Okumalarımdan anladığım, bütün tedbirlere rağmen Harem’de işlerin istenildiği gibi yürümediğidir.
Kesiyoruz!
İslâm da kesiyor. Ancak tümüyle değil. Zarar vermeyecek kadar az kesiyor. İbranilerden kopyadır. “Sünnet” diyoruz. Gayet önemlidir; bunda İbrahimizmin babası İbrahim’in 99 yaşında iken üç yaşındaki oğluyla birlikte sünnet olmasının ve diğer bütün peygamberlerin sünnetli doğmuş olduğu inancının dahli varmış gibi geliyor bana. Evet, kesmek gayet önemli olmakla birlikte İslam “farz” demiyor. Rezerv koyuyor sünnet, “sünnet”tir diyor.
Başlıktaki ayrı.
Berbat olmalı, başlıktaki yapılırsa sonucu sahiden düşman başına! Zira Maazallah, hadım, cinsel organları tamamen kesilmiş ya da burulup iğdiş edilmiş erkek kişi ya da iğdiş edilmiş hayvan anlamına geliyor.
Çok eski dönemlere kadar uzanan bir tarihi var hadım etme pratiğinin. Sözgelimi MÖ 900 yıllarında yaşamış olan ünlü Babil Kraliçesi Semiramis’in esir aldığı düşman askerlerini topluca hadım ettirmiş olduğunu yazan tarihçiler olduğu gibi, bu eylemi 4 bin yıl kadar geriye taşıyanlar da yok değil. Bu arada bizim Bodrum’lu Herodot da kendi adını taşıyan ünlü anlatısında Asurluların, İonyalıları teslim olmadıkları taktirde çoluk çocuk erkek cinsinden yakaladıklarını hadım etmekle tehdit ettiklerini yazıyor. Ayrıca ve kısaca Çin’den, Hint’ten pek çok misal var ve bu misalleri okuduktan sonra benim anladığım insanoğlunun yakın zamana kadar kestiğidir!
Şimdi “kesme” işleminin nasıl yapıldığını yazmak isterdim. Hatta yazdım da ancak içinizin kaldıramayacağını düşündüğüm için yazdıklarımı silerken, sadece operasyonun başarı oranına dair matematiksel ortalamayı vermekle yetiniyorum. Bunun da ancak yüzde iki civarında olduğunu söylemek durumundayım.
***
İslam peygamberi Muhammet “kesmeyin” diyor. Hadis var:
“Kölesini hadım edeni biz de ederiz!” demiş, Bu kadar açık!
Osmanlı İslam, hadisler tavsiyedir. Kesmiyor. Kesilmişi alıyor:
“Yedi ya da sekiz yaşındaydım, atlılar yanımıza geldiğinde kasaba meydanında kendi yaşımda çocuklarla oynuyordum, bizim kasabamızın adamlarına benzemiyorlardı, tenleri daha beyazdı ve silahları vardı. Arapça konuştuklarını sonradan öğrendim. Atlarından inip bizi kucakladılar. Ne olduğunu anlayamadım. Bir adam bizi atının üzerine fırlattı, bağıramadım. Bizim gibi başka çocuklar da vardı. Üç gün boyunca hiçbir şey yiyip içmeden orada kaldıktan sonra hadım edildik. Çektiğim acıyı ve işkenceyi uzun yıllar boyunca hiç unutamadım. Mevsimlerden kıştı. Üşüyordum. Yakup beni Çerkes Mehmet Paşa’ya hediye etti. Bir insan hediye edilebilir mi? Bunun olabileceğini o zaman anladım. Meşrutiyetle beraber azat edildim”
Hadımlar asker sivil paşa konaklarında, zengin takımının evlerinde istihdam ediliyor en çok da saray’da harem dairesinin koruyucu gözcüleri olarak görev yapıyorlar. Kimi satın alınıyor kimi de hediye edilmişlerden seçiliyor. Az bulunduğu için hediye listesinin başlarında yer alıyor, Padişahlar, şehzadeler, sultanlar, paşalar bir birlerine hadım edilmiş oğlan çocukları hediye ediyorlar. Okuduklarımızdan anladığımız Köle Pazarlarında hadım edilmiş çocukların fiyatlarının “duhter”lerle (Bakire kız) yarıştığıdır.
Kaynaklardan öğrendiğimiz kadarıyla Osmanlılar’da harem hayatı, İstanbul’un fethi sonrasında Fatih Mehmet tarafından yaptırılan ve Yeni Saray olarak bilinen Topkapı Sarayı ile birlikte başlıyor. Haremin diğer adı Dar’üs- saade, saadet evi, burada çalışan hizmetlilere de Dar’üs-saade ağaları adı veriliyor. Kızlar ağası da diyebiliriz. Harem dairesi dediğin öyle üç oda bir salon değil, kimi dönemlerde sayısı 700’ü bulan cariye topluluğunu barındırabilecek sayıda odanın bulunduğu, hizmetlilerin de hapsinin hadım olduğu, adeta saray içinde saray denebilecek türden bir yerleşke. Böyle okuyoruz.
Renklerine göre sınıflandırıyoruz beyaz cinsinden olanlara ak hadım ağaları, siyah cinsinden olanlara da zenci ya da siyah hadım ağaları diyoruz. Asli görevleri hareme erkek sinek bile sokmamak olan bu ağaları sadece bekçi seviyesinde görüp küçümsemeyin, protokoldeki yerleri sadrazam ve şeyhülislamdan sonra geliyor.
Osmanlı hareminde ilk zamanlarda ak ağaların siyah olanlardan daha etkili olduğunu ancak zamanla bunun tersine döndüğünü yazıyor harem konusunda önemli çalışmaları olan Çağatay Uluçay. Buna neden olarak da “ak insanların” yaşadığı Avrupa’da yürütülen savaşların 17.yüzyıldan itibaren hüsranla sonuçlanmasını dolayısıyla Osmanlının köle kaynaklarının kurumuş olmasını gösteriyor. Bir de “ak çocukların” hadımlaştırma operasyonu sırasında pek azının masadan kalkabildiğini ilave ediyor Uluçay. Beyazların bu operasyona dayanaksız olduklarını öğrenmiş oluyoruz. Çokça ölüyorlar. Sayıları azaldıkça etkileri zayıflıyor.
Murat var, üçüncü olan (Ö.1595), ben de Necdet Sakaoğlu’ndan öğrendim. Onun yazdıklarına göre, bu başka kaynaklarda da var, Murat padişahlığının ilk dönemlerinde hareme ve harama uzak duruyor. Anne Nurbanu, anne yüreği işte ne yapsın, yalnızca haseki Safiye Sultan’a ilgi duyan Murat’ın bu hallerine pek çok üzülüyor ve azimli çabaları sonunda büyüğü “ukde-i murad ber-muktezayı fuad” (olmasını şiddetle istemek) bozuyor. Sonra mı? Murat’ı tut tutabilirsen! Murat haremde cariye kovalamaya başlıyor. Onun döneminde cariye sayısı arttığı gibi Eski Saray’daki harem örgütünün kadrolarını da Topkapı Sarayı’na taşıyor. Bu arada nereden bu hükme varmışsa bilinmez ak hadımları “ bunlar fitne kaynağıdır” diyerek çırak çıkarıyor. Böylelikle Harem’de siyah hadım ağaların hakimiyeti başlamış oluyor. Bunlar Sakaoğlu’nun yazdıklarından benim çıkardığım sonuçlardır.
Güzel, hareme cariyeleri doldurduk başlarına da hadımları diktik, içeriye erkek sinek dahi sokmadık ama işlerin her zaman düzgün yürümediği anlaşılıyor. Elden ne gelir, Allah’ın bir hikmeti işte, her zaman olmasa da bazen, şeylerin kesilmesiyle duyguların yok edilemediği hatta pek nadir de olsa şeylerinin yeniden işlevsel hale geldiğini yazıyor Çağatay Uluçay ve ben yazdıklarını aynen evet aynen ve cesurca aktarmak istiyorum:
“Hayaları çıkarılan hadımların, çalıştıkları yerlerde, kadınlarla münasebette bulundukları saptanmıştır. Erkeklik organı kesilen hadımların da kadınlar tarafından , hatta bunların erkeklik organı tam oluşum halinde bulunan erkeklere üstünsendiği, çünkü cinsi münasebeti normalin üzerinde uzun bir süre devam ettirdikleri de öğrenilmiştir.”
Osmanlı ders çıkarıyor, tüm bunlar deneyimlendiği için tedbir alıyor. Hadım ağalarını kontrolden geçiriyor. Azıcık dahi kalmış olsa yeniden ve bu defa tamamen kesiyor. Bundan Osmanlının çıkarına uymadığında peygamberin tavsiyesine ve uyarısına uymadığı anlaşılıyor.
Osmanlı’nın hareme hadım hizmetçi alırken onları fiziksel bir sınavdan da geçirdiği okuyoruz. Elinin altında “Kâbusnâme” adını taşıyan bir “ahlak kitabı” var. Burada müellif bazı tavsiyelerde bulunuyor ve harem sahiplerinin bunlara uymasının hayırlı olacağını vazediyor:
“Geldik imdi hadım olarak istihdam etmek için alacağın kulun nişanlarına… Gayet kara ve ekşi yüzlü ve yüzü buruş buruş olsun. Gövdesi zayıf, derisi kuru, saçı yufkacık, dişleri seyek, sesi incecik ve baldırı ince olsun. Dudağı kalın, burnu yassı, parmakları kısacık, boyu büğrü ve boynu ince olsun. Bu dediği gibi olunca sarayda hadım olmaya yarar…” Bu tavsiyelere Osmanlının uyup uymadığını bilemiyoruz ama devamında vazedilenlere en azından Murat üç’ten itibaren uyulduğu söylenebilir. Devamı şöyle:
Sarayda ak hadım olması gerekmez. Hele de benzi kızıl olursa. Sonra gayet sakın sarışın hadımlardan .Derler ki, kendi sevar avradı ya da başkasına sevdirmek için pezevenklik eder. Hasılı bunun gibiden hayır gelmezmiş.”
Okumalarımdan anladığım, bütün tedbirlere rağmen Harem’de işlerin istenildiği gibi yürümediğidir. Tam burada yazımı bitirecekken önüme Ahmet Akgündüz’ün Osmanlı’da Harem adlı kitabının arasına koyduğum bir not düştü. Kim bilir yazdıklarını ne zaman not etmişim ama ne değişir. Yazmış işte ve şöyle:
“Köle tüccarlarının eline geçtiklerinde hadım edildiklerinden dünyaları karardı. Sonra bir büyük cihan devletinin sarayında açtılar gözlerini. Ağalar Ocağında tam bir görev adamı olarak yetiştirildiler. Padişahın en yakını olmanın gururunu doyasıya yaşadılar.”
Yazının başında “kesme” operasyonundan bahsedip içinizin kaldıramayacağını düşünerek operasyonun nasıl yapıldığını anlatmaktan vazgeçmiştim. Prof. Ahmet Şimşirligil’in makalesinden alıntıladığım bu not önüme düşünce fikrimi değiştirdim. Keserek hadım etme operasyonu şöyle yapılıyor:
Kesilecek kişiyi sırt üstü yatırdıktan sonra bandajla göbeğinin altını ve bacaklarının üstünü bandajla sıkıca bağlıyoruz. Acı pul ya da toz biber ile suyun karışımından elde ettiğimiz bulamaçla malum bölgeyi üç defa yıkıyoruz. Neden üç, açıkça söylemek gerekirse bilemiyorum, üç yazdıkları için üç diyorum, sonra gayet keskin ve orak biçiminde bir bıçakla penisi dipten testislerle birlikte tek bir hamlede vücuttan ayırıyoruz. Sonrası daha da önemli zira hadım edilen kişinin yaşamasını istiyoruz. Penis kökündeki kanala metal bir çubuk soktuktan sonra bölgeyi soğuk suda bekletilmiş bandajla bağlıyoruz. İki saat sonra yürütüyoruz, Tuvalet ihtiyacı gelmesin diye üç gün boyunca su vermiyoruz. Üç gün sonra bandajı açıyoruz ve metal çubuğu çıkartıyoruz. İdrarını yaparken kanama yoksa sorun yoktur. Hadımımız satışa hazırdır. Ama bunların sayısının çok az olduğunu okuyoruz. Çoğu operasyon sonrasında ölüyor.
Evet, bu kadar ve bitirirken, “ah” diyorum keşke profesörümüz Ahmet Şimşirligil Osmanlı’da olsaydı da padişaha yakın olmanın gururunu doyasıya yaşasaydı!
MEHMET BOZKURT / SOL
Kaynaklar:
*Çağatay Uluçay, Harem II, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1992
*Ahmet Akgündüz, Tüm Yönleriyle Osmanlı’da Harem, Timaş Yayınları, İstanbul 2012
*Necdet Sakaoğlu, Bu Mülkün Sultanları, Oğlak Yayınları, İstanbul,2000
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder