18 Aralık 2022 Pazar

'Anglosaksonların hedefi Avrupa’yı zayıflatmak, Avrasya’nın kurulmasına engel olmak' - SOL/Özel

 'Şu an Avrupa Birliği tamamıyla Anglosaksonların hizmetinde. Doğal olarak, böyle bir ortamda Avrupa’da demokrasiden bahsedilemez.'

Giorgio Bianchi, İtalya’daki önemli bağımsız gazetecilerden. Covid dönemi ve hemen sonrasında başlatılan Ukrayna-Rusya savaşında, ana akım medyanın pompaladığı yanlı görüşlere yüksek sesle karşı çıkıp gerçekleri kelle koltukta anlatmaktan çekinmeyen çok ödüllü bir foto muhabiri. 

Suriye, Ukrayna, Burkina Faso, Vietnam, Myanmar, Nepal, Hindistan ve tüm Avrupa’daki çatışmaları görüntüleyen genç foto-röportajcı Bianchi, 2013 yılından bu yana Donbass’taki savaşı yakından izliyor. 

Yeni bir yıla girmeye hazırlandığımız şu günlerde, ilk yılını doldurmaya hazırlanan Ukrayna-Rusya savaşı çerçevesinde Avrupa’da yaşanan gelişmeleri Birgül Göker Perdisa İtalyan bağımsız gazeteci Giorgio Bianchi ile konuştu.  

Röportajda Bianchi, Ukrayna-Rusya savaşının emperyalist rekabette yol açtığı sonuçlara, Avrupa’nın bu rekabette ekonomik-siyasal açıdan zorlandığı pozisyonun yol açacağı “sanayisizleşme”ye ve savaşın gölgesinde yine İtalya başta olmak üzere Avrupa ülkelerinde iç siyasette işçi sınıfına karşı sağ figürlerin yükselişine ilişkin çarpıcı tespitler yapıyor.

Bu dikkat çekici röportajı yine Birgül Göker Perdisa’nın çevirisiyle soL okurlarına sunuyoruz.

'Muhalif görüşler suç olarak gösterilmeye çalışılıyor'

İtalyan ve hatta yabancı istihbarat servisleri tarafından izlendiğin biliniyor. Bir süre önce Corriere Della Sera gazetesi, İtalya’daki Putin, Rusya yanlısı gazeteciler ile fikir önderlerinin fotoğraflı bir listesini yayımlamıştı. O listede başlardaydın. Ara ara polisin hoş olmayan ziyaretlerine de maruz kalıyorsun. En son, sen İtalya’nın Calabria bölgesindeyken polis kapına dayandı galiba...

İş için gittiğim Calabria’da gecenin 3’ünde polis kaldığım otele, odama aniden geldi. Kimliğimi bilgisayarımı, çantamı kontrol ettiler. Sonra da çekip gittiler. Bana hiçbir arama emri falan da göstermediler. Bu ilk kez olmuyor tabii... Kısa süre önce biri Nisan, diğeri de Ağustos ayında olmak üzere Moskova’ya iki kez gittim, her seferinde dönüşte havalimanında durduruldum ve sorgulandım. Dediğin gibi Corriere Della Sera gazetesinde yayımlanan Rusya yanlısı gazeteciler listesindeydim. Bu liste gazeteye İtalyan Gizli Servisi tarafından verilmişti. İşin gerçeği sonradan ortaya çıktı tabii.. Listeyi başka bir ülkenin gizli servisi hazırlayıp bizimkilere gazeteye teslim edilmesi için vermiş. 

Dünya olarak çok tuhaf bir dönemden geçiyoruz. Muhalif görüşlerin, ana akım medyanın yaydığı egemen görüşten farklı fikirlerin suç kabul ettirilmeye çalışıldığı bir dönemden geçiyoruz. Demokratik İtalya’da gecenin 3’ünde polisin küstah bir biçimde otel odasına gelmesinde da bu var mesela. Çok tehlikeli bir paradigma değişmesi. Polis vatandaşa kötü bir şey yaptığını göstermek ve anlatmak durumunda değil, tersine vatandaş polise durduk yere iyi biri olduğunu göstermek ve kanıtlamak zorunda kalıyor. 

                                                       Giorgio Bianchi

Demokrasinin beşiği olarak nitelendirilen Avrupa’da polis gözdağı, sindirme ve korkutma için kullanılmaya başlandı. Medyaya ise sansür uygulanıyor. 

24 Şubat’ta Rusya, Ukrayna’ya “özel askeri operasyon” başlatınca, Avrupa Rusya medyasını kararttı. Emsali yok bu davranışın. Daha önce hiç görülmemiş bir olay. Ben şimdi Rusya’ya gittiğimde hiçbir sıkıntı yaşamadan rahatça Corriere Della Sera, New York Times, Le Monde okuyabiliyorum, ama İtalya’da Rus medyasını okuyamıyorum. Telegram’da bile bu kanalları kararttılar. Maalesef, Avrupa kamuoyu bu sansüre karşı, beklenen tepkiyi vermedi. Düşünebiliyor musunuz, hükümetler vatandaşın neyi okuyup neyi okuyamayacağına karar veriyor. Oysa ki, vatandaşın kendi aklı var, hangi haber kaynağını okuyup hangisini okumayacağına kendisi karar verebilir. Ben, yeterli olgunluğa sahibim, hangi habere inanıp hangisine inanmayacağım kararını özgürce kendim verebilirim. Bunun için hükümetler benim yerime karar alamaz. İtalya’ya bakacak olursak, Rus medya kanalları kapatıldığından bu yana, buraya sadece Ukrayna ve NATO yanlısı propaganda içeren haberler ulaşıyor. Çok kaygı verici bir durum bu. Bağımsız gazeteciler ise, komplo teorileri üreten paralı askerlermiş gibi gösteriliyor ve inanılırlıklarına gölge düşürülmeye çalışılıyor. Televizyonlara çıkartılmıyor, yazılı basında kendilerine yer verilmiyor. 

'İtalya, Ukrayna savaşında Türkiye gibi arabulucu olmalıydı'

Ve demokratik Avrupa’da, demokratik İtalya’da oluyor tüm bu karartma ve sansür...

Bence her şey normal, İtalya’da olanlar hiç şaşırtıcı değil. Çünkü İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana İtalya aslında bir Amerikan sömürgesi... Ve bugün İtalya, Almanya gibi ekonomisi üretime (imalat sanayii-çn.) dayalı “manufacturing” bir ülke. Bu nedenle, Avrupa Birliği’nin NATO ve ABD ile birlikte sürdürdüğü savaş yanlısı politikalardan en büyük zararı görecek olan iki ülke, Almanya ve İtalya. Şu an Avrupa Birliği tamamıyla Anglosaksonların hizmetinde. Doğal olarak, böyle bir ortamda Avrupa’da demokrasiden bahsedilemez. Geçtiğimiz aylarda Moldavya ve Fransa’da NATO politikalarına karşı çok önemli halk protestoları oldu mesela, ancak İtalya’da ana akım medya bu gösterileri kesinlikle gündeme getirmedi.  

                                                   Fotoğraf: Giorgio Bianchi

Roma’da iktidar sağcı Meloni’ye teslim edilmişken, bu tür tepkileri şimdi artık hiç gündeme getirmezler. 

Giorgia Meloni ile şu an NATO politikaları aynen devam ettiriliyor. İtalya aslında tarihsel olarak bu tür uluslararası çatışmalarda arabulucu rolüne sahip. Çünkü İtalyan Anayasası’nın 11’inci maddesi, “İtalya başka halkların özgürlüklerine karşı bir saldırı aracı olarak ve uluslararası anlaşmazlıkları çözme aracı olarak savaşı reddeder,” der ve barış ve adalet için çalışan uluslararası kuruluşları teşvik etmeyi kendisine görev edinir. Yani İtalya, Ukrayna-Rusya savaşında, şu an Türkiye’nin yapmaya çalıştığı arabuluculuk görevini üstlenmeliydi. Aksine, İtalya savaşta taraf oldu. 


                                                          Fotoğraf: Giorgio Bianchi

'Sağcı Meloni ile işçileri daha rahat coplayacaklar' 

İtalya’daki son genel seçimleri nasıl değerlendiriyorsun?

Draghi suni bir hükümet krizi yarattı ve ülkeyi sahte bir seçimle sağ partilere teslim etti. Ekonomik krizin sonbaharla birlikte kapıya dayanacağını, yüksek meblağlı faturalar nedeniyle halkın daha da öfkeleneceğini, sokakların hareketleneceğini öngören Draghi gemiyi erkenden terk etti. Düzen karşıtı yeni partilerin seçimlere hazırlanmalarına, birlik olup direnişi organize etmelerine fırsat vermedi. Sahte bir seçimle Meloni’ye yer açtı. 

Meloni hükümeti, Draghi hükümetinin kusursuz bir devamı şu an. Tek fark, sağcı Meloni hükümetinin elinin, sokaklara inecek göstericileri, vatandaşları coplamak için serbest bırakılmış olması. Draghi hükümeti, sahte bir sol partiye dayanıyordu, geleneksel olarak sol partilerin iktidarında işçilerin, göstericilerin coplanması kabul görmez. Yeni Savunma Bakanı sağcı Guido Crosetto bakanlık koltuğuna oturur oturmaz ilk olarak, “protesto gösterilerinde yabancı ülkelerin müdahalesi tolere edilmeyecektir” dedi zaten. İtalyan kamuoyunu, sokaklara, meydanlara inen halkın arkasında Putin, Moskova olduğuna inandırmaya çalışıyorlar. Böylelikle, gösterileri güçle, zorbalıkla bastırmak ve vatandaşları coplamak için meşruiyet kazanmış olacaklar. İktidarı sağ bir hükümete vermelerinin en önemli nedenlerinden biri bu. Faturalardan bezmiş, savaşın ekonomik yükünü omuzlarında taşımaya mecbur edilmiş işçiyi, emekçiyi kolaylıkla coplayabilmek, canına okuyabilmek için. 

Yeni Savunma Bakanı Crosetto silah tüccarlarıyla içli dışlı bir isim. Silah satıcısı olan böylesi bir siyasiden barış yanlısı politikalar yürütmesini beklemek saflık olacaktır. 

İtalyan devletine ait olan silah firması Finmeccanica, şimdiki adı Leonardo’da önemli bir rolü var Crosetto’nun. Atlantikçi dış ülkeler için, güvendikleri bir isim olan Crosetto’yu İtalyan savunma bakanlığı koltuğuna oturtmuş olmaları önemli. Oturduğu koltukta onların çıkarlarını gözeterek politika yapacaktır. İtalyan hükümetine Crosetto dışında başka güvendikleri adamları da yerleştirdiler tabii. 

İktidarlar genelinde bakacak olursak, Avrupa’da neler oluyor?... İngiltere’de Liz Truss başbakanlık koltuğunda çok oturamadı mesela. 

İngiltere, sürdürdükleri intihar politikalarının faturasını ödüyor. Londra’da Rus sermayesine el koyunca, yabancı sermayenin gözünde güven kaybettiler. Yabancı yatırımcı Londra bankalarından kaçmaya başladı. Londra ve New York borsaları büyük zarara uğradı. Tarihe baktığınızda, aslında bunlar eski korsanlar, kral adına başkalarının zenginliklerine el koymaya çalışmış hırsızlar. Çalmak, DNA’larında var yani. Şimdi de Rus yatırımcıların zenginliklerini çaldılar. Bu da yabancı yatırımcıda bir güvensizlik dalgası yarattı. Arap ve Asya sermayesi “sıra bize de gelebilir” korkusuyla yatırımlarını Londra’dan kaçırmaya başladı. Bu durum, savaş politikalarını sıkı sıkıya uygulayacağı sinyalleri veren Truss’ın koltuğunu bırakmasında etkili oldu.

Fransa ve Almanya’yı nasıl görüyorsun?

Fransa’nın durumu da aslında İtalya’nınkine benziyor, ancak manevra marjları bize göre daha geniş. Nükleer enerjileri var, dolayısıyla enerji krizini bizim gibi ağır yaşamıyor Fransa. Afrika kıtasında da halen sömürdükleri kolonileri var. 

Almanya’nın içinde bulunduğu durum ise İtalya’nınkiyle aynı. Her ikisi de üretici (manufacturing) ülkeler ve zenginlikleri üretip ihraç ettikleri mallara dayanıyor. Rus gazına ve Çin’den gelen düşük maliyetli yarı işlenmiş mallara muhtaçlar. Dışarıdan enerji, yarı işlenmiş mallar ve hammadde gelmemesi demek, her iki ülkede de ekonominin çökmesi demek. İnanıyorum ki, Merkel iktidarda olsaydı, sadece Almanya’da değil tüm Avrupa’da durum daha farklı olurdu. Doğu Almanya kökenli Merkel ile Putin birbirlerini iyi tanıyor, aynı dili konuşuyorlar. Merkel’in, Scholz’un verdiği zararları gidermek için bir süredir geri planda uğraştığına yönelik haberler geliyor Berlin’den. Merkel’e Almanya’da ihtiyaç var. Olaf Scholz son derece opak, gülünç bir insan. Annalena Baerbock ise güya yeşil, ama en savaş yanlısı, en Atlantikçi dışişleri bakanı şu an.  

                                                     Fotoğraf: Giorgio Bianchi

'Eski sömürgeler Anglosaksonlara karşı birleşti'

Avrupa’nın göbeğindeki bu silahlı çatışma bizi, dünyayı nereye götürecek?

Bence, Anglosaksonlar bu sefer en baştan kaybetti. Anglosaksonların yere çakılışları uzun ve yavaş bir can çekişme şeklinde olacak. Onların bu yavaş ve acı veren düşüşlerine, dünyaya verecekleri zararı en aza indirgeyebilmek için eşlik etmemiz gerekiyor. Bu düşüş, çok sert değil, ama tatlı olmalı. Artık maçı kaybetmiş bulunuyorlar. 

Anglosaksonlar tarafından yüzyıllardır sömürülen ülkeler bugün isyan etmiş bulunuyor ve hamlelerini BRICS ülkelerinden yana yaptılar. Enerji, hammadde üreten Hindistan, Çin, Rusya, Brezilya, Suudi Arabistan, İran gibi önemli ülkeler bugün Anglosaksonlara karşı aynı taraftalar. Zora girmiş Anglosaksonlar şimdi bu düşüşlerinin faturasını Avrupa’ya ödetmeye çalışıyor. Şayet Batı Avrupa, Anglosakson İmparatorluğunu tek başına bırakır, uçurumdan aşağı düşerken kendisini de birlikte sürüklemesine izin vermezse, maç Anglosaksonların kesin yenilgisiyle bitmiş olacak. 

                                                            Fotoğraf: Giorgio Bianchi

Tarihe baktığımızda, Avrupa’nın 20’inci yüzyılda Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarının odağı yapılmış olmasında hep aynı nedeni görüyoruz: Anglosaksonların, aslında tek bir kıta olan Avrupa ile Asya’nın birleşmesine engel olma çabası. 

İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda, Berlin Duvarı ile Batı Avrupa ve Sovyetler Birliği’ni birbirinden ayırmışlardı. Bugün ise Batı Avrupa’nın kendisi bir duvara dönüştürüldü. Ancak bu Batı Avrupa duvarı, şimdi Rusya Federasyonu’nu dışarıda bırakmak yerine, kendisini içeriye kapattı. Batı Avrupa bir mengenede sıkışmış durumda: Bir yanda İngiliz ve Amerikan diktasına boyun eğme zorunluluğu, diğer yanda ise doğal partnerleri olan Rusya, Çin, Hindistan gibi ülkelerle ilişkilerini yürütme ihtiyacı var. Bir de buna ekolojik geçiş adını verdikleri diğer intihar politikasını eklemek gerek, ki aslında bu, maskelenmiş sanayisizleştirme projesinden başka bir şey değil.

Avrupa tek başına sera gazı salımının yüzde 14’ünü üretirken, ABD ve Çin birlikte yaklaşık yüzde 50’sine sebep oluyorlar. Ama şimdi Batı Avrupa, şirketlerini fabrikalarını çılgınca denilebilecek saçma sapan kurallara uymakla yükümlü kılan yasalar yapıyor, kararlar alıyor. Böylelikle Avrupa şirketleri rekabet güçlerini kaybediyor. 

Böylelikle, Amerika ekonomik olarak daha güçlenirken, Avrupa ekonomik gücünü yitiriyor, diyebiliriz. 

Bu ekolojik geçiş, yani maskelenmiş sanayisizleştirme savaşı aslında Avrupa’ya, orta sınıfa ve işçi kesimine karşı yapılıyor. Böylelikle Batı Avrupa’nın üretken dokusuna zarar veriliyor ve Batı Avrupa ülkeleri, bir ABD N lobi kuruluşu halini almış ve Anglosakson çıkarlarını gözeten Avrupa Birliği’nin merkezci politikalarına muhtaç bırakılıyor.  

ABD niye müttefiği Avrupa’yı ekonomik olarak çökertmek istiyor?

Bence Batı Avrupa’yı ABD’nin müttefiği olarak kabul etmek, 20. yüzyılın en büyük yalanlarından. Batı Avrupa hiçbir zaman ABD’nin partneri olmadı, hep rakibiydi. Bu nedenle hep dünya savaşlarıyla gücü kırılmaya çalışıldı. 

'Anglosaksonların hedefi Avrupa’yı zayıflatmak'

Bu açıdan baktığımızda, Anglosaksonlar aslında Ukrayna savaşını, Rusya’ya karşı değil de Batı Avrupa’ya karşı yapıyor görüşü güçleniyor. Ne dersin? 

Daha savaş başlamadan önce, bu görüşü dile getirmiştim: “Anglosaksonlar Ukrayna topraklarında başlattıkları savaşı ve ekonomik yaptırımları Rusya Federasyonu için değil Batı Avrupa’yı zayıflatmak için yapıyor” demiştim.. Bu yaptırımların faturasını biz ödeyeceğiz, Ruslar değil. Putin’in de 2011’de tekrar dile getirdiği Avrasya projesinde, Batı Avrupa ile Asya ülkelerinin ekonomik ve finansal olarak birleşmesi, işbirliği öngörülüyor. Düşünsenize ana kıtada Avrupa, Rusya, Çin, Hindistan ve diğer ülkeler birleşmiş... Anglosaksonları tamamıyla çökertecek, dışarıda bırakacak bir proje bu. 

                                                              Fotoğraf: Giorgio Bianchi

Avrasya projesi gerçekleşmiş olsa, Anglosaksonlar Pasifik’te ve Atlantik’te yüzüp duran birer adadan başka bir şey olamazlar. Tabii doğal olarak, Anglosaksonlar bu projeye karşılar ve Avrasya’nın gerçekleşmemesi için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar. Dünyanın her yerinde silahlı çatışmalar ve huzursuzluklar çıkararak ülkelerin barış içinde Avrasya projesini gerçekleştirmelerini engellemeye çalışıyorlar. Afganistan, Irak, Suriye, Ermenistan, Azerbaycan, Yemen, İran ve diğerleri... Bu nedenle işte, yine Avrupa ile Rusya Federasyonu’nun birleşmesini engellemek için savaş çıkardılar. Taktikleri yüzyıllardır hep aynı: İstikrarsızlaştırmak. Bunu artık görmemek için kör olmak gerekiyor.

(SOL)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder