'İngiltere’de yeterli bir siyasi öncü var mı, işçi hareketi sermayeden ne kadar bağımsız diye sormayın, her şey dünyada çok hızlı gelişecek ve su yolunu bulacaktır akmak için.'
Geçen gün İngiltere Dışişleri Bakanı Liz Truss Muhafazakâr Parti toplantısında “Nükleer silah kullanmaya hazır olduğunu” söylemiş.
Sermaye sınıfının son dönemde iyice sivrilen canavarlığı seçtikleri siyasilerin karakterinde somutlanıyor. Liz Truss büyük ihtimalle kısa bir süre sonra başbakan olacak ve anlaşılan kışkırtılan emperyalist paylaşım savaşında dünya emekçi sınıflarına karşı yıkıcı bir rol oynamaya kendini hazırlamış.
Dünyada emekçi sınıflarının düşmanı olan kendi ülkesinde de emekçi sınıfların düşmanıdır, bu yazıda bu özelliğe değineceğiz.
Ancak önce nükleer silahları dünya halkları üzerinde kullanmaya varan saldırganlığın Liz Truss’ın akılsız kişiliği ile ilgili olmadığını ve uzun vadeli bir sermaye politikasının ürünü olduğunu hatırlayalım. Geçen yılın Nisan ayında bu köşede yayınlanan “İngiltere neden nükleer savaş başlığında artırıma gidiyor?” başlıklı makalede bu bütünlüğe değinmiştik. İngiltere bu tarihlerde genel eğilim olarak kabul edilen nükleer başlık sayısını azaltmaktan vazgeçtiğini, aksine nükleer başlıkları 180’den 260’a çıkarmaya karar verdiğini duyurmuştu.
Belki İngiltere sermaye sınıfının bu uğursuz geleneğini İkinci Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında Sovyetler Birliği’ne karşı nükleer silahların kullanılması talebinin şampiyonluğunu yapan Churchill’i hatırlayarak daha iyi anlayabiliriz.
Dünyada emekçi sınıflara düşman olan kendi ülkesinde de emekçi sınıfların düşmanıdır demiştik.
İngiltere’de pandemi esnasında emekçilerin yaşam standartlarında oldukça önemli bir gerileme yaşadı. Şimdi ise yüzde 10’u geçen bir enflasyon dalgası emekçi sınıfları belirgin bir şekilde yoksulluğa sürüklüyor. Bu yılın ilk yarısında gıda kısıtlamasına giden veya öğün atlamak zorunda kalanların yüzde 57 arttığı bildiriliyor. Yedi yetişkinden birinin gıda güvenliği sorunu bulunuyor. Üç milyona yakın çocuk ise ya öğün küçültmek veya atlamak zorunda kalıyor.
Ve bu durum elektrik ve doğalgaz fiyatlarındaki durdurulamayan artışla giderek daha kötüye gidiyor. Daha dün elektrik ve gaza yüzde 80’lik çok büyük bir zam geldi.
İngiltere’de sermayenin neden olduğu ve emekçi sınıfları vuran yoksullaşmaya karşı çıkacak doğal güç işçi sınıfıydı. İngiltere özellikle bu yaz ulaşım sektöründen başlayan grevlerle sarsıldı. İki gün önce İngiltere’de yaygınlaşan ve bütünleşme özelliği gösteren grev dalgasını Eren Korkmaz soL Haber’de yazdı.
Demiryolu, kent içi ulaşım, posta ve iletişim, sağlık, eğitim, belediye, liman işçileri… Yüz binlerin direnişi önemli bir sınıf mücadelesine eşlik ediyor.
Aşağıdaki fotoğrafta demiryolu işçileri “Herkes için güvenli demiryolu, kesintiler öldürür” sloganları ile yürüyorlar.
Demiryollarında örgütlü RMT sendikasının protesto gösterisinde işçiler 'Herkes için güvenli trenler ve kesintiler öldürür' dövizleri ile yürüyor.1995’teki özelleştirme sürecini anlatan Ken Loach’ın Demiryolcular filmini hatırlıyor musunuz? Zamanında özelleştirmelerin sınıfa düşmanlığını anlatmak için çok kullanmıştık bu filmi. Film demiryolu işçilerinin bir sabah tabelaların değiştiğini, kendilerini devlete ait işletme yerine parçalara bölünmüş taşeron şirketlerin işçileri olarak bulduklarını anlatıyordu. Taşeron şirketler işçi sayısını azaltıyor, sonunda bu süreç bir tren kazası ile sonlanıyordu.
Şimdi İngiltere’de işçiler bir kez daha ayaktalar ve toplumsal destekleri giderek artıyor.
Dünya halklarına nükleer silah atmayı görevleri arasında gören Liz Truss ise bu eylemleri engellemek için kesinlikle adım atacağını açıklıyor. Ulaştırma bakanı Shaaps ise grevleri zorlaştırmak ve önlemek için 16 maddelik bir plan üzerinde çalıştıklarını duyurdu ve tıpkı Thatcher gibi işçileri yeneceklerini söyledi.
Gerçekten Thatcher’ın 40 yıl kadar önce başlattığı sınıfsal saldırı işçi sınıfının yenilgisi ile sonuçlanmıştı. Türkiye’den de biliyoruz, farklı sektörlerdeki işçiler yalnızlaştırılarak tek tek yenilgiye uğratılmıştı: Tüpraş, Telekom, Tekel, Şeker Fabrikaları…
Ama şimdi ortam hiç de Thatcher’ların zafer kazandığı ortama benzemiyor. O dönem sosyalizmin bütün cephelerde geriye çekildiği bir dönemdi. Şimdi bir sosyalist devrim dalgasının arifesindeyiz.
O zaman bugün olduğu gibi bütün dünya emekçi sınıfları bir paylaşım savaşı ile tehdit edilmiyorlardı.
1990’da emperyalizm sosyalizme karşı büyük bir zafer kazanmıştı, şimdi bunun dünya emekçileri için neye mal olduğu çok iyi anlaşılıyor.
O zaman “özel güzeldir”in ideolojik bir gücü vardı, şimdi kolaysa işçilere özelleştirmelerin nimetlerinden bahsedin. Zaten grevci işçilerin talep maddelerinden biri devletleştirme.
Ama İngiltere’de yeterli bir siyasi öncü var mı, işçi hareketi sermayeden ne kadar bağımsız diye sormayın, her şey dünyada çok hızlı gelişecek ve su yolunu bulacaktır akmak için.
Erhan Nalçacı / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder