İstanbul'da yaşam maliyeti yüzde 112 arttı, 27 bin lirayı aştı!(SOL)
İstanbul Planlama Ajansı'na göre 1 yıl içinde İstanbul'da yaşam maliyeti yüzde 112 arttı.
İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, İstanbul Planlama Ajansı tarafından hazırlanan "İstanbul'da yaşam maliyeti" verilerini paylaştı. İmamoğlu, "İstanbul'da yaşam maliyeti 2021 Aralık ayından 2022 Aralık ayına kadar yüzde 112 arttı" derken, "Yine 2022 Aralık ayında İstanbul'da 4 kişilik bir ailenin yaşam maliyeti tam 27 bin 596 lira" diye ekledi. Başkanı Ekrem İmamoğlu ise ekonomi politikalarını eleştirirken, vatandaşların enflasyon yükünün sıkıntısını çektiğini anlattı. İmamoğlu, Şişli Belediyesince "Şişli Sofrası" başlığıyla hayata geçirilen sosyal yardım programının Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda düzenlenen tanıtım toplantısında konuştu. İstanbul Planlama Ajansınca hazırlanan "İstanbul'da yaşam maliyeti" verilerini paylaşan İmamoğlu, şunları söyledi: "İstanbul'da yaşam maliyeti 2021 Aralık ayından 2022 Aralık ayına kadar olan süreçte İstanbul'da yaptığımız araştırmada yüzde 112'yi aşan bir oranda ne yazık ki arttı. Yine 2022 Aralık ayında İstanbul'da 4 kişilik bir ailenin yaşam maliyeti tam 27 bin 596 lira. Yani neredeyse dört kişinin yaşadığı bir ailede dördü de en az asgari ücretle çalışmalı ki bunun üzerine çıkabilsin ki, böyle bir aile demografisi ülkemizde yok. İstanbul barometresine göre İstanbulluların yüzde 61'i son 3 ay içerisinde 'Geçinebilecek kadar para kazanamıyorum.' diyor, yüzde 61'i geçinemediğini söylüyor. TÜİK verilerine göre, 2021 Ekim-2022 Ekim arasında gıda enflasyonu tam yüzde 27'den yüzde 99'a çıktı, bu TÜİK'in verileri. İTO verilerine göre ise İstanbul'da gıda enflasyonu yüzde 21'den tam yüzde 115'e çıktı. Bunlar aslında yaşamı derinden etkileyen gerçek veriler."
Ocak ayında 40 gazeteci hakim karşısına çıktı (SOL)
40 gazeteci hakim karşısına çıktı, onlarca habere erişim engeli getirildi.(https://haber.sol.org.tr/haber/ocak-ayinda-40-gazeteci-hakim-karsisina-cikti-364554)
'Erdoğan AFAD'ın bütçesini ikinci örtülü ödeneği olarak kullanıyor'(SOL)
CHP'li Gamze Taşcıer, 'AFAD’da kurulan bir usulsüzlük düzeni vardır ve Erdoğan da bu kurumun bütçesini ikinci örtülü ödeneği olarak kullanmaktadır' dedi.(https://haber.sol.org.tr/haber/erdogan-afadin-butcesini-ikinci-ortulu-odenegi-olarak-kullaniyor-364547)
Erdoğan'ın 'Ülkemizin yüzakı' dediği İstanbul Havalimanı'nda hayat yine durdu(Cengiz Karagöz-Cumhuriyet)
İstanbul için bugünden başlayarak kar fırtınası uyarısı yapıldı. Kar gelmeden İstanbul Havalimanı’nda uçuşlar aksadı. İktidarın “Ülkenin yüzakı” dediği havalimanında bugün ve yarın yapılacak 238 sefer iptal edildi. CHP’li Karabat, “Ranta değil bilime baksalar hava ulaşımında sorun olmazdı” dedi.(https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/erdoganin-ulkemizin-yuzaki-dedigi-istanbul-havalimaninda-hayat-yine-durdu-2048299)
Milas'ta 3 kez iptal edilen projede başa dönüldü(Erman Şentürk-Cumhuriyet)
Muğla Milas’ta Meşelik ve Boğaziçi Mahallesi mevkisinde yapılması planlanan ve mahkemenin üç kez iptal ettiği projeler için yeniden çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) süreci başlatıldı.(https://www.cumhuriyet.com.tr/cevre/milasta-3-kez-iptal-edilen-projede-basa-donuldu-2048319)
Ormana 8 katlı bina yapacaklar!(İsmail Arı-Birgün)
Ormanlık arazide kurulacağı açıklanan Türk-Japon Üniversitesi’nin imar planları yargıya taşındı. ŞPO İstanbul Şube Başkanı Giritlioğlu, “Plana göre ormanda 8 katlı binalar yapılabilecek” diye tepki gösterdi.(https://www.birgun.net/haber/ormana-8-katli-bina-yapacaklar-420198)
İstanbul'daki IŞİD operasyonunda 'başkonsolosluk' detayı: 15 şüpheli tutuklandı(Birgün)
İstanbul'da IŞİD'den İsveç ve Hollanda Başkonsoloslukları ile Hristiyan ve Musevi yurttaşların ibadethanelerine yönelik eylem talimatı aldıkları gerekçesiyle 15 şüpheli tutuklandı. Başkonsolosluklar ile ibadethanelere yönelik somut tehdidin tespit edilemediği belirtildi.(https://www.birgun.net/haber/istanbul-daki-isid-operasyonunda-baskonsolosluk-detayi-15-supheli-tutuklandi-420185)
Öğrenci almayan bölüme özel kadro(Berkay Sağol-Birgün)
Amasya Üniversitesi Biyoloji bölümünde yalnızca dördüncü sınıflara ders verilmesine ve YÖK Atlas’ta biyoloji programı bulunan üniversiteler arasında yer almamasına rağmen özel ilanla kadroya alım yaptı. Amasya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji bölümünde yalnızca dördüncü sınıflara ders verilmesine ve diğer sınıflara öğrenci alınmamasına rağmen bölüme öğretim üyesi alımı yapmayı sürdürüyor. Bölümde şu anda 6 profesör, 2 doktor öğretim üyesi ve 2 öğretim görevlisi olmak üzere toplam 10 akademisyen görev yapıyor. Göreve 16 Ocak’ta atanan doktor öğretim üyesi E.Ç. kendine özel açılan ilanla bölüme girdi. Amasya Üniversitesi 14 Kasım’da akademik ilan yayımlayarak toplam 24 kişilik kadro açtı. Sadece dördüncü sınıf öğrencilerine ders verilen, YÖK Atlas’ta yer alan bilgilere göre ise biyoloji programı bulunan üniversiteler arasında yer almayan Amasya Üniversitesi, biyoloji bölümüne doktor öğretim üyesi alacağını duyurdu. (HER ŞEY AYARLANMIŞ) İlanda yer alan özel şartlarda ise, “Biyoloji Bölümü Lisans mezunu olup doktorasını Biyoloji alanında yapmış olmak. Siyanobakterilerin moleküler taksonomisi, sekonder metabolit profilleme, biyolojik aktivite ve termofilik bakteri identifikasyonu konularında çalışma yapmış olmak. En az 10 (on) yıl akademik çalışma deneyimine sahip olmak” denildi. Bu şartları karşılayan kişi ise bölümde 2011 yılından beri araştırma görevlisi olarak görev yapan E.Ç. olduğu öğrenildi. YÖK Akademik’te yer alan bilgilere göre, E.Ç.’nin doktora tezinin başlığı, “Farklı ekolojik ortamlardan izole edilen siyanobakterilerin sekonder metabolitlerinin tanımlanması” olarak görülüyor. Bildirileri arasında ise, “Endemik Linaria corifolia Desf. (Scrophulariaceae) Bitki Ekstrelerinin Eldesi ve Biyolojik Aktivite Çalışmaları” başlıklı bir çalışma yer alıyor. Amasya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi’nin internet sitesinde 16 Ocak’ta Dr. Öğr. Üyesi kadrosuna atanan E.Ç. için bir tebrik mesajı paylaşıldı.(AYNI SOYİSME ÖZEL KADRO) 14 Kasım’da açılan akademik ilanda, Kimya bölümü içinde iki doktor öğretim üyesi alınacağı belirtildi. İlanlardan birinde, “Kimya Bölümü Lisans mezunu olup, doktorasını Kimya alanında yapmış olmak. Biyo nano konjugatlar, yapay kan, foto-çapraz bağlama, protein saflaştırma ve biyolojik aktivite konularında çalışma yapmış olmak. En az 10 (on) yıl akademik çalışma deneyimine sahip olmak” şartı arandı. Bu şartları karşılayan kişinin ise yine Amasya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Kimya bölümünde 2011 yılından beri araştırma görevlisi olarak çalışan ve biyoloji bölümüne özel ilanla alınan E.Ç. ile aynı soyadı olan U.Ç. olduğu öğrenildi.
Gezegeni asbestli gemiyle zehirlediler(Birgün)
Mücadelenin ardından İzmir’e sokulmayan asbestli savaş gemisi Sao Paulo, Atlas Okyanusu’nda batırıldı. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Soyer, “İzmir adına gururluyuz fakat gezegenimiz için kaygılıyız” dedi.Brezilya'dan geçen yaz söküm amacıyla İzmir Aliağa'ya gitmek üzere yola çıkan mücadelenin ardından ülkeye girişi yasaklanan eski askeri uçak gemisi, Atlas Okyanusu'nda batırıldı. Brezilya Donanması, "NAE Sao Paulo" adlı geminin cuma günü öğleden sonra kıyıdan 350 kilometre açıkta ve yaklaşık 5 bin metre derinlikte ‘planlı ve kontrollü’ bir biçimde batırıldığını duyurdu. Tonlarca asbest, ağır metal ve zehirli madde içeren geminin denizde batırılması çevre örgütlerince protesto edildi. Greenpeace ve Sea Shepherd, Brezilya'nın gemiyi batırarak üç uluslararası anlaşmayı ihlal ettiğini ileri sürdü. Açıklamada geminin taşıdığı zehirli maddelerin deniz hayatına ve sahil topluluklarına ‘hesaplanamaz’ zararlar vereceği belirtildi.(SOYER: KAYGILIYIZ) İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer; sosyal medya hesabından, “Zehir yüklü Nae Sao Paulo gemisinin şehrimize gelişini engellemiştik. O asbestli gemi Atlantik Okyanusu'nda dün akşam batırıldı. İzmir adına gururlu, fakat gezegenimiz için üzgün ve kaygılıyız. Kendi kendimizi zehirlemediğimiz bir dünya için mücadele etmeye devam edeceğiz” dedi.(YASAKLANMA SÜRECİ) Fransız Donanması tarafından 37 yıl kullanıldıktan sonra 2000'de Brezilya'ya satılan ve 2017'de ıskartaya çıkarılan ülkenin en büyük savaş gemisi "NAE Sao Paulo", Nisan 2021'de sonuçlanan ihaleyle 1,85 milyon dolara satılmıştı. Gemiyi Rio de Janeiro merkezli bir şirket olan Cormack Marítima aracılığıyla Aliağa'dan Sök Denizcilik adlı firma almıştı. Geminin tehlikeli maddeler envanterini hazırlayan Norveçli Grieg Green firması, denetim sırasında Sök Denizcilik'in bazı bölümleri kilitli tuttuğunu ve NAE Sao Paulo'nun sadece yüzde 12'sine erişebildiklerini açıklamıştı. Geminin denetlenmeyen bölümünde hangi tehlikeli toksik kimyasalın ne oranda bulunduğu bilinmiyor. Mevcut rapora göre, geminin incelenen yüzde 12'lik bölümünde dokuz ton asbestin yanı sıra 473 ton kurşun, 173 ton da hem kurşun hem kadmiyum içeren tehlikeli madde bulunuyor. 900 bin asbest olduğu öne sürüle gemini kente gelmemesi için adeta seferberlik başlatıldı. Türkiye Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı da 26 Ağustos'ta giriş yasağını duyurdu. Asbest dâhil çevre ve insan sağlığına zararlı birçok tehlikeli toksik atık barındıran gemi, 4 Ağustos'ta Rio de Janeiro'dan yola çıktıktan sonra alınan ihtiyati tedbir kararına rağmen Brezilya'ya dönmemişti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan tepki çeken ifadeler: 14 Mayıs'ta bunlara öyle çakalım ki bellerini doğrultamasınlar(Evrensel)
Erdoğan, 'yeter söz milletin' sloganını kullanan Kılıçdaroğlu'na seslenerek, "Bunlarda yüz yok ki. 14 Mayıs'ta bunlara öyle çakalım ki bellerini doğrultamasınlar" şeklinde ifadeler kullandı.
Latmos’un teninden parça parça et koparıyorlar(Özer Akdemir/Evrensel)
“Beni çıbanbaşı bellediler. Neymiş efendim, ağaçları koruyormuşum! CİMER’e, kaymakamlığa, valiliğe, ormana yazılar yazıp olan biteni söylüyormuşum. Eh haliyle de dayağı biz yedik” dedi, İhsan Garagöz.
Latmos Dağı’nın ortasında yer alan Çavdar köyü meydanındaki kahvehanede çay içiyorduk bunları anlatırken. Ocak ayının son günüydü ama güneşli, hafif serin bir hava vardı. Gece birazcık yağmur çiselediğini, sabaha karşı ise incecik tül gibi bir kırağının fıstık çamları ve zeytinlerin üzerine çöktüğünü söyledi Garagöz.
Anlattığına göre, orman müdürlüğünün diktiği 4 bin fıstık çamı fidanı, sırf maden işletmesine yer açılsın diye toprak altında bırakılmış. Garagöz, maden şirketinin ne ağaç bedeli verdiğini ne de bu ağaçları kesmek için izin aldığını söylüyordu. Kestiği bu ağaçları köylüler satıyorlarmış ki Garagöz de buna karşı gelip, şikayet ettiği için dayak yemiş.
Başıyla az ötede, sobanın kenarında oturan kahveciyi göstererek; “Aha şu da gördü ya bana atılan dayağı, ‘Haberim yok’ dedi jandarmaya. Üç metreden, yüz kişinin ortasında dayak yediğimi görmemiş, pöhh!”. Kahveci başını öne eğip bıyık altından güldü. Belli ki bu mesele epey dönmüştü kendi aralarındaki konuşmalarda. Kahvecinin bıyık altından gülüşüne içerlediği belliydi ama ses etmedi. “Hadi lokantaya gidelim” deyip kalktı.
Kahvenin tam karşısındaki küçük bir lokantaya geçtik. Köy yerinde çorba ve bir iki çeşit yemek yapılan, tek gözlü bir odacıktı lokanta. Orta yaşlı, şalvarlı ve başı eşarplı bir kadın ‘Hoş geldiniz’ dedi. Daha önce hazırladığı masaya buyur etti bizleri. Temiz, mor çiçekli örtü bulunan masanın üzerinde üç tabak kavurma, turşu ve ekmek vardı.
Biz yemeğe başladık ki biraz önce çay içtiğimiz kahveci de girdi lokantaya. Ocağa geçip, yemeklerle ilgilenmeye başladı. Anladığım kadarıyla karı koca idi lokantacı ve kahveci.
"BU KADIN, TEK BAŞINA ALDI BENİ DAYAKTAN"
Masada biten bol sirkeli lahana turşusu tazelenirken, İhsan Garagöz lokantacı kadının kendisini o kalabalık içinde dayaktan tek başına aldığını, diğer bütün köylülerin ise seyrettiğini anlatıyordu; “Beni dövenler benim köylüm, hatta akrabalarım. On beş kişinin ortasında yerlerde iken bu kadın gelip beni ellerinden aldı. O hengamede cebimden düşen 7 bin liram ise kim aldıya gitti. Hayvanların yem parasıydı.”
Kendisi ile ilgili anlatılanları dinleyen kadın da bir süre masamızın yanında dikilip dayak olayını anlattı. “Millet tiyatro seyreder gibiydi. Yeğenini birileri tutmuş, oğlunu birileri. Ver ha vuruyorlardı buna. Gidip zor aldım ortalarından”.
Garagöz yemeğini bitirip, tabağındaki salçalı yağı ekmekle sıyırdı. İri gövdesinin üzerinde mavi gözleri çıngılandı konuşurken; “Sonra bir gün yaylada yakaladık bunları. Ambulansla indirdiler dağdan!..” dedi. Davaları hâlâ sürüyormuş...
Yemekten sonra birer bardak daha çay içip kalktık. Köyün az ilerisindeki maden ocaklarını gösterecekti İhsan Garagöz. Sağlı sollu fıstık çamlarının arasından giden dar asfalt yolun bir virajında durduk. Bizden biraz aşağıda, tam karşımızda devasa bir maden işletmesi, yarısını yediği tepeyi bir kurt gibi kemiriyordu. Eskiden fıstık çamları ve zeytinliklerle dolu olduğunu öğrendiğimiz tepenin üzerinde kepçeler, kamyonlar, iş makineleri vızır vızır geziyordu. Kepçeler koca kayaları, taşı toprağı kamyonların kasalarına gürültüyle dolduruyor, kırıcıların takır tukur sesleri tepenin bizim göremediğimiz bir yerinden ses verip duruyordu.
"PATLATMALAR SENİ, BENİ, DAĞDAKİ KEKLİĞİ KORKUTUR DA SULARI KORKUTMAZ MI?"
2004-2009 yılları arasında Çavdar köyü muhtarı olan Garagöz, bu tepelerin son 15-20 yılda madenler tarafından nasıl delik deşik edildiğini anlattı bize.
“Benim dönemimde yeni yeni başlamıştı madenler. Sonra birden her tepede bir maden şirketi belirdi. Ortalık toz duman... Zeytin ağaçları, fıstık çamları, meşeler beşer onar köklendi. Dağların tertemiz havası toza belendi. Buna itiraz edince de başıma gelmeyen kalmadı”.
Madenin önce köyü böldüğünü, kendisine yakın bir grup oluşturup diğer köylüleri baskı altına aldığını ileri sürüyordu. “Parayı alan, madencinin yanına koştu. Karşı çıkanlar sindirildi, susturuldu. Ses çıkarana dayak attılar, dava açtılar” dedi.
Sulardan bahsetti bir de; “Eskiden çağıl çağıl akan derelerimiz vardı Latmos’da. İçinde çay balıkları oynaşırdı. Dereler sustu şimdi, su sessiz! Zaten bu madenlerin patlamaları nedeniyle yer altı suları ya yön değiştirdi, ya da daha derine kaçtı. Patlatmalar seni, beni, dağdaki kekliği, tavşanı korkutur da suları korkutmaz mı? Onlar da korktu kaçtı, nereye gitti bilinmez!”
Çavdar köyünde 40 yıl önce yapılan uranyum madenciliği sondajlarının iki yıl önce yeniden başladığından bahsedip, çok ilginç bir bilgi verdi; “Tam bu uranyum sondajlarının altına iki tane içme suyu barajı yapacaklar. Söke, Kuşadası, Didim bu barajların sularını içecekler. Uranyumlu suyu yani!”
"8 BİN 500 YILLIK KAYA RESİMLERİ TUVALET TAŞI YAPILDI"
Araçlarla birkaç km daha gittikten sonra Karakaya köyü yakınındaki başka bir işletmeyi görüntülemek için tepeye çıktım. Tam da 8 bin 500 yıllık kaya resimlerinin en yoğun olduğu vadideydi bu maden sahası. Kuvvetle muhtemeldir ki dağın koynunda kocaman bir maden yarası şeklinde hektarlarca uzayıp giden bu vadide de birçok kaya resmi vardı. Şimdi onların hepsi yok oldu, tuvalet taşı yapıldı!
Bu madende de daha önce çekim yaptığımız yerdeki gibi iş makineleri gürültü patırtı ile tozları göğe savurarak arı gibi çalışıyordu. Çekim yaparken bir arazi aracının son sürat işletmeden çıkıp bize doğru geldiğini gördüm. Düşündüğüm şeyin doğru olduğunu anlamam için iki dakika beklemem gerekiyordu.
Tam çekimleri bitirmiş, son kez cep telefonu ile bir kayanın üzerinden görüntü alırken arkamdaki “Beyefendi, çekim yapmak için kimden izin aldınız?” sözleri, düşüncemde yine yanılmadığımı gösteriyordu.
"BURADA DOĞA MI VAR? NE ÇEKİYORSUN?"
Şirketin iki elemanı bizim çekimlere engel olmak için gönderilmişti. Bulunduğumuz yerin maden işletmesine (Polat Madencilik) ait olduğuna dair hiçbir levha, tel örgü vs. olmamasına, aramızda kocaman bir uçurum halinde derin bir vadi uzanmasına rağmen, şirketin görevlendirdiği kişilere bunu anlatamadık.
Kendisini saha şefi olarak tanıtan kısa boylu, kirli sakallı genç adamın “Neyi çekiyorsunuz?” sorusunu “doğayı” diye yanıtladım, uzatmak istemediğimden. Orhan Kemal'in romanlarından fırlayıp gelmiş bu “Bekçi Murtaza”lara laf anlatmanın deveye hendek atlatmaktan zor olduğuna dair onlarca deneyim biriktirmiştim. Saha şefinden daha da genç gösteren, uzun boylu ve yöre insanının şivesi ile konuşan madenci “Burada doğa mı var?” diye araya girdi. Sözün nereye gideceğini bilmeden.
Dayanamadım bu pasa, gelişine vurdum! “Yok hakikaten, kalmamış sayenizde. Ben de onu çekiyorum”.
“Orası bizi ilgilendir” diyen külhanbeyine aynı tonda yanıt vermek, gereksiz yere tartışmayı büyüteceğinden, gülmekle yetindim. İşim bitmiş, çekimlerimi yapmıştım sonuçta.
Kamera kayıt düğmesi açık olduğu halde (tedbir amaçlı), tripotu sırtlayıp aracımıza dönerken “Bu yol da bizim, bu tepe de. Buralar Polat’ın öz malı. Benim mahremimi çekemezsiniz” diyordu hâlâ saha şefi...
O gün delik deşik edilen Latmos’tan iç burkan görüntülerle ayrıldık. Şirketler dağın teninden parça parça et koparıyorlardı sanki!.. (Özer Akdemir/Evrensel)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder