8 Ocak 2023 Pazar

Emekçi emekçinin kurdu olmamalı + Esad kazandı, Atlantikçilik kaybetti + Suriye’yle normalleşmede İran karşıtlığının amacı + İpotekli masa (Mehmet Ali Güller/Cumhuriyet)

 


İpotekli masa(07/01/2023)

Altılı masanın eski AKP’li iki bileşeni olan Ahmet Davutoğlu ile Ali Babacan’ın son açıklamaları, bu ikilinin sadece Millet İttifakı’nı değil, yarın da yürütmeyi denetim altında tutmayı planladıklarını gösteriyor. 

İkilinin büyük tepki görmesi gereken çıkışlarına sessiz kalınması, ikilinin seçim üzerinden büyük ortaklarını rehin aldıklarını, masayı ipotekli hale getirdiklerini gösteriyor. 

BABACAN-DAVUTOĞLU SORUNU

Kılıçdaroğlu “beşli çeteyle mücadele” dedikçe Babacan “büyük sermaye” diyor; Kılıçdaroğlu “kamulaştırma” deyince Babacan “daha çok özelleştirme” diyor... 

Dolayısıyla altılı masa iktidarında ekonominin dümeninin Ali Babacan’da olması halinde, Türkiye’nin alt ve orta sınıflarını daha da derinleşecek yoksulluk bekliyor!

Ancak DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın altılı masaya zararının, temsil ettiği neoliberalizmle sınırlı kalmayacağı görülüyor. 

Babacan’ın Türklüğün anayasadan çıkarılmasından tarikatların serbest kalmasına ve her tarikatın kendi din adamlarını kendi eğitimcileriyle yetiştirmesini savunmasına kadar bir dizi politikası, tehlikenin daha da büyük olduğuna işaret ediyor. 

Hiç lafı dolandırmadan belirtelim: Babacan’ın savundukları, AKP’nin ülkeyi bu hale getiren programıdır! Zaten halen mali sermaye kârını yüzde 250’ler mertebesinde artırmıyor mu? Altı yaşındaki çocukla evlenen hoca tarikatın kendi iç okulunda değil de MEB okulunda mı yetişti? Türkiye Cumhuriyeti ibaresini kurumların isminden AKP çıkarmadı mı? 

İPOTEKLİ YÜRÜTME

Ya Ahmet Davutoğlu? 

Muhalefet Suriye’yle normalleşmeyi savundukça ve iktidarı bu çizgiye gelmeye zorladıkça Davutoğlu normalleşmeye karşı çıkıyor; muhalefet sığınmacıların geri dönüşünü savundukça Davutoğlu buna karşı çıkıyor. 

Dolayısıyla altılı masa iktidarında dışişlerinin dümeninde Davutoğlu’nun olması halinde, Türkiye’nin dış politikasını mevcuttan bile daha büyük sorunlar bekliyor!

Ancak Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nun altılı masaya zararının, temsil ettiği bu dış politika anlayışıyla sınırlı kalmayacağı görülüyor. 

Davutoğlu’nun şu son çıkışı bir “ipotekli yürütme” sorununa işaret ediyor: “Genel başkanlar doğrudan karar süreçlerinin içinde imza yetkisine sahip olarak bulunacaklar, cumhurbaşkanı kadar her stratejik kararda imza yetkisine sahip olacaklar.”

Yani altı siyasi parti genel başkanının denetiminde bir cumhurbaşkanı! O halde Erdoğan’ın aynı zamanda siyasi bir kimliğinin olmasına neden karşı çıkılıyor? Nerede kaldı cumhurbaşkanının tarafsız olması savunusu?

TÜRKİYE’NİN MUHALEFET SORUNU 

Dörtlü Millet İttifakı’nın altılı masaya dönüşmesi, yani CHP, İYİ Parti, Saadet Partisi ve Demokrat Parti’ye; Gelecek ve DEVA’nın dahil edilmesi, sınırlı nicel artışla nitelikte azalma demek özetle... 

Bu iki parti sınırlı nicelikleriyle altı masayı ipotekli hale getirmiş, yarın için de “ipotekli yürütme” hedefinde olduklarını ortaya koymuşlardır. 

Dolayısıyla dönüp dönüp aynı noktaya geliyoruz: 

1) AKP’nin 20 yıldır iktidar olabilmesi AKP’nin başarısından çok muhalefetin başarısızlığıyla ilgilidir.

2) Türkiye’nin iktidar sorununun çözümü, muhalefet sorununun çözümünden geçmektedir.

SEÇİMLE SINIRLI İTTİFAK

Ortaya çıkmış bulunuyor ki altılı masanın birlikte Türkiye’yi yönetmesi mümkün değil. Bu eşyanın tabiatına aykırı. 

Dolayısıyla altılı masa Türkiye’yi yönetme iddiasıyla seçmenin karşısına çıkmaya kalkarsa, seçmene yalan söylemiş olur. 

Bu durumda seçimi kazanmak istiyorsa altılı masanın yapacağı en tutarlı şey, bir yıl içerisinde Türkiye’yi bugünkü sistemden kurtaracak geçici bir cumhurbaşkanı seçmek. Kurduğu ittifak da bu hedefle sınırlı olmalı.

Bu hedefe ulaşıldıktan sonra her parti kendi bağımsız siyasetini yapmaya devam eder.

                                                          /././

Suriye’yle normalleşmede İran karşıtlığının amacı(05/01/2023)

Türkiye gazetesinin önceki günkü manşet haberi dikkat çekiciydi: “Suriye’de Ordu Ayarı.”

Gazetenin iddiasına göre “Türkiye ile normalleşmeye karşı çıkan Batı ve İran, Esad’ı devirmeye çalışıyormuş, Tahran Suriye ordusuna baskısını artırmış, Esad’a son 1.5 ayda iki suikast girişi olmuş, bu suikast girişimlerini atlatan Esad da bazı generalleri tasfiye etmiş.”

Fantastik bir film senaryosu gibi ve ilgi çekici ama elbette doğru değil.

ABD İLE İRAN SURİYE VE IRAK’LA ÇARPIŞIYOR

Gazetenin iddiasına göre “Türkiye ile normalleşmeye karşı çıkan Batı ve İran, Esad’ı devirmeye çalıştı.”

Burada Batı dediği ABD olmalı. Peki ABD ve İran, aynı cümlede, Esad’ı devirmeye çalışınca, işbirliği yapmış olmuyor mu? Peki bu mümkün mü?

Çünkü tersine ABD ve İran çatışıyor. Üstelik sadece Suriye’de değil, Kuzey Irak’ta da çatışıyor. Dahası ABD’nin Suriye operasyonlarının nedenlerinin başında da Suriye’nin İran’la ilişkisi yatıyordu. İran-Suriye bağı, Hizbullah/Lübnan etkisi demekti ve bu da İsrail’in çıkarlarına aykırıydı çünkü.

Hatta ABD, Suriye operasyonlarının çeşitli evrelerinde, İran’ın Suriye’den çıkarılması halinde, siyasi çözüm olabileceği mesajları bile vermişti.

NORMALLEŞMEYE İRAN DEĞİL ABD-İSRAİL KARŞI

Tamam, ABD Türkiye ile Suriye’nin normalleşmesine karşı. Bunu açıkça ilan da ettiler. ABD Dışişleri Sözcüsü Ned Price’ın Moskova’daki üçlü savunma bakanları görüşmesi sorusuna yanıtı şöyle oldu: “Beşşar Esad’ı eski durumuna döndürmek için ilişkilerini iyileştiren veya destek veren ülkeleri desteklemiyoruz” (AA, 4.1.2022).

Peki İran’ın Türkiye ile Suriye normalleşmesine karşı olduğunun dayanağı ne? Hiç!

Çünkü tersine İran, Türkiye ile Suriye’nin normalleşmesini savunuyor. Dahası Rusya ve İran’ın Türkiye’yle kurdukları üçlü Astana Platformu’nun temel konusu bile bu.

Moskova ve Tahran, Ankara ve Şam normalleşsin diye uğraşıyor. Nitekim Astana Platformu’nun zirve sonuç bildirileri bu temenniyle dolu.

Kuşkusuz, müttefikler arasında bile çelişkiler olur ama iki müttefikten birinin diğerine karşı kendi düşmanıyla işbirliği yaptığını iddia edebilmek ne yazık ki haberciliği aşıyor!

İSRAİL SURİYE’Yİ VURDU, İRAN’I HEDEF ALDI

İran Suriye’nin dostudur, müttefikidir. İran’ın desteği, Suriye’nin Atlantik baskısı karşısında direnebilmesini kolaylaştırdı. Atlantik cephesinde yer alan Türkiye’nin bu süreçte pozisyon değiştirmesi ve Esad’la anlaşması, İran’ın da çıkarınadır.

Bunun tersini savunmak hem doğru değildir hem de sağlıklı normalleşmeyi torpilleyen bir tutumdur. Hem devlet hem de iktidar cephesi içerisinde İran konusunda, konu ettiğimiz haberdeki yaklaşımı benimseyenler olduğunu biliyoruz. Bu fantastik haberi de o nedenle konu ediniyoruz zaten. Ve bu amaçla dikkati esasa çekmek istiyoruz.

İran’ın Türkiye-Suriye normalleşmesine karşı çıktığının iddia edildiği süreçte üç önemli olay yaşandı:

1) İsrail, Suriye’ye saldırdı, Şam havalimanını füzelerle vurdu (Cumhuriyet, 2.2.2022).

2) İsrail basınına göre, İsrail Savunma Bakanlığı, İran’a olası bir saldırı için bütçe artışı talep etti (TRT Haber, 2.2.2022).

3) İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Ben-Gvir, Mescid-i Aksa’ya baskın düzenledi.

Yani İran’ın Türkiye-Suriye normalleşmesini önlemek için Batı’yla işbirliği içinde Esad’ı devirmeye çalıştığının iddia edildiği, yani okların İran’a yöneltildiği süreçte, İsrail Suriye’yi vuruyor ve İran’ı hedef alıyordu!

                                                      /././

Esad kazandı, Atlantikçilik kaybetti (02/01/2023)

Putin’in dış politika ihtiyacı ile Erdoğan’ın iç politika ihtiyacının kesişmesi sürecinde altı ay önce Moskova’nın zorlamasıyla açılan “normalleşme kapısı”, Türk ve Suriye savunma bakanlarının buluşturulmasıyla biraz daha aralandı. 

Konusu itibarıyla 11 yıldır yazdığım makalelerin içinde en çok yer tutanı büyük olasılıkla Suriye’dir ve Türk dış politikasının yanlışlığı ile bu yanlışlıktan dönülmesinin gerektiğidir. İçinde “Ankara ile Şam anlaşmalıdır/normalleşmelidir” cümlesi geçen makale sayım, kuvvetle muhtemel 200’ün üzerindedir. 

Dolayısıyla bundan sonraki ağırlıklı gündemim, başlayan normalleşmenin nasıl sağlıklı ilerleyeceği ve nasıl hızlanabileceği üzerine olacaktır.

‘ESAD’LI ÇÖZÜMÜN’ KABULÜ

Moskova’da savunma bakanlarının hangi dosyaları konuştuğu ve ne kadarında mutabık kaldığı konusu kuşkusuz hâlâ spekülasyon düzeyinde. Hem Türk basınında hem de Suriye basınında bu konuda pek çok haber/analiz var. Özellikle Suriye basınında Ankara’nın Şam’ın pek çok talebini kabul ettiği iddiası var. 

Tüm bunlardan önce saptanması ve üzerinden hareket edilmesi gereken en önemli gerçeklik, normalleşme kapısının savunma bakanları tarafından biraz daha aralanmasının, Türk dış politikasına, bölgesel ve küresel politikalara etkisi bakımından ne anlama geldiğidir. 

O anlam açık ve basittir: Türk dış politikası açısından da bölge politikaları açısından da “Esad’lı çözüm” artık kabullenilmiş bir gerçekliktir. Artık mesele bu gerçekliği küresel politikalara da taşımaktır; başlamıştır, taşınacaktır.

SİLAHLI GRUPLARIN DAĞITILMASI SORUNU

Esad’ı altı ayda yıkma, Suriye’de “Esad’sız çözüm” arama, Esad karşıtı kuvvetlere dayanarak Suriye’yi parçalama, Esad’ın (merkezin) yıkıldığı şartlarda, çevrede birkaç nüfuz bölgesi / özerk alan / devletçik kurma hedefi, ABD başta tüm Atlantik kuvvetleri için yıkıldı. 

Türkiye, bu hedefleri hayata geçirme bağlamında en ileri fonksiyon icra eden ülke olarak, artık “Esad’lı çözüm”ü kabul etmiş durumda. Şimdi mesele bunun gereğini sahada yapmaktır. Normalleşmenin hızlanması da sağlıklı ilerlemesi de buna bağlıdır. O gereği şöyle açıklayalım: 

“Esad’sız çözüm”ün sahadaki maddi dayanakları neydi? Suriyeli ve Bosna’dan Sincian’a uzanan geniş coğrafyadan ithal edilen radikal İslamcı silahlı güçlerdi. Türkiye hem bunlara sınırlarını açarak Suriye’ye geçiş imkânı sağladı hem bunları tek çatı altında toplayarak ordulaştırmaya çalıştı hem de üzerinden “meclis” ve “hükümet” oluşturdu. 

“Esad’lı çözüm” kabul edildiğine göre, Türkiye artık bu silahlı İslamcı yapıları dağıtmalıdır. Artık temel mesele budur.

ASKERİ İŞBİRLİĞİNİN KRİTİK ÖNEMİ

Bu meselenin çözümü, Suriye açısından bir diğer büyük sorun olan Türk askerlerinin varlığı konusuna da esnek çözüm getirecektir. Şöyle ki: 

Türkiye’nin 11 yıldır topladığı bu yapıları dağıtmak elbette kolay değildir, siyasal ve sosyal maliyeti olacaktır. Bu grupların bir kısmı varlığını sürdürmek için silah bırakmayacaktır, hatta Türkiye’ye karşı hareket edebilecektir. 

İşte burada Türk ve Suriye silahlı kuvvetlerinin işbirliği kritik önemdedir. Bu işbirliği ile birincisi silahlı İslamcı grupların tasfiyesi kolaylaşır ve Türkiye’ye maliyeti azalır, ikincisi de aşamalı geri çekilme takvimi ile Türk birliklerinin alan açıcılığında Suriye birlikleri adım adım kendi topraklarında egemen olur. 

Peki iktidar bu kararı alabilecek mi? Yoksa Moskova’da dile getirilen “Önce siyasi istikrar sağlanmalı” şartı üzerinden seçim takvimini mi kolluyor? İnceleyeceğiz...

                                                       /././

Emekçi emekçinin kurdu olmamalı (31/12/2022)

İnsanların yaşamlarındaki zorluklar nedeniyle öfkelerini, yaşamlarını zorlaştıranlara değil de başka zorluk yaşayanlara yöneltmesi, azınlıktaki egemen sınıfın çoğunluğu nasıl sömürebildiğinin yanıtlarından biridir.

Sistem, emekçiyi emekçinin kurdu yaparak ayakta duruyor. Yoksul, yoksulluğunun kaynağını emeğinin artık değeriyle zenginleşende değil, başka yoksulların aldıklarında görüyor...

VERGİ AFLARINA ÖFKELEN

10-15 bin TL alan beyaz yakalı, 5.500 TL alan asgari ücretlinin alacağı zamla maaşının yeni yılda 8.500 TL olacağına kızıyor. Asgari ücretlinin alacağı zammın enflasyonu artıracağını, bunun da kendi maaşının alım gücünü daha da düşüreceğine inanıyor.

Oysa enflasyonun artış nedenleri arasında çalışanlara yapılan zam sıradan bir parametreden ibarettir, esas faktörler başkadır. Türk ekonomisinde enflasyonun esası maliyet enflasyonudur. İhracat yapmak için ithalat yapmak gerekiyor. Bu da dolarizasyonun, kur farklarının, dünya piyasasındaki dalgalanmaların enflasyon olarak ekonomiye yansıması demektir. Yani emekçiye zam yapmasanız da enflasyon aynen gerçekleşir. Bu durumda emekçiye zam yapmak ekonomik dengeleri bozmaz, tersine ekonominin işleyebilmesini sağlar.

O nedenle beyaz yakalı, yoksul asgari ücretlinin zammına değil de vergi af ve istisnaları ile daha da semiren büyük sermayeye, mali sermaye kârlarına, ranta, ithalata dayalı ihracat ekonomisine öfkesini yükselttiğinde, durumu değiştirmeye başlayacaktır.

EMEKLİ FONLARINI SOYANLARA ÖFKELEN

10-15 bin TL alan beyaz yakalı, 25-30 yıldır çalışan EYT’linin emekli olmasına tepki gösteriyor. “Sırf 1999’dan önce işe girdi diye 45-50 yaşında emekli oluyor, ben 65 yaşında emekli olabileceğim, adalet mi bu” diyor. Elbette adil değil ama adaletsizliğin sorumlusu 25-30 yıl çalışıp emekli olan EYT’li değil, sizlere “mezarda emekliliği” reva gören büyük sermaye ve onun siyasi temsilcileridir.

“Genç yaşta emekli oluyorlar, bizim vergilerimizle hayatlarının geri kalanını bedavadan sürdürecekler” diyor. Mesele kaç yaşında emekli olduğu değil ki... 25-30 yıl çalışan emekçiler bunlar. Çoğumuzun güzel gençlik yılları saydığımız 20-25 yaşlarında, bu insanlar günde 8-10 saat ağır işlerde çalışıyorlardı. 25-30 yıl çalıştıktan sonra emekli olmaları en insani haklarıdır.

Öte yandan bu insanlar, kimsenin vergisiyle de hayatlarının geri kalanını bedava yaşamayacaklar. Pratikte 25-30 yıl boyunca çalışırken ödedikleri sigorta birikimlerini geri almış olacaklar. Onların her ay fonlara ödediği birikimlerin, önceki emeklilere gitmesi ya da emekli fonları soyulduğu için yarın Hazine’den ödenecek olması, o emekçilerin değil hepimizin sorunu. Öfkenizi 25-30 yıl çalışana değil, fonlarımızı soyanlara yöneltmelisiniz.

KAMU-ÖZEL İŞBİRLİĞİ PROJELERİNE ÖFKELEN

Bugün çalışan yarın emekli olanın maaşını ödemiyor ama hep birlikte “iki kere kazananların” kârlarını ödüyoruz: İktidarın kur korumalı mevduat sistemi, bankaya yatıracak kadar parası olanın kur farkını, bankaya yatıracak kadar parası olmayanın ödediği sistemdir özetle. Kur korumalı mevduat sisteminin kamuya maliyeti 200 milyar TL’yi geçti. O maliyeti Hazine, yani vergilerimiz, yani hepimiz karşılıyoruz. Dolayısıyla emeklinin alacağı maaşa değil, vergilerimizin kur farkına akmasını sağlayan sisteme yöneltmelisiniz öfkenizi.

Bitmedi. Türkiye’nin son yıllardaki en büyük soygunu, büyük sermaye gruplarının aldığı ihalelerde yaşandı, yaşanıyor. Hazine garantili kamu-özel işbirliği projeleri adı altında kamunun kaynakları özel şirketlerin kasalarına akıyor; yetmiyor, her yıl düzenli vergi affı da alıyorlar. İşte beyaz yakalı öfkesini emeklinin maaşına değil, bu düzene yöneltmeli.

Bitmedi. Bazı beyaz yakalılar, EYT’lilerin emekliliğini “af” olarak yorumluyorlar. Ne büyük haksızlık. EYT’liler, kanunun geriye uygulanmasıyla gasp edilen haklarını alıyorlar, affedilmiyorlar. Tersine, mesele EYT’lilerin haklarını gasp edenleri affedip affetmeyeceğidir!

UMUTLU YILLAR

10-15 bin TL maaş alan beyaz yakalı sevgili kardeşim. Yaşamındaki zorlukların kaynağı ne asgari ücretlidir ne de 25-30 yıl çalışıp emekli olanlardır. O zorlukların kaynağı yukarıda özetlediğim düzendir; büyük sermaye grupları ile onların siyasi temsilcilerinin inşa ettiği düzen.

Asgari ücretli de emekli de mavi yakalı da beyaz yakalı da emekçidir, emeğiyle geçinendir, işçidir. Birlikteysek emeğimizin karşılığını çoğaltırız, değilsek daha da yoksullaşırız. Beyaz yakalıların daha çok kazanabilmesinin ve daha erken emekli olabilmesinin yolu, mavi yakalılarla ittifakından geçer.

2023 yılında bu gerçeği görerek örgütlü hareket etmen dileğiyle umutlu yıllar diliyorum...

(Mehmet Ali Güller/Cumhuriyet)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder