Çok kârlı bir fiyasko
ABD-İngiltere ittifakının yirmi yıl önce bu hafta başlayan Irak saldırısı Saddam rejimini yıktı ama amaçları, uzun dönemli etkileri açısından tam anlamıyla bir fiyasko oldu; çok kârlı bir fiyasko...
Neye niyet neye kısmet...
ABD, Saddam rejimini yıkarken askeri-teknolojik gücünü, dönüştürücü kapasitesini kanıtlayacak, Irak’tan sonra tüm Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin rejimlerini yeniden şekillendirerek demokratikleştirecekti. Büyük Ortadoğu Projesi olarak da bilinen bu fanteziye göre, yeni bir Amerikan Yüzyılı başlıyordu. ABD artık, 80’den fazla ülkede 700’den fazla askeri üssüyle tam anlamıyla “realiteyi yaratan bir imparatorluktu!”
“Evdeki hesap çarşıya uymadı”! ABD, Irak’ta rejimi yıktı ama yeni bir düzen kuramadı. Şii ve Sünni kanatlarıyla, silahlı bir direniş gelişmeye başladı. İşgal gücü direnişi bastıramayınca, kanlı provokasyonlarla bir Şii-Sünni iç savaşını kışkırttı. Sonunda 1 milyondan fazla Iraklı öldü, İslamcı terörizm ve IŞİD canavarı doğdu. Yalnızca ABD askeri gücünün “her şeye kadir” imajı bozulmakla kalmadı, Batı’nın “ahlaki üstünlük” iddiaları, kitle imha silahlarına ilişkin yalanlarla, Abu Gharip üssündeki müstehcen işkencelerin basına sızan fotoğraflarıyla tamamen yıkıldı. Dahası, Birleşmiş Milletler kararı olmadan, bir yalana dayanarak başlatılan savaş, “kurala dayalı dünya düzeni” iddiasının da içini boşaltı.
Bu boşlukta, Çin bir büyük güç olarak yükseldi; Rusya Ortadoğu’ya indi, göçmen dalgası Avrupa’da kültür savaşlarını ve “süreç olarak faşizmi” hızlandırdı. Suudi rejimi, Çin ve Rusya ile ilişkilerini geliştirmeye başladı. Şimdi, Rusya’nın Ukrayna’ya girişinin, Çin’in Iran ile Suudi rejimi arasında bir yaklaşımaya aracılık etmesinin, yeni bir küresel ve bölgesel jeopolitik şekillenmenin ilk işaretleri olduğu söylenebilir.
ABD askerleri Irak’tan “çekildiğinde”, Afganistan’da Taliban iktidara döndüğünde, ABD’nin gerileyen hegemonyasını, bir imparatorluk kalıbına (şiddet uygulama kapasitesine indirgeyerek) dökerek tek kutuplu yapıyı koruma projesi ters tepiyordu: Tam bir fiyasko.
Madalyonun öbür yüzü
Fiyasko ama çok kârlı bir fiyasko bu! Irak projesi sonunda 3 trilyon dolara mal oldu. Bu maliyet ABD’de finansal dengeleri bozarken askeri-sınai- enerji ve istihbarat kompleksini besledi. ABD savunma bütçesi, 1999’da 291 milyar dolardan, 2004’te 493, 2007’de de 589 milyar dolara, 2000’de 5.7 trilyon dolar olan kamu borcu, 2004’te 7.4 ve 2007’de 9 trilyon dolara yükseldi. Bu sırada ABD bütçe dengesi 2000’de 0.13 trilyon dolar fazladan, 2004’te 0.41 triyon dolar açığa dönüştü. Açık 2010’da 1.5 trilyon dolara ulaştı.
Son yıllarda yapılan kimi araştırmalar 3 trilyon dolardan aslan payının Lockheed Martin, Raytheon, Northop Grumman, General Dynamic, Boieng gruplarının aldığını gösteriyor. Bu “beslenmenin” etkilerini hisse senetlerinin performansından (dolar olarak) izlemek olanaklı. Lockheed: 2000/20.4; 2002/57.6; 2006/75; 2023/475. Raytheon: 1998/11.5; 2006/40.1; 2023/97.7. Grumman:2000/24; 2002/57; 2007/70; 2023/449. General Dynamics: 2000/25;2002/53; 2007/74; 2023/220; Boeing: 2000/ 37.8; 2007/104.9; 2023/205.
Bu savaş yalnızca çok kârlı bir fiyasko olmadı, savaş harcamaları, ABD kapitalizminin, finansal balonunu daha da şişirerek 2007/8 krizini hazırladı. ABD merkezli neoliberal küreselleşmenin topuduna bir çivi daha çaktı.
/././
SVB krizi neyin semptomu?
SVB (Silikon Vadisi Bankası) krizine bakınca kapitalizmin yapısal krizinin ana unsurlarını görebiliyoruz.
Bir taraftan, 300 trilyon dolar borç, 600+ triyon dolar türev piyasası üstüne hızla artmaya başlayan faizlerin basıncının finans sektörünü bir yerinden delmesi kaçınılmazdı. Diğer taraftan, hiçbir bankada, bir krizde, tüm mevduatları karşılayacak nakit/kaynak bulunmaz. Bu nedenle mevduat sahiplerinin zarar görmesini önlemek için devlet kimi garantiler sunar. ABD’de 65.000 dolara kadar olan mevduat sigortası, 2018’de 250.000 dolara çıkarıldı. O sırada, teknoloji sektöründe, “yeni başlayanlarla” (startups) önde gelen yatırımcılarla çalışan SVB, kredilendirdiği yatırımcıları, mevduatlarını bankada tutmaya zorluyor, 250.000 dolar sınırının çok üzerinde mevduat hesapları oluşuyordu. SVP topladığı mevduatların önemli bir kısmını hazine kâğıtlarına yatırıyordu.
İki gelişme bu dengeyi bozdu: COVID krizinin teknoloji sektörüne getirdiği ek talebi karşılamak için hızla genişleyen personel, kapasite, COVID biterken yük olmaya başladı. İkincisi, merkez bankası faizleri artırmaya başlayınca, kredi maliyeti artmaya, hazine kâğıtlarının fiyatları düşmeye başladı.
Teknoloji sektörü 2022 yılında 241 bin 176 kişiyi işten çıkardı. İşten çıkarmalar 2023 yılında hızlanarak ilk 8 haftada 176 bini geçti. Şirketler, kapasite fazlasını eritmeye, yeni yapay zekâ araçlarına dayanarak otomasyonu hızlandırmaya çalışıyorlardı. Yeni mevduat girişi yavaşlar, SVB’nin mevduatlara karşılık tuttuğu kâğıtların değeri düşerken, sektörün uzmanlarından, Byrne Hobart şubat bülteninde, SVB’nin varlıklarının piyasa değerinin, mevduatların 1/185’ine gerilediğini yazınca, büyük mevduat sahipleri paniğe kapılıp kaçmaya başladılar. O zaman anlaşıldı ki, 250.000 dolar sınırının çok ötesinde, milyonlarca dolarlık mevduatlar söz konusuydu. SVB’den geçen hafta bir günde 42 milyar dolar çekildi. (Wall Street Journal)
Bu SVB krizinin banal yanı. İlginç yanıysa, aslında teknoloji sektöründeki “olgunlaşmanın” bir semptomu olması. Geopolitical Futures editörü, George Freeman’ın, SVB krizi başlamadan az önce yazdığı gibi sektör uzun süredir “yeni radikal” inovasyonlar gerçekleştiremiyor; var olan inovasyonları metalaştırmak üzerinde yoğunlaşıyor. Freeman’ın işaret ettiği aşamada “aşırı birikim” sorunu kaçınılmaz oluyor. Yaygın işten çıkarmalar, milyonlarca dolara ulaşan mevduat (atıl para), “startups” yatırımlarının gerilemesi bu duruma işaret ediyor.
Rivayet şöyle: Kapitalizm rekabete, risk almaya dayanır; hata yapan, kârlılığı koruyamayan yok olur. Bu kendi fazlasını kendi temizleyen dinamik bir sistemdir. Gerçekteyse, sermaye “kâr makinesiyse” insan da “arzulayan makine”, bu ikincisi devleti ele geçiriyor, hata yapan verimsiz sermayeyi yok eden dinamiği durduruyor.
SVB krizinde de öyle oldu, Financial Times’ın aktardığı gibi, hazine bakanı yardımcısı 1000+ SVB müşterisiyle bir “Zoom” toplantısı yapmaya zorlanmış. Bu plütokrasi, hazine bakanlığını, bu sektörün ABD’nin askeri, jeopolitik geleceği için ne kadar önemli olduğuna, SVB batarsa inovasyonun öleceğine ikna etmişler. Toplantının ardından hazine bakanlığı, ayrım yapmadan tüm mevduatları koruma altına aldı.
Bir yorumcu “Hurra, herkesi kapsayan bir ulusal sağlık sistemine kavuştuk (bankalar için)” diyordu.
Hamleler hızlandı
Küresel diplomasinin “satranç tahtasında” Çin beyaz, ABD siyah taşlarla oynuyor. Hamleler hızlanırken ABD tutarlı bir oyun kuramıyor.
KAPASİTELER
Devletlerin gücü, yalnızca askeri değil aynı zamanda ekonomik, bilimsel-teknolojik kapasiteleriyle ölçülür. Askeri kapasite son tahlilde ekonomik, bilimsel-teknolojik kapasiteye dayanır. Diğer devletleri etkileme, yönlendirebilme (liderlik) kapasitelerinin, hegemonya olasılıklarının da öncelikle ekonomik, bilimsel-teknolojik kapasitelere dayandığını söyleyebiliriz.
Çin’in toplam küresel sınai katma-değer içindeki payı, 2004-8 arasında yüzde 8-9’dan 2021’de yüzde 30 düzeyine çıkarak 4.9 trilyon dolarla ABD (2.5 triyon dolar) ve Avrupa’nın (2.5 triyon dolar) toplamına ulaştı. ABD’nin 16. bankası SVB’nin geçen hafta batması, ABD merkezli finansal sistemin 2008’den bu yana zaaflarını aşamadığını gösterdi. Moody’s ABD banka sektörünün “derecesini” negatife indirdi. Financial Times’dan Gillian Tett’e göre “Düzenleyiciler hâlâ dünün savaşlarında yaşıyor”. Ücret artışı, talep basıncı “sorunu” yokken enflasyona yüksek faizle müdahale etmek, Raghuram Rajan’ın vurgusuyla, “Resesyon yumuşak mı sert mi olacak” sorusunu getiriyor.
The American Conservative’de Douglas McGregor’un işaret ettiği gibi “ABD ekonomisi yeni bir karanlık döneme giriyor”. Ekonomik, askeri kapasiteler arasındaki ilişki bağlamında McGregor, Ukrayna’nın savaş deneyimli askerler ve teçhizat stokunun eridiğine, “ABD ve Avrupa askeri-sınai-kompleksinin bu erimeden kaynaklanan açığı kapatmakta zorlandığına” işaret ediyor. Politico ve Washington Post, ABD’nin kapasiteleri ile Ukrayna’nın beklentileri arasındaki uyumsuzlukların arttığını aktarıyorlar.
VE DENGELER
ABD’nin, “Demokrasiler ittifakı” projesine karşın, Ortadoğu’daki en yakın müttefiki İsrail faşizme kayarken, İran nükleer üretime yeniden başlamışken, Suudiler ABD’ile aralarına mesafe koyarken, Çin, yeni “sorun çözücü”, “düzen kurucu” aktör olmaya başladı. Ukrayna için 12 maddelik barış planının ardından Başkan Ji’nin Avrupa ve Rusya turuna çıkacağı aktarılıyor; Zelenski ile görüşmesi bekleniyor. Çin’in, bu hafta İran ve Suudi Arabistan arasında hem ABD’yi hem de İsrail’i kaygılandıracak yeni bir yakınlaşmaya aracılık etmesi “sorun çözücü ve düzen kurucu aktör” savını destekliyor.
Çin yeni ekonomik-diplomatik ilişki ağları, kapasiteler (örneğin dünyanın en büyük donanmasını) inşa ederken ABD, İngiltere, Avustralya liderleri, Çin’e karşı, Avustralya’ya nükleer denizaltı vermeyi de içeren AUKUS Anlaşması bağlamında geçen hafta Missouri zırhlısının güvertesinde bir araya geldiler. Ancak AUKUS, önemli zaafları olan bir anlaşma. ABD, Avustralya’ya Fransa ile yaptığı denizaltı alma anlaşmasını iptal ettirdi. Avustralya’da birçok analist, ülkenin, ABD’den alınacak nükleer denizaltıların mali, teknolojik gereksinimlerini karşılamakta zorlanacağını düşünüyor. İmzalanmış anlaşmanın iptali, ABD ile Fransa arasında gerginlik yaratırken Kuzey Akım, Rusya-Almanya enerji boru hattına yapılan sabotaj Almanya ile de ciddi bir güvenlik sorununa yol açtı. Sabotajı Rusya yapmadığına göre iki olasılık var: Biri, Seymour Hersh’in doğrudan, Jeffery Sachs’ın Birleşmiş Milletler’de yaptığı konuşmada dolaylı olarak işaret ettiği ABD, öbürü de Ukrayna kaynaklı bir özel tim. Her iki olasılık da “bebeği” Beyaz Saray’ın kapısına bırakıyor. “Satranç tahtasında” ABD hem savunmada oynuyor hem de tutarlı bir oyun kuramıyor.
(Ergin Yıldızoğlu/Cumhuriyet)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder