15 Haziran 2022 Çarşamba

15-16 Haziran İşçi Direnişi (Dosya)

 


1)15-16 Haziran Direnişi: İşçiler sokakta sel gibi akıyordu (Evrensel- İŞÇİ SENDİKA SERVİSİ)

Türkiye işçi sınıfı tarihinin en büyük işçi direnişlerinden biri olan 15-16 Haziran direnişi, pek çok yönüyle bugün öğretmeye devam ediyor.


1970 yılında CHP ve AP’li milletvekilleri 274 sayılı Sendikalar Kanunu ile 275 sayılı Grev ve Lokavt Kanununda değişiklik yapılması için ayrı ayrı taslak hazırladı. Bu taslaklar komisyonda birleştirilerek tek taslak haline getirildi ve Meclise sevk edildi. “Güçlü sendikacılık yaratılması” iddiasıyla gündeme gelen değişikliğin asıl amacı DİSK’in yetkisiz bırakılması, işçilerin sendikal örgütlenmesinin ve grev hakkının kısıtlanmasıydı.  


Tasarıyla 274 sayılı Sendikalar Kanunu’nda şu değişiklikler getiriliyordu: 

I-Bir işçi sendikasının Türkiye çapında faaliyet gösterebilmesi için o iş kolundaki toplam işçi sayısının üçte birini üye kaydetmiş olması gerekir. 

II-İşçi federasyonlarının faaliyet gösterebilmesi için o iş kolundaki toplam işçi sayısının üçte birini üye kaydetmiş olması gerekir.

III-İşçi konfederasyonu kurulabilmesi için daha önce sözü edilen sendika ve federasyonların sendikalı işçilerin üçte birini üye yapması gerekir. 

IV-Sendika üyeliğinden ayrılabilmek için tek tek noter karşısına çıkmak gerekir. 

V-Sendika kurmak için en az üç yıl işyerinde çalışmak gerekir. 

VI-Uluslararası işçi kuruluşlarına ancak en fazla işçiyi barındıran konfederasyon üye olabilir. 

VII-Mecliste yapılan görüşmelerde 4 ret oyuna karşılık 230 oyla yasa kabul edildi. 


Bu maddelerin hepsi DİSK’te somutlanan işçilerin mücadeleci anlayışını ve inisiyatifini kırmak ve sendikal harekette Türk-İş diktası getirmek için getirilmişti. Çalışma Bakanı Seyfi Öztürk’ün “Çok yakında DİSK’in çanına ot tıkayacağız” açıklaması bunun net ifadesi oldu. Patronlar da bu yasa değişikliğinin arkasındaydı.

150 BİN İŞÇİ SOKAKTAYDI

16 Haziran, 15 Haziran’a göre daha görkemliydi. Türk-İş yasanın arkasında olduğunu açıklasa da Türk-İş üyesi işçilerin eyleme katılım sayısı DİSK üyesi işçilerin sayısını geçmişti. Kimi verilere göre eylemlere katılan toplam işçi sayısı 150 binin üzerindeydi. İstanbul’da işçiler üç koldan yürüyüşe geçti. Cağaloğlu’ya gelen işçilerin yolu zırhlı askeri birlikler tarafından kesilmesine rağmen işçilerin bir kısmı bu barikatı aşarak Valiliğin önünden Eminönü’ye indi. Topkapı’dan gelen bir başka işçi kolu ise Unkapanı Köprüsü’ne ulaştı. Beyoğlu ve İstanbul yakalarından gelen işçilerin birleşmesini engellemek amacıyla yetkililer Galata ve Unkapanı Köprülerini açtı. Bunun üzerine bazı işçiler motorlarla Beyoğlu tarafına geçti. Geçemeyenler ise yeniden Topkapı tarafına doğru yürüdü. Levent ve Mecidiyeköy’de de kitlesel yürüyüşler yapıldı. Anadolu yakasında ise iki koldan yürüyüş yapıldı. Polisin barikat kurup silah kullanmasına karşın dağılmayan işçiler barikatı aşarak yola devam etti. Vapur seferlerinin iptal edilmesi nedeniyle Avrupa yakasına geçemeyen işçiler, Paşabahçe-Beykoz yönüne yürüdü. Kartal istikametinden gelen ikinci kol ise bölgedeki fabrikalardan katılımlarla daha da büyüdü. Katılımlar sürekli artarken Fenerbahçe stadyumu önünde kurulan barikattan işçilere ateş açarak çok sayıda işçiyi yaralayan polis, Kadıköy İskelesi civarında da ateş açtı ve burada ölen işçiler oldu. 16 Haziran’da Gebze, İzmit, İzmir ve Ankara’da da kitlesel eylemler yapıldı. 

SIKIYÖNETİM İLAN EDİLDİ

İşçilerin kararlılığının dindirilememesi üzerine İçişleri Bakanı, Vali ve DİSK yöneticileri İstanbul’da toplantı yaptı. 16 Haziran akşamüstünde İstanbul ve Kocaeli’de sıkıyönetim ilan edildi. 21 DİSK yöneticisi gözaltına alınırken, 5 binin üzerinde işçi önderi işten atıldı. Yasa değişikliğine direnen pek çok fabrikanın işçisi üretimi durdurma eylemine devam etti. Bu nedenle bazı sanayi bölgeleri askeri birlikler tarafından denetim altına alındı. Direniş sonrası Mecliste kabul edilen tasarı yapılan değişikliklerle Ccumhurbaşkanına gönderildi. Tepkilere karşın cumhurbaşkanı yasayı 6 Ağustos’ta onayladı. Bunun üzerine direniş sonrası tavır değiştiren CHP ve TİP Anayasa Mahkemesine başvuruda bulundu. Mahkeme 8-9 Şubat 1971 tarihinde aldığı kararla yasayı iptal etti. Yasa bir daha Meclis gündemine getirilmedi.


İŞYERLERİNDE KOMİTELER KURULDU

Tasarıya tepkili olan DİSK üyesi işçiler işyerlerinde Anayasal Direniş Komiteleri kurdu. Tasarının Mecliste kabul edilmesinden 4 gün sonra 15 Haziran 1970’te protesto eylemleri başladı. 15 Haziran’da 70 bin işçi fabrikalarına girip çalışmadan beklerken daha sonra fabrika dışına çıkarak yürüyüşe geçti. Anadolu yakasında Ankara asfaltı üzerinde bulunan fabrikaların işçileri, Kartal’a doğru yürüyüşe geçerken eylemlere Avrupa yakasındaki işçiler de katıldı. Eyüp bölgesindeki işçiler Topkapı’ya yürüdü. Bakırköy’deki fabrikalarda çalışanlar Londra Asfaltı’nı trafiğe kapattı. Levent bölgesindeki işçiler de Şişli-Taksim yönüne yürüdü. İşçiler Başbakan Süleyman Demirel’in kardeşi Şevket Demirel’in ortağı olduğu Haymak fabrikasını işgal edince Kartal Maltepe’deki 2. Zırhlı Tugaya ait birlikler fabrikayı kuşattı. Tuzla-Çayırova fabrikalarından çıkan işçiler de yolu keserek Gebze’ye doğru yürüyüşe geçti. İzmit bölgesindeki işçiler de iki koldan İzmit’e yürüdü.

                                                                          ***

2) 15-16 Haziran Direnişi'nin özneleri anlatıyor: İşçi yapabileceklerini yaşayarak gördü.(Hilal TOK-Evrensel)

52 yıl önce bugün, işçi sınıfının derinlerinde hak arama mücadelesi 15-16 Haziran’ın sıcağında sokaklara taşmıştı. Türkiye işçi sınıfının, başta devlet eliyle sendikal bürokrasinin güçlendirilmesine karşı tarihinin en büyük direnişlerinden biri olan 15-16 Haziran direnişi, pek çok yönüyle bugün işçi sınıfına hâlâ öğretmeye devam ediyor.

15-16 Haziran direnişinin öznelerinden Sungurlar Kazan Fabrikasından Vahit Tulis, ECA’dan Yunus Uysal, Arçelik’ten İbrahim Özyürek, o günün hafızasını bugüne taşıyor. 15-16 Haziran direnişinin özneleri, “İşçi birlikte hareket ettiği vakit yapabileceklerini orada bizzat yaşayarak gördü. Biz 15-16 Haziran’da birlikte mücadele ederek yasayı geri çektirdik. Bugün de işçilerin izleyeceği yol birlik olmak ve bunda kararlı durmaktır” diyor.

O dönem hükümetin ve sendikal bürokrasinin, toplu sözleşme, grev, sendikal hak ve mücadeleleri geriye götürme gayretlerine karşı çıkılan yolda, metal iş kolu başta olmak üzere pek çok yerde 15-16 Haziran öncesi direnişler patlak vermeye başlamıştı. Onlardan biri 15-16 Haziran’ın hemen öncesi Maden-İş’te örgütlenen Kartal’da bulunan ECA fabrikasındaydı. Dönemin ECA İşyeri Baştemsilcisi Yunus Uysal, 15-16 Haziran direnişinin kurşun yiyen metal işçilerinden. Yeni evli, şiir yazan, devrimci, TİP’te örgütlü bir işçi.


“6 aylık işçiydim. Ağlayan sızlayan çoktu fabrikada, 'paramız az, geçinemiyoruz' diyen. Sarı sendika var o zaman. 630 kişi, üç vardiya çalışıyorduk. Çoğunluğu sağlayıp Maden-İş’te örgütlendik. İşveren kabul etmedi, işten attı, ben ve sendikayı örgütleyen üç kişiyi daha. Biz önceden karar vermiştik işçilerle. Eğer işten atma olursa şalteri indireceğiz diye. Şalteri kapattık. Polisler geldi. Polisleri fabrikaya sokmadık. Tarih, 7 Mayıs 1970. Hiç unutmam. Diğer fabrikadan ziyarete geliyorlar. Sungurlar, Demir Döküm fabrikası…”

DURDURAMADILAR İŞÇİLERİN COŞKUN SELİNİ

O günleri büyük bir gururla anlatan Uysal, sonunda patronun pes ettiğini ve yetkiyi aldıklarını söylüyor. Yetkiyi alıyorlar ancak sendikalaştıktan sonra sendikaları hükümet elince bertaraf edilmek isteniyor bu kez:

“Bu ara hükümet DİSK’le uğraşıyor. 274-275 sayılı yasada yüzde 10 barajı getiriyorlar. O dönem metal iş kolu çok kalabalıktı, Türk-İş’e bağlı hep. Bizim yüzde 10 barajı geçmemiz mümkün değil, yine bizi sarı sendikaya mahkum edecekler, anladık. Maden-İş’e bağlı bütün temsilciler bir araya geldik. Oturma eylemleri, iş bırakma eylemleri kararı aldık. Akşam oldu. Evi kim düşünür? Gitmedim eve, direkt fabrikaya geldim. Marangoz atölyesinde çıtalar yapıp pankartlarımızı hazırladık. Sabah oldu bir sevinç bir sevinç. Yanımızdaki fabrikaları da yanımıza aldık. TEKEL fabrikası önüne geldik. İşçiler çalışmıyor ama yürüyüşe de katılmak istemiyorlarmış. Konuşmalar yapıp ikna ettik. Kapılar açıldı. Kartal bölgesinden aşağı yukarı 3 bin işçi toplandık yürüyoruz. Singer, TEKEL hep Türk-İş’e bağlılardı ama bizimle yürüdüler. Ankara asfaltında polis barikatı var dediler. Polis kimmiş? Geçeriz dedik. Kucakladığımız gibi dağıttık. Trafik durdu. TEKEL’ci kadın işçiler en öndeler. Devam ettik, Ankara asfaltında tanklar çıktı bu sefer karşımıza. O sıra kadınlar tankların üstüne çıktı bayrakları kaldırdı. Çevre yerlerden kalabalıklaştıkça kalabalıklaştık. Saat de epey geç oldu. Otosan işçileri de katıldı bize. O akşam ertesi gün buluşmak üzere direnişi bitirdik. Ertesi sabah 9’da minibüs caddesinden Kadıköy’e, oradan Taksim’e geçeceğiz. Akşam yine fabrikada kaldım. Karar aldık, fabrikadan sirenleri çalıp buluşacağız yine. Fabrika önlerinden minibüs caddesine çıktık ertesi gün. Yürüyüşe devam ettik. Sıcak epey, saat 12’ye doğru… Bostancı’daki minibüs caddesinden Bağdat Caddesi’ne geçtik. Bizi sömüren patronların, zenginlerin hepsi Bağdat Caddesi’nde oturuyor, öfkeliyiz. Bir coşku, bir güzellik. Köprünün üzerinden baktım kalabalığa, çok hoşuma gitti tabii. Öğrendik ki Suadiye’de askerler var. Yine kol kola tutuşarak devam ettik. Bir iki rütbeli asker ‘Siz etrafı tahrip ederek geliyorsunuz’ dedi. ‘Hiçbir yer tahrip olmadı şimdiye kadar’ dedik. Engellemeye çalıştılar. Polisi, askeri ablukaya aldık, itişmeler oldu, geçtik orayı da. Kurbağalıdere’de asker, tank, polis sırası varmış. Yine geçeriz dedik, vardık oraya. Asker, polis hemen anons geçip ‘Etrafı yağmalamışsınız’ dedi, karşı çıktık. Elimde sopa vardı. Polisin silahı, tankı varsa bizim sopamız, taşımız vardı. Polis sopayı almaya çalışınca tepeden taşlar geldi. İşçiler taşlıyor. Asker havaya doğru ateş açtı. Sonra “ateş” diye bir ses. Her taraf karıştı. Üzerimize ateş edildi. Karnımın kenarında kurşun sıyırdı geçti. Biraz yürüdüm. Ne oluyor bana derken düşmüşüm yere. Takır takır sürükleyerek götürdüler sonra beni. Orada ölen işçiler de vardı. Mehmet Gıdak, TEKEL işçisi bize yakın fabrikada. Mustafa Bayram da bizim yanımızdaki fabrikadaydı. Yatağımız yan yanaydı hastanede Mustafa ile. Tedavi görürken öldü. Çok iyi tanıyordum onu.”

Sonra direnişe katılan işçiler için gözaltılar, davalar, işten atmalar ve iş bulamama süreçleri ile yeni direnişlerin önüne geçilmeye çalışıldı. Ancak tarih sayfaları tüm baskı ve engellemelere, yasaklara karşın yeni işçi direnişleri devam etti.

"SENDİKAL BÜROKRASİYİ DE İŞÇİLER DEĞİŞTİRİR"

O günün öncü işçilerinden Yunus Uysal, şimdinin işçilerine sesleniyor edindiği deneyimlerle:

“Mutlaka ve mutlaka ekonomik ve demokratik haklardan başlayarak mücadele etmek örgütlenmek lazım. Kira, elektrik, su, doğal gaz... Yük çok, ücretler düşük. Haklarımızı talep etmek, sendikaları zorlamak, kavgaya girmek lazım. Bizim oradaki başarımızın en önemli sebebi, sınıf mücadelesinin ne olduğunu, sınıfımızı bilmekti. Birbirimizle derdimizi konuşmak, birlikte çare aramak lazım. Şimdi sınıf sendikacılığı yok. Bürokrasi hakim. Bunu işçiler değiştirir. Sendikalara, tabanındaki işçilerin sahip çıkmaları lazım. Biz gücümüzün farkına vardık direniş içinde, şimdi de işçiler, işçi haklarını, sosyalizmi savunan partilerin bu gücü birleştirmesi lazım.”

SUNGURLAR KAZANDA DİRENİŞ KAYNIYOR

O dönem Sungurlar’da kazan fabrikasında da sendikalaşma sürecinde büyük bir mücadele verildi. 15-16 Haziran’ın ayak sesleriydi bu direnişler. Sungurlar Baştemsilcisi Vahit Tulis şöyle anlatıyor o günleri:

“15-16 Haziran direnişi bütün fabrikalarda önce sendikalaşma sonra sarı sendikalara karşı gerçek sendika mücadelesi verme süreciydi. 15-16 Haziran süreci öncesinde Sungurlar kazan fabrikasında direniş olmuştu, DİSK/Maden-İş’te sendikal mücadele içerisindeydik. Ben de öne çıkan işçilerdendim ve beni patron işten çıkardı. Fakat çok güzel örgütlenmiştik. Benim işten çıkarılmam sonrası işçilerle ilişkilerimiz sürdü, yapacağımız tek şey sendika kurma, sendika seçme hakkımızı kullanma ve atılan işçilerin geri alınması, sendikamızın söz sahibi, etkin olması için mücadele etmekti. Bu mücadeleye başladık fabrikada, iş durdurduk. Jandarma tarafından kuşatıldık ve bir hafta sonra bizi fabrikadan çıkardılar. Bırakmadık mücadeleyi, fabrika karşısında direnişimizi çadırlar kurarak sürdürdük. O direniş tarihe ‘Sungurlar direnişi’ olarak geçti. Dayanışma büyüktü. Alibeyköy’deki esnaf bize çok destek verdi, cebimizde bir kuruş yoktu. Onlar kazan kaynatıp yemeğini paylaştı bizimle. Bir gün bir baktım, fabrika iki-üç otobüs sarı işçi getirecek. Fabrikayı işgal eden askerlere seslendik. ‘Elini vicdanına koy, biz neden direniyoruz, yarın bu fabrikada sen de işçi olacaksın.’ Sarı işçiler geldiğinde tepki göstermemiz karşısında oradaki binbaşı ateş emri verdi ve askerlerin biri bile ateş etmedi. Sarı işçiler otobüslerden inemedi bile. Daha sonra biz kazandık, sendikayı kabul etti, atılan işçiler geri alındı, ben baştemsilci oldum Sonra 15-20 gün sonra haber aldık, DİSK kapatılmak isteniyor. Bu yasa geri alınmadan biz çalışmayacağız dedik, karar aldık. Diğer fabrikalar da direnişe başladı. Direniş sürerken sıkıyönetim ilan edildi. Sıkıyönetim bizi zorla çalıştırmak istedi biz önceki direnişimizin devamını getirdik.”

16 Haziran sıkıyönetim baskısına rağmen bitmedi bu fabrikada direniş. 20 güne yakın sürdü.

‘KAPILMA UMUTSUZLUĞA!’

Tulis, hapse tıkılan, davalarda yargılanan, bir daha da fabrikalarda işe alınmayan mimli işçiydi artık:

“Direnişin ardından, sınıfsız bir toplum kuruluncaya kadar mücadeleye devam edeceğiz diyerek kimsenin kölesi, uşağı olmadığı insanı bir düzen yaşamak istedik. Bir süre yattık. Sonra bıraktılar bizi, tahliye olduk. Hapishaneden çıktık tabii bizi fabrikaya almadılar. Ev kirası veriyoruz, çoluk çocuk var. Bir yığın işyerine başvurdum, iş bulamadım. MİT benim de dahil olduğum bir liste hazırlamış. O dönem öne çıkan hiçbir işçi fabrikalara giremiyor. Açlığa terk edildik anlayacağın. 2-3 ay iş bulamadım. Sonra terlikçi bir arkadaşımın yanında çalıştım, 30 yıl terlikçilik yaptım. Ama mücadeleden de hiç kopmadım.”

’68 hareketinde 15-16 Haziran’ın emeğin baş tacı edildiği, sermayeye kafa tutulan bir süreç olarak değerlendiren Vahit Tulis, sıkıyönetimin köşeye sıkıştıramadığı, o günlerden bugüne sosyalizm düşüncesinden bertaraf ettiremediğini ortaya koyuyor sözleriyle:

“Sosyalizm dışında insanların kurtuluşu yok, bunu bugün görüyoruz. Bugün üniversite bitirenler iş bulamıyor, işsizliğin, yoksulluğun, çaresizliğin arşa çıktığı bir süreç yaşıyoruz. Bıkmadan usanmadan insanların ezberini bozmalı, bu sistemin insanlara verdiği zararı anlatmalıyız. Yapacağımız ilk şey umutsuzluğa kapılmamak! Kapitalizm insana, doğaya, hayvana, kuşa, denize, dereye düşman. Böyle bir dünyayı kabullenmeme mücadelesi vermeliyiz hep birlikte.”

"EĞER BİRLİK OLUNMAZSA MÜCADELE BAŞARILI OLMAZ"

Dönemin Arçelik İşçisi İbrahim Özyürek de direniş günlerini şöyle anlatıyor:

“Çayırova’da fabrikayı boşaltarak üretimi durdurduk. Çayırova, Gebze bölgesindeki diğer fabrikaları eyleme dahil etmek için çağrıda bulunduk. Diğer fabrikalardan işçilerle yola koyulduk. Kartal bölgesine kadar yürüdük. Otosan fabrikası ile birleştik Kadıköy sapağına geldiğimiz vakit numune hastanesinin önünde ciddi bir arbede oldu. Arçelik işçisi kadınlar tankların üzerine çıkmıştı bayraklarla. TEKEL işçisi kadınlar da vardı. Arçelik işçisi öfkeliydi. Önceden sarı sendika vardı. Lojmanlar yapılacaktı işçilere, saat ücretleri artacaktı. Böyle vaatler verildi ama hiçbiri tutulmadı. ’68’in temmuzunda askere gittim ben. Askerlik döneminde bu huzursuzluklar daha çok artmış. Ben askerdeyken işçiler Maden-İş’te örgütlenmişti. Sendikanın kapatılma kararı alınınca bütün işçiler doğal olarak isyan ettiler. İşçi birlikte hareket ettiği vakit yapabileceklerini orada bizzat yaşayarak gördü. Haziran direnişinden sonra işyerinde daha rahat ettik kimi konularda. Mesela yemek listesini biz hazırlıyorduk. Şöyle bir örnek vereyim, cuma günleri daha farklı yemek çıkardı, biz kişi başına yarım lüfer yazmıştık. Artık siyasal, sendikal bilinci de daha fazlaydı işçinin. Mücadelenin içinde daha çok öğrenilmişti bu. Artık taleplerimizi istemek ve yaptırmak konusunda daha rahattık. Birlikte her engel aşılır. Eğer birlik olmazsa işçi, bireysel olarak bir başarıya ulaşamaz. Biz 15-16 Haziran’da birlikte mücadele ederek yasayı geri çektirdik. Bugün de işçilerin izleyeceği yol birlik olmak ve bunda kararlı durmaktır.”

                                                                 ***

3) 15-16 Haziran’a gelen işçi mücadelesi 52. yılında da tartışılmayı hak ediyor (İhsan Çaralan- Evrensel)

Üzerlerinden yarım yüzyıldan fazla bir zaman geçmesine karşın, iki konuyu her yıl yeniden tartışıyoruz. Bunlardan birisi 1960’ların “gençlik hareketi” öteki ise “işçi sınıfı hareketi”dir. Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in idamları etrafında nasıl 50 yıldır ’60’lı yılların antiemperyalist mücadelesini tartışıyorsak, 52 yıldan beri de 1963’te Kavel greviyle başlayıp 15-16 Haziran 1970’te zirvesine ulaşan dönemin dersleri etrafında işçi sınıfımızın bugünkü mücadelesinin sorunlarını tartışıp yeni dersler çıkarmaya çalışıyoruz.

Yarın 15-16 Haziran direnişinin 52’nci yıldönümü! İleri işçi çevreleri, mücadeleci sendikalar ve sendikacılar, geleceklerini işçi sınıfının geleceğine bağlamış devrimciler, sosyalistler yarın ve sorasıdaki günlerde 60’lardan beri süren işçi sınıfı mücadelesinin muhasebesini yapıp bugünkü görevlerini yeniden tartışacaklar.

15-16 HAZİRAN’A GELEN YILLARI ÖNEMLİ YAPAN NEYDİ?

1963 yılında henüz grev ve TİS yasası çıkmamışken greve çıkan Kavel işçileri, 39 gün süren grevleriyle, işçilerin talepleri etrafında birleştiklerinde ve gerekli dayanışmayı sağlamayı başardıklarında bir fabrikada bile yenilmeyebileceklerini dosta düşmana göstermişlerdi.

1967’de DİSK’in kurulması ve sonraki yıllarda 15-16 Haziran’a kadar sürecek olan Türk-İş’ten DİSK’e geçen işçilerin fabrika işgaline varan mücadeleleri bu yılları, işçi sınıfımızın mücadele tarihine kalın harflerle yazdırdığı yıllar yaptı.

Dönemin mücadelesine dair bugün de dikkatimizi çeken asıl özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:

  1. 1-İşçilerin talepleri etrafında birleşmesi.
  2. 2-İşçilerin ana kitlesinin işyerinde örgütlenerek; taleplerin belirlenmesi ve kararların alınması sürecine doğrudan katılması.
  3. 3-Kendilerinden önce fabrikasını işgal etmiş öncü işçilerle bağlantı içinde mücadeleyi örgütleyerek ve onlarla dayanışma içinde eyleme geçmeleri.
  4. 4-Sendika bürokrasisine karşı ve sendika içi demokrasiyi esas alan, sendikacının rolünü resmi işlemlerin yapılmasına indirgeyen bir tutumun esas alınması,
  5. 5-Eyleme geçecek işçilerin eyleme geçmeden önce hangi sendikadan olduğuna, sendikalı olup olmadığına bakmadan havzadaki her fabrikada, özellikle önceden fabrikalarını işgal etmiş olan öncü işçilerle, emekten yana çevrelerle (devrimci gençlik çevreleri, aydınlar; sanatçılar…), işçi aileleri ve işletmelerin bulunduğu semt halkıyla dayanışacak mekanizmaları oluşturması.
  6. 6-Görünüşte Türk-İş’e bağlı bir sendikadan DİSK’e bağlı bir sendikaya geçiş gibi görünse de gerçekte, işçiler arasında “sarı sendikacılık”, “iş birlikçi sendikacılık” olarak ifade edilen, resmiyette ise “partiler üstü sendikacılık”, “siyaset dışı sendikacılık” olarak adlandırılan Türk-İş’in bürokratik ve iş birlikçi sendikacılık anlayışına karşı, sınıf mücadeleci bir sendikacılık çizgisine geçme (Dönemin işçi önderleri giriştikleri mücadeleyi böyle açıklıyorlardı) olarak tarif edilen sendikacılık anlayışının mücadeleye katılan işçiler arasında egemen hale gelmesi.

BUGÜN DE DÖNEMİN VE MÜCADELENİN OLANAKLARI ÇOK FAZLA!

Dönemin işçi mücadelesinin özelliklerini alt alta yazdığımızda görüyoruz ki, o gün de işçiler bugün karşı karşıya oluğumuz; işçilerin talepleri etrafında birleşmesinden sendika bürokrasisini dışlamaya, işçinin işyerinde örgütlenmesinden dayanışacağı çevreleri de örgütleyen bir anlayışla hareket etmesinin sorunları bugünün işçi sınıfı mücadelesinin de başlıca sorularındandır. O günün işçileri önlerindeki bu sorunları önemli ölçüde çözerek, en azından etkisizleştirerek ilerlemişler, Türkiye işçi sınıfının tarihine kalın harflerle yazılan bugün de feyzaldığımız bir dönemi miras bırakmayı başarmışlardır.

Aradan geçen zaman dikkate alındığında elbette ki bugün, sendikal bürokrasi çok daha güçlenmiştir. Fabrikalar arasındaki dayanışma zaman içinde zayıflamış, esnek çalışma yöntemleri ve işyerlerindeki denetimin artırılmasında teknolojinin sınırsız biçimde kullanılması, fabrikaların OSB adı altında kentlerin uzağına taşınarak işçi aileleri başta olmak üzere emekçi semtleriyle fabrikalar arasına fiziki engeller konmasında patronlar son derece hızlı adımlar atmıştır. Hükümetler işçilerle patronların arasındaki ilişkilere çok daha doğrudan müdahil olarak ağırlığını patronlardan yana koymada sınır tanımayan bir çizgiye geçmiş, sendika ve TİS yasaları işçiler aleyhine defalarca değiştirilmiştir!

Ancak;

  • -İşçilerin de aralarında bağ kurmada teknolojinin imkanlarını iyi kullandıkları,
  • -İşçilerin o güne göre eğitim düzeyinin yüksek, sayısının da 4-5 katından fazla olduğu,
  • -Önceki kuşakların deneyimlerini yeterince kullandıklarında işçilerin patronların önlerine koydukları engelleri aşmada gerekli yeteneği göstereceklerini ve bunu, ’70’li yıllardaki büyük işçi eylemlerinde olduğu gibi ’89 bahar eylemlerinde, özelleştirmeye karşı mücadelede, 1998 ve 2015 metal direnişlerinde, en azından bazı işyerlerinde, sendika bürokrasisinin engellerini aşarak aralarında birleştiklerinde ve mücadelede öne çıkan işçileri koruduklarında ’60’lı yılların işçi mücadelelerini aratmadıklarını gördük.

DÜN BAŞARILDIYSA BUGÜN DE BAŞARILABİLİR

Evet 15-16 Haziran direnişi, ’60’lı yıllar işçi mücadelesinin zirvesidir ama aynı zamanda sonudur da. Ama bu süreci bitiren ne 16 Haziran 1970 akşamı ilan edilen sıkıyönetimdir ne de sıkıyönetimin tutuklamaları ve mahkemeleridir. Giderek yaygınlaşan ve militanlaşan işçi mücadelesine asıl darbe, sıkıyönetimi de arkasına alan patronların ’60’lı yılların mücadelesi içinde deneyim kazanan 4 bin 500 dolayında ileri işçiyi “kara liste”ye alarak işten atması ve başka fabrikalarda işe alınmamalarını sağlamalarıdır.

Böylece patronlar, mücadelenin öncü kuşağını tasfiye etmişlerdir.

Bugün de her önemli mücadeleden sonra patronların, çoğu zaman da sendika bürokrasisiyle açık ya da üstü kapalı bir anlaşma içinde ileri işçileri işten atmayı ihmal etmemeleri onların 15-16 Haziran direnişinden çıkardığı derstir!

Çünkü patronlar bunu, işçi hareketini iğdiş etmenin şartı olarak gördükleri gibi sendika bürokrasisi de koltuklarını ebediyen korumanın en önemli dayanağı olarak görmektedirler.

Kısacası 15-16 Haziran’a gelen mücadeleyi yapan işçiler gökten gelmiş seçkin bir işçi topluluğu değildi. Onların yaptığı dönemin kendilerine sunduğu imkanları az çok başarılı bir biçimde kullanabilmiş olmalarıdır.

Bugünün işçileri de eğer imkanlarını doğru kullanabilirlerse o günleri çok aşan yeni ‘15-16 Haziranlar yaratmalarının önünde bir engel yoktur!

Yeter ki dönemin ve mücadelenin sunduğu imkanlar gerektiği gibi kullanılabilsin!

Bu imkanların neler olduğuna Evrensel okurları hiç de yabancı değil.

                                                                 ***

4) 15-16 Haziran hâlâ ışık tutuyor (Aycan KARADAĞ-BİRGÜN)

Türkiye işçi sınıfı tarihinin en büyük direnişlerinden 15-16 Haziran İşçi Direnişi’nin 52’nci yıldönümü. Yazar ve sendika uzmanı Zafer Aydın “15-16 Haziran Direnişi güncelliğini koruyor ve dünden bugüne ışık tutuyor” dedi.



Ülke tarihinin en büyük işçi direnişlerinden 15-16 Haziran 1970 Büyük İşçi Direnişi’nin üzerinden 52 yıl geçti. İki gün süren eylem, sadece emek tarihi açısından değil, güncel emek siyaseti açısından da önemini koruyor. Direniş 60’lı yılların başından itibaren başlayan sınıf mücadelesinin adeta zirve yaptığı bir andı. 1961 Saraçhane Mitingi ve 1963 Kavel Direnişi gibi büyük işçi direnişleri 15-16 Haziran’a giden yolu açmıştı.

İşçiler bugün sendikasızlaştırma, esnek-güvencesiz çalışma, kayıt dışı istihdam, kıdem tazminatı ve emeklilik haklarına uzanan uygulamalarla Covid-19 salgını koşullarında daha da ağırlaşan sömürü ve işsizlik-yoksulluk-hayat pahalılığı kıskacıyla karşı karşıya.

52 yıl önce hayatı durduran işçi mücadelesi bugün hala fabrikalarda ve işyerlerinde kendini gösteriyor. En son geçen yıl yapılan kurye eylemleri bize işçi sınıfının ayağa kalktığında neleri yapabileceğini göstermişti. 15-16 Haziran’ın yıldönümünde direnişi araştırmacı, yazar ve sendika uzmanı Zafer Aydın ile konuştuk.

Aydın, “O dönem MC hükümetinin yapmak istediği yasa işçilerin sendikal haklarını daraltmayı ve DİSK’i hedef alıyordu” dedi ve ekledi: “Yasa değişikliği gündeme geldiği andan itibaren DİSK, bu değişikliğe karşı tutumunu açıkladı. DİSK Meclis’e giderek siyasi partilerle görüştü. Bunun yanında bir eylemlilik koymak için çalışmalara başladı. 1970 Şubat ayının sonunda ise bu yasa değişikliğine karşı eylem kararı aldı. Bu süreçte 1960’lı yıllarda edindikleri birikimlerin hepsini bu eylem hazırlığında kullandı. Bütün bunların ışığında 15-16 Haziran günü bölgesel bir grev yapıldı.”

MUHALEFETE DÖNÜŞTÜ

Eylemin büyüyerek toplumsal muhalefete döndüğünü kaydeden Aydın, “DİSK bölgesel grevini İstanbul ve Kocaeli’nde yaptı. O dönem bu iki il, sanayinin en önemli işçi merkeziydi. Burada DİSK diğer işçilerle birleşti. Diğer işçilerin o dönem yaşadığı sorunları içine aldı. Üretimi durduran işçiler sokaklara çıkarak eylemin gücünü ve etkisini artırdılar. İşyerlerinde ‘Benim hangi sendikaya üye olacağıma patron değil ben karar veririm’ diyen irade, bu kez ‘Benim hangi sendikaya üye olacağıma Meclis değil ben karar veririm’ dedi. Eylem bir yerden sonra esnafından doktoruna kadar emekçilerin yaşadığı sorunların birleştirici ve toplumsal muhalefete döndü” diye konuştu.

GÜNCELLİĞİNİ KORUYOR

Direnişin hala güncelliğini koruduğunu ifade eden Aydın, şunları dile getirdi:

“15-16 Haziran, geçmişte kalmış tarihsel bir anımsama ögesi değil. Direniş, dünden bugüne ışık tutuyor. Bugün ne yapacağız sorusuna cevap aranırken geçmişte önemli bir deneyim olarak karşımıza çıkıyor. İşçinin iradesi nasıl ortaya çıkar, nasıl örgütlenir ve bir eylem hangi koşullarda başarılı olurun bilgisine ulaşılabilecek önemli bir örnek. Böyle bakınca da 15-16 Haziran’ın bütün sıcaklığı ile güncelliğini koruduğunu söylemek mümkün. Bu yüzden bu direnişi herkesin incelemesi gerekiyor.”

15-16 HAZİRAN’DA NE OLDU?

1970’te Adalet Partisi (AP) ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) milletvekilleri 274 sayılı Sendikalar Kanunu ile 275 sayılı Grev ve Lokavt Kanunu’nda değişiklik yapılması için ayrı ayrı taslak hazırladı. “Güçlü sendikacılık yaratılması” iddiasıyla gündeme gelen değişikliğin asıl amacı sendikal örgütlenmenin ve grev hakkının kısıtlanmasıydı. Değişiklik, işçilerin sendika seçme özgürlüğünü önemli ölçüde kısıtlıyor, sendika değiştirmeyi güçleştiriyordu. Yasa 11 Haziran 1970’te Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın onaylamasıyla yürürlüğe girdi. Kanunlaşan tasarı esas olarak Türk-İş’ten DİSK’e işçi akışını önlemeyi amaçlıyordu. DİSK ve bağlı sendikalar yeni yasaya tepki gösterdi.

DİSK’li sendikacıların ve yöneticilerin tepkileri, 15 Haziran 1970 sabahı, İstanbul’un belli başlı merkezlerine doğru yürüyüşe geçmeleriyle yeni bir evreye girdi. Anadolu Yakası’nda Ankara Asfaltı (E – 5 Karayolu) üzerinde bulunan fabrikaların işçileri, Kartal’a doğru yürüyüşe geçti. Eylemlere Avrupa yakasındaki işçiler de katıldı. İstanbullu işçiler eylemler sırasında gözaltına alınan iki arkadaşlarını da protestolarla serbest bıraktırdı.

İŞÇİLERE ATEŞ AÇILDI

16 Haziran, 15 Haziran’a göre daha kalabalıktı. Kimi verilere göre işçi sayısı 150 bini geçti. Türk-İş yasanın arkasında olduğunu açıklasa da eyleme katılan Türk-İş üyesi işçilerin sayısı da bir hayli fazlaydı.

Anadolu Yakası’nda iki koldan yürüyüş yapılırken Üsküdar yönüne yürüyen işçiler polis barikatının kurulması üzerine polisle çatıştı. Polisin silah kullanmasına karşın dağılmayan işçiler barikatı aşarak yola devam etti. Açılan ateş nedeniyle ölen işçiler oldu.

16 Haziran akşamüstünde İstanbul ve Kocaeli’nde 60 günlük sıkıyönetim ilan edildi. DİSK ve bağlı sendikaların yöneticilerinin pek çoğu sıkıyönetim mahkemelerince tutuklandı ve yargılandı. 5 binin üzerinde işçi önderi işten atıldı. Direniş boyunca 7 kişi yaşamını yitirdi, yüzlercesi yaralandı.

Olayların ardından CHP Genel Sekreteri Bülent Ecevit, Genel Başkan İsmet İnönü ile birlikte partisi adına, TİP’ten ayrı olarak AYM’ye başvurdu. AYM, yasa değişikliği konusunda açılmış olan davaları 8-9 Şubat 1971 tarihinde karara bağlayarak, söz konusu yasa değişikliklerini iptal etti. Ancak aynı yasa 12 Eylül 1980 darbesinin ardından tekrar yürürlüğe konuldu.

EMEK MUTLAKA GALİP GELECEK

TMMOB’ye bağlı Makina Mühendisleri Odası da direnişe ilişkin bir açıklama yayımladı. Açıklamada şunlar denildi: “15-16 Haziran Direnişi’nden yaklaşık bir yıl sonraki 12 Mart 1971 muhtırası ve o ara rejim döneminin terörü, sosyal uyanışın ekonomik gelişmeyi aştığı gerekçesine dayanıyor, sermayenin mutlak diktası tesis edilmek isteniyordu. İşçilerin, gençliğin, yoksul köylülük ve bütün emekçi halkın aydınlanmasının önünü kesmeye yönelik çabalar 12 Eylül 1980 faşist darbesi ve bugünkü iktidar dönemlerinde doruğa ulaştı. Örgütlenme, sendika, toplu sözleşme, grev, gösteri, yürüyüş hakları neredeyse yok edildi.

TMMOB Makina Mühendisleri Odası olarak, 15-16 Haziran 1970 Büyük İşçi Direnişi ile dinmeyen işçi ve halk direnişlerini selamlıyoruz. Ülkemizin bağımsızlık, demokrasi, laiklik, emek ve sosyal mücadele gelenekleri sürecek ve mutlaka galip gelecektir.”

DİSK FABRİKADA KUTLAYACAK

DİSK, 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi’nin 52’nci yıldönümünü, Kocaeli Dilovası’nda direnişte olan Asen Metal İşçileri birlikte kutlayacağını duyurdu. DİSK tarafından yapılan açıklamada, “Asen Metal işçileri şahsında ülkemizin dört bir yanındaki işçi direnişlerinin selamlanacağı, artan yoksullaşmaya ve gelir adaletsizliğine karşı işçi sınıfının taleplerinin dile getirileceği etkinliğe Genel Başkanımız Arzu Çerkezoğlu ve Yönetim Kurulu üyelerimiz de katılım sağlayacaktır. Etkinlik bugün saat 17.00’de Kocaeli/Dilovası Makine İhtisas OSB’de bulunan Asen Metal fabrikası önünde gerçekleştirilecek” denildi.

                                                                    ***

5) 15-16 Haziran'da gerçekte ne oldu? (Alpaslan Savaş/SOL - Dosya)

52. yıldönümünde büyük işçi direnişine bugüne bıraktığı dersleri de görmeye çalışarak yakından bakmak: 'Büyük işçi direnişi kendi başına ortaya çıkmış bir tesadüf değildi.'

1970 senesinin 15-16 Haziran günlerinde neler oldu? İşçiler bu iki günde niçin ayaklandılar, fabrikalarda şalterleri indirip kent merkezlerine doğru yürüyüşe geçtiler? Bu direniş için kimler neler söyledi, nasıl tutum aldı? 52’nci yıldönümünde büyük işçi direnişine bugüne bıraktığı dersleri de görmeye çalışarak yakından bakalım istedik.

Hiçbir şey nedensiz değildir

“Çıplak ayaklısı, yanık döşlüsü

İşten atılmışı, keser dişlisi

Sakatı, hastası, genci, yaşlısı

Evinden dışarı çıktı yürüdü”

1960’lı yıllar, Türkiye’de işçi hareketinin yükselişe geçtiği yıllardır. Bu dönem başta grev hakkı talebi olmak üzere gerek işyeri bazlı, gerek bölgesel, gerekse ülke çapında pek çok işçi eylemi meydana geldi.

Aynı zamanda 60’lı yıllar Türkiye sosyalist hareketinin de işçi sınıfı içinde daha fazla örgütlendiği ve toplumsal bir alternatif olarak kendini hissettirdiği yıllar oldu.

15-16 Haziran eylemlerini ateşleyen gelişme, işçi hareketinin yakaladığı bu çıkışı durdurmak için hazırlanan bir yasa tasarısının Meclis’te kabul edilmesidir.

Tasarı, sendikal hakları belirleyen yasalarda bir dizi değişiklik öngörmekteydi.

Bu değişikliklerin pratikteki karşılığı ise kuruluşunun üzerinden henüz üç yıl geçmiş olan Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu DİSK’i hedef alıyordu.

İşçiler için çekim merkezi olmaya başlayan DİSK, kaçınılmaz olarak sermaye sınıfının hedefine girdi. İşçi sınıfının ve sosyalist hareketin artan etkisini de kırmaya yönelik bir hamle olarak DİSK’i tasfiye edecek bir yasa tasarısı hazırlandı.

Türk-İş’in desteğiyle hazırlanan bu yasa tasarısı, sendikaların ülke çapında faaliyette bulunabilmesi için işkollarındaki işçilerin en az üçte birinin üye olması zorunluluğu getiriyordu. Bu baraj, kısa bir süre önce kurulan DİSK’in ve ona bağlı sendikaların fiilen örgütlenemez ve işçileri temsil edemez hale gelmesine neden olacaktı.

İşçiler tasarı mecliste kabul edildikten birkaç gün sonra harekete geçtiler ve Türkiye sınıf mücadeleleri tarihinde önemli bir etki yaratacak 15-16 Haziran direnişini gerçekleştirdiler.

İki gün boyunca İstanbul’un Avrupa ve Anadolu yakasında, Kocaeli’nde ise kimi bölgelerde fabrikalardaki üretimi durdurdular.

Birlikte kent merkezlerine yürüdüler.

Direniş öncesi 10 yıl: Sınıf haline gelen işçiler

15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi kendi başına ortaya çıkmış, bir tesadüf değildi. Öncesi var. Yıllarca “yoktur” denilen işçi sınıfının kendini göstermeye başlayıp sermaye sınıfının biçtiği kalıba hiç de sığmayacağını gösteren örnekler var.

Saraçhane’de miting

1961 yılındaki bu miting, bahsettiğimiz dönemin ilk kitlesel işçi eylemidir. İstanbul Sendikalar Birliği’nin 31 Aralık günü İstanbul Saraçhane meydanında düzenlediği bu mitingin gündemi, 61 Anayasası ile tanınan grev hakkının yasal statüye kavuşması idi. Saraçhane mitingi 60’lı yılların yükselen işçi hareketi için açılışı temsil ediyordu.

Kavel'de grev

Saraçhane mitingini izleyen yıllarda işçiler, pek çok işyeri eylemi ve fiili grev yaptılar. Bunların arasında belki de en önemlisi 1963 yılındaki Kavel grevidir. İstinye sırtlarında kurulu, Vehbi Koç’un bu kablo fabrikasında, birkaç yıl sonra DİSK’in kurucu sendikaları arasında yer alacak olan Türkiye Maden-İş Sendikası örgütlüydü.

Koç, işçilerin ikramiyeleri başta olmak üzere toplu sözleşmedeki kimi haklarını geri almak istiyordu. Aslında derdi sendikadan kurtulmaktı. İşçiler bunun üzerine greve çıktılar.

Fabrikanın bulunduğu İstinye ve çevresinde yaşayan halk, grevci işçilere büyük destek verdi. İşten çıkarmalar, jandarma baskısı ve tutuklamalara rağmen işçiler mücadeleyi sürdürdü.

Kavel grevi, 1961 Anayasası’na girmiş olan grev hakkını düzenleyen yeni iki yasanın çıkmasını hızlandırdı. Ancak yine de Meclis’te kabul edilen yasalardaki grev hakkı Anayasa’da yer aldığı ölçüde geniş tanımlanmadı. Buna yönelik mücadele ileriki yıllarda da devam etti.

Ankara'da 'Açların yürüyüşü'

15-16 Haziran direnişinin öncesindeki on yılda işçilerin yaptığı eylemler arasında Türkiye tarihinde ilk denilebilecek nitelikte pek çok eylem vardır. Onlardan bir tanesi de 1962 yılında gerçekleşen ve “Açların yürüyüşü” olarak adlandırılan işsizler eylemidir.

3 Mayıs 1962 tarihinde çoğu inşaat amelesi olan 5 bine yakın işçi ve işsiz, Yapı-İş Federasyonu’nun Ulus’taki binası önünde toplanarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne doğru yürüyüşe geçti. Valiliğin izin vermemesine rağmen yapılan yürüyüşü emniyet güçleri durduramadı, işsizler Meclis’in kapısına dayandı.

Bu ölçekte bir işsiz eylemi, üstelik Başkent’te ilk kez yaşandı ve mecliste işsizlik sorunu üzerine bir görüşme yapılmasını ve bu konuda bazı kararlar alınmasını sağladı.

Fabrikalarda işgal

15-16 Haziran direnişinden birkaç yıl önce pek çok fabrikada işçiler işgallerle haklarını aradılar. Alpagut Kömür işletmeleri, Derby Lastik, Emayetaş, Singer, Türk Demir- Döküm bu işgallerden en çok bilinenleridir.

Hatta işgal edilen işletmelerden bazılarında işçiler yönetime el koyarak üretimi sürdürdüler ve satıştan elde ettikleri gelirle işçi alacaklarını ödediler.

Okullarda boykot

İşçi sınıfının devlet memuru olarak istihdam edilen kesiminin de bu dönem hareketlendiğini görüyoruz. 1965 yılından sonra pek çok memur sendikası kuruldu. Bu sendikaların arasında en etkili olan Türkiye Öğretmenler Sendikası, TÖS oldu. TÖS, kısa sürede on binlerce öğretmeni harekete geçirmeyi başardı. Dönem boyunca hem öğrenci hem öğretmen boykotları yaşandı.

Çok daha fazlası var ve hepsi son derece büyük etki yarattılar. İşçilerin “sınıf kimliği” kazanmasında rol oynadılar.

İşçiler laf olsun diye fabrika işgal etmiyor. Ya da büyük bir mitingi “hadi şimdi de bir gösteri yapalım” diye organize etmiyor. Tümü sermaye sınıfından ve devletten talepler ya da tersinden haklarını korumak için yapılıyor. Ama mutlaka bir örgütlenmeye denk düşüyor. Örgütlenen sınıf daha hızlı harekete geçiyor. Boyun eğmiyor. Ve tüm bu döngü, işçi sınıfının bir toplumsal sınıf olarak daha güçlü şekilde sahneye çıkmasını sağlıyor.

DİSK ve TİP

Türk-İş’i bağımsızlığını kaybetmekle ve hükümetlerin dümen suyuna girmekle suçlayan 5 sendika, konfederasyondan ayrılarak 1967 yılında DİSK’i kurdu. Yani 15-16 Haziran direnişinden sadece üç yıl önce. DİSK, bu kısa sürede işçiler için çekim merkezi olmayı başardı.

DİSK’e dair bir diğer önemli nokta ise kuruluşuna öncülük eden sendikacıların önemli bir bölümünün 1961 yılında Türkiye İşçi Partisi kuruluşunda da yer almış olmalarıdır. Bu sendikacılar 1940’ların sonunda komünistlerin öncülüğünü yaptığı sendikal çıkışın bir adım sonrasının ürünüydüler. Sendikal örgütlenmeyi hem yasal olarak hem de bizzat Amerikan yardımıyla kontrol altına almaya çalışan devletin kabına sığamayan sendikacılardı diyebiliriz. Aralarında Kemal Türkler, İbrahim Güzelce, Avni Erakalın gibi isimler var. Bu işçi önderleri, komünist aydınlarla birlikte partiyi Türkiye siyasetinde bir aktör haline getirdiler.

15-16 Haziran 1970 tarihine geldiğimizde işçi sınıfı için çekim merkezi haline gelmiş bir sendikal merkez ve kendisini siyasi olarak temsil etmeye aday bir parti vardı.

İşçi sınıfı iddia sahibi olunca

15-16 Haziran direnişinin hemen öncesinde Türkiye işçi sınıfı, toplumsal açıdan kendisini ifade etmede oldukça kuvvetli bir iddiaya sahip hale gelmişti. Üstelik bu iddia soldaki ve sendikal alandaki tüm yetersizliğe rağmen ortaya çıkmış bir durumdur.

İşçi sınıfının toplumsal açıdan iddialı bir varlık haline gelmeye başlamasının, sermaye sınıfını fazlasıyla tedirgin etmesi son derece normal. 15-16 Haziran direnişinin fitilini ateşleyen gelişme de sermaye sınıfının bu konudaki tedbir arayışı oldu.

İşçilerin sendikal örgütlülüğüne müdahale anlamına gelen, başlarken sözünü ettiğimiz yasa tasarısı işte böyle gündem geldi.

Sınıfın 'çanına ot tıkamak'

Bu söz dönemin Adalet Partili Çalışma Bakanı Seyfi Öztürk’e aittir. Yasa tasarısı meclise sunulduğu sırada toplanan Türk-İş Genel Kurulu’ndan yansıyan “DİSK’in çanına ot tıkayacağız” sözleri, yıllarca akıllarda kalmıştır.

Tasarıda öngörülen değişikliklerin en önemlisi, bir sendikanın ülke çapında faaliyet gösterebilmesi için işkolundaki işçilerin en az üçte birini temsil etmesi zorunluluğuydu.

Bu zorunluluk aynı zamanda konfederasyonlar için de getirilmişti.

Bu değişiklik DİSK ve bağlı sendikaların örgütlenmesini engelleyecek, Türk-İş’in tek konfederasyon olarak varlığını sürdürmesine neden olacaktı.

Tasarının hazırlanışına Türk-İş katkı verdi.

İktidardaki Adalet Partisi ile muhalefetteki Cumhuriyet Halk Partisi ayrı ayrı iki tasarı sunmuş olsa da, meclis komisyonunda uzlaştılar.

11 Haziran 1970 tarihinde Millet Meclisi’nde 3,5 saat süren görüşme sonucunda yasa tasarısı kabul edildi.

İşçiler: Bunlar sendikaları kapatıyor

İşçilerin bu değişikliği kavrayışı son derece basit ama basit olduğu kadar sarsıcıdır. Yaygın kanaat “bunlar sendikaları kapatıyor” olmuştur.

Aslında bu değerlendirme yanlış değildi. İşçinin kendi tercihiyle sendika seçebilmesi değil de, devletin ya da patronların göstereceği sendikaya mecbur kalması, bir bakıma aynı anlama geliyordu. Kendisinin olmayan bir örgüt neye yarardı?

Yasa mecliste kabul edildikten sonra DİSK 14 Haziran tarihinde işyerlerinden temsilcilerin ve sendikacıların katılacağı bir toplantı çağrısı yaptı. Kemal Türkler’in başkanlığında toplanan temsilciler işyerlerinde “Anayasal direniş komiteleri” kurma kararı aldı. Komiteler yasaya karşı işyerlerinde yapılacak eylemlere hazırlık amacı taşıyordu. Aynı toplantıda bir de 17 Haziran günü büyük bir miting yapılması kararı alındı.

Bu toplantıya öncü-devrimci işçilerin kararlılığının yansıdığını anlıyoruz.

Bir de fabrikaların iyiden iyiye kaynadığını, işçilerin sabrının taştığını…

Çünkü 17 Haziran’da yapılması planlanan mitingi beklemeden, bu toplantıdan bir gün sonra işçiler harekete geçti. 15 Haziran sabahı İstanbul ve Kocaeli’nde pek çok işyerinde direniş başladı.

Kim ne dedi?

ADALET PARTİSİ PATRONLARIN HİZMETİNDE

Türk-İş’in 8. Olağan Genel Kurulu, 15-16 Haziran direnişinden bir ay önce, 11-16 Mayıs 1970 tarihinde Erzurum’da toplandı. Söz konusu yasal düzenlemenin meclise sevk edildiği sırada toplanan genel kurulda Adalet Parti hükümetinin temsilcileri DİSK’in tasfiye edileceği müjdesi veriliyordu:

Millet Meclisi Çalışma Komisyonu Başkanı Turgut Toker: “274 ve 275 sayılı yasalarda yapılacak değişikliklerin yürürlüğe girmesiyle Türkiye’de Türk-İş’ten başka konfederasyon kalmayacak. Kanunun koyacağı koşullara uymadığı için DİSK tasfiye olacaktır.”

Çalışma Bakanı Seyfi Öztürk: “DİSK rejimi yıkmak bahanesiyle genel grev yapmak arzusundadır. DİSK’in varlığı sebebiyle genel grev söz konusu değildir.”

Türk-İş genel kurulundan yansıyan bir diğer konuşma ise yine Çalışma Bakanının “DİSK çanına ot tıkayacağız” sözleriydi.

CHP TASARININ ARKASINDA

Yasa tasarısı 11 Haziran 1970 tarihinde Meclis Genel Kurulu’nda görüşülmeye başlandı. Genel kurul öncesi yapılan komisyon çalışmalarında iktidardaki Adalet Partisi ile muhalefetteki CHP, tasarı üzerinde mutlak bir uzlaşı sağladı. Meclis görüşmeleri sırasında CHP’li milletvekilleri açıkça yasanın arkasında duruyordu.

CHP Milletvekili Burhanettin Asutay: “274 sayılı kanunun 7 yıllık uygulamasında birçok aksaklıklar ve boşluklar olduğu tespit edilmiştir. Yılların ortaya çıkardığı noksanları bertaraf etmek maksadıyla CHP milletvekilleri olarak bizler bir kanun teklifi yapmış, hükümetimiz bu görüşe yakın bir Kanun tasarısını Yüce Meclise sevketmiştir. Teklif ve tasarılar Geçici Komisyonda titizlikle incelenmiş, işçi, işveren yetkililerinin görüşleri alınmış müşterek bir görüşle müzakeresi yapılan kanun tadil teklifi Yüce Meclise takdim edilmiştir. Kuvvetli bir sendikacılığın toplumsal hayatımıza bir denge unsuru olacağına Yüce Meclisiz inanıyorsa sendikacılığımızın güçlü hale gelmesini temin edecektir.”

Komisyonda tasarıyı hazırlayan Adalet Partisi ile ortaklaşan CHP, meclis kürsüsünden ifade ettiği “güçlü sendikacılık” sendikalara örgütlenme barajı getirilerek Türk-İş’in tek konfederasyon olarak kalması anlamına geliyordu.

Asutay’ın sözünü ettiği Geçici Komisyon’da, ileride DİSK’e katılacak Genel-İş Sendikası’nın başkanı ve milletvekili olan Abdullah Baştürk de bulunuyordu. Komisyonda sendikal baraj maddesi konusunda pazarlıklar ve tartışmalar yapıldı. Sonuçta baraj, Baştürk’ün önerisiyle daha da yükseltildi.

İŞÇİ DÜŞMANLIĞINDA EN ATEŞLİSİ GÜVEN PARTİSİ

Dönemin muhalefet partilerinden biri olan Turhan Feyzioğlu’nun başkanı olduğu Güven Partisi, 15-16 Haziran direnişine neden olan yasa değişikliğinin en haraketli savunuculuğunu yaptı. 11 Haziran tarihinde başlayan Meclis görüşmelerinde partinin milletvekilleri işçi düşmanlığını anti-komünizmle birleştiren pek çok konuşma yaptılar.

Güven Partisi Milletvekili Vefa Tanır: “Türk-İş demokratik rejime bağlı, milliyetçi bir topluluktur. Milletlerarası fesat merkezlerinin emrinde değildir. Yayımladıkları raporlarla Sovyet Rusya’yı peyklerini örnek olarak gösteren Marksçı, Leninci kuruluşlar bu tasarıya elbet itiraz edecekler. Komünistlerin itirazları, komünist düşüncelilerin itirazları tasarının isabetsiz değil, isabetli olduğunun delili olacaktır.”

TASARIYA DİRENEN SOSYALİSTLER

Tasarıya karşı meclis muhalefetini Türkiye İşçi Partisi yürüttü. DİSK’in kurucu sendikalarından Lastik-İş’in başkanı ve aynı zamanda TİP milletvekili Rıza Kuas öne çıkan isimler arasındaydı.

Türkiye İşçi Partisi milletvekili Rıza Kuas: “…Bir Türk-İş diktası getirilmek istenmektedir. Sendikaları denetleme, olağanüstü bazı şartların dışında resmî makamların dahi hakkı değilken, bu tasarılar böyle bir hakkı özel bir örgüte, Türk-İş’e devretmektedir… Getirilen yeni hükümlerle, kendisine üye olmayı kabul etmeyen işçi örgütlerinin bütün muhaberatına el koyma hakkı Türk-İş Konfederasyonu’na verilmekte ve yine bir başka Anayasa ilkesi ayaklar altına alınmak istenmektedir… Anayasa ilkelerini işlemez duruma getirecek bu tasarılara karşı devrimci işçiler ve sendikaları ve bu sendikaların kurduğu DİSK, Anayasal haklarını kullanarak sonuna kadar direnecektir.”

Yürüdü... Yürüdü...

Eylemler önce fabrikaların içinde başladı. Daha sonra işçiler dışarıya çıktılar ve kent merkezlerine doğru yürüyüşe geçtiler.

İstanbul’da üç ayrı yürüyüş kolu oluştu. Kadıköy bölgesinde Ankara asfaltı üzerindeki fabrikalar ayaklandı ve onlar Kartal’a doğru yürüdüler. Burada Otosan işçileri başı çekti. Eyüp bölgesindeki işçiler Topkapı’ya doğru yürüdü. Bakırköy’deki fabrikalar ise Londra asfaltı olarak bilenen şimdiki E-5’e çıktılar. Gebze bir diğer merkezdi. Tuzla ve Çayırova civarında bulunan işyerleri Ankara asfaltı üzerinden buraya yürüdü. İzmit’te ise bir grup Pirelli ve Goodyear fabrikalarının önünde toplandı, diğer grup ise Türk Kablo fabrikasının önünden yürüyüşü sürdürdü.

“Kanunlar meclisten geri alınıncaya kadar direneceğiz”. Taşıdıkları pankartta yazan sloganlardan biri buydu. Kararlı oldukları anlaşılıyordu.

15 Haziran günü direnişe yaklaşık 70 bin işçinin ve 113 işyerinin katıldığı tahmin ediliyor. İlk gün herhangi bir olumsuz olay yaşanmadı. Hatta yürüyüşe Türk-İş’e bağlı bazı işyerlerinin de katıldığı görülüyordu...(devam edecek)

                                                               ***

6) Direnişe katılan işçiler anlatıyor: Polisler kaçarken boklu dereye atladılar (SOL)

'İşçilerin Haziranı' başlığını taşıyan ve Ayrıntı Yayınları'ndan çıkan Zafer Aydın imzalı kitap çalışmasında 15-16 Haziran eylemlerine katılan çok sayıda işçiyle yapılmış mülakatlar yer alıyor. İşçilerin anlattıkları işçi sınıfının ayaklandığı o iki günün tarihi niteliğini gözler önüne seriyor.


Geçtiğimiz günlerde Zafer Aydın imzalı önemli bir kitap çalışması yayınlandı. "İşçilerin Haziranı" başlığını taşıyan ve Ayrıntı Yayınları'ndan çıkan kitap 15-16 Haziran eylemleriyle ilgili yapılmış en kapsamlı çalışma niteliğinde. Kitap şöyle tanıtılıyor: 

"Bu çalışma, Türkiye’nin toplumsal ve siyasal tarihinde özel bir yer tutan, 15-16 Haziran direnişini, öncesi ve sonrasıyla kapsamlı bir şekilde ele alıyor. Kitap doğrudan eylemde yer alan tanıklarla çoğunluğu birincil kaynaklardan oluşan devasa belgelerin ışığında hazırlandı. Kitapta eylemi ortaya çıkaran faktörler, olgunlaşma ve karar süreçleri, örgütlenme dinamikleri, eylemlere katılan işçilerin yaklaşımları, yaşadıkları sorunlar, eylemin yarattığı etki ve sonuçlar ayrıntılı bir biçimde inceleniyor. 15-16 Haziran üzerine yapılmış  bu kapsamlı çalışma, önümüze koyduğu bütünsel fotoğrafla önemli bir kaynak olma özelliği taşıyor. Kitap, 15-16 Haziran üzerine yeni tartışmalar, yeni bakış  açıları, yeni araştırmalar için de önemli bir zemin sunuyor. İşçilerin Haziranı tarihsel bir örnek üzerinden, bugün sendikal harekette ve toplumsal siyasette cevabı aranan çeşitli sorular için de temel bir referans niteliğinde..."

Kitapta 15-16 Haziran eylemlerine katılmış çok sayıda işçinin tanıklığı yer alıyor. Kitapta yer alan ve o günlerde yaşananları anlamak açısından çok önemli olan ilk elden tanıklıklardan sadece bir kaçı şöyle:

'Polisler kaçarken boklu dereye atladı'

... Yoğurtçu Parkı’ndaki çatışma, “Akşam” gazetesinde “günün son çatışması” olarak yer aldı. Bir diğer Otosan işçisi Kemal Eroğul da çatışmanın içindeydi:

“Biz fabrikaya döneceğiz, Üsküdar’dan geldik, Kadıköy İş Bankası’nın önüne. Bizi burada asker polis barikatı karşıladı. Bizi bırakmak istemediler, biz askerle, polisle kapıştık. Havaya ateş etmeye başladılar. Hatta oradaki direkli pasajın tavanında mermi izleri çok uzun yıllar kaldı. Ama biz bu barikatı yardık. Barikatı yarınca bir albay arabayla önümüze geçti, 'Peşime takılın ben sizi fabrikaya götüreceğim' dedi. Altıyol’dan Söğütlüçeşme’ye doğru inerken, itfaiyenin oralarda biri dedi ki, 'Yoğurtçu Parkı’nda polis işçileri öldürüyor.' Biz askeri arabayı yolda bıraktık, doğru Yoğurtçu Parkı’na. Bağdat Caddesi'nden gelenlerle burada çatışma çıkmış. Biz geldiğimizde hala mermi sesleri geliyordu. Biz de en azından 2000 kişiyiz. Biri bize bağırıyor, 'Gelmeyin, sizi de  vuracaklar' diye. Biz zırhlı araçların arasından Yoğurtçu Parkı’na daldık. Daldık ki, işçileri çatır çatır vuruyorlar. Yanımda biri ayağından mermi yedi. Ben gördüm. Polis silah atıyor, işçi elinde ne varsa, bir şey yoksa da yumruğuyla karşı koyuyordu. Sonra çatışma bitti, ne oldu, nasıl oldu anlamadım ama bitti. Polisin kaçabileni kaçtı, kaçamayanı, dereye atladı, boklu dereye. Biz oradan tekrar toplanıp, fabrikaya döndük."

**

Çatışma alanı genişleyerek Kadıköy'ün açık pazar alanlarından olan Salı Pazarı'na doğru uzandığında her salı olduğu gibi o gün de semt pazarı kuruluydu. O tarihte pazar, daha sonra uzun yıllar kurulduğu, Kuşdili (şimdi İSPARK tarafından işletilen otopark alanı) üzerinde değil, Halitağa Caddesi'ne doğru açılan sokaklarda kuruluydu. Kargaşa, gürültü, patırtı arasında pazar alışverişi için orada bulunanlar, hızla bölgeyi terk ederken, pazarcı esnafı ve pazarda adına “küfe” denen sepetlerle yük taşıyan hamallar çatışmanın ortasında kaldı. 1954, Kars Digor doğumlu Mustafa Metin Yakışırboy, çocuk denecek yaşta pazarlarda hamallık yapıyordu, yaşananlara tanıklık etti:

"Bizim hiçbir şeyden haberimiz yoktu, hiçbir şey bilmiyorduk, çocuğuz. Pazarda hamallık yapıyordum. Bir baktım işçiler, polisleri kovalıyor. Otosan işçileriyle. Polisler pazara doğru kaçtı. İşçiler bizim sepetleri (küfe) elimizden alıp yakaladıkları polislerin kafasına geçirip, üstün oturuyorlardı. İşçiler, bizim arkadaşlardan Hüseyin Angır’ın elindeki sepeti alıp, bir polisin kafasına geçirmişlerdi. Diğer polisler arkadaşlarını kurtarmak için ateş ettiklerinde Hüseyin kolundan vuruldu. Köşede küçük büfe gibi bir şey vardı, bir albay onun üstüne çıktı, işçilere konuşmak istedi, işçiler büfeyi albayla beraber kaldırıp, götürdüler."

Kalabalık işçiyi görünce polisler emniyet binasını bırakıp kaçtı

Necdet Onaran ve Remzi Ersoylu'nun sözünü ettiği Kartal Emniyet binasının basılması, 16 Haziran'da bölgedeki radikal eylemlerden biriydi. İşçiler Kartal'da yürüyüş halindeyken gelen haber, üç işçinin gözaltına alındığı ve Kartal Emniyeti'ne götürüldüğüydü. Bir grup işçi hemen yönünü Kartal Emniyeti'ne doğru çevirdi. Emniyet amirliği binasının önünde bir süre hükümet aleyhine slogan atan ve gözaltındakilerin serbest bırakılmasını isteyen işçiler daha sonra binaya girerek bir süre için binayı işgal ettiler. Polislerin 'gözaltındakilerin serbest bırakıldı' açıklamasına inanmayan işçiler, baştan sona bütün binada arama yaptıktan sonra emniyet amirliğini terk ettiler. Maden İş Sendikası 4. Bölge organizatörü Adem Karabaş, Kartal Emniyeti işgali hakkında şunları söyledi:

"Kartal Emniyeti'nin işgal edilmesinde bizim önceden bilgimiz yoktu. Gözaltı haberleri gelince, işçiler oraya yürüyor. Olağanüstü kalabalık. Kartal Emniyeti o sıralarda yeni yapılmıştı. Dört beş katlı bir bina. Kalabalık işçiyi görünce polisler bırakıp kaçıyor. Hatta bir tane polis vardı, bizim Sapanbağları’nda (Pendik) oturuyordu, o anlattı ‘yandaki fırında çuvalların arkasına saklandım, kalabalık gittikten sonra çıktım’ diye."

'Sendikacılar cahil' diyen albaya işçiden sert cevap 'Has.tir ulan'

Devlet işçilerin fabrikalardan dışarı çıkmasını önlemek üzere Topkapı bölgesinde polis kuvvetleri ile fabrikalarının önünde tedbir aldı, ancak alınan tedbirler yeterli gelmedi. Güvenlik güçleri sadece fabrikaların etrafında önlem almakla kalmadılar, işçileri yürüyüşten vazgeçirmek için de çabaladılar. Böylesine bir durum Auer’de yaşandı. Fabrikaya işçileri eylemden vazgeçirmek üzere gelen albayla, Auer baş temsilcisi Cengiz Turhan muhatap oldu. Cengiz Turhan'a eylemin yasa dışı olduğuna dair tebligat da bulunan, söylev çeken albay, söylediklerinin bir etkisi olmadığını görünce işçilerle görüşmek istedi. Kapıyı açıp, albay ve yanındaki binbaşı ile teğmeni içeri aldılar. İçeri alınan askerler işçilerin toplu olarak bulunduğu dökümhane bölümüne götürüldü:

“Dedim ki: ‘Arkadaşlar, albay, tümenin kurmay başkanı, bir de binbaşıyla teğmen var aşağıda. Sizinle konuşmak istiyormuş. Yaptığımız eylemin yasal olmadığını anlatacakmış size, rica ediyorum lütfen sonuna kadar dikkatle dinleyin'. İndim aşağıya, duvara yaslandım, dinliyorum. Teğmen de, binbaşı da önümdeler. Albay veryansın ediyor, baktı ki hakikaten çıt çıkmıyor, hızını alamadı ‘Sizin sendikacılarınız cahil, ben 15 sene dirsek çürüttüm’ falan dedi. Albay öyle deyince, Mustafa abi vardı, benden en az 15 yaş büyük, fabrikada ilk arkadaşım. İnan, 8 saat çalışır, 8 saat birisi bir şey sormazsa konuşmaz. Öyle kendi halinde, mütevazı bir adam. Döküm parçalara, sac parçalarına delik deler, kılavuz çeker. O tür işler yapıldığı bir atölyede; kaynak, punto, delik, kılavuz çekilen bir atölyede çalışıyordu. Orası benim de çalıştığım atölyeydi. O Mustafa abi, 8 saat ağzından bir kelime çıkmayan Mustafa abi ‘sizin sendikacılarımız cahil, ben on sene dirsek çürüttüm, okudum’ deyince, ‘ha siktir ulan’ dedi. Bina böyle zonkladı. İşçiden bir kahkaha yükseldi. Adam ne yapacağını, ne diyeceğini şaşırdı. Hemen fırladım, tuttum bileğinden ‘gel’ dedim ‘aşağıya’. Arkadaşlara da ‘bir dakika susun’ dedim. Merdivenden indi, böyle sürüklüyorum albayı. ‘Albay’ı dinlediniz’ dedim. ‘Ben çalışmıyorum, albayla beraber dışarı çıkıyorum, çalışanlar burada kalsın, çalışmayanlar benim arkamdan gelsinler’ dedim. O albayı da sürükleyerek götürüyorum. Kapıya kadar götürdüm, açtırdım kapıyı, ‘hadi güle güle’ dedim. Ondan sonra da sokağa çıktık işte."

İşçi kadınlar tankın üstünde

Vilayete giden kavşakta tankların kurduğu barikat ilk aşanlar kadın işçilerdi. Nurten Arıcan, Belkıs Kaya'nın da aralarında olduğu ağırlığını Kimya-İş üyelerinin oluşturduğu kadın işçiler tankların açılması sırasında en önlerdeydi:

“(…) Cağaloğlu’ndan Vilayet'e inen bir sokak var, bir de Erkek Lisesi'ne giden, Cumhuriyet gazetesi sokağı, bir de sağa tarafta dörtyol ağzı oluyor orada. O dört yol ağzına, sağa tarafa tank koymuşlar, önümüzü kesmişlerdi. Ve ben o tankın üstüne çıkıp, bir askeri böyle aşağı attığımı hatırlıyorum. Ondan sonra biz orayı da yardık. Ama maalesef köprü (Galata ve Unkapanı köprüleri) açıktı. Biz karşı tarafa geçemedik. Köprüyü açmışlardı, biz gittiğimizde."

DİSK, Basın - İş üyeleri de Cağaloğlu’ndan, Beyazıt’a doğru çıkıp oradan Topkapı’dan gelenlerle buluştuktan sonra bir “U” dönüşü yaparak Cağaloğlu’na geri dönen kortejle yürüyordu. Basın - İş üyesi İsmail Keresteci de aralarındaydı:

"Ben Cağaloğlu’nda Özyürek matbaasında çalışıyordum. Temsilciler iş yerinde ajitasyon çalışmaları yapıyor, işçilere DİSK'in kapatılacağını buna karşı sessiz kalmamak gerektiğini söylüyorlardı. Nihayet 16 Haziran günü işi bıraktık, dışarı çıktık. Önce Gripin işçileriyle buluştuk. Gripin’in ambalaj bölümünde çalışan kadın işçiler de bizim sendikanın üyeleriydi. Biz ekip olarak çok organizeydik. Ne yapacağımızı biliyorduk. Galiba Beyazıt’a doğru yürüdük, orada Topkapı’dan gelen kortejle birleştik. Yaklaşık 15 bin kişi vardı, hedef Taksim’di. Galata Köprüsü’nü geçip, Taksim’e ulaşmaktı hedefimiz. İran Konsolosluğu ile Milli Eğitim Müdürlüğü arasına tanklar koymuşlardı. O sırada beyaz önlüklü kadınlar tankların üstüne fırladılar. O kadınların tankların üzerindeki görüntüsü çok etkileyiciydi. kadınlar yolu açtı, arkasından da gelen kitle tankların üstünden, yanından asker barikatını aştı."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder