırabilmek için anıtı yıktırır.

İddiaya göre o tarihte yedek subay olan ve öncesinde Sigmund Weinberg’in yanında sinema aygıtlarını kullanmayı öğrenmiş olan Fuat Uzkınay, anıtın yıkılışını filme alır. Böylece 14 Kasım 1914’de Fuat Uzkınay tarafından çekildiği söylenen “Ayastefanos’daki Rus Abidesinin Yıkılışı” adlı 150 metrelik belge film, ilk “Türk filmi” olarak tarihe geçer. Fakat bu filmi bugüne dek gören olmamıştır. Filmin çekilemediği ya da çekildikten sonra yandığı, kaybolduğu yönünde kuşkular vardır.

MİLLİLEŞTİRİLMİŞ DOĞUM GÜNÜ

Bu konuda, sinema tarihçisi Nijat Özön’ün ve Burçak Evren’in değerli araştırmaları, katkıları olmuştur. Nijat Özön “İlk Türk Sinemacısı Fuat Uzkınay” (TSD Yayınları, 1970 İstanbul) adlı kitabında bu kuşkuları dile getirmiştir. Konuyla ilgili birçok makale yayınlayan, araştırmalarını kitaplaştıran Burçak Evren de kuşkularını ve öncesinde çekildiği söylenen filmlere yönelik belgelerini bu kitaplarda kaleme alır. Yeni belgeler sinemamızın “sembolik” doğum tarihini değiştirmese de bilinmezliklerin, belirsizliklerin aydınlanması açısından önemlidir.

Burçak Evren sözü edilen filmin ilk Türk filmi olmadığını, filmi, döneminde de (bugün aramızda olmayan onlarca kişiyle yapılan söyleşiler sonucu) hiçbir kimsenin görmediği belirtiliyor. Burçak Evren’e göre “En önemlisi; bu film çekilmiş olsa bile ilk film sayılmayacağıdır. Manaki Kardeşler’i yaşadıkları dönem içinde değerlendirip Osmanlı tebaasından oldukları gerçeği düşünülürse, onları Türk sinemasının öncülerinden saymak mümkün olmaktadır. Bu gerçekten yola çıkarak onların 1905’te ilk çektikleri filmi de (Yün Eğiren Kadınlar) Türk sinemasının başlangıcı olarak kabul etmek olasıdır.”

Yanaki-Milton Manaki Kardeşler’in değil de Fuat Uzkınay’ın çektiği varsayılan filmin ilk “Türk Filmi” kabul edilmesiyle sinemayı millileştirme ve sembolleştirme çabası başarılı olur.

İLK GAYRİMÜSLİM KADIN OYUNCULAR

Cumhuriyet öncesi dönemde Müslüman Türk kadınlarının filmlerde oynaması yasaktı. Bu nedenle ilk dönem Türk filmlerinde Ermeni, Rum, Beyaz Rus gibi gayrimüslim azınlıklardan kadın oyuncular rol alır. 1916 yılında çekilen Himmet Ağa’nın İzdivacı filminde oynayan Rozali Benliyan ve Lusi Avuşyak, Sedat Simavi’nin çektiği ‘Pençe’(1917) filminde oynayan Eliza Binemeciyan bu oyuncuların ilklerindendir. Onları Matmazel Blanche (Binnaz, 1919), Lydia Ley (Koruyan Ölü, 1917), Madam Kalitea, Bayzar Fasülyeciyan (Mürebbiye, 1919), Madam Sarmatova, Anna Mariyeviç, Helena Antinova (Boğaziçi Esrarı, 1922) gibi isimler izler. Yine 1922 yılında Muhsin Ertuğrul’un yönettiği ‘İstanbul’da Bir Facia-ı Aşk’ filminin başrolünde Anna Mariyeviç oynar. Aynı filmde oynayan diğer kadın oyuncular da gayrimüslim azınlık oyuncularıdır. Roza Felekyan, Liane Console, Aznif Mınakyan, Siranuş Aleksenyan’dır bu oyuncular.

Ayrıca ilk dönem Türk filmlerinde sadece Ermeni, Rum gibi gayrimüslim azınlıklardan kadın oyuncular yer almaz; erkek oyuncular ve kameramanından yönetmenine, montajdan ses ekibine kadar birçok değerli ismin de emeği vardır Türk sinemasının oluşumunda.

Örneklersek görüntü yönetmeni ve yapımcı Yuvakim Filmeridis, kardeşi Manasis Filmeridis, birçok filmde kurgucu olarak yer alan, ses mühendisliği ve kameramanlık da yapan Diamandi Filmeridis, yönetmen, senarist, yapımcı, oyuncu Dr. Arşavir Alyanak…

Osmanlı’da ve cumhuriyetin ilk yıllarında tiyatro’da da çok önemli yerleri olan azınlıkları ayrı bir yazı ve araştırma konusu olarak ayrı tutarak sinemamızdaki azınlıklardan söz etmeyi sürdürelim.

1896 yılında Beyoğlu’nda Dimitris Alataris ve Dimitris Panusyan isimli iki Rum’un işlettikleri Sponek Birahanesi’nde halka açık ilk film gösterimi gerçekleştirilir. Batılı ülkelerden ithal edilen sinema cihazlarını ülkeye getiren ve işletmesini yapanlar da ya yabancı ülke vatandaşları ya da Osmanlı tebaasından azınlıklar olmuştur.

İstanbul’daki ilk sinema işletmecileri yine Avrupalı yabancılar ve Osmanlı vatandaşı azınlıklardan oluşmaktadır. Osmanlı Devleti’nde ilk yerleşik sinema salonunu 30 Ocak 1908’de İstanbul’da Pathe Sineması adıyla açan Polonya Yahudisi Sigmund Weinberg de bu sinemacılardan biridir.

“1920 yılına gelindiğinde, Amerikan rehberi Constantinople Today’in verdiği bilgi göz önünde tutulursa, sadece sinema alanı değil o zamanlar sinemanın da içine dahil edildiği eğlence sektörünün yüzde 83’ü Rumların kontrolündeydi. 1929 yılında Tüccar Naci Bey’in Siirt Milletvekili Mahmut Bey’e gönderdiği rapora göre de Türkiye’de film dağıtım işinde önde gelen kişilerin azınlık mensupları ve yabancı uyruklu kişiler olduğu açık bir şekilde görülmektedir.”(1)

Not: Haftaya “azınlıktan” sinemacılarımızı yazmayı sürdüreceğiz…
(1)Türk Sinemasında Azınlıklar. Yalçın Lüleci, Alparslan Nas. Düşünce ve Toplum Sosyal Bilimler Dergisi Sayı:2 Haziran, Yıl: 2020                                     
***

(II)

1940’larda Türkiye’de kurulan 24 yapım şirketinin sadece ikisinin sahibi azınlıklara mensup sermayedarlardır. Bu sermayedarlar, 1947 yılında kurulan Elektra Film’in sahibi Yorgo Sarris ve 1948 yılında kurulan Işık Film’in sahibi Agop Fındıkyan’dır. Bu tarihlere kadar yapımevlerinin yanı sıra dağıtımcı firma sahipleri arasında da başı çekenler yine Avrupa kökenli yabancılar ve azınlık mensuplarıdır.

“1930’lu yılların başından itibaren sinema firmalarının büroları şimdiki ismi Yeşilçam Sokağı olan ve Türk sinemasının önemli bir dönemine ismini veren eski Devauux Sokağı’nda bulunuyorlardı. Bu sokakta 20th Century Fox Şirketi ve diğer yabancı sinema firmaları ile Türk ve Rumların işlettiği sinema firmaları vardı. 1930’lu yıllardan sonra sinema işletmeciliği alanında faaliyet gösteren azınlık mensubu sinemacılar azalmaya ve yerlerini yavaş yavaş Türk sinema işletmecileri almaya başlamıştır. Azınlık mensuplarının sinema alanından yavaşa yavaş çekilmeye başlamalarına delil olarak 1940’larda Türkiye’de kurulan 24 yapım şirketinin sadece ikisinin sahibinin azınlıklara mensup sermayedarlar olması gösterilebilir. Bu sermayedarlar, 1947 yılında kurulan Elektra Film’in sahibi Yorgo Sarris ve 1948 yılında kurulan Işık Film’in sahibi Agop Fındıkyan’dır. Bu tarihlere kadar yapımevlerinin yanı sıra dağıtımcı firma sahipleri arasında da başı çekenler yine Avrupa kökenli yabancılar ve azınlık mensuplarıdır.” (1)

Yalçın Lüleci ve Alparslan Nas’ın yazdıkları “Türk sinemasında azınlıklar” başlıklı makalede cumhuriyet döneminde film şirketi sahibi Rumlara örnek olarak şu isimler yer alır: “1930’a kadar Gaumont Şirketinin İstanbul’daki temsilcisi ve Atlas Film Şirketinin sahibi Tilemahos Spiridis, Jozef Kollaro, E. Grissos, Hristos Epaminondas. 1932 yılında, Türk meslektaşları ve bazı Levanten film ithalatçısı firmalarla birlikte Türkiye Sinema İthalatçıları ve Prodüktörleri Birliğini kuran Anas Kardeşler ve Antonis Apostolu. 1946 yılında, Anas Kardeşler ve Antonis Apostolu ile birlikte Sinemacılar, Filmciler ve Türk Film Prodüktörleri Cemiyetinin kurucu üyeleri arasında yer alan Yorgos Sarris. Bunlardan, Yorgos Sarris, Elektra Film’in de sahibiydi. Vasilis, Anastasis ve Yordan Anas Kardeşler, Reks Film Şirketinin sahibi ve birkaç sinemanın işletmecisiydiler. Ayrıca Kostas Princis, Sümer Sinemasının Yöneticisi, Nikolaos ve Filotas Çangopulos Kardeşler ise Koçanga Film’in sahibi ve birkaç sinemanın işletmecisiydiler. Antony Stoll ismiyle sinema eleştirileri yazan ve haber/reklam filmleri hazırlayan Antonis Apostolu Ceylan Film’in sahibiydi. Bunların dışında sinemayla ilgili işler yapan Fedor Nazlıoğlu, Stefanos Poyrazoğlu, Yannis Mizancıoğlu, Lefter Mizancıoğlu ve Nikos Vasiliadis gibi Rum sinemacılardan bahsedilebilir. (a.g.y.)

Geçen haftaki yazımızda isimlerinden söz ettiğimiz gibi 1960’lı yıllarda Mask Film’de yapımcı ve yönetmen olarak çalışan ve asıl adı Kirkor Cezveciyan olan Kenan Pars, Memduh Ün’le 1951 yılında Yakut Film’i kuran Arşavir Alyanak, Koçanga Film’de yapımcılık yapan Aleko Aleksandru, Güven Film’de yapımcılık yapan Yoakim Filmeridis, Melek Film’in ortakları Şahan ve Kaçuni Kardeşler ile Berç ve yönetmenliğin yanında yapımcılık da yapan Aram Gülyüz ile Nişan Hançer gibi sinemacılar vardır.

İlk yıllarda filmlerde rol alan Aktör Kimon Spathopulos, Aktris Madam Kalitea, Madam Panagiota, Sinema Eleştirmeni Ahileas Salevras, Yaziadis Kardeşler, 1900’lerin hemen başında İstanbul’da film çeken Dimitris Mevaridis ve Sedat Simavi’nin yönettiği ve Türk sinemasının ilk konulu filmi olarak bilinen ‘Pençe’ ve ‘Casus’ filmlerinin görüntü yönetmeni Yorgos Siotis, Rum’dur.

“Onun dışında 1930’lardan sonra Türk sinemasında teknisyen, görüntü yönetmeni, ses mühendisi ve kurgu teknisyeni olarak çalışan azınlıklara mensup sinemacılar şunlardır: Kriton İlyadis, Yorgos İlyadis, İoakim Filmeridis, Manasi Filmeridis, Diamantis Filmeridis, Lazaros Yazıcıoğlu, Coni Kurteşoğlu, Avram Gugasyan, Mike Rafaelyan, Stavro Yuanidis, Kostas Psaras, Alekos, Aleksandru ve Markos Buduris. (a.g.y.)

YEŞİLÇAM’IN ‘AZINLIK’TAN OYUNCULARI

Sinemamızda azınlıktan oyuncular dışlayıcı, ötekileştirici nedenlerden, yaşanan baskılardan dolayı çoğunlukla etnik ve dinsel kimliklerini gizlemek, adlarını değiştirmek zorunda kalmışlardır. Kirkor Cezveciyan (Kenan Pars) “Türkiye vatandaşı Kenan Pars’ım. Ben bir Türk’üm. Türk olmanın anlamını hissediyorsan sen de Türk’sün.” demek zorunda hissediyordu kendini. “Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı Ermeni Kirkor Cezveciyan’ım” diyebilmek ağır geliyordu. Onlarca yıllık dışlanmışlıkları, baskıları düşündüğümüzde.

Fakat Nubar Terziyan cesaretle kendi adını kullanmayı seçebiliyordu. Soyadı Alyanak olmasına rağmen, bir Ermeni tiyatrocuya ait Terziyan soyadını kullanmayı, o tiyatrocuyu seçmiş ve Ermeni kimliğini saklamamıştı. Tersinden bir durum da söz konusudur: Sonraki yıllarda Yeşilçam’a kral olarak damgasını vuran Ayhan Işık, Yıldız dergisinin açtığı yarışmada birinci seçilip oyunculuğa başladığında Işıyan olan soyadı “Ermeni sanılmasın” diye Işık olarak değiştirilir.


Çok sevdiğimiz birçok oyuncuyu etnik ve dinsel kimliğinden bağımsız Vahi Öz (Vahe Ozinyan), Sami Hazinses (Samuel Agop Uluçyan), Danyal Topatan (Ahmet Danyel Bayri). Selim Naşit, Adile Naşit (Adela Naşit) Kamer Baba (Kamer Sadıkyan) olarak tanıdık ve sevdik. Birçoğumuz onların Ermeni ya da Rum olduğunu bilmiyordu: bilseydi sevmezler miydi? (Selim ve Adela’nın annesi Amelya Hanım anne tarafından Ermeni, baba tarafından Rum’du)

Daha önce bu sayfada “Adile Işıyan, Kirkor Nubar” başlıklı bir yazı yazmıştım. İlgilisi linkten, arşivden okuyabilir.(*) O yazının girişinde şöyle yazmıştım: “Yeşilçam “Türk Sineması”ydı; hep öyle adlandırıldı, anıldı. İlk dönemlerinde “yerli sinema” diye de tanımlandı uzunca bir süre. Filmler yerli film (Türk filmi)-yabancı film (ecnebi filmi) diye tanımlanırdı.

“Türk sineması” olmasına, Türk filmi üretmesine karşın başlangıcında kamera arkası çalışanları gibi oyuncularının önemli kısmı da azınlıklardan oluşuyordu.


(1) Türk Sinemasında Azınlıklar. Yalçın Lüleci, Alparslan Nas. Düşünce ve Toplum Sosyal Bilimler Dergisi Sayı:2 Haziran, Yıl: 2020
(*) https://www.evrensel.net/yazi/71636/adile-isiyan-kirkor-nubar

                                                       ***

(III)

Sinemamızın ‘Yeşilçam döneminden’ de tanıdığımız, bildiğimiz çok sevdiğimiz ‘farklı azınlıklardan’ oyuncuları vardı; Ermeni, Rum, Kürt, Arap, Laz, Çerkes… Çoğu dünya ölçeğinde büyük ve etkili oyunculuklarıyla Türkiyeli oyuncular, unutulmayan yüzlerdi onlar.

Geçen haftaki yazımızda söylediğimiz gibi Yılmaz Güney gibi Kürt kimliğini, Nubar Terziyan gibi Ermeniliğini gizlemeyenler, dillendirenler gibi, Türkiye Ermenisi olan Kenan Pars’ın Kirkor Cezveciyan’lığını gizlemek zorunda hissetmesine de tanık olduk.

Azınlık toplulukların Türk sinemasındaki temsil ediliş biçimlerini sonraki bölümlere bırakıp azınlıktan oyuncuları tanıyarak sürdürelim yazımızı.

“Yeşilçam’ın azınlık ‘öteki’leri” başlıklı yazımızın 1. bölümünde “Cumhuriyet öncesi dönemde Müslüman Türk kadınlarının filmlerde oynaması yasaktı. Bu nedenle ilk dönem Türk filmlerinde Ermeni, Rum, Beyaz Rus gibi gayrimüslim azınlıklardan kadın oyuncular rol alır. 1916 yılında çekilen Himmet Ağa’nın İzdivacı filminde oynayan Rozali Benliyan ve Lusi Avuşyak, Sedat Simavi’nin çektiği ‘Pençe’ (1917) filminde oynayan Eliza Binemeciyan bu oyuncuların ilklerindendir” diye not düşmüştük. Buna hemen erkek oyuncu olarak Arşak Benliyan’ı da eklemeliyiz.

ROZALİ BENLİYAN (1882-1951)

Eşi Arşak Benliyan ile birlikte kurucusu olduğu Benliyan Heyetinde yıllarca oyunculuk yapan Rozali Benliyan, “Leblebici Horhor Ağa” operetindeki Fatine rolüyle hafızalara kazınır. Benliyan Heyetinin tenoru olan Vahram Balıkçıyan’a göre 1912 yılında çekilen “Börekçi Kızı” ve “Besa” adlı iki kayıp filmde daha oynamıştır.

Himmet Ağa’nın İzdivacı filminde Lusi Arusyak ile birlikte rol alır.

Benliyan topluluğu Osmanlı azınlığı tiyatro tarihinin 1890-1923 yıllarını kapsayan dönemde önemli bir yere sahiptir ve bu dönem Arşak Benliyan dönemi olarak geçer kayıtlara.

Türk sinemasının azınlıklardan ilk erkek oyuncusu olan Arşak Benliyan, “Leblebici Horhor Ağa” operetini sergilemek için Bulgaristan’a gider. Bir gün sokakta cambazlık yaparak geçimini kazanan bir babayla kızına rastlar. Şarkılarını çok içten ve etkileyici söyleyen Rozali adlı bu genç kıza hayran kalan Arşak Benliyan onu topluluğuna dahil etmek ister. Teklifi kabul eden Rozali artık Benliyan’ın en önemli kadın oyuncusu olur.

Topluluğun Paris ve Londra turnelerinden sonra İstanbul’a döndüklerinde Balkan Savaşı başlamıştır. Rozali Hanım Bulgar kökenli olduğu için savaş nedeniyle sınır dışı edilme tehlikesiyle karşı karşıya kalır, İstanbul’da kalabilmesi için Osmanlı tebaasından bir erkekle evlenirse ülkede kalabilecektir ve kendisine platonik duygular besleyen Benliyan’ın evlilik teklifini kabul ederek İstanbul’da kalır.

Anne tarafından Rum, baba tarafından Bulgar olan Rozali Benliyan, Arşak Benliyan’ın 1923 yılında yaşamını yitirmesiyle yalnız kalır. Rozali direnç gösterip bir süre daha sahneye çıkmayı sürdürür. Sonrasında Türkiye’yi terk ederek Bulgaristan’a yerleşir ve 1951 yılında sessizce yaşama veda eder.

ARŞAK BENLİYAN

Arşak Benliyan, 18. yy. sonlarına doğru Osmanlı-Azınlık tiyatrosunda tuluatın ve temaşa sanatının öncü isimleri arasında yerini alır. “Leblebici Horhor Ağa” operetindeki “Leblebici” rolüyle döneminde Pera’nın da en sevilen temaşa ustası olarak anılır.

“Börekçi Kızı (1912), Besa (1912) ve Himmet Ağa’nın İzdivacı (1914) filmlerinin senaryosu Arşak Benliyan’ın Şehzadebaşı Tiyatrosunda eşi Rozali’yle başrolü̈ oynadığı piyeslerin uyarlamasıydı. Her iki isim için de Türk sinemasının ilk gayrimüslim oyuncuları tanımlamasını yapabiliriz.”(1)

TAMER BALCI (TOMA VALCİS)

Ocak 1917 Heybeliada doğumlu Türkiye Atletizm Milli Takımı’nda çekiççi olarak yer alan, 15 kez Türkiye şampiyonu olan ve 1940-1956 yılları arasında sayısız Türkiye rekoru kıran Toma Valcis 50’li yılların başında sinema oyunculuğuna başladığında adı Toma Balcı ya da Tamer Balcı olarak yazılır, jeneriklere, afişlere.

1952 yılında çevrilen “Tarzan İstanbul’da” filminin başrolünü, yani Tarzan’ı oynar. Toma’nın Tarzan rolü için seçilmesinde oyunculuğu kadar, iki metreye yaklaşan boyu, güçlü, kaslı bedeni de etkili olur. Tüm uluslararası yarışmalarda atletizm-çekiç atma alanında Türkiye’yi temsil eden ve hep birincilik kazanan Toma Valcis 1951-1976 yılları arasında 24 filmde yer alır.

İlk üç filminin yönetmeni kurgu ustası, birçok ustalaşan kurgucular yetiştiren Orhan Atadeniz, yapımcısı ve kameramanı (Kunt Tulgar’ın babası) Sabahattin Tulgar’dır. Bunlar “Ali ile Veli” (1951), “Cemile Sultan” (1951), “Tarzan İstanbul’da” (1952) adlı filmlerdir. Tamer Balcı 1952 yılında Faruk Kenç’in senaryosunu yazıp yönettiği, yapımcılığını yaptığı “Çakırcalı Mehmet Efe’nin Definesi” adlı filmde de yer alır. Tamer Balcı’nın son filmleri 1975-76 yıllarında oynadığı Natuk Baytan’ın yönettiği “Sahte Kabadayı”, (1976), “Hınç” (1976) ve “Babacan” (1975) adlı filmlerdir.

KAMER SADIK (KAMER SADIKYAN)

Bir deri bir kemik zayıflığıyla hep yaşlılık hallerini bildiğimiz, oynadığı ilginç filmlerden tanıdığımız Yeşilçam’ın “Kamer Baba”sı (bazı kaynaklarda İstanbul) 1911 Kayseri doğumlu, Ermeni asıllı Kamer Sadıkyan, Pangaltı Lisesinden mezun olur. 1954 yılında “Çifte Kavrulmuş” filmiyle sinema oyunculuğuna başlar ve1986’ya kadar 177 filmde yer alır.

İlk filmi Şinasi Özonuk’un yazıp yönettiği “Çifte Kavrulmuş”un yapımcısı Agop Fındıkyan, görüntü yönetmeni de Aram Hugosyan’dır. Filmde Aziz Basmacı, Melahat İçli, Salih Tozan, Faik Coşkun, Gülderen Ece, Vehdi Ersin, Rauf Ulukut, Suat Sim gibi oyuncular vardır Kamer Sadık’ın rol arkadaşları arasında. 1977 yapımı “Sakar Şakir” filmindeki Sabri Amca ve 1979 yapımı “Korkusuz Korkak” filmindeki Mülayim Ters rolleriyle belleğimizde yer eder.

Türkçe, Ermenice yanında Fransızca da bilen Kamer Baba, 1961’de Belçikalı filmcilerin büyük bölümünü İstanbul’da çektikleri “Tenten ve Altın Post” filminde de rol alır. Sinemayı, kamerayı ve oyunculuğu çok seven Kamer Sadık erotik filmler döneminde de sinemadan uzaklaşmaz, bazı erotik komedilerde de yer alır.

Çok sayıda Yeşilçam filminde, foto romanlarda oynayan Kamer Sadık’ı geniş kitleler için unutulmaz yapan Yeşilçam’ın sevilen emektarı Faik Coşkun’la oynadıkları banka reklamı olur.

- Hayrola Akbank’a mı gidiyorsun?
- Hayır Akbank’a gidiyorum.
- Haa ben de seni Akbank’a gidiyorsun sanmıştım,

Sadık Kamer, 1986 yılında “Tarzan Rıfkı” filminin çekimleri sırasında geçirdiği kalp krizi sonrası aramızdan ayrılır.


(1) Burak Süme’nin hazırladığı ‘Vahram Balıkçıyan’ın Jamanak Gazetesinden Türkçe’ye Çevrilen Makaleleri’ başlıklı çalışma.
*Bu yazıda Burak Süme’nin araştırmalarından, yazılarından yararlandım:
https://www.pressreader.com/turkey/makam-music/20200101/283025466570496

                                                                                ***

(IV)

Yeşilçam’ın azınlık “öteki” oyuncularını yazmayı sürdürmeye başlamadan önce bir sergiden, o sergide adı geçenlerden söz edeceğim. “TÜRVAK’ta İstanbul’un Rum Sinemacıları Sergisi” başlığıyla yayımlanan bültende, “TÜRVAK Sinema-Tiyatro Müzesi’nde TÜRVAK ve Sula Bozis arşivi katkılarıyla hazırlanan ‘İstanbul’un Rum Sinemacıları’ sergisinden bahsediliyordu. “Beyoğlu’daki halka açık ilk sinema gösteriminden Yeşilçam’ın altın çağına uzanan süreçte sinemaya emek vermiş ‘İstanbul’un Rum Sinemacıları’na” odaklandığı belirtilen sergi için şu ifadeler kullanılıyordu: “Türk Sineması’nın 100. yılı kapsamında, TÜRVAK Sinema-Tiyatro Müzesi tarafından hazırlanan sergi, TÜRVAK Müzesi ve Sula Bozis arşivinden 100’ü aşkın belge, fotoğraf ve film afişini bir araya getiriyor.”

Serginin içeriği şu bilgilerle duyuruluyordu: “Sergide, ‘Sinema Salonu Sahipleri ve İşletmecileri’, ‘Yapımcılar ve Film İthalatçıları’, ‘Oyuncular’ ve ‘Görüntü-Ses-Kurgu Yönetmenleri’ olmak üzere 50’ye yakın isim yer alıyor: ‘Balkanların ilk sinemacısı’ Fenerli Dimitris Meravidis; Sponek Birahanesi’nin sahipleri Dimitris Panuryas ve Dimitris Alataris; Odeon Tiyatrosu’nda film gösterimleri gerçekleştiren Petrakis Raftopulos; Concordia Tiyatrosu’nun işletmecileri Andreas Livadas ve Andreas Ksenatos; film şirketi sahipleri Antoni Apostolu (Ceylan Film) ve Yorgo Saris (Elektra Film); Cici Berber (1933), Milyoner Avcıları (1934) ve Leblebici Horhor Ağa (1934) filmlerinde rol alan Zozo Dalmas; Şarlo İstanbul’da (1954) filminin başrol oyuncusu Kimon Spathopulos; sinemamızın ilk vamp kadınlarından 

Pola Morelli ve Luiza Nor; Pera Güzeli’nin (L’Orea Tou Peran, 1953) yönetmeni Orestis Laskos; görüntü yönetmenleri İoakim Filmeridis, Manasi Filmeridis, Kriton İliadis ve Kosta Psaras; kurgu yönetmenleri Diamandi Filmediris ve Alekos Aleksandru; ses mühendisleri Yorgo İliadis ve Marko Buduris, beyazperdenin İstanbul’daki serüvenine tanıklık etmiş diğer birçok isimle birlikte bu özel sergide sinemaseverlerle buluşuyor.”



SİNEMAMIZIN AZINLIKTAN OYUNCULARI

Yeşilçam’ın azınlık “öteki” oyuncularını yazmayı geçen hafta kaldığımız yerden sürdürelim… 


“Deniz Kızı Eftelya, Zozo Dalmas, Luiza Nor, Pola Morelli, Rula Papa, Türk filmlerinde oynayan 

Rum kadın oyunculardı. 

Atina Miloharakti Ayla Karaca ismiyle Türk sinemasında 1941-1951 yıllarında beş filmde, ayrıca 2004’te “Yabancı Damat” dizisinde yer alır.”1



Zozo Dalmas: Zozo Dalmas’ın doğum tarihi bazı kaynaklarda 1905, bazılarında 1914 olarak geçer, İstanbul doğumludur. Asıl adı Zoe Stavridu olan Zozo Dalmas 1924’te 10 yaşındayken ailesiyle birlikte Selanik’e yerleşir. 13 yaşında Greku Konservatuvarında piyano ve şan dersleri alır. Elsa Engel Tiyatrosunda “Leblebici Horhor Ağa” operetinin koro ve balesinde ilk kez sahneye adım atar. Sonrasında pek çok operette primadonna olarak yer alır. Çalıştığı operet gruplarının Kahire’deki gösterilerinde Mısır Kralı Fuat’ın onu izleyip saraya davet ettiği, değerli mücevherlere boğduğu ve bir süre birlikte yaşadığı yazılır. (a.g.y.)

1933’te Samarcı tiyatro grubuyla İstanbul’a gelip Beyoğlu’da tiyatrolarda sahne alır.

Bu dönemde İpek Film’in çektiği iki filmin başrolündedir. Bunlar “Cici Berber” (1933, Muhsin Ertuğrul) ve “Milyon Avcıları” (1934, Muhsin Ertuğrul) filmleriydi. Ayrıca 1934 yılında yine Muhsin Ertuğrul’un yönettiği “Leblebici Horhor Ağa” filminde de oynar. Zozo Dalmas Türkiye’de başladığı sinema hayatını Yunanistan’da da sürdürür. Zozo Dalmas’ın yaşam öyküsündeki en ilginç bilgi ise Atatürk’le yaşadıkları “duygusal birliktelik.” “Paris’ten Pera’ya Sinema ve Rum Sinemacılar” adlı kitapta da başka birçok kaynakta da gazetecilerin köşe yazılarında da bu birlikteliğe dair bilgiler, yorumlar yer alır. “Şuh, vamp ve çalımlı oyuncu, Atatürk’ü cezbederek Tokatlıyan Otelinde onun tarafından ağırlandı. İstiklal Caddesi’ndeki Meşhur Kuyumcu Frangulis’ten Atatürk’ün ona yolladığı hediyeler ve Zozo Dalmas’ın Tokatlıyan salonlarında Atatürk’e atfen söylediği şarkılar eski İstanbulluların sohbetlerinde yıllarca anılırdı.” (a.g.y.)

1935 ve 1938 yılları arasında Atatürk’ün yakın korumalığını yapan, Atatürk’ün özel hizmetinde çalışan Nazım Canca, “Hayatım ve Hatırlarımda Atatürk” adlı kitabında yaşadıkları bir geceyi şöyle anlatır: “Bir kış seyahati esnasında Dolmabahçe Sarayı’ndayız. Her zaman olduğu gibi yine sofrada yirmi beş otuz kişi, aralarında zamanın meşhur Yunan film ve ses sanatçısı Zozo Dalmas da yanında gitarist bir bayanla birlikte hazır bulunmakta. Ayrıca saz takımı da yerlerini almış hafiften sanatlarını icra ediyorlardı. Zozo Dalmas’ın gitaristi gitarını eline aldığı zaman, bizim saz takımı sustu ve Zozo Dalmas gitar eşliğinde şarkılarına başladı. Bir taraftan şarkı söylerken diğer taraftan dans ediyordu.”

Yine Mine G. Kırıkkanat Radikal’de yayımlanan “Provokasyon” başlıklı yazısında (02/11/2002) Zozo Dalmas’la ilgili şu bilgileri verir:  “Zozo Dalmas, Yunanistan’da Anadolu havaları söyleyen en tanınmış rebetiko şarkıcısıdır. Kurtuluş Savaşı’ndan yıllar sonra bile, doğru ya da yanlış, kendisinin bir zamanlar İzmir’de Mustafa Kemal’in sevgilisi olduğu anlatılmaktadır. Ölümünden bir süre önce, Atina’da Zozo Dalmas’la röportaj yapan bir gazeteci, şarkıcıya bu ilişki hakkında terbiyesizce bir soru yöneltir. Bıçkın Rum dilberi Zozo, cevabı yapıştırır: ‘Evet, İzmir yanarken ben Kemal’in koynundaydım. Zaten İzmir’i de benim yüzümden geri aldı! Var mı diyeceğiniz!”

Zozo Dalmas, 1984 yılında Atina’da büyük bir yokluk içinde ve unutulmuş biri olarak yapayalnız ayrılır bu hayattan.

Haftaya diğer azınlıktan oyuncularla sürdüreceğiz yazımızı…

(1) Paris’ten Pera’ya Sinema ve Rum Sinemacılar, Yorgo Bazis-Sula Bazis. Yapı Kredi Yayınları, 2014.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder